Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması

Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması | İzmir Boşanma Avukatı | Av. Dilek Yavuz Uysal

Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması

Boşanma sebepleri kanunumuzda özel ve genel sebepler halinde sıralanmaktadır. Zina, hayata kast ve pek kötü muamele,akıl hastalığı, terk, suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme gibi sebepler özel sebeplere örnektir. Özel sebeplerin varlığı halinde açılacak olan boşanma davası bu sebeplerle açılmalıdır. Uygulamada en sık yapılan hataların başında bu gelmektedir. Şiddet gören veya aldatılan eşin, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasını sebep göstererek boşanma davası açası usuli ve geri dönülemez bir hatadır. Zira, özel sebeplerin varlığı halinde sosyal inceleme raporu (sir raporu), darp raporu, fotoğraf videolar, gsm operatör kayıtları vb. pek çok husus davaya delil olarak dahil edilmeli karşı tarafın kusuru ispatlanmalıdır. Kusurun tespiti, nafakadan tazminata kadar pek çok husu için belirleyici olmaktadır. Tüm bu özel sebeplerin varlığına rağmen, evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebi ile dava açıldığında ise tarafların farklı yaşam tarzlarını sevmesi, farklı düşünce yapısında olmaları, artık birbirleri ile iletişim kuramaları gibi genel sebepler karşımıza çıkmaktadır. Görüldüğü üzere iki tür, boşanma sebeplerinden ispat araçlarına kadar tamamı ile farklıdır. Bu sebeple boşanma davalarında uzman bir avukatla çalışmak hak kayıplarının önüne geçecektir. Tüm bu anlatımlardan sonra Türk Medeni Kanunu’nda (TMK) evlilik birliğinin temelinden sarsılması madde 166’da düzenlenen maddeyi inceleyecek olursak:

TMK Madde 166– ”Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.”

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir.

Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi hâlinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu hâlde boşanma kararı verilebilmesi için, hâkimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın malî sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hâkim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada  gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü hâlinde boşanmaya hükmolunur. Bu hâlde tarafların ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz. Boşanma sebeplerinden herhangi biriyle açılmış bulunan davanın reddine karar verilmesi ve bu kararın kesinleştiği tarihten başlayarak üç yıl geçmesi hâlinde, her ne sebeple olursa olsun ortak hayat yeniden kurulamamışsa evlilik birliği temelden sarsılmış sayılır ve eşlerden birinin istemi üzerine boşanmaya karar verilir.

Buna göre evlilikte ortak yaşamı sürdürmede eşlerden beklenemeyecek derecede evlilik birliğinin sarsılması durumu varsa boşanma davası açılmasına sebep oluşmuş demektir. Evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebi ile açılacak davalarda kusur şartı aranmaz. Her iki eşte kusurlu veya kusursuz olduğu halde dava açabilir. Ancak bu kusurun hiç önemi olmadığı anlamı taşımaz. Eşlerden biri diğerinin daha kusurlu olduğunu ileri sürerek davanın talepler sonucuna etki edebilir.

Şiddetli Geçimsizliğe Dayalı Dava Açma Şartları ve Örnekleri Nelerdir?

Bunlardan ilki evlilik birliğinin temelden sarsılmış olmasının gerekliliğidir. Eşler arasında önemli boyutta duygu ve fikir ayrılığı olması gerekmektedir . Bunu, geçimsizlik olarak ifade edebiliriz. Her zaman böyle olması şartı da aranmaz. Eşlerden birinin evliliğin gerekliliklerini sonradan doğan sebeplerle yerine getirememesi durumunda da evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı ileri sürülüp dava açılabilir. Örneek olarak, eşlerden birinin gezmeyi, seyahat etmeyi sevmesi durumunda diğer eşin evinden çıkmaktan bile hoşlanmaması bu iki kişinin farklı hayat tarzını sahip olduğunu gösterir bir durumdur. Yine eşlerden birinin sürekli ailesi ile vakit geçirmek istemesine karşın diğer eşin çok sık aile ziyaretleri yapmak istememesi durumunun da zamanla bir geçimsizliğe sebep olacağını söylemek mümkündür.

Şartlardan ikincisi ise evlilik birliğinin temelinden sarsılması durumunun, en az eşlerden biri için ortak hayatı sürdürmesi beklenemeyecek derecede olmasıdır.  Bu durum eşlerden ikisi veya sadece biri için ortak hayatı sürdüremeyecek derecede ağır olmalıdır. Bu durumda şartların gerçekleşip gerçekleşmediğini hâkim takdir eder. Hakim ileri sürülecek olguları evlilik birliğini temelinden sarsacak nitelikte bulmazsa, davayı reddedecektir. Aynı zamanda ispat edilen olgular evlilik birliğini sarsacak nitelikte olmakla beraber evliliğin buna rağmen sarsılmadığı ispat edilirse dava yine reddedilebilir. Hangi sebeplerin boşanmayı gerektirecek nitelikte olduğunu doktrin ve mahkeme kararları belirler. Hakaret, eşe para vermeme, aileye karşı ilgisizlik, agresif ve saygısız davranışlar, cinsel uyum sağlananaması, sürekli kavga etmek, evin ve çocukların bakımını ihmal ederek bir işte çalışmak bu sebeplerden bazıları olarak sayılabilir.

Şiddetli Geçimsizlik Nedeniyle Boşanma Davasında Kusur Tespiti

Şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma davası, bir tarafın diğer tarafın kusuruna dayandığı çekişmeli bir boşanma davası türüdür.

Taraf kusurlarının boşanma kararına etkisi ise şu şekildedir:

Kusursuz eş; diğer tarafın az da olsa kusurlu olduğunu ispatladığı takdirde, evlilik birliğinin temelinden sarsıldığı, yani şiddetli geçimsizlik olduğu kabul edilerek boşanma kararı verilir. Bu durumda boşanma davası açacak olan eş kusursuz veya diğer eşe göre daha az kusurludur.

Daha Az kusurlu eş; diğer tarafın daha fazla kusurlu olduğunu ispatlarsa şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma kararı verilir.Bazı durumlarda tarafların ikisi de boşanmaya sebep yaratacak kusurlarda bulunmuş olabilir. Bu durumda, daha az kusurlu eşin , diğer eşin daha fazla kusuru olduğunu ispatlaması gerekir.

Daha fazla kusurlu eş; diğer eşin kendisinden az da olsa kusurlu olduğunu ispatlarsa ve diğer eş boşanmaya karşı çıkmazsa boşanma kararı verilir. Ancak, daha fazla kusurlu eşin açtığı boşanma davasının reddedilmesi, az kusurlu eş tarafından talep edildiğinde; yani az kusurlu eş boşanmak istemediğinde şu şartların da birarada gerçekleşmesi gerekir:

Boşanmak istemeyen az kusurlu eşin karşı çıkmasının, hakkın kötüye kullanılması (MK m.2) niteliğinde olduğunun ispatlanması gerekir. Eş ve çocuklar açısından evliliğin sürdürülmesinin korunmaya değer olmadığının anlaşılması gerekir. Eşit kusur halinde tarafların boşanmasına karar verilir. Kusursuz eş hakkında açılan boşanma davası reddedilir. Tamamen kusurlu eşin açtığı boşanma davası da reddedilir. Tamamen kusurlu eşin boşanma davasının reddedilmesinin nedeni, bir kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde etmesinin hukuka aykırı olmasıdır.

Şiddetli Geçimsizliğe İlişkin Yargıtay Karar Örnekleri:

1-Eşinin Annesine Küfür Nedeniyle Evlilik Birliğinin Temelinden Sarsılması

Mahkemece, evlilik birliğinin sarsılmasına yol açan olaylarda davalı-karşı davacı kadının daha fazla kusurlu olduğu kabul edilerek, kadının davasının reddine, erkeğin davasının kabulüyle boşanmaya karar verilmiş ise de; mahkemece taraflara yüklenen ve gerçekleşmiş bulunan kusurlu davranışların yanında, erkeğin eşinin annesine sinkaflı küfür etmek suretiyle hakarette bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Gerçekleşen olaylar karşısında davalı-karşı davacı kadın da dava açmakta haklı olup, Türk Medeni Kanununun 166. maddesi koşulları kadının davası yönünden gerçekleşmiştir. O halde, davalı-karşı davacı kadının boşanma davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde reddi doğru görülmemiştir (Yargıtay 2. Hukuk Dairesi – Karar : 2017/3949)

2- Şiddetli Geçimsizlik Nedeniyle Boşanma Davasında Kusur

Şiddetli geçimsizlik nedeniyle boşanma davası, bir tarafın diğer tarafın kusuruna dayandığı çekişmeli bir boşanma davası türüdür. Çekişmeli boşanma davalarında davalı tarafın davayı kabul etmesi hiçbir hukuki sonuç doğurmaz, mutlaka karşı tarafın kusuru ispatlanmalıdır (YARGITAY 2.HD-K.2017/36159)

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

İşçinin Çalışma Koşullarında Esaslı Değişiklik

İşçinin Çalışma Koşullarında Esaslı Değişiklik | Av. Dilek Yavuz Uysal

İşçinin Çalışma Koşullarında Esaslı Değişiklik

İş sözleşmesinin kurulmasından sonra, zamanla değişen koşullar neticesinde sözleşmenin koşullarında değişikliklere gidilmesi gerekebilir. Tarafların karşılıklı anlaşmasıyla işçinin çalışma koşullarının değiştirilmesi her zaman mümkün olabilir. Örneğin, işçinin hamile olması durumunda iş saatlerinde veya yapılacak olan işin niteliğinde işçi ve işverenin karşılıklı olarak anlaşması halinde işçinin çalışa koşullarında esaslı değişiklik yapılmasında hiçbir hukuki engel yoktur. Bu değişiklik , işçiye yazılı olarak yapıldığında işçinin değişikliği kabul etmesi usuli prosedür olup geçerlilik şartıdır. Fakat işçinin bu değişikliğe rıza göstermemesi durumunda işçinin çalışma koşullarında esaslı değişikliğe gidilemez. İşçinin, esaslı değişikliği kabul etmemesine rağmen, işverenin bu değişikliği yapması durumunda ise işçi, iş sözleşmesini haklı sebeple feshetmeye hak kazanır.

Çalışma koşullarında değişiklik ve iş sözleşmesinin feshini düzenleyen İş Kanunu Madde 22 – İşveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir. ( Bunun anlamı, işçinin haklı sebeple iş sözleşmesini feshetmesidir.) Görüldüğü üzere, bu esaslı değişiklik bildriminin işçiye mutlaka yazılı olaraak yapılması gerekir. Bir diğer koşul ise, işçinin bu değişikliği kabul etmesidir.

Hangi Değişiklikler Esaslı Kabul Edilir?

Bir değişikliğin esaslı değişiklik sayılabilmesi için hem kanunen, hem de uygulamaya göre bölge adliye mahkemeleri ve Yargıtay kararları ile belirlenen esaslı  değişikliklerden olmalı ve işin niteliğine göre tespit edilmelidir.

İşyeri Değişikliği, Çalışma Sürelerinde Değişiklik, İşin Niteliğindeki Değişiklik,  İşverenin Ücreti Düşürmesi uygulamada en sık karşılaşılan nitelikli değişikliklerdendir.

Birkaçını Yargıtay Kararları İle Açıklayacak Olursak:

  • Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2009/36031 Esas, 2010/33783 Karar ve 12.11.2010 tarihli kararında “Çalışma koşullarındaki değişikliğin ne zaman esaslı ne zaman esaslı olmayan bir değişiklik olarak nitelendirileceği hususunda kesin ve her durum için geçerli bir ölçüt belirlemek güçtür. Yargıtay kararlarında esaslı değişiklik konusunda temel alınan ölçütün, “işçinin durumunun ağırlaşması” olduğu görülmektedir.” kararını vermiştir. Bu karar göstermektedir ki bir değişikliğin esaslı değişiklik olarak kabul edilebilmesi için Yargıtay’ın aradığı ölçüt işçinin durumunun ağırlaşıp ağırlaşmadığı hususudur. İşçinin değişiklikten önceki ve sonraki durumu karşılaştırılması sonucunda işçinin menfaati açısından zararına bir durum saptandığı takdirde yapılan bu değişikliğin esaslı değişiklik olduğu kabul edilmelidir.  Örneğin, işçinin iş süreleri dönemsel yoğunluk sebebi ile fazla çalışma olarak değil , bundan sonraki mesailerini kapsar şekilde günlük üç saat daha artmış ise , bu değişikliğin esaslı olduğunu söylemek mümkündür. İş akdinin esaslı unsurlarından biri olan ve işçinin emeği karşısında ödenen ücrete ilişkin her türlü işçi aleyhine yapılan değişiklikler esaslı değişiklik niteliği taşımaktadır.
  • Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2009/17729 Esas, 2009/14144 Karar ve 25.5.2009 tarihli kararında “İşçinin ücretinin düşürülmesi, ya da ücretin eki niteliğindeki sosyal haklarının ortadan kaldırılması veya eksiltilmesi, iş şartlarında esaslı değişikliktir.” kararını vermiştir. Yalnızca maaş ödemelerinin değil her türlü ayni ek ödemelerin (öğle yemeğinin veya servis sağlanmasının kaldırılması veya azaltılması ) kaldırılması da aleyhe esaslı değişiklik niteliği taşımaktadır. Buradaki kriter, işçinin toplam ücretinde bir azalmanın olup olmadığı hususudur.
  •  Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2012/11375 Esas, 2014/16738 Karar ve 26.5.2014 tarihli kararında “Davacının şoförlük görevinden alınıp rızası dışında çöp toplama işinde çalıştırılması, 4857 sayılı Yasanın 22. maddesine göre iş şartlarında esaslı değişiklik sayılıp işçiye, iş sözleşmesini haklı nedenle bildirimsiz fesih hakkı verir.” kararını vermiştir. Görüldüğü gibi, bazı durumlarda da tamamen işin niteliğinde bir değişiklik yapılmaya gidilebilir. İşveren, işçiye sözleşme ile belirlenenden farklı bir iş verirse veya daha olumsuz çalışma koşullarında çalışmaya zorlarsa bu durum aleyhe esaslı değişiklik sayılacaktır.

İşçi Çalışma Koşularında Esaslı Değişikliği Kabul Etmemesi Durumunda Ne Olur?

İşçi, işverenin yazılı olarak yapmış olduğu çalışma koşulundaki esaslı değişiklik teklifini altı gün içerisinde yine yazılı olarak kabul etmez veya altı gün içinde cevaplamazsa işverenin teklifini reddetmiş sayılır ve eski çalışma koşulunda çalışmaya devam eder. Bu durumda değişiklik kabu edilmediği için iş sözleşmesi aynı koşullarla devam edecektir.

Bazı durumlarda da işverenler, işçilerin teklifi reddetmesine karşın yapmış oldukları teklifte ısrarcı olabilmektedir. Bir başka anlatımla, işçinin ücretinde indirim yapmak istemesine karşın işçi bunu reddetmesine rağmen işçinin ücretinde indirime gitmeye çalışan işverenler olabilir. Bu durumlarda da, mevcut olaya göre hukuki değerlendirmeler yapılacaktır. Vermiş olduğumuz bu örnekten ilerlersek, işverenin işçisinin ücretini tek taraflı olarak indirmesinde durumunda işçi 4857 sayılı İş Kanunu’nun 34. Maddesi uyarınca işçi, işgörme borcundan kaçınabilir ya da 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24/II (e) maddesi uyarınca iş akdini haklı nedenlerle feshedebilecektir. İşverenin teklifi kabul etmemesi gerekçesiyle işçiyi işyerine almadığı takdirde söz konusu bu durumda da işçi ( Çalışan ) işverene karşı kıdem tazminatı davası, ihbar tazminatı davası, işe iade davası ,ücret alacağı davası, olayın özelliğine uygun diğer iş hukuku davalarını açabilecektir.

İşçinin Çalışma Koşullarında Esaslı Değişiklik Halinde Yapılması Gerekenler:

İşveren tarafından yapılan esaslı değişiklik halinde, iş akdi haklı sebeple feshedilerek hukuki durumunuza uygun dava veya davaların açılması mümkündür. Çalışma koşullarında yapılacak esaslı değişikliklerle ilgili çıkan ihtilaflarda görevli mahkeme iş mahkemelerinin bulunduğu yerlerde iş mahkemeleri, bulunmayan yerlerde ise İş Mahkemesi sıfatı ile Asliye Hukuk Mahkemeleridir. Genel yetkili mahkeme ise davalı işverenliğin ya da şubesinin bulunduğu yer, ya da işin görüldüğü yer mahkemesidir. İlaveten, çalışma şartlarında esaslı değişiklik olduğu düşünülen durumun kanuna ve Yargıtay içtihatlarına göre esaslı değişiklik sayılıp sayılmayacağı ve hukuki sürecin doğru yönetilmesi için iş hukuk alanında çalışa bir avukattan hukuki destek alınması önemlidir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Ticari İş Nedir?

Ticari İş Nedir?

Ticari İş Nedir | İzmir Ticaret Avukatı

Av. Mustafa Yolcu

Ticari İş Nedir?

Yasal mevzuatımız kapsamında uyuşmazlığa konu bir işin adi iş mi yoksa ticari bir iş mi olduğunun tespiti, uygulanacak hukuk kurallarının belirlenmesi açısından yüksek önem teşkil etmektedir. Türk Ticaret Kanunu Madde 3 kapsamında, Türk Ticaret Kanunu kapsamında düzenlenen hususlar ile bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiiller ticari iş olarak kabul edilmektedir. Bu çerçevede ticari iş iki farklı başlık altında incelenebilir. Örnek olarak birden çok kişinin birlikte borçlanmaları hâlinde, bunların alacaklıya karşı müteselsil sorumlu olup olmadıkları veya faiz açısından adi işlerle ticari işler arasındaki farklılıklar gösterilebilir.

Türk Ticaret Kanunu

Madde 3– (1) Bu Kanunda düzenlenen hususlarla bir ticari işletmeyi ilgilendiren bütün işlem ve fiiller ticari işlerdendir

TTK’da Düzenlenen Konular

Türk Ticaret Kanunu kapsamında düzenlenen tüm hususlar ticari iştir. Fakat Türk Ticaret Kanunu kapsamında herhangi bir işletmeyi ilgilendirmeyen konular da düzenleme alanı bulmuştur. Bunlara örnek olarak bını, haksız rekabet veya çatma gibi örnekler gösterilebilir. Bu kapsamda, TTK’da düzenlenen hususlarda, taraflar tacir olmasa dahi ticari iş olarak kabul edilmektedirler.

Ticari İşletmeyi İlgilendiren İşlem ve Fiiller

Burada ticari işletmeyi ilgilendiren hususların geniş olarak yorumlanması gerekecektir. Ticari yaşamda geçerli olan görüşler uyarınca ticari işletmede yürütülen ticari faaliyet ile doğrudan veya dolaylı olarak bir ilişkisinin bulunduğu kabul edilen tüm işlem ve fiiller, ticari olarak kabul edilmelidir.

Ticari İş Karinesi

Türk Ticaret Kanunu Madde 19 kapsamında, aksi ispat edilinceye kadar tacirin tüm işlemleri ticari iş sayılır.

Türk Ticaret Kanunu

Madde 19– (1) Bir tacirin borçlarının ticari olması asıldır. Ancak, gerçek kişi olan bir tacir, işlemi yaptığı anda bunun ticari işletmesiyle ilgili olmadığını diğer tarafa açıkça bildirdiği veya işin ticari sayılmasına durum elverişli olmadığı takdirde borç adi sayılır. (2) Taraflardan yalnız biri için ticari iş niteliğinde olan sözleşmeler, Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, diğeri için de ticari iş sayılır.

Yargıtay 20.Hukuk Dairesi Esas: 2014/ 14588 Karar: 2017 / 887

Bu bakımdan, yukarıda yapılan açıklamalar değerlendirildiğinde, talebin trafik kazası nedeniyle maruz kalınan yaralanma nedeniyle oluşan maddi zararın sigorta şirketinden tahsili istemine ilişkin olduğu, davanın, Türk Ticaret Kanununun 1483 vd. maddelerinde sayılan hususlardan olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, uyuşmazlığın asliye ticaret mahkemesi görevine girdiği dikkate alınarak … Asliye Ticaret Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.

Ticari İş Sayılmanın Sonuçları

  • Ticari İlişkilerde Müteselsil Sorumluluk
    İki veya daha fazla kişi, içlerinden yalnız biri veya hepsi için ticari niteliği haiz bir iş dolayısıyla, diğer bir kimseye karşı birlikte borç altına girerse, kanunda veya sözleşmede aksi öngörülmemişse müteselsilen sorumlu olurlar.
  • Ticari İşlerde Faiz
    Ticari işlerde, daha önce taraflarca kararlaştırılmamış olsa dahi ödünç alanın kapital faizi ödemesi istenebilir.
    Adi ödünç sözleşmelerinde bileşik faiz yasak olmakla birlikte; ticari nitelikteki cari hesaplarda, ödünç sözleşmelerinde bileşik faiz uygulanması mümkündür.
    Merkez Bankasının önceki yıl 31 aralık günü kısa vadeli avanslar için uyguladığı faz oranı yüzde dokuzun üzerinde ise ticari işlerde bu oran üzerinden temerrüt faizi istenilebilir.
  • En Yüksek Sınırı Aşan Ticari İşlemlerin Hukuki Akıbeti
    TTK Madde 1530 kapsamında, ticari bir sözleşme uyarınca yerine getirilmesi gereken edimler için kanunun veya yetkili makamların koymuş olduğu en yüksek sınırı aşan sözleşmeler en yüksek sınır üzerinden yapılmış sayılır; sınırı aşan edimler hata ile yerine getirilmiş olmasa bile, geri alınır.
  • Ticari İşlerde Zamanaşımı
    TTK Madde 6 kapsamında ticari hükümler koyan kanunlarda öngörülen zamanaşımı süreleri, kanunda aksine düzenleme yoksa, sözleşme ile değiştirilemez. Fakat taraflar alacağın muaccel olacağı tarihi serbestçe kararlaştırabilmeleri sebebi ile zamanaşımının başlama tarihini de ileriye alabilirler.

Konuya ilişkin hukuki uyuşmazlıklarınız için bizim ile iletişime geçebilirsiniz.

Ticaret Hukukuna ilişkin diğer ilginizi çekebilecek çalışmalarımız;

İzmir Ticaret Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Trafik Kazası Sebebi İle Tazminat

Trafik Kazası Tazminat | Av. Dilek Yavuz Uysal

Av. Dilek Yavuz Uysal

Trafik Kazası Sebebi İle Tazminat

Meydana gelen trafik kazaları sebebiyle mağdur olan kişiler veya yakınları hem sigorta şirketine hem de kazaya karışan kişiye  karşı açarak tazminat kazanabilmektedir. Tazminat davalarındaki taleplerin ayrımı, meydana gelen kazanın yaralanmalı , ölümlü olup olmadığına göre değişecektir. Tazminat miktarının bir üst sınırı olmamakla birlikte, tazminat davasının kazanılması noktasında kusur tespiti yapılarak hüküm kurulmaktadır. Bir başka anlatımla, davayı açan ve tazminat talebinde bulunan tarafın trafik kazasının meydana gelmsindeki kusuru fazla ise (asli kusurlu) bu durumda açmış olduğu dava reddedilecektir. Detaylandıracak olursak:

Ölümlü trafik kazalarında; Ölen kişinin yakınları, ölen kişinin desteğinden yoksun kaldıkları için destekten yoksun kalma tazminatı ile cenaze ve defin masrafları adı altında maddi tazminat talep edebilir. Ayrıca ölen kişinin yakınları duydukları elem, acı ve üzüntü nedeniyle manevi tazminat talep edebilirler.

Yaralanmalı trafik kazalarında; Yaralanmalı trafik kazalarında, kaza neticesinde yaralanan kişinin yaşamı devam ettiği için yakınlarının destekten yoksun kalma tazminatı yoktur. Trafik kazası neticesinde kazada yaralanan kişi, tedavi gördüğü süreç içerisinde çalışamadığı için mahrum kaldığı gelirlerin tazminini , kaza dolayısı ile yapılan tedaviye ilişkin giderleri, ilaç ve hastane masraflarını , bakıcı masraflarını isteyebilir. Ayrıca kaza nedeniyle yaşadığı elem ve ızdırap için manevi tazminat talep edebilirler. Hastane masraflarında yargıtayın özel hastanede tedavi görülmesi acil ve elzem değilse devlet hastanesi yerine özel hastanede tedavi edilmesinin tazminat kalemi olmayacağı görüşünü hatırlatalım. Zira devlet hastanelerinde de yapılabilecek kontrol ve muayenelerin özel hastanede yaptırılması maddi tazminat miktarını arttırmaya yönelik olduğu için kötüniyetli kabul edilmektedir. Trafik kazası neticesinde kişi ağır yaralıysa yaralanan kişinin yakınları sadece ”manevi tazminat” davası açabilirler.

Sakatlanmalı trafik kazalarında; Kişi sakatlık oranına ve tüm ömrünün geri kalanına göre meydana gelecek iş gücü kaybına yönelik zararını, tedavi masraflarını maddi tazminat olarak talep edebilecek ve duyulan acı ve ızdırap nedeniyle de manevi tazminata hak kazanabilecektir. Burada meydana gelen sakatlığın oranı tazminat oranını belirleyecektir.

Sadece Sigortaya Dava Açılabilir mi?

Karayolları Trafik Kanunu madde 97 uyarınca  “ Zarar gören, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde doğrudan doğruya sigortacıya karşı dava da açılabilir” hükmünü ihtiva etmektedir. Bu sebeple trafik kazası sonucunda sakatlanan veya engelli sağlık raporu bulunan kişiler bakımından her ne kadar başvuru yoluyla tazminat almak mümkünse de ; gerçek zarar her zaman sigorta şirketlerinin yaptığı hesaplamadan çok daha yüksek çıkmaktadır. Açılacak dava neticesinde Yargıtay’ın hesap kriterleri ve adli tıp raporları doğrultusunda tazminat hesaplamaları yapılmasında mağdurların yararı bulunmaktadır. Zira sigorta şirketlerin teklifleri ile açılan dava neticesinde hesaplanan miktar arasında bazen iki kata yakın fark olmaktadır. Burada araç sigorta ve kaskosu yapılırken, uygun fiyatlı tekliflere yönelmek yerine trafik kazalarında maddi ve manevi tazminat olarak da güvence veren şirketlerle poliçe yapmanın önemini de belirtmiş olalım.

Trafik Kazası Sebebi İle Tazminat Davalarında İşleyiş:

Trafik kazası sebebiyle tazminat davası en az bir motorlu aracın katıldığı bir kazada ölüm, yaralanma gibi bedensel zararlar ile üçüncü kişilere ait ev, araba, arazi, gibi malvarlıklarında meydana gelen zararların giderilmesi amacıyla zarara uğrayan kişiler tarafından trafik kazasında sorumluluğu bulunanlara karşı açılan bir tazminat davası türüdür. Trafik kazalarında haksız fiili bizzat işleyenler dışında da tazminat sorumluları vardır. Aracın sürücüsü, aracın sahibi, aracın işleteni ve sigorta şirketi. Bu sebeple, tazminat sebebi ile dava açılacağı zaman davayı bu kişilerin hepsine karşı yöneltmek gerekmektedir. Aksi taktirde dava taraf yoksunluğu sebebi ile reddedilir. Trafik kazası maddi ve manevi tazminat davasında zamanaşımı ise 10 yıldır. Yani trafik kazasının gerçekleştiği günden başlayacak şekilde, 10 yıl içerisinde dava açılabilir. Trafik kazasından kaynaklanan tazminat davalarında görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesi yetkili mahkeme ise kazanın meydana geldiği yer, zarar görenin ikamet ettiği yer mahkemesi veya sigorta şirketinin merkezinin bulunduğu yer mahkemesidir.

Trafik Kazası Sebebi İle Ceza Davasında İşleyiş

Trafik kazası meydana geldiği zaman,  kazanın oluş şekli, yer, saati ve kazaya karşışan kişi veya araçların kazanın meydana gelmesindeki kusurunu belirleyen bir rapor oluşturulur ve ceza davası açılır. Dava esnasında tarafların iddia ve savunmaları dinlendikten sonra kusurun tespiti için bir kez daha kusur tespit raporu alınır. Alınan iki rapor arasında çelişki varsa giderilir. Yoksa, açılan ceza davasında şüphelinin ağır kusurlu olması durumunda cezaya hükmedilir. Verilen ceza düşük miktarda dahi olsa, şüpheli hakkında beraat dışında bir hüküm kurulmuş ise, bu mahkeme ilamına dayanılarak tazminat davası açılır. Bir başka anlatımla, kazada kusursuz veya tali, az kusurlu olan taraf; bu ilam ile tazminat talebinde bulunur.

Trafik kazası nedeniyle bir suç meydana gelirse ceza zamanaşımı süreleri de uygulanır (KTK 109/2). Trafik kazalarında yaralanma varsa taksirle adam yaralama suçu; ölüm varsa taksirle adam öldürme suçu meydana gelir. Trafik kazası neticesinde ölüm veya yaralama varsa, ceza kanununda o suç için öngörülen dava zamanaşımı süresi ne ise, maddi ve manevi tazminat davası açma süresi de odur. Ceza kanunundaki temel dava zamanaşımı süresi geçse bile, ceza davası devam ediyorsa, yani ceza hukukundaki “uzamış dava zamanaşımı” devreye girmişse, ceza davası devam ettiği müddetçe herhangi bir zamanaşımı süresine bağlı olmadan trafik kazası nedeniyle tazminat davası açılabilir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Aşağıdaki Çalışmalar İlginizi Çekebilir

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Tehir-i İcra Nedir?

Tehir-i İcra Nedir?

Tehir-i İcra Nedir? | Av. Dilek Yavuz Uysal

Av. Dilek Yavuz Uysal

Tehir-i İcra Nedir?

Tehir-i icra işlemleri İcra ve İflas Kanunu’nun 33. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre: “İcra emrinin tebliği üzerine borçlu yedi gün içinde dilekçe ile icra mahkemesine başvurarak borcun zamanaşımına uğradığı veya imhal veya itfa edildiği itirazında bulunabilir. İtfa veya imha iddiası yetkili mercilerce re ’sen yapılmış veya usulüne göre tasdik edilmiş yahut icra dairesinde veya icra mahkemesinde veya mahkeme önünde ikrar olunmuş senetle tevsik edildiği takdirde icra geri bırakılır.” Şeklinde düzenlenmiştir. Bir başka anlatımla, İcranın geri bırakılması veya diğer adıyla tehir-i icra, ilam veya ilam niteliğinde bir belgeye dayanılarak başlatılan icra takibine, borçlunun icra dosyasına belirli bir teminat göstererek temyiz/istinaf mahkemesinden alacağı icranın geri bırakılması kararı ile icra işleminin istinaf/temyizdeki dosya sonuçlanana kadar durdurulmasıdır.

Tehir-i İcra Kararı Uygulaması

 Tehir-i icranın uygulamadaki öneminden kısaca bahsedecek olursak, bir mahkeme kararının verilmesi ile davayı kaybeden taraf tazminata mahkum edilebilir. Örneğin bir trafik kazası için açılan tazminat davasında davayı kaybeden taraf aleyhine 20.000 TL tazminata hükmedilmiş olsun. Gerekçeli kararın yazılması ile birlikte davacı taraf bu ödemeyi alabilmek amacı ile icra takibine koyacaktır. Öte yandan, davalı taraf yerel mahkemenin vermiş olduğu gerekçeli karara karşı itirazlarını sunmak üzere kararı istinaf etmek isteyebilir. Bu durumda, aslında yargılama bir üst mahkemede sürecekken davalı taraf icra takibi sebebi ile borcu ödemeye mecbur kalacaktır. İşte bu noktada, icra takibi başlatıldığı anda davalı-borçlu taraf borcu karşılar tutarda teminatı icra dairesine yatırarak mehil vesikası almalı ve istinaf yargılaması neticelenene dek icra takibini durdurmalıdır. Tehir-i icra uygulamasının temel maksadı, yargılamanın devamı esnasında, kararın düzeltilmesi veya bozulması ihtimali mevcut olduğu için haksız yere borç ödemekten kurtulabilmektir.

Tehir-i İcra Kararı İçin Gerekli Usul

Tehir-i İcra işlemlerinin gerçekleştirilebilmesi için bazı usuli şartların gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Bunlardan ilki, yukarıda bahsetmiş olduğumuz gibi ilama konu olan dava dosyasının, istinafı/temyizi icranın geri bırakılması talebi ile birlikte istinaf/temyiz edilmeli ve ilama dayalı icra takibinin borçlu tarafa  usulune uygun bir şekilde tebliğ edilmesi gerekmektedir.Tebliğ işleminin gerçekleşmesinin ardından borçlu tarafından öncelikle, icra takibinin dayanağı olan ilk derece mahkemesi kararının istinaf/temyiz edileceğine dair “derkenar” alınması gerekmektedir. Derkenar olarak verilen kağıdın anlamı ilk derece mahkemesi kararının istinaf/temyiz edildiğidir. Bu derkenar belgesi, kararı veren ilk derece mahkemesinden alınır.

Ardından tehiri icra kararının alınabilmesi için öncelikle icra dosyasına teminatın yatırılması gerekmektedir. Teminat, icra dosyasındaki güncel borç ile birlikte güncel borcun üç aylık faizini karşılar nitelikte olmalıdır. Teminat dosyaya nakdi olarak yatırılabileceği gibi herhangi bir bankadan alınan teminat mektubu şeklinde de olabilmektedir. Teminat bedelinin tam olarak öğrenilebilmesi için icra dosyasına borçlu tarafından kapak(dosya) hesabı talebinin sunulması gerekmektedir. Bu kapak hesabında asıl alacak, harçlar, faiz bedelleri ve avukat vekalet ücretinin toplu bir şekilde hesaplanmış hali yer almaktadır.

Teminatın yatırılması ve derkenarın alınmasının ardından borçlu tarafından icra dosyasından mehil vesikası alınması gerekmektedir. Mehil vesikası ise icranın geri bırakılması kararı getirmek üzere alınan süreyi gösteren belgedir. Borçlunun teminatı uygun olursa icra müdürlüğüne başvurarak icranın geri bırakılması kararını getirmek üzere altmış günlük mehil vesikası alacaktır. Altmış gün içinde icranın geri bırakılması kararı ile icra dosyası Yargıtay’dan dosya hakkında onama ya da bozma kararı verilene kadar duracaktır. Borçlu altmış gün içinde Yargıtay’dan icranın geri bırakılması kararını getiremezse tekrardan icra dairesine başvurarak otuz günlük ek mehil süresi talebinde bulunabilir. Borçlu bu ek süre içinde de icranın geri bırakılması kararı getirmezse alacaklı yatırılan teminatı icra dairesinden alacağını tahsil amacıyla talep edebilecektir.

Özetleyecek Olursak:

  1. Gerekçeli karar tebliğ edilir.
  2. Gerekçeli kararın tebliği ile birlikte karara karşı tehiri icra talepli istinaf başvurusu yapılır ve mahkemeden derkenar alınır.
  3. Teminat tutarı takip konusu alacağa ilişkin 3 aylık faizin eklenmesi ile birlikte hesaplanarak kapak hesabı ile belirlenen teminat tutarı icra dairesine depo edilir.
  4. İcra dairesinden mehil vesikası alınır.

İlgili Yargıtay Kararı :

YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ – Tarih: 01.03.2016 Esas: 2015 / 29201 Karar: 2016 / 5734

Konu: Tehiri İcra Kararı İçin Verilen Teminat Mektubu veya Nakdi Teminat Dosya Alacağını Tüm Fer’ileri ile Birlikte Karşılamakta ise Mevcut Hacizler Aşkın Hale Gelmiş Olur.’

Somut olayda, alacaklı tarafından genel haciz yoluyla yapılan ilamsız icra takibinin borçlunun itirazı üzerine takibin durduğu, alacaklının itirazın iptali isteminin, … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/593 Esas, 2015/435 Karar sayılı 29.05.2015 tarihli kararı ile kabul edilerek, itirazın kısmen iptaline karar verildiği, alacaklının icra dairesine ilamı ibraz ederek haciz talebi üzerine, icra müdürlüğünce hacizler uygulandığı, borçlunun ise icra müdürlüğüne dosya borcuna karşılık 01.07.2015 tarihli süresiz kesin teminat mektubu sunduğu ve icra müdürlüğünce borçluya mehil vesikası verdiği görülmüştür.

İİK’nun 36. maddesi gereğince; ilâmı temyiz eden borçlu, hükmolunan para veya eşyanın resmî bir mercie depo edildiğini ispat eder yahut hükmolunan para veya eşya kıymetinde icra mahkemesi tarafından kabul edilecek taşınır rehin veya esham veya tahvilât veya taşınmaz rehin veya muteber banka kefaleti gösterirse veya borçlunun hükmolunan para ve eşyayı karşılayacak malı mahcuz ise icranın geri bırakılması için Yargıtay’dan karar alınmak üzere icra müdürü tarafından kendisine uygun bir süre verilir.

Yargıtay’dan tehiri icra kararı alabilmek üzere icra müdürlüğü tarafından mehil verilebilmesi için ibraz edilen teminat mektubu veya yatırılan nakdi teminat, ödeme yerine geçmez ise de, borçlu tarafından yatırılan teminatın, yatırıldığı tarih itibari ile icra takip dosyası alacağını tüm fer’ileri ile birlikte karşılaması halinde, mevcut hacizlerin aşkın hale geleceği kuşkusuz olduğu gibi, hacizlerin devam etmesi İİK’nun 85/son maddesiyle de bağdaşmayacaktır.O halde mahkemece borçlu tarafından mehil vesikası alınması sırasında yatırılan teminatın o tarih itibariyle dosya alacağının tamamını karşılayıp karşılamadığı değerlendirilerek sonucuna göre karar vermek gerekirken, eksik inceleme ve yazılı gerekçeyle şikayetin kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

Sonuç : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 01.03.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Ayrımcılık Tazminatı

Ayrımcılık Tazminatı

Ayrımcılık Tazminatı | İzmir İş Hukuku Avukatı | Av .Dilek Yavuz Uysal

Ayrımcılık Tazminatı

Ayrımcılık tazminatı işveren tarafından işçiye ödenen tazminatlardan biridir. Bu tazminat, eşit davranma borcunun ihlali sonucunda ortaya çıkar. Eşit davranma borcunun kaynağı ise Anayasa m. 10 ve İş Kanunu Madde 5 tir. Eşit davranma borcu aynı nitelikteki işçiler için söz konusudur. Ayrımcılık tazminatı, işverenin eşit davranma yükümlülüğünün ihlali durumunda işçiye dört aya kadar ücreti tutarında verilebilecek olan tazminattır. İşçi ayrımcılık tazminatından başka yoksun kaldığı diğer haklarını da talep edebilir. Bunlar sosyal yardımlar, ikramiye, prim ve uygulanan zamlar olarak örneklenebilir.

Ayrımcılık tazminatını İş Kanunu’nda inceleyecek olursak 4857 Sayılı İş Kanunu Madde 5 : ” İş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz. İşveren, esaslı sebepler olmadıkça tam süreli çalışan işçi karşısında kısmî süreli çalışan işçiye, belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz. İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamaz. Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz. İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz. İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir. 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31 inci maddesi hükümleri saklıdır. ” Şeklinde düzenlenmiştir.

Anayasanın 10. Maddesinde de Kanun Önünde Eşitlik ilkesi düzenlenmiştir. Anılan maddedeki ifade aynen şu şekildedir. “ Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”  Her iki madde, ayrımcılık tazminatındaki temel dayanak noktasıdır.

Ayrımcılık Tazminatı Hallerine Örnek

1. İşçinin hamile olması ayrımcılık yapılmasına ve hamile işçinin işten çıkarılmasına sebep değildir. Hamile olduğu için işten çıkarılan işçi, ayrımcılık tazminatı talep edebilir.

2.  İşyerinde çalışan bütün işçilere zam yapılırken herhangi bir haklı neden olmaksızın bir veya birkaç işçi, zam uygulamasının dışarısında bırakılırsa bu durum işverenin eşit davranma borcuna aykırılık teşkil edeceği için ayrımcılık tazminat hakları doğacaktır.

3. İşçilerin nitelikleri ve işin gereklililkleri gözetilerek işçilerin farklı ücretlerle çalıştırılmaları mümkündür. Ancak işveren nitelik veya başka haklı unsurları gözetmeksizin ücret arttırımı yapmışsa bunu bütün işçilerine yapmak zorundadır. Bu konuda bir veya birkaç işçiyi zam dışında bırakamaz. Örneğin, aynı iş kolunda çalışan erkek işçi ile kadın işçiye sırf cinsiyetleri farklı olduğu için ücret ayrımı yapamaz. Fakat işin niteliği gereği, kadın işçi şehir içi ve şehir dışında rahatlıkla araba kullanıyor erkek işçi şehir dışında araba kullanamıyor ve iş, niteliği gereği araba kullanmayı gerektiriyorsa kadın işçiye daha fazla maaş verilebilir.

Ayrımcılık Tazminatı Şartları

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2012/33335 Esas, 2014/25434 sayılı Kararında “EŞİT DAVRANMA ilkesinin uygulanabilmesi için aynı işyerinin işçileri olma, işyerinde topluluk bulunması, kollektif uygulamanın varlığı, zamanda birlik ve iş sözleşmesiyle çalışmak koşulları gerekmektedir.” kararını vermiştir. O halde, ayrımcılık tazminatı istemenin bazı hukuki şartlarının mevcut olduğunu söylemek mümkündür. Bunlar :

  1. İşyerinin Aynı Olması
  2. Aynı Zaman Dilimi İçinde Yer Alma
  3. İşyerinde Bir İşçi Topluluğunun Varlığı
  4.   Kollektif Bir Uygulama Olması / Süregelen Uygulamanın Dışında Bir Davranış Olmasıdır.

Bu şartların altında yatan temel sebep, iddia edilen eşit davranma borcuna aykırılık oluşturacak hususların bir arada bulunmasıdır. Örneğin, iki farklı yerde çalışan işçinin birbirleri arasında bir ayrımcılığa tabi tutulduklarından bahsedilemez.

Ayrımcılık Tazminatı Nasıl Hesaplanır?

Ayrımcılık tazminatı işçinin son brüt ücreti üzerinden hesaplanmaktadır. İşveren, işçinin en az 1, en fazla 4 aya kadar ücreti tutarında tazminata hükmedilmektedir. Mahkeme tarafından ayrımcılık tazminatı; uğranılan ayrımcılığın önemi, ağırlığı, süresi, işçinin kıdemi ve ücreti gibi konular göz önüne alınarak hesaplanmaktadır. Yapılan ayrımcılık nedeniyle bir zararın meydana gelip gelmemesi, ayrımcılık tazminatına hükmedilmesi konusunda önemsizdir. Ayrımcılığa uğrayan işçi beş yıl içerisinde tazminat talebi için dava açmalıdır.

Ayrımcılık tazminatının diğer tazminatlar ile birlikte talep edilip edilemeyeceği konusu tartışmalı olan bir husustur. Tazminat bir zenginleşme aracı olmadığından, kanunda aksi ön görülmedikçe, hukuka aykırı davranışın karşılığı olan zarar bir defa tazmin edilir. Örneğin, ayrımcılık tazminatı iş güvencesi tazminatıyla birlikte talep edilemez. Zira, ayrımcılıkla yapılan fesih geçerli bir nedene dayanan fesih değildir.

Konuya ilişkin detaylı bilgi için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Mirasta Saklı Pay

Mirasta Saklı Pay | İzmir Miras Avukatı | Av. Dilek Yavuz Uysal

Mirasta Saklı Pay Nedir?

Türk Medeni Kanunu‘nun 506. maddesinde düzenlenen saklı paya ilişkin maddesi uyarınca, saklı paylı mirasçılar birinci zümrede miras bırakanın altsoyudur. Yani miras bırakanın çocukları, torunları varsa torun çocuklarıdır. İkinci zümrede (Alt soyu olmadan ölmesi halinde) ölenin ana ve babası saklı pay sahibidirler. Buna karşılık kardeşlerin, kardeş çocuklarının saklı payları yoktur. 04.05.2007 tarihinde kardeşlerin saklı payları olmasına ilişkin hüküm madde metninden çıkarılmıştır. Kanunumuz bunların dışında, detaylı olarak izah edeceğimiz şekli ile sağ kalan eşe de saklı pay tanınmıştır.

Miras bırakanın çocukları için miras payının yarısı , anne ve babadan her biri için miras payının 1/4’ü, sağ kalan eş için anne baba veya çocuklar ile mirasçı olması halinde yasal miras payının tamamı, diğer hallerde miras payının 3/4’ü oranındaki haklarının miras bırakan tarafından vasiyetname ya da başka ölüme bağlı tasarrufla herhangi bir kişi veya kuruma bırakılamaması durumuna saklı pay denir. Bir başka anlatımla, bu bahsedilen kişilerin miras hakkı kanunlarımız ile korunmakta olup; miras bırakan kişinin malvarlığını kaçırmasının önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Böylece, miras bırakan kişi malvarlığını ölğme bağlı tasarruflarla eksiltemez.

Bilgi: Yasal mirasçı olarak yalnızca miras bırakanın alt soyunun bulunması halinde terekenin yarısı bunların saklı payıdır demiştir.

Örnek: Terekedeki tüm malların toplam değeri 80.000 TL olsun. Yasal mirasçı olan miras bırakanın 2 çocuğundan her birinin miras payı 40.000’er TL’dir. Ancak bunun yalnızca yarısı saklı paydır. Yani iki çocuğun saklı payı 20.000’er TL’den toplam 40.000 TL’dir. Miras bırakan mirasının kalan 40.000 lirası üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir.

Miras bırakan tarafından saklı payları ihlal edilerek malvarlığının kaçırılması durumunda saklı pay sahibi olan mirasçılar tenkis davası açarak, saklı paylarının kendilerine teslimini talep edebilir. Tenkis davası, TMK. Md.560’da düzenlenmiş olup, bu maddeye göre, “saklı paylarının karşılığını alamayan mirasçılar, miras bırakanın tasarruf edebileceği kısmı aşan tasarruflarının tenkisini dava edebilirler.” Bir başka anlatımla, tenkis talebi hakkının meydana gelebilmesi için ölüme bağlı tasarrufları veya sağlar arası bağışlamaları ile miras bırakanın tasarruf oranını aşmış olması gerekir ve mirasçının saklı pay hakkının ihlal edilmiş olması gerekir. Saklı paya ilişkin çılacak olan dava, miras bırakanın miras sözleşmesi veya vasiyetname ile yaptığı bağışlamalar için açılabileceği gibi bazı durumlarda sağlığında yaptığı bağışlamalar için de açılabilir.

Mirasta Saklı Pay Nasıl Hesaplanır?

Mirasta saklı payın hesaplanabilmesi için öncelikle tereke mallarının tespit edilmesi ve kıymetlendirilmesi gerekir. Akabinde yukarıda paylaşmış olduğumuz saklı pay oranları uygulanarak saklı pay oranı tespit edilir.

Saklı payın hesaplanabilmesi için miras bırakanın borçları, cenaze giderleri, terekenin mühürlenmesi ve yazımı giderleri ile iras bırakan ile yaşayanların 3 aylık geçim giderleri öncelikle terekeden çıkarılır. Miras bırakanın sağlığında yaptığı tenkise veya mirasta iadeye tabi bağışlamaları ve varsa miras bırakanın sağken yaptığı saklı payı ihlal eden bağışlamaların terekeye iadesi gerekir. Görüldüğü üzere miras davaları yapısı itibari ile karışık olup mutlaka bir miras hukuku alanında çalışmalarda bulunan avukat ile takibi önemli davalardır.

Sağ Kalan Eşin Saklı Payı:

Sağ kalan eşin saklı payı altsoy ve ana ve baba zümresiyle birlikte mirasçı olması halinde miras hakkının tümü, diğer hallerde ise ¾’ü olarak belirlenmiştir.

Sağ kalan eşin saklı payı aynı yasal miras hissesinin belirlenmesinde olduğu gibi kimle birlikte mirasçı olduğuna göre değişmektedir. Bu sebeple ayrı ayrı inceleyelim:

1. Sağ kalan eşin birinci zümre ile birlikte mirasçı olması: Sağ kalan eş birinci zümre mirasçılarıyla yani miras bırakanın alt soyu ile birlikte mirasçı olduğu takdirde yasal miras payı ¼’tür. Saklı payı ise yasal miras payının tümü yani mirasın ¼’dür.

2. Sağ kalan eşin ikinci zümre ile birlikte mirasçı olması: Sağ kalan eş ikinci zümre mirasçıları yani miras bırakanın ana babası ve bunların alt soyu (kardeşler, yeğenler vb) ile birlikte mirasçı olduğu takdirde yasal miras payı mirasın yarısıdır. Saklı payı ise yasal miras payının tamamıdır. Buna göre sağ kalan eşin saklı payı miras mallarının yarısıdır.

3. Sağ kalan eşin üçüncü zümre ile birlikte mirasçı olması: Bilindiği üzere sağ kalan eşle birlikte mirasçı olan üçüncü zümrede yalnızca dede ve nineler ve bunların çocuklarına miras hakkı tanınmaktadır. Bunların alt soylarına miras hakkı tanınmamaktadır. Miras bırakanın dede ve nineleri ve bunların çocukları ile mirasçı olan sağ kalan eşin yasal miras payı mirasın ¾’dür. Yasal miras hakkının ¾’ü ise saklı paydır. Dolayısı ile mirasın 9/16’sı sağ kalan eşin saklı payıdır.

4. Sağ kalan eşin tek başına mirasçı olması: Sağ kalan eş tek başına mirasçı olduğu takdirde mirasın tamamı sağ kalan eşin yasal mirası, bunun ¾’ü ise saklı payıdır.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için iletişim sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

Miras Hukukuna İlişkin İlginizi Çekebilecek Diğer Çalışmalarımız;

İzmir Miras Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Güveni Kötüye Kullanma Suçu

Güveni Kötüye Kullanma Suçu | İzmir Ceza Avukatı | Av. Dilek Yavuz Uysal

Güveni Kötüye Kullanma Suçu

TCK Madde 155’te düzenlenmiştir. Buna göre:

(1) Başkasına ait olup da, muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan mal üzerinde, kendisinin veya başkasının yararına olarak, zilyedliğin devri amacı dışında tasarrufta bulunan veya bu devir olgusunu inkar eden kişi, şikayet üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır. (2) Suçun, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesi halinde, bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üçbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Denilmektedir.

Güveni kötüye kullanma suçunun konusunu taşınır veya taşınmaz mallar oluşturur. Bu mal/mallar üzerinde fail lehine zilyetlik tesis edilmiş olmalıdır. Güveni kötüye kullanma suçunda fail, suç konusu malın maliki değildir. Bu nedenle, müşterek veya iştirak hâlinde mülkiyete konu olan mallarla ilgili olarak, müşterek veya iştirak hâlinde malik olanlar birbirlerine karşı güveni kötüye kullanma suçunu işleyemezler. Fail, suç konusu şey üzerinde lehine zilyetlik tesis edilmiş olan kişidir. Ancak, bu zilyetliğin mutlaka malik tarafından tesis edilmesi gerekmez.

Diğer Suçlardan Ayrımı

Hırsızlıktan Farkı

Güveni kötüye kullanma suçunun konusunu, “başkasına ait olup , muhafaza etmek veya belirli bir şekilde kullanmak üzere zilyedliği kendisine devredilmiş olan” mal oluşturmaktadır. Dolayısıyla suça konuolan mal başkasına ait olmasının yanı sıra aralarındaki güven ilişkisine dayanılarak zilyetliği bu kişiye devredilmelidir. Bu anlamda hırsızlık suçundan ayrılmaktadır. Zira bu suç tipinde mağdur bilerek ve isteyerek malın zilyetliğini devretmektedir.

Yağmadan Farkı

Güveni kötüye kullanma suçunu yağma suçundan oluşturan bir diğer nokta da burada karşımıza çıkmaktadır. Yağma suçunda, zilyetliği başkasına ait bir menkul malın “cebir” veya “tehdit” kullanılarak alınmasıyla söz konusudur. Güveni kötüye kullanma suçunda ise malın sahibi, bilerek ve isteyerek; güven duygusu ile zilyetliğini devretmektedir. Zira suç, zilyet ve malik arasında güvene dayalı olarak kurulan başlangıçtaki sözleşme ilişkisinin ihlal edilmesiyle, diğer bir ifade ile zilyet ve malik arasındaki güvenin suiistimal edilmesiyle ortaya çıkmaktadır.

Dolandırıcılıktan Farkı

Dolandırıcılık suçu menfaat elde etmeyi amaçlayan hileli davranışlar içerir. Dolandırıcılık suçunda amaç baştan itibaren karşıdaki kişiyi kandırmaktan ibarettir. Güveni kötüye kullanma suçunun mağduru eşyayı rızası ile teslim ederken, dolandırıcılık suçunda bu rıza bir takım yalanlar ve kandırmacalar sonucu elde edilir.

Zimmet, İrtikap, Rüşvetten Farkı

Zimmet, irtikap, rüşvet gibi kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olmak ya da kişilere haksız bir menfaat sağlamak görevi kötüye kullanma suçunu oluşturur. Görevi kötüye kullanma suçu sadece kamu çalışanları tarafından işlenebilir. Güveni kötüye kullanma suçu ise herkes tarafından işlenebilir.

Zamanaşımı ve Şikayet Süresi

Suçun daha ağır cezayı gerektiren şekli ise, meslek ve sanat, ticaret veya hizmet ilişkisinin ya da hangi nedenden doğmuş olursa olsun, başkasının mallarını idare etmek yetkisinin gereği olarak tevdi ve teslim edilmiş eşya hakkında işlenmesidir. Bu durumda bir yıldan yedi yıla kadar hapis ve üç bin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Suçun temel şeklinde şikayet şartı vardır. Dava zamanaşımı ile ilgili genel kural, TCK m.66 ile getirilmiştir. Bu hüküm uyarınca güveni kötüye kullanma suçunun temel şekli açısından zamanaşımı sekiz yıldır. Suçun nitelikli halinde ise şikayet aranmaksızın soruşturma yapılır. Aynı hüküm nedeniyle suçun nitelikli haline ilişkin zamanaşımı süresi ise on beş yıldır.

Güveni Kötüye Kullanmada Etkin Pişmanlık:

TCK m.168’de malvarlığına karşı suçların bir kısmı için ortak etkin pişmanlık hükmü öngörülmüştür. Buna göre güveni kötüye kullanma suçu tamamlandıktan sonra ve fakat bu nedenle hakkında kovuşturma başlamadan önce failin, azmettirenin veya yardım edenin bizzat pişmanlık göstererek mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen gidermesi halinde ceza indirilir.

Güveni Kötüye Kullanma Örnekleri

  • Kiralanan aracın, kira sözleşmesinin bitiminde iade edilmemesi,
  • Arkadaşının kendisine emanet ettiği ziynet eşyalarını çalındıklarını söyleyerek geri vermekten kaçınmak,
  • Kütüphaneden okumak için alınan kitabın , iade edilmek yerine bir başkasına hediye edilmesi

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İlginizi çekebilecek diğer çalışmalarımız;

İzmir Ceza Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Bono Nedir?

Bono Nedir | İzmir Ticaret Avukatı

Bono Nedir?

bono

isim, hukuk, İtalyanca buono

Belirli bir sürenin sonunda, belirli bir paranın, belirli bir kimseye ödeneceğini belirten senet, emre muharrer senet.

Uygulamada bono kavramından ziyade genellik ile senet olarak ifade edilen bono Türk Ticaret Kanunu kapsamında düzenlenen bir kıymetli evraktır. Bono, iki kişi arasında düzenlenmekte olup; borçlu olunan bedelin ilgili kimseye ne zaman ödeneceğini gösterir bir evraktır. Bono düzenlenmesi akabinde farklı yollar ile, bonoya konu para alacağı üçüncü kimselere devredilebilir.

Bononun Unsurları

  • a) Senet metninde “bono” veya “emre yazılı senet” kelimesi ve senet Türkçeden başka bir dille yazılmış ise o dilde bono veya emre yazılı senet karşılığı olarak kullanılan kelime
  • b) Kayıtsız ve şartsız belirli bir bedeli ödemek vaadi
  • c) Vadeyi,
  • d) Ödeme yeris
  • e) Kime veya kimin emrine ödenecek ise onun adı
  • f) Düzenlenme tarihini ve yeri
  • g) Düzenleyenin imzası

Unsurların Eksik Olması

Kural olarak yukarıda belirtili unsurlardan herhangi birinin eksik olması durumunda bono geçersiz sayılmaktadır.

Bu kurala birkaç istisna düzenlenmiş olup; vade tarihi belirtilmemiş bono, görüldüğünde ödenecek olarak kabul edilmektedir.

Senedin düzenlendiği yer net değil ise, ödeme yeri ve düzenleyenin yerleşim yeri senedin düzenlendiği yer olarak kabul edilir. Düzenlendiği yer gösterilmeyen bir bono, düzenleyenin adının yanında yazılı olan yerde düzenlenmiş sayılır.

Bono’nun Devri

Bono;

I- Ciro ve devir ile

II- Alacağın temliki ile

3. kişilere devredilebilir.

Bononun Tahsili

Bono, alacaklının bizzat kendisi tarafından tahsil edilebilecek olduğu gibi, alavaklı tarafından bankaya ibraz edilerek de tahsil edilebilir.

Bono Zamanaşımı

Konuya ilişkin detaylı bilgi için “Senette Zamanaşımı” başlıklı çalışmamıza buradan ulaşabilirsiniz.

Emsal Mahkeme Kararları

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi E:1976/3837 K:1976/3840

Bonolar hakkında uygulama olanağı bulunan T.T.K. 621. maddesi geregince borçlu ödemede bulunurken hamil tarafından senede bir ibra şerhi yazılmasını ve kendisine verilmesini istemek hakkını haizdir. Bunun dışında senedin çapraz çizgilerle iptali, imza yerinin yırtılması, makbuz verilmesi gibi islemler odeme icin varsayım olarak kabulu gerekır. Bu durumda taraflar isticvap edilerek yukarıda belirtilen ve senetlerde görülen yırtılmanın nedeni üzerinde durulması ve gerektiğinde T.T.K. 1 ve 2. maddeleri gereğince bu işlemin, ödeme bakımından bir teamül veya örf ve adet olup olmadığının usulen tahkiki gerekirken eksik inceleme ve bilirkişi mütalaasına dayanılarak yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi E. 2012/5863 K. 2012/22981

Somut olayda, takip dayanağı senet, takip açılırken her ne kadar icra dairesi kasasına alınmışsa da yargılama sırasında dayanak bono aslının icra müdürlüğünde kaybolduğu ve mahkemeye gönderilemediği, yapılan araştırmalara karşın yine belge aslının bulunamadığı görülmüş, uzun süre imzaya itirazın incelenmesi sırasında temin olunamadığından imza incelemesi yapılamamıştır. İspat külfeti alacaklıda olup, senet aslı üzerinden imza incelemesi yapılmalıdır.

Yerleşik Yargıtay uygulamasına ve bu arada Dairemizin istikrar bulan kararlarına göre fotokopi üzerinden imza incelemesi yapılamaz, “imzaya itirazda ispat külfeti alacaklıya aittir”(HGK’nun 26.4.2006 tarih, 2006/12-223 E.-2006/235 K. ). Diğer bir deyişle, alacaklı, takip dayanağı bonoda borçlu keşideciye atfen atılı imzanın onun eli ürünü olduğunu, itiraz halinde ispat etmek zorundadır. Senet aslı ibraz edilemiyorsa bu halde uyuşmazlığın çözümü dar yetkili mahkemenin görevi dışında kalıp yargılamayı gerektirir. Bu durumda ispat yükünün gereği gibi yerine getirilmediğinden ve imzanın borçluya ait olduğu hususu alacaklı tarafından kanıtlanamadığından itirazın kabulüne karar verilmelidir.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi E. 2013/17842 K. 2013/25254

Dosyaya sunulan 05.07.2012 tarihli cevabi ihtarnamede fındık alımına ilişkin sözleşme yapıldığı buna ilişkin fatura kesilerek senet alındığı beyan edildiği, yine dosyada bulunan takip dayanağı bono ile aynı tarih ve aynı miktarlı fındık alımına ilişkin olarak tanzim edilen faturada borcun 4 eşit taksitte ödeneceğinin belirtildiği görülmektedir. Bu durumda takip dayanağı bononun taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin teminatı olarak verildiği ve kayıtsız şartsız ödeme vaadi unsurunu içermediğinin kabulü gerekir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Ticaret Hukukuna ilişkin diğer ilginizi çekebilecek çalışmalarımız;

İzmir Ticaret Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Adi Ortaklık Nedir?

Adi Ortaklık Nedir?

Adi Ortaklık Nedir?  | İzmir Ticaret Avukatı | Av. Mustafa Yolcu

Adi Ortaklık Nedir?

Adi ortaklık, limited veya anonim şirketten farklı olarak ortaklarından bağımsız bir tüzel kişiliği veya mal varlığı bulunmayan şirket türü olarak ifade edilebilir. Adi şirketin kurulabilmesi için birden fazla kişinin şirket kurma iradesi ile bir araya gelmesi gerekmektedir.  Adi şirketler Türk Ticaret Kanunu kapsamında bir ticari şirket olarak kabul edilmedikleri için Türk Borçlar Kanununda yer alan ilgili hükümlere göre düzenlenmektedir.

Türk Borçlar Kanunu – Madde 620

“Adi ortaklık sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşmedir. Bir ortaklık, kanunla düzenlenmiş ortaklıkların ayırt edici niteliklerini taşımıyorsa, bu bölüm hükümlerine tabi adi ortaklık sayılır.”

Adi Ortaklığın Özellikleri

  • Ortaklık Sermayesi
    Adi ortaklık kapsamında her bir ortak para, alacak veya başka bir mal ya da emek olarak katılım payı koymak ile yükümlüdür.
  • Kara Katılma
    Adi ortaklık kapsamında elde edilen tüm kazançların aralarında paylaştırılması gerekmektedir.
  • Ortaklıkta Karar Alma
    Adi ortaklıkta ortaklık kararları bütün ortakların oybirliği ile ortaklık sözleşmesinde oy çoğunluğu düzenlenmiş ise ortak sayısının çoğunluğu ile alınır.
  • Ortaklığın Yönetimi
    Sözleşme veya karar ile adi ortaklığın yönetimi bir veya birden çok ortağa veya üçüncü bir kişiye bırakılmamış ise tüm ortaklar yönetme hakkına sahiptir.
  • Rekabet Yasağı
    Ortaklar, kendilerinin veya üçüncü kişilerin menfaatine olarak, ortaklığın amacını engelleyici veya zarar verici işleri yapamazlar.
  • Ortakların Yaptıkları Gider ve İşler
    Ortaklar, bir ortağın adi ortaklık için yapmış olduğu gider ve borçlanmalardan sorumludur. Bir ortak şirket için yükümlü olmadığı halde emek sarf etmiş ise bunun karşılığının ödenmesini talep edebilir. Ortaklığa avans olarak borç veren bir ortak, borç vermiş olduğu tarihten itibaren faiz talep edebilir.
  • Özen Borcu
    Her ortak, ortaklık işlerinde kendi işlerinde olduğu ölçüde çaba ve özen göstermekle yükümlüdür.
  • Yönetim Yetkisinin Kaldırılması veya Sınırlandırılması
    Ortaklık sözleşmesi ile yönetme yetkisi verilen ortağın yönetme yetkisi, haklı bir gerekçe olmaksızın diğer ortaklarca kısıtlanamaz veya kaldırılamaz.
    Ortaklık sözleşmesinde yetkinin kaldırılamayacağı şeklinde bir ibare yer alsa dahi eğer haklı bir sebep mevcut ise, ortaklardan her birinin yönetim yetkisi kısıtlanabilir.
  • Adi Ortaklığı İnceleme
    Yönetim yetkisi olmasa dahi her bir ortak, ortaklığın işleyişi hakkında bilgi alma, defter ve kayıtlarını inleme, bunlardan örnek alma ve mali durumu hakkında özet çıkarma hakkında sahiptir.

Emsal Mahkeme Kararları

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2015/9468 E. ,  2015/14079 K.

Türk Borçlar Kanunu’nun 620. Maddesinde; “Adi Ortaklık Sözleşmesi, iki ya da daha fazla kişinin emeklerini ve mallarını ortak bir amaca erişmek üzere birleştirmeyi üstlendikleri sözleşme” denilerek sözleşme unsuru açıkça belirtilmiştir.
Ortaklar, ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere bir sözleşme etrafında birleşirler. Sözleşmenin kurulması için tarafların karşılıklı ve birbirlerine uygun irade beyanlarını açıklamaları gerekir. Adi ortaklık, ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere kurulur. Ortak amaçtan bahsedebilmek için, sözleşme ile ulaşılmak istenen hedefin bütün ortaklar için müşterek olması gerekir.
TBK’nun 620. maddesinde; “ortak bir amaca erişmek üzere” ifadesiyle açıkça belirtilen ortak amaç unsuru, sözleşmenin temel unsurudur. Ortakların, ortak bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmeleri de yeterli değildir. Bu nedenle, ortakların ayrıca bu amacı gerçekleştirmek üzere çalışmalara katılmayı ve bu amaçla işbirliği yaparak birlikte çaba göstermeyi de taahhüt etmeleri ve bu hususta üzerlerine düşeni yapmaları gerekir. Yani ortaklar, ortak amacın gerçekleşmesi için eşit durumda gayret ve özen gösterme yükümlülüğü altındadırlar. Sözleşme de ortaklar için sermaye payı koyma yükümlülüğünün öngörülmüş olması, birlikte çaba gösterme yükümlülüğüne de yer verildiği anlamına gelmez. Bu unsurun sözleşmenin içeriğinde yer alması gerekir. (N.Barlas 38, O.H.Ş.117.sy)
Diğer bir deyimle, taraflar arasındaki ilişkinin ortaklık olarak kabul edilebilmesi için sözleşme, sözleşmeyi yapacak kişiler, sermaye payı, ortak amaç ve işbirliği unsurları bulunmalıdır.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2016/2844 K. 2017/12266

Bir ortak tarafından adi ortaklığa dair olan sermaye payının istenmesi, aynı zamanda ortaklığın feshini ve tasfiyeyi de kapsar. Ortaklık, taraflar arasında yapılan bir anlaşma veya mahkeme kararı olmadıkça tasfiye edilmiş sayılamaz. Bir başka deyişle, tarafların ortaklıktaki hak ve borçları hususunda taraflar arasında bir anlaşma olmadıkça veya bu husus mahkeme kararıyla belirlenip tasfiyeyle karar verilmedikçe adi ortaklığın devam ettiği kabul edilmelidir. Fesih ve tasfiye edilmeyen adi ortaklıkta da zamanaşımı süresi başlamaz.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi E. 2011/10282 K. 2011/14972

Dava adi ortaklığın tasfiyesi isteminden ibaret olup olaya Medeni Kanunun ortaklığın giderilmesi hükümlerinin uygulanması doğru değildir. Davanın değeri dikkate alındığında davaya Asliye Hukuk Mahkemesinde bakılmak üzere dava dilekçesinin görev sebebiyle reddine karar verilmesi gerekirken esasa dair hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi E. 2013/8935 K. 2013/17242

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 625. ve 637. (eski Borçlar Kanununun 525. ve 533.) maddeleri gereği kendisine yönetim hakkı tanınan ortağın, ortaklığı ve diğer ortakları temsil yetkisi vardır. Madde gerekçesinde belirtildiği üzere TBK’nun 637. maddesinin ikinci fıkrasında, ortaklardan birinin, ortaklık veya bütün ortaklar adına bir üçüncü kişi ile işlem yapması durumunda, diğer ortakların, ancak temsile ilişkin hükümler uyarınca, bu kişinin alacaklısı veya borçlusu olacakları hükme bağlanmıştır.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Ticaret Hukukuna ilişkin diğer ilginizi çekebilecek çalışmalarımız;

İzmir Ticaret Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079