Malpraktis Nedir?

Malpraktis Nedir?

Malpraktis Nedir? – İzmir Avukat

Sağlık hizmetlerinin sunumu sırasında ortaya çıkabilecek tıbbi hatalar, hastaların yaşam kalitesini ciddi şekilde etkileyebilen ve hukuki sonuçlar doğuran durumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu hatalar, sağlık profesyonellerinin yüksek düzeyde dikkat ve özen gösterme yükümlülüğüne rağmen kaçınılmaz olarak gerçekleşebilmektedir. Bu yazımızda, günümüzde adını sıklıkla duymaya başladığımız malpraktis kavramı ve davaları ele alınacaktır.

Malpraktis (Tıbbi Hata) Nedir?

Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 13. maddesine göre malpraktis; bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesidir. Buradan hareketle malpraktis, sağlık profesyonellerinin standart tıbbi bakım uygulamalarına uygun davranmaması sonucu hastanın zarar görmesi olarak tanımlanabilecektir. Bu durum, yanlış teşhis, hatalı tedavi, hatalı bilgilendirme, cerrahi hata veya uygunsuz bakım, ihmal gibi farklı şekillerde ortaya çıkabilmektedir.

Malpraktis Davası Nedir?

Malpraktis davası, bir hasta veya hasta yakınının, bir sağlık profesyonelinin veya sağlık kuruluşunun tıbbi hata yaptığı iddiasıyla açtığı bir hukuk davasıdır. Bu davada, hasta veya hasta yakını, uğradığı maddi ve manevi zararı karşılamak amacıyla tazminat talebinde bulunur.

Bir malpraktis davasının açılabilmesi için sağlık profesyoneli ile hasta arasında tedavi ilişkisi bulunmalı, sağlık profesyonelinin standart tıbbi bakım uygulamalarına uygun davranmaması ve bu davranış sonucu hastanın, fiziksel, psikolojik veya ekonomik bir zarar görmüş olması gerekmektedir. Ayrıca açılacak davada hastanın uğradığı zararın, sağlık profesyonelinin hatasıyla doğrudan bağlantılı olduğu ispat edilmelidir.

Son yıllarda, tıbbi hatalar nedeniyle açılan malpraktis davalarında hem dava sayısında hem de talep edilen tazminat miktarlarında belirgin bir artış gözlemlenmektedir. Bu durumun başlıca nedenleri arasında toplumun sağlık hakları konusunda bilinçlenmesi, hukuki süreçlerin kolaylaşması, medya ve sosyal medyanın etkisi, sağlık hizmetlerinin karmaşıklaşması ve tazminat miktarlarının artması sayılabilecektir. Bu duruma istinaden Türk Tabipler Birliği (TTB), malpraktis sorunuyla mücadele etmek ve sağlık sisteminin daha güvenli hale gelmesi için çalışmalar başlatmış olup, bu hususta çeşitli tavsiyelerde bulunmaktadır. Detaylı bilgi için bkz.: (https://www.ttb.org.tr/TD/TD59/597.html)

Malpraktis Davasında Her Tıbbi Hatadan Doktor Sorumlu Mudur?

Malpraktis davalarında tıbbi hataya sebebiyet veren hekimlerin sorumlu olabilmesi için öncelikle hekimin yaptığı hata ile hastanın uğradığı zarar arasında doğrudan bir nedensellik bağı bulunması gerekmektedir. Bu duruma ilaveten hekimin tıbbi uygulama sırasında göstermesi gereken özeni göstermemiş olması, yani tıbbi standartlara uygun davranmamış olması ve bu sebeple kusurlu olması gerekmektedir. Özetle; Hekimin hukukî sorumluluğu kusurlu eylem, zarar ve zarar ile kusurlu eylem arasında illiyet bağının varlığına bağlıdır.

Komplikasyon Nedir?

Malpraktis davalarında sıklıkla duyulan bir diğer kavram ise komplikasyondur. Komplikasyon, tıbbi müdahale sırasında veya sonrasında beklenmeyen, tahmin edilemeyen ancak tıbbi olarak kabul edilebilir bir risk olarak değerlendirilen bir durumdur. Örneğin, bir ameliyat sonrası enfeksiyon, kanama gibi durumlar komplikasyon olarak kabul edilebilir.

Komplikasyon ve malpraktis kavramları, tıbbi müdahaleler sonucu ortaya çıkabilecek olumsuz durumlar açısından birbirinden ayrılmalıdır. Her ne kadar her iki kavram da tıbbi bir işlem sonucu ortaya çıkan istenmeyen durumları ifade etse de, hukuki sonuçları bakımından farklılık göstermektedirler. Komplikasyon kavramının varlığı, davanın seyrini etkileyebilmekle birlikte her komplikasyon tıbbi hata anlamına gelmediğinden farklı sonuçlar doğurabilmektedir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’da 2017/680 E., 2021/449 K., 08.04.2021 tarihli kararında “Malpraktis, komplikasyon kavramından farklıdır. Komplikasyon hekimin tıbbi müdahaleyi gerçekleştirirken her şeyi doğru yapmasına rağmen yine de istenmeyen bir sonucun meydana gelmesidir ve komplikasyonun iyi ve doğru yönetilmiş olması kaydıyla, istenmeyen sonucun ortaya çıkmasında tıp ilminin genel kurallarının kusurlu ihlâli söz konusu olmadığından hekimin sorumluluğu doğmayacaktır.” belirtmek suretiyle komplikasyon ve malpraktis kavramlarının farkına değinmiştir. (Detaylı bilgi için bkz: https://karararama.yargitay.gov.tr/)

Bu sebeple malpraktis davası açılmadan önce meydana gelen zararın komplikasyon mu yoksa tıbbi hata mı kapsamında kaldığını tespit edebilmek ve hastanın uğradığı zararın boyutunu belirlemek için alanında uzman, tarafsız kişilerden uzman görüşü alınması önem taşımaktadır.

Malpraktis Davasında Talep Edilebilecek Tazminat Kalemleri Nelerdir?

Malpraktis, yani tıbbi uygulama hatası nedeniyle zarar gören bir hasta, açacağı dava ile çeşitli taleplerde bulunabilir. Bu talepler, hastanın yaşadığı zararın niteliğine ve kapsamına göre değişiklik gösterebilmektedir. Genel olarak, malpraktis davalarında aşağıdaki taleplerde bulunulabilir:

Maddi Tazminat:

  • Çalışma Gücünün Azalmasından ya da Yitirilmesinden Doğan Kayıplar: Hatalı tıbbi uygulama nedeniyle kişinin iş gücü kaybı kalıcı hale gelmişse, gelecekteki kazanç kaybı talep edilebilir.
  • Kazanç Kaybı: Hastanın tedavi süreci nedeniyle iş göremez hale gelmesi veya işinden olması durumunda, kaybedilen gelir talep edilebilir.
  • Tedavi Masrafları: Hatalı tıbbi uygulama nedeniyle oluşan sağlık sorunları için yapılan ve yapılacak olan tüm tedavi masrafları talep edilebilir. Bu kapsamda, ilaç, ameliyat, fizik tedavi gibi masraflar yer alır.
  • Destekten Yoksun Kalma Tazminatı: Hasta vefat etmişse, hasta yakınları ( eş, çocuk, anne, baba, bakmakla yükümlü olduğu kimseler) tarafından destekten yoksun kalma tazminatı talep edilebilir.
  • Cenaze Giderleri: Hastanın hatalı uygulama sebebiyle vefatı halinde ölümle doğrudan doğruya ilgili bulunan giderler talep edilebilir.

Manevi Tazminat

Hastanın yaşadığı fiziksel ve psikolojik acı, hastanın yaşam kalitesinde meydana gelen düşüş veya hastanın tıbbi hata sebebiyle vefatı halinde yakınları tarafından manevi tazminat talep edilebilir.

Kamuda Çalışan Hekimlerin Hukuki Sorumluluğu Nedir?

Kamu ve özel hastanelerde çalışan hekimlerin malpraktis nedeniyle hukuki sorumlulukları, bulundukları kuruma göre farklılık göstermektedir. Kamu hastanelerinde çalışan hekimlere karşı doğrudan dava açılamamakta iken özel hastanelerde çalışan hekimler hastalar tarafından doğrudan dava edilebilmektedir.

Kamu görevlilerinin görevleri ile ilgili olarak yaptıkları hatalardan dolayı 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. Maddesi uyarınca doğrudan aleyhlerine dava açılamayacağını belirtilmektedir. Bu düzenleme neticesinde meydana gelen malpraktis sebebiyle başvuru ancak hekimin bağlı bulunduğu idareye karşı ileri sürülebilmektedir. Ancak ilgili madde devamında “Kurumun sorumlu personele rücu hakkı saklıdır” ifadesi yer almakla kamu kurumunun hekimin kusurundan kaynaklı tazminat ödemek zorunda kalması halinde yapılan bu ödeme hekimden rücuen talep edilebilecektir.

Hekimin Malpraktis Nedeniyle Cezai Sorumluluğu Doğar mı?

Hekimlerin malpraktis yani diğer bir deyişle tıbbi uygulama hatası nedeniyle cezai sorumluluğu doğabilmektedir. Ancak bu durum, tıbbi hataya sebebiyet veren olayın tüm detaylarına, hekimin kusurunun boyutuna ve ortaya çıkan sonuca göre değerlendirilmektedir. Uygulamada da hekimlerin tıbbi hata nedeniyle daha çok taksirle yaralama, taksirle öldürme, görevi kötüye kullanmagibi suç tiplerinden yargılandığı gözlemlenmektedir.

Ancak hekimlerin görevleri sebebiyle işledikleri suç sebebiyle yargılanmaları için öncelikle yetkili mercilerden izin alınması gerekmektedir. Şöyle ki; 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun, kamu görevlilerinin işlemiş olduğu suçlardan dolayı yargılanmaları konusunda önemli düzenlemeler içermekte olup bu kanun kapsamında, özellikle sağlık çalışanları ve hekimler için ayrı bir düzenleme bulunmaktadır. Kamu görevlilerinin görevleri sırasında işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için soruşturma izni alınması gerekmektedir. 4483 sayılı Kanun’da yapılan değişikliklerle birlikte, özel sağlık kuruluşlarında çalışan hekimler için de soruşturma izni şartı getirilmiştir. Yani, sadece kamu hastanelerinde çalışan hekimler değil, özel sektörde çalışan hekimler de bu düzenlemenin kapsamına girmekte olup soruşturma izni alınmadan önce ceza davası açılabilmesi mümkün değildir. Soruşturma izni ise son yasal düzenlemeler doğrultusunda Sağlık Bakanlığı nezdinde kurulan Mesleki Sorumluluk Kurulu tarafından verilmekte olup verilecek karara karşı itiraz yolu açıktır.

Malpraktis Davalarında Zamanaşımı Nedir?

Malpraktis davalarında hekim ile hasta arasında kurulan ilişkinin niteliği oldukça önemlidir. Doktrin ve Yargıtay uygulaması uyarınca hasta ile doktor arasında kurulan hekimlik sözleşmesi genellikle vekalet sözleşmesi olarak değerlendirmekle birlikte Türk Borçlar Kanunu md.147 uyarınca vekalet sözleşmesinden doğan alacaklar 5 yıllık zamanaşımı süresine tabiidir.

Hasta ile doktor arasındaki ilişkinin eser sözleşmesi niteliğinde olduğunun kabulü halinde ise (örneğin, estetik ameliyat, protez vs.) Türk borçlar Kanunu 147/6 maddesi uyarınca 5 yıllık zamanaşımı süresi uygulanacaktır. Ancak doktorun ağır kusurunun varlığı halinde TBK 478. maddesi uyarınca zamanaşımı süresi 20 yıla kadar uzayabilecektir.

Hasta ile hekim arasında sözleşmesel ilişkinin kurulmasının mümkün olmadığı, acil müdahele gerektiren durumlarda hastanın her zaman onamını almak mümkün olmayabilmektedir. Bu durumda vekaletsiz iş görme hükümleri de uygulanabilecek olup TBK m. 146 uyarınca zamanaşımı süresi 10 yıl olarak uygulanacaktır.

Son olarak hekim ile hasta arasında her zaman sözleşmesel ilişki kurulamayabileceğini belirtmiştik. Bu durumda taraflar TBK uyarınca haksız fiil sorumluluğuna da gidebileceklerdir. Türk Borçlar Kanunu 72. maddesi uyarınca zamanaşımı, zararın öğrenildiği tarihten itibaren 2 yıl ve her halde fiil tarihinden itibaren 10 yıl olmak üzere değişiklik gösterecektir. Hekimin eyleminin suç oluşturduğu hallerde ise TCK md.66 düzenlemesi uyarınca suç tipine bağlı olarak zamanaşımı süresi uzayabilecektir.

Ancak malpraktis davalarında, hastanın zararı öğrenme süresi, diğer haksız fiil davalarına göre daha uzun sürebilmektedir. Özellikle, bazı tıbbi hataların sonuçları uzun vadede ortaya çıkabilmekte veya hastanın durumu nedeniyle zararı hemen fark edilmeyebilmektedir. Bu gibi durumlarda, zamanaşımı süresinin başlangıcı Yargıtay uygulamalarıyla da kabul gördüğü üzere hastanın zararı öğrendiği tarih olarak kabul edilmektedir.

6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK) kapsamında hazırlamış olduğumuz diğer yazılarımız için;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 282 14 76

İşçinin İşe Gelmemesi

İşçinin İşe Gelmemesi – İzmir Avukat

İşçinin hastalanması ya da kaza geçirmesi durumunda doktor tarafından işçiye istirahat raporu verilir. İş göremezlik belgesi olarak da bilinen bu rapor, doktor tarafından verilse de bazı yasal sınırlamaları bulunmaktadır. İş Kanunu’na göre işçinin sağlığı eğer işçinin kastından veya yaşantısından ötürü bozulmuş ise bu durumda işveren işçinin işe gelmemesi nedeniyle iş sözleşmesini haklı nedenle feshedebilir.

Bilindiği üzere, 4857 sayılı İş Kanunu’nun işverenin haklı nedenle iş sözleşmesini feshini düzenleyen 25. maddesinin II-g. bendinde “işçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü yahut bir ayda üç işgünü işine devam etmemesi” halinde işverenin ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan sebeplerle iş sözleşmesini işçinin işe gelmemesi nedeniyle  haklı nedenle ve derhal feshedebileceği yer almaktadır.

Bahsi geçen maddede yer alan devamsızlık işçinin, kasıtlı ya da kusurlu olup olmamasına bakılmaksızın, işe gelmesinin beklendiği işgünlerinde haklı bir neden olmaksızın ve işverenden izin almaksızın “işe gelmemesi” şeklinde ifade edilebilir. Dolayısıyla, ücretsiz izin gibi sözleşmenin askıya alındığı ve işçinin işe gelmesinin gerekmediği diğer tüm hallerde devamsızlık olgusu oluşmuş sayılmayacaktır. Bu bağlamda, işçinin devamsızlığından söz edilebilmesi için, işçinin işe gelmesi beklenen sürelerde haklı bir neden olmaksızın ve işverenden izin almaksızın işçinin işe gelmemesi olması gerekmektedir. Aksi halde işçinin devamsızlığından söz edilemeyecektir.

Konuya ilişkin emsal yargı kararlarında da, işverenin, işçinin işe gelmemesi nedeniyle haklı nedenle fesih maddesinden yararlanabilmesi için; işçinin bir mazereti olup olmadığını araştırması gerektiği, işe dönmesi veya mazeretini bildirmesi için işçiye bir çağrı yapılması gerektiği, ayrıca devamsızlık durumunun işverenin en az iki şirket çalışanının imzalayacağı devamsızlık tutanağı ile yazılı şekilde ispatlaması gerektiği yönündedir.

4857 sayılı İş Kanunu’nda işçinin işe devam etmediği haller öngörülmüştür. Bunları şu şekilde örnekleyebiliriz.

  • İşçinin hastalık nedeniyle ardarda 3 iş günü rapor alması veya bir ayda aldığı raporların toplam 5 iş gününü geçmesi (İK 25/1)
  • İşçinin herhangi bir izin almaksızın ve haklı sebebi olmaksızın ardarda 2 iş günü yahut 1 ay içerisinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ay içerisinde toplam 3 iş günü devamsızlığı (İK 25/2-g)
  • İşçiyi işyerinde 1 haftadan fazla süre ile çalışmaktan alıkoyan zorlayıcı bir sebebin söz konusu olması (İK 25/3)
  • İşçi tutuklandığı veya gözaltına alındığı zaman bunlardan ötürü işe gelememesinin madde 17’de yer alan fesih ihbar sürelerini aşması (İK 25/4)

İşçinin devamsızlığı genel olarak kanunda bu şekilde yer almıştır. Yukarıda belirtilen devamsızlık hallerinin tamamı İş Kanunu madde 25’de yer alan, işverenin haklı nedenle işçi çıkarma yapabileceği hallerdir. Yani bu hallerde işçinin işe gelmemesi nedeniyle haklı nedenle işten çıkarılabilir. İşçinin işe gelmemesi nedeniyle işten çıkarılması sıkı usul kurallarına tabidir. Uygulamada işçinin işe gelmemesinde usul kurallarına uyulmaması sebebi ile hak kayıplarına yol açıldığı gözlemlendiğinden bu konudaki genel usul kurallarını aşağıdaki gibi olmalıdır:

  1. Tutanaklar : İşe gelinmeyen veya iş yerinden izin almadan ayrılınan her gün için ayrı tutanak tutulur. Tutanaklara imza atacak olan bölüm müdürleri sabit olmak kaydı ile şahitlerin farklı kişiler olmasına dikkat edilmelidir. Bunun mümkün olmaması halinde ancak aynı kişilere imza attırılmalıdır.
  2. İhtarname : İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına 2 işgünü işine devam etmemesi halinde son devamsızlık gününden itibaren 6 iş günü içerisinde önce işe başlaması veya geçerli mazeretini bildirmesi işçiye için ihtarname gönderilir. İhtarnamede işçiye verilecek olan süre genellikle 2-3 iş günü olur. 6 iş gününe dikkat etmek gerekir, bu sürenin kaçırılması halinde işçinin o günlerdeki devamsızlığı fesih sebebi olarak kullanılamaz.
  3. İhtarnamenin tebliği ve süreler : İşçiye işe davet ve mazeret ihtarı gönderildikten sonra derhal noter ile iletişime geçip gönderilen ihtarnamenin barkod numarası alınmalı ve en geç 3-4 gün sonra gonderitakip.ptt.gov.tr adresinden tebligatın işçiye ulaşıp ulaşmadığı kontrol edilmelidir. Tebligatın işçiye tebliğ tarihinden itibaren, ihtarnamede işçiye verilen 2-3 günlük süre beklenmeli ve bu sürede işçinin işe başlamaması veya mazeretini bildirmemesi halinde çıkış işlemleri yapılmalıdır.
  4. Çıkış işlemleri : İşçi verilen süreye rağmen işe başlamaması veya mazeretini bildirmemesi halinde, işçiye verilen sürenin sona erdiği günden itibaren 6 iş günü içerisinde,(Örneğin işe başlama veya mazeret için işçiye 2 iş günü süre verildi ise çıkış işlemleri en geç 2+6=8 iş günü sonuna kadar yapılmış olması gerekmektedir.)

İlgili Yargı Kararları : Devamsızlığın fesih sebebi olabilmesi için geçerli mazerete dayanmaması gerekir. İşverenin ücretli ya da ücretsiz olarak izin verdiği bir işçinin izin süresince işyerine gitmesi beklenemeyeceğinden, bu durumda bir devamsızlıktan söz edilemez. Ancak yıllık izin zamanını belirlemek işverenin yönetim hakkı kapsamında olduğundan, işçinin kendiliğinden ayrılması söz konusu olmaz. İşçinin yıllık iznini kullandığını belirterek işyerine gelmemesi, işverence izinli sayılmadığı sürece devamsızlık halini oluşturur. ( 9. HD 2007/ 21656 E. 2008/ 18647 K)

İşçinin işe gelmemesi her durumda işverene haklı fesih imkanı vermez. Devamsızlığın haklı bir nedene dayanması halinde, işverenin derhal ve haklı nedenle fesih imkanı bulunmamaktadır. İşçinin hastalığı, aile fertlerinden birinin ya da yakınlarının ölümü veya hastalığı, işçinin tanıklık ve bilirkişilik yapması gibi haller, işe devamsızlığı haklı kılan nedenlerdir.

Devamsızlık süresi, ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü ya da bir ayda üç işgünü olmadıkça, işverenin haklı fesih imkanı yoktur. Belirtilen işgünlerinde hiç çalışmamış olunması gerekir. Devamsızlık saatlerinin toplanması suretiyle belli bir gün sayısına ulaşılmasıyla işverenin haklı fesih imkanı doğmaz.

Devamsızlık, işçinin işine devam etmemesi halidir. İşyerine gittiği halde iş görme borcunu ifaya hiç başlamayan bir işçi devamsızlıkta bulunmuş sayılmamalıdır. İşçinin yapmakla yükümlü olduğu ödevleri hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi ayrı bir fesih nedeni olup, bu durumda 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-h bendi uyarınca değerlendirme yapılmalıdır.

Maddede geçen “bir ay” ifadesi takvim ayını değil ilk devamsızlıktan sonra geçecek olan bir ayı ifade eder. İlk devamsızlığın yapıldığı gün ayın kaçıncı günüyse takip eden ayın aynı günü bir aylık süre sona erer. Son ayda ilk devamsızlığının gerçekleştiği günün bulunmaması halinde son ayın son günü bir aylık süre dolmuş olur. Sonraki devamsızlar söz konusu ise takip eden aylık dönemler içinde değerlendirilir.( 9.HD. 2007/ 15152 2008/ 10326)

İş Kanunu 25/II-g maddesinde belirtilen tatil gününden kasıt sadece resmi tatil günleri değildir. İş sözleşmesi ile kararlaştırılmış tatil günleri de dikkate alınmalıdır. İş gününden kestedilen de işçinin çalışması gereken günlerdir. İşçi hafta tatilini hafta içinde bir gün kullanıyor, pazar günü çalışması gerekiyorsa o işçi için pazar iş günüdür.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2012/ 23462 E. 2012/ 37672 K. Sayılı kararında cumartesi yarım gün çalışılan işyerinde, yarım gün çalışılsa dahi Cumartesinin de iş günü olduğunu, Cuma ve Cumartesi devamsızlık yapan işçinin ard arda iki gün devamsızlık yapmış sayılacağına karar vermiştir. Devamsızlık yapıldığını ispat etmek işverene, mazeretin bulunduğunu ispatlamak yükümlülüğü işçiye aittir. Devamsızlık yapılan her gün için ayrı ayrı tutanak düzenlenmelidir. Devamsızlık yapılan günler için topluca tek bir tutanak düzenlenmesi halinde bu tutanağa itibar edilmemektedir. Ayrıca düzenlenen tutanakların tanıklarca da doğrulanması gerekir.

Yapılan devamsızlık nedeniyle disiplin cezası verilmiş  ya da affedilmiş ise, bu devamsızlık daha sonra yapılacak fesih için haklı neden sayılamaz. İşçiye mükerrer ceza verilemez. (9.HD. 2008/ 8569-2640 E.K , 2011/ 16824-24234 E.K.)

Aile Konutu Şerhi

Aile Konutu Şerhi – İzmir Avukat

Aile konutu şerhi, ailenin devamlı olarak ikametine özgülenmiş olan konutun üzerinde eşlerin tek başlarına tasarrufta bulunmalarını engelleyen şerhtir.

Türk Medeni Kanunu’nun 19. Maddesinde aile konutunun bulunduğu yere “yerleşim yeri” adı verilmiştir. Buna göre; yerleşim yeri bir ailenin sürekli kalmak niyetiyle oturduğu yerdir. Eşlerin zaman zaman oturduğu taşınmazlar (yazlık, bağ evleri gibi) aile konutu olarak sayılmamaktadır. Taşınmazın aile konutu olarak kabul edilebilmesi için evlilik birliğinin olması ve eşlerin devamlı olarak o taşınmazda oturmaları gerekmektedir. Bu nedenle, hukuken evli sayılmayan çiftlerin yaşadığı taşınmazlar aile konutu vasfı taşımamaktadır.

TMK 194. maddesi ile ailenin oturduğu konuta özel düzenlemeler ve sınırlamalar ön görmüştür. Madde 194- Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir. Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini tapu müdürlüğünden isteyebilir. Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı hâline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur.

Tapuda aile konutu şerhi bulunan taşınmaz kiralanırken dikkat edilmesi gereken nokta: Şerhin kaldırılması ya da eşlerin muvafakat vermesini sağlanmasıdır. Aile konutu üzerinde eşin rızası alınmadan yapılan işlem geçersizdir. Bu işleme karşı rızası alınmayan eş, yapılan işlemin iptali için dava açabilir. Bu bağlamda TMK 194 gereğince eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça; aile konutuyla ilgili kira sözleşmesini feshederse, geçersizliğine dair bir tespit davası açılabilir. Aile konutunu devrederse, üçüncü kişi adına tescil edilmiş tapunun iptali ile malik olan eş adına tescili için tapu iptali ve tescil davası açılabilir. Aile konutu üzerindeki hakları sınırlarsa, yapılan bu sınırlandırmanın iptali davası açılabilir.

Maddede görüldüğü üzere:

  • Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutuyla ilgili kira sözleşmesini feshedemez.
  • Aile konutunun tapu maliki bile olsa, bu konutu satamaz veya üzerindeki hakları sınırlayamaz.
  • Aile konutu olarak kabul edilen gayrı menkulün maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutun aile konutu olduğuna dair şerh koydurabilir.

Şerh ile taşınmazın maliki olan eş, tapuda malik olarak görünmeyen eşin rızası olmadan aile konutu satıp devredemeyecek, aile konutu üzerinden kira sözleşmesi akdedemeyecek ve herhangi bir hak tesis edemeyecektir. Bu düzenlemeyle malik olan eşin mülkiyet hakkına sınırlama getirilmiştir. Diğer yandan eşin haklı sebep olmaksızın rıza göstermemesi sonucunda malik olan eş yapılacak tasarruf işlemi için hakimin müdahalesini talep edebilir. Taşınmaz üzerindeki haklardan yararlanmak için tapuda aile konutu şerhi olmalıdır. Aksi halde, söz konusu konut satıldığında alıcı iyiniyetliyse satış geçerli olacaktır.

Aile Konutu Şerhi Nasıl Konulur?

Aile konutu olan taşınmazın tapu kaydına aile konutu şerhi koydurmak isteyen kişi:

  • Aile konutu şerhi konulması talepli dilekçe,
  • Taşınmaz maliki olan kişi ile evli olduğunu gösteren nüfus kayıt örneği,
  • Evlilik cüzdanı,
  • Muhtarlıktan alınacak olan, hakkında talepte bulunulacak konutun aile konutu olduğuna dair yazı,
  • İkametgah belgesi,
  • Nüfus cüzdanı aslı ve fotokopisi,

Tüm bu evrakları hazırladıktan sonra, riske girmemek adına gideceğiniz tapu ve kadastro müdürlüğü ile iletişime geçmenizi ve işlemler için ek olarak başka bilgi ve belgelere ihtiyacınız olup olmadığını öğrenmenizi tavsiye ederiz. Tapu müdürlüğüne bu taşınmazın aile konutu olduğunu ve bu hususun tapuya edilmesini istendiği bildirilecektir. Tapu sicil müdürü gerekli işlemi yapacak ve taşınmazın tapu kütüğünün şerhler hanesine ‘Aile konutudur’ kaydını düşecektir.

Aile Konutu Şerhi Nasıl Kaldırılır?

Aile konutunun korunması evlilik süresince devam edecektir. Bu süreçte koruma, mal rejimi seçiminden etkilenmeyecektir. Aile konutu koruması; evliliğin bitmesiyle (boşanma, ölüm, ayrılık) sona erecektir. Boşanma halinde bu hakkın yerini aralarında sözleşme yoksa yasal mal rejimi alacaktır. Aile konutu eğer kiralıksa, sosyo-ekonomik duruma göre hakim tarafından hangi eşin aile konutunda oturacağına karar verilecektir. Boşanma davasının sonucundaki hükme göre şerh kaldırılır. Eğer açık şekilde kaldırılmasına dair hüküm yoksa, tapu müdürlüğünce şerhin kaldırılması talebi reddedilir.

Ölüm halinde, sağ kalan eşin hakları miras ve katılma alacağıdır. Sağ kalan eş miras payı ve katılma alacağı yeterliyse bu hakları mahsup edilerek aile konutu üzerinde kendisine mülkiyet hakkı verilmesini talep edebilir. Ayrıca alacakları varsa bunları mahsup ederek oturma ve intifa hakkı talep edebilir. Aile konutundan taşınılırsa da aile konutu şerhi kaldırılabilir. Bunun için iki eşin de başvurması gerekir. Eğer ki, eşler taşınmalarına rağmen şerhi kaldırmamışlarsa, hak sahipleri şerhin kaldırılması için dava açma hakkına haizlerdir.

Kira Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk

Kira Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk – İzmir Avukat

1 Eylül 2023 itibari kiralayan ile kiracı arasındaki her türlü uyuşmazlık için dava açmadan önce arabulucuya başvurma zorunlu hale geldi. Bu zorunluluk, hem konut hem de işyeri kira ilişkilerini kapsamaktadır.

Taraflardan herhangi biri, kira ilişkisi kaynaklı bir hukuki sorun yaşandığında, dava açmadan önce arabulucuya başvurarak uyuşmazlığın çözümünü talep etmelidir. Ancak arabulucu tarafından düzenlenen bir tutanakla anlaşma sağlanamazsa, dava yoluna gidilebilir.

Kira Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Süreci Ne Kadar Sürer?

Arabuluculuk sürecinin tamamlanması için ticaret anlaşmazlıkları gibi bazı özel durumlar haricinde 3 hafta süre verilmiştir. Ancak özel durumlar söz konusu olduğunda bu süre toplamda 4 haftaya kadar uzatılabilir.

Kaç Toplantı Yapılabilir?

Taraflar, uyuşmazlığın çözümü için birden fazla toplantı düzenleyebilirler ve bu toplantı sayısıyla sınırlı değildir. Kanunda belirtilen üç haftalık süre içinde herhangi bir sınırlama olmadan görüşebilirler.

Arabuluculuğa Kim Başvurabilir?

Taraflardan herhangi biri, uyuşmazlığın çözümünü istediği takdirde, karşı tarafın onayını almadan arabulucuya başvurabilir.

Arabulucu Nasıl İletişim Kurar?

Taraflara ait iletişim bilgileri, arabulucuya büro tarafından verilir. Arabulucu, bu bilgilere dayanarak tarafları bilgilendirir ve ilk toplantıya davet eder. İhtiyaç halinde kendi inisiyatifiyle de iletişim kurabilir.

Anlaşma Nasıl İmzalanır?

Arabuluculuk süreci sonunda taraflar arasında bir anlaşma sağlandığında, anlaşmanın kapsamı taraflar tarafından belirlenir. Anlaşma belgesi düzenlenirse, bu belge taraflar ve arabulucu tarafından imzalanır. Anlaşmanın icra edilebilirliğine ilişkin şerh talebi dava açılmadan önce sulh hukuk mahkemesinden veya dava sırasında davanın görüldüğü mahkemeden alınabilir. Bu belge, ilam niteliğindedir ve arabuluculuk faaliyeti sonucunda anlaşma sağlandığında taraflar arasında dava açılamaz.

Arabuluculuk Nasıl Sona Eder?

Arabuluculuk faaliyeti, tarafların anlaşması, tarafların daha fazla çaba sarf edilmesinin gereksiz olduğunun tespiti, bir tarafın çekilmesi gibi belirli koşullar altında sona erebilir.

Hangi Tür Uyuşmazlıklarda Arabulucu Zorunludur?

Kira ilişkileri dışında, taşınır ve taşınmazların paylaştırılmasına, ortaklığın giderilmesine ve komşu hakkından kaynaklanan uyuşmazlıklar da 1 eylül tarihinden itibaren arabulucuya başvurmadan dava açılamaz. Bunun yanı sıra tüketici hukuku, iş hukuku ve ticaret hukukundan kaynaklanan birçok uyuşmazlık için de arabuluculuğa başvurulması zorunludur.

Arabuluculuğun Faydaları Nelerdir?

Arabuluculuk, mahkemeye göre daha hızlı ve ekonomik bir çözüm sunar. Arabuluculuk anlaşması mahkeme kararıyla eşdeğerdir. Taraflar, uyuşmazlıklarını rahat bir ortamda açıkça konuşabilirler ve bu süreç gizlilik içinde yürütülür. Ayrıca, arabuluculuk sonucunda taraflar kendi çözümlerini bulduğu için ilişkilerin devam etmesi daha olasıdır. Arabuluculuğa başvurmak, mahkemeye gitme hakkını kaybetmeyi gerektirmez.

Boşanma Davalarında Tanıklık

Boşanma Davalarında Tanıklık – İzmir Avukat

Boşanma davalarının en önemli delilleri arasında genellikle tanık deliline yer verilmektedir. Bu nedenle davalarda başvurulan delillerin en başında tanık delili bulunmaktadır.

Kısaca tanıklık, davaya taraf olmayan bir kimsenin, davanın neticesini etkileyen uyuşmazlık konusu maddi olay hakkındaki dava dışında doğrudan edinmiş oldukları beş duyudan kaynaklanan gözleme dayalı bilgilerini mahkeme huzurunda açıklamasıdır. Bu bağlamda tanık deliline ancak davanın tarafları başvurabilmekte olup mahkeme, tarafların göstermediği kişileri kendiliğinden tanık olarak dinleme yetkisine sahip değildir. Diğer taraftan, tanık dinletilecek hususun çekişmeli maddi olaya dair bulunması ve davanın neticesini etkileyecek nitelikte olması gerekmektedir.

Tanık göstermeye ilişkin usul, Hukuk Muhakemeleri Kanunun 240. maddesinde “(1) Davada taraf olmayan kişiler tanık olarak gösterilebilir. (2) Tanık gösteren taraf, tanık dinletmek istediği vakıayı ve dinlenilmesi istenen tanıkların adı ve soyadı ile tebliğe elverişli adreslerini içeren listeyi mahkemeye sunar. Bu listede gösterilmemiş olan kimseler tanık olarak dinlenemez ve ikinci bir liste verilemez. (3) Tanık listesinde adres gösterilmemiş veya gösterilen adreste tanık bulunamamışsa, tarafa adres göstermesi için, işin niteliğine uygun kesin süre verilir. Bu süre içinde adres gösterilmez veya gösterilen yeni adres de doğru değilse, bu tanığın dinlenilmesinden vazgeçilmiş sayılır” şeklinde belirtilmiştir. Buna ek olarak, Yargıtay’a göre ise, taraflar dava dilekçesi ya da cevap dilekçesi ile vakıalara ve tanık deliline dayanmaları halinde her bir tanığın ayrı ayrı hangi maddi vakıaya tanıklık ettiğini yazılı olarak bildirmeleri durumunda her bir tanığın dayanılan bütün vakıalar hakkında beyanda bulunacağının kabulü gerekmektedir. Bu kapsamda tanık listesi verildikten sonra listenin karşı tarafa tebliği zorunlu olmaktadır. Böylece taraflar dinletilmek istenilen tanıkların kimler olduğunu öğrenmekte ve tanıklığın doğruluğundan şüpheyi gerektiren sebeplerin varlığı durumunda Hukuk Muhakemeleri Kanunun 255. maddesi kapsamında, tanıklara ilişkin itirazlarını bildireceklerdir. Nitekim mahkeme, gösterilen tanıklardan bir kısmının tanıklığı ile ispat edilmek istenen konu hakkında yeteri derecede bilgi edindiği durumda, diğer tanıkların dinlenilmemesine karar verebilmektedir.

Boşanma davalarında tanıklık için, delil dilekçesi süresi içerisinde tanık listesinin usule uygun olarak mahkemeye sunulması yeterli olmaktadır. Zira tanık listesinde gösterilmeyen kişiler daha sonra tanık olarak dinletilemeyecektir. Buna ek olarak tanık listesi verildikten sonra, ikinci bir tanık listesi sunulmamaktadır. Bu bağlamada mahkeme tarafından davanın niteliğine ve yargılama boyunca elde edilmiş olan verilerin durumuna göre tanıkların bir kısmının dinlenilmemesine karar verilebilmektedir.

 Öte yandan kanunda belirlenen istisnai haller dışında boşanma davalarında tanıklık yapmak yasal bir zorunluluk olmaktadır. Başka bir ifadeyle boşanma davalarında tanıklık için davacı ya da davalı tarafından tanık olarak bildirilen ve mahkeme tarafından çağrılan kişinin mutlaka mahkeme huzurunda tanıklık görevini yerine getirmesi gerekmektedir. Diğer türlü kanunda yazılan yaptırımlarla karşılaşacaktır. Bu kapsamda boşanma davalarında tanıklık için tanık  olabilecek kimseler birinci dereceden akrabalar olsa dahi tanıklık yapabilmektedir. Bunun yanında Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda tanıklıktan çekinme nedenleri de düzenlenmiştir. Bunlardan boşanma davalarında en sık karşılaşılanı kişisel nedenlerle tanıklıktan çekinmedir. Ayrıca bu hak herkese tanınmamakla birlikte tanıklıktan çekinebilecek kimseler Hukuk Muhakemeleri Kanunun 248. maddesinde; kendisi veya eşinin altsoy veya üstsoyu, İki taraftan birinin nişanlısı, evlilik bağı ortadan kalkmış olsa dahi iki taraftan birinin eşi, taraflardan biri ile arasında evlatlık bağı bulunanlar, üçüncü derece de dâhil olmak üzere kan veya kendisini oluşturan evlilik bağı ortadan kalkmış olsa dahi kayın hısımları, koruyucu aile ve onların çocukları ile koruma altına alınan çocuk şeklinde belirtilen kimseler tanıklıktan çekinebilmektedir.

Dolayısıyla bu kimselerin çekinme haklarını kullanmayarak tanıklık yapmalarında bir sakınca bulunmaktadır. Yani boşanma davalarında yakın akrabalar da tanıklık yapabilmektedir. Bu noktada yakın akraba olan tanığın görgüye dayalı ve tutarlı bir beyanda bulunması oldukça önemlidir. Bu şekilde davaya dair beyanda bulunacak tanıklar mahkemede yemin ettirilerek dinlenmektedir.

“Kocanın tanıklarının görgüye dayalı beyanına, sırf akraba oluşları nedeniyle mahkemece itibar edilmemesi usul ve yasaya aykırıdır” (Y2HD, E.2014/26168, K.2014/25672)

Tanık anlatımları inandırıcı, çelişki içermeyen bir şekilde olmalı ve görgüye dayanmalıdır. Çelişki içeren, özellikle “tarafların evliliğini kurtarmaya yönelik” tanık anlatımları mahkeme tarafından dikkate alınmamalıdır. Aynı şekilde olayın özellikleri dahilinde inandırıcı olmayan tanık beyanları da hükme esas alınmaz. Boşanma davasında tanıkların, tanıklık yapacakları olaylara bizzat şahit olmaları gerekmektedir. Görgüye dayalı olmayan tanık ifadeleri geçersizdir. Tanıkların, tanıklık yaptıkları olay sırasında farklı bir yerde bulunmaları, beyanlarının davanın taraflarının veya üçüncü kişilerin aktarımlarına dayanması durumunda tanık anlatımları hükme esas alınamaz. Ayrıca tanıkların, şahitlik edecekleri konuları somutlaştırması, anlatımlarının yer ve zamanı içermesi gerekmektedir. Tanıkların yukarıda açıklanan koşulları taşıyan beyanları, boşanma davasının tarafları bakımından iddialarını ispatlamalarını sağlayan önemli bir delildir. Mahkeme bu şartları taşıyan tanık ifadeleri ve diğer delilleri birlikte değerlendirerek boşanma davasını sonuçlandıracaktır.

Öte yandan duruşmada dinlenen tanık beyanlarına karşı itiraz edilebilmektedir. Bahse konu itiraz duruşmada olabileceği gibi duruşmanın akabinde yazılı olarak bildirilmek üzere mahkemeden sürede istenebilmektedir. Bununla birlikte tüm tanıklar dinlendikten sonra tanıklara karşı beyanında bulunulmak istenirse de yine duruşmada beyan edilmesi mümkündür. Yine tanık beyanlarına karşı itirazları ve beyanları ileri sürmek için taraflar süre isterse, genel itibariyle iki haftalık süre içerisinde ya da mahkeme hakimi tarafından verilen ara kararda belirtilen süreye kadar tanık beyanlarına karşı itirazlar hazırlanarak sunulmaktadır. Son olarak, boşanma davasında beyanları alınacak tanıkların dikkat etmesi gereken en önemli husus, yalnızca gördükleri ve bildikleri konular hakkında beyanda bulunarak tanıklık yapmalarıdır. Dolaysıyla tanık beyanında net olarak bilmediği ve görmediği konular hakkında beyanda bulunursa bu beyanın hakimin hükmüne etkisi olmayacaktır.

Alışveriş Sitelerinin Sorumluluğu

Alışveriş Sitelerinin Sorumluluğu – İzmir Avukat

Tüketici Hukuku’nun çok tartışılan konulardan bir tanesi tekrar gündemde. Örneğin; Trendyol, Çiçeksepeti, Amazon gibi internet siteleri (aracı hizmet sağlayıcı) üzerinden bir ürün satın aldınız. Fakat ürünün satıcısı bu hizmet sağlayıcı platformlarını kullanan 3. bir kişi. Burada aldığınız ürünün ayıplı çıkması halinde alışveriş platformu da sorumlu mudur?

Yargıtay’a göre uzunca bir süredir bu siteler sorumlu değildi. 25 Ocak 2022 tarihinde Resmi Gazete yayınlanan ve uygulamada “Çiçek Sepeti” kararı olarak bilenen karar ile Yargıtay 3. Hukuk Dairesi (2021/4000 E., 2021/11403 K.) aracı hizmet sağlayıcıların malın ayıplı çıkmasından kaynaklı olarak sorumlu tutulamayacağına karar vermiştir.

Karara konu olayda, tüketici, Çiçeksepeti üzerinden satın aldığı paketi açtığında içerisinde sigara izmariti bulması üzerine bedel iadesi talebiyle tüketici hakem heyetine başvurmuştur. Hakem heyeti, tüketici lehine karar vermiş ancak Çiçeksepeti, kararın iptali için mahkemeye başvurmuştur. Mahkeme, hakem heyeti kararının yerinde olduğunu belirterek davanın reddine karar vermiştir. Bunun üzerine Adalet Bakanlığı, kararın kanun yararına bozulması talebiyle Yargıtay’a başvurmuştur. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, konuyu değerlendirirken, Çiçeksepeti’nin bir aracı hizmet sağlayıcı olduğunu ve satıcının ‘Duman Pastanesi’ olduğunu vurgulamıştır. Bu nedenle, Çiçeksepeti’nin ayıplı mal durumundan sorumlu olmadığına karar vermiştir.  İlgili yönetmeliğe göre, aracı hizmet sağlayıcı olan Çiçeksepeti’nin içeriği kontrol etmek veya hukuka aykırı faaliyetleri araştırmakla yükümlü olmadığı ifade ededilmiştir.

Öte yandan son tarihli 09 Haziran 2023 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan Yargıtay 11. Hukuk Dairesi (2022/3467 E., 2022/6446 K.) kararı ile Aracı Hizmet Sağlayıcı internet sitelerinin sorumluluğu tekrar gündeme geldi. Bu yeni kararda, tüketiciye gönderilen bir televizyonun kırık olarak teslim edilmesi durumunda alışveriş platformunun sorumlu tutulabileceğini belirtildi. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi, internet alışveriş platformlarının, satıcı olmasa da tüketiciyle doğrudan muhatap olduklarını ve tüketici tarafından yapılan ödemeyi tahsil ettiklerini göz önünde bulundurarak, ayıplı mal durumunda satıcıyla birlikte sorumluluk taşıdıklarını vurgulandı.

İlgili Yargıtay kararında 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ‘un 48/(5) maddesi dayanak gösterilmiş ve  internet ortamında oluşturdukları sistem üzerinden satıcı veya sağlayıcıların mal ve hizmet satışına aracılık edenlerin oluşturdukları sistem çerçevesinde satıcı veya sağlayıcıların mal veya hizmetlerinin mesafeli yöntemle tüketicilere ulaşmasına aracılık etmekte oldukları, aynı zamanda satıcı veya sağlayıcı adına tüketiciden mal veya hizmetlerin bedelini de tahsil ettikleri ifade edilmiş. Bu itibarla davalı taraf elektronik aracı hizmet sağlayıcı olarak sorumlu olduğuna yer verilmiştir.

Bu iki kararı karşılaştırdığımızda, Çiçeksepeti kararında alışveriş platformunun aracı hizmet sağlayıcı olarak kabul edilmesiyle sorumluluğun reddedildiği, ancak yeni tarihli Yargıtay kararında ise alışveriş platformlarının satıcı adına bedeli tahsil etmekte olduğu da gözetilerek sorumluluğunun kabul edildiği görülmektedir. Yargıtay’ın yeni kararıyla birlikte daha adil bir yaklaşım benimsendiği kanaatindeyim, zira 6502 ile esas olan tüketicinin korunmasıdır. Burada tüketicinin tüm alışveriş sürecinde muhatap aldığı alışveriş platformunun aradan çekilerek ne adresi ne kimliği alışveriş esnasında bilinmeyen satıcıyı sorumlu olarak işaret etmek, uygulamada tüketici açısından yüksek mağduriyet yaratmakta ve seçimlik hakların kullanımını oldukça güç hale getirmektedir. Umut ediyorum ki, Yargıtay uygulaması son güncel karar üzerinden devam eder ve alışveriş platformlarının sorumlu kabul edilmesi ile tüketici mağduriyetlerinin biraz da olsa önü kesilir.

6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK) kapsamında hazırlamış olduğumuz diğer yazılarımız için;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 534 415 52 56

Kimler Yasal Mirasçı Olur?

Kimler Yasal Mirasçı Olur? – İzmir Avukat

Mirasçı, ölen kişinin malvarlığı üzerinde hak sahibi olan kişidir. Mirasçı sıfatına sahip olan kişi, ölen kişinin tüm hak ve borçlarına ölüm tarihinde kendiliğinden sahip olur. Kimlerin ölen kişinin mirasçısı olacağı Türk Medeni Kanunu’nda düzenlenmiştir.

Miras bırakanın mirasçılarını; kan hısımları, sağ kalan eş, evlatlık ve devlet olarak sıralamak mümkündür. Miras bırakanın kan hasımları olan mirasçıları için alt soydan anne ve babadan büyük anne ve büyük babadan ve evlilik dışı kısımlardan bahsedilebilir.

Türk Medeni Kanunu’na göre yasal mirasçılar şunlardır:

  1. Birinci Derece Yasal Mirasçılar: TMK md. 495’e göre birinci derece mirasçılar, miras bırakanın altsoyudur. Altsoydan kasıt çocuklardır. Çocuklar, aralarında eşitlerdir. Eğer miras bırakandan önce ölmüş olan bir altsoy varsa, onun yerini onun altsoyu alır. Yani miras bırakandan önce ölmüş çocuk varsa, çocuğun yerini çocuğun çocuğu yani torun alacaktır. Torunun payı, çocuk ile aynıdır. Birden fazla torun varsa, pay bölüşülür.
  2. İkinci Derece Yasal Mirasçılar: TMK md. 496, ikinci derece mirasçıların mirastan pay alabilmeleri için, birinci derece mirasçıların olmamasını şart koşmaktadır. Buna göre ana ve baba ancak miras bırakanın çocuğu(ve onun altsoyu) yoksa mirasçı olabilirler. Eğer ana ve baba miras bırakandan önce ölmüşse, bu kez onların çocukları halef olur ve mirastan pay alırlar.
  3. Üçüncü Derece Yasal Mirasçılar: Eğer miras bırakanın altsoyu ve ana ile babası(ana ve babanın altsoyu da olmamalıdır) bulunmuyorsa, üçüncü derece mirasçılar olarak büyük ana ve büyük baba mirasçı durumuna gelirler. Eğer büyük ana ve büyük baba miras bırakandan önce ölmüşse, yine halefiyet gereği çocukları mirasçı olacaktır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, sağ kalan eş varsa, halefiyetten sadece büyük ana ve büyük babanın çocuklarının yararlanabilmesidir. Çocukların çocukları yararlanamazlar.

Miras bırakan kişinin birinci derece mirasçıları onun altsoyudur. Yani miras bırakan kişinin altsoyu bu kişinin birinci derece mirasçılarını oluşturur. Mirasta çocuklar eşit olarak mirasçıdırlar. Miras bırakan kişiden önce ölmüş olan çocukların yerini her derecede halefiyet yolu ile kendi altsoyları alır. Eğer kişinin altsoyu bulunmuyor ise bu kişinin mirasçısı anne ve babasıdır. Miras bırakan kişinin altı soyu yoksa bu miras, anne ve babasına geçer. Miras bırakanın anne ve babası mirastan eşit haklara sahiptir.

 Miras bırakandan daha önce ölmüş olan anne ve babanın yerlerini her derecede halefiyet yolu ile kendi altsoyları alır. Miras bırakan kişinin altsoyu bulunmuyor ise ve bununla birlikte kendi anne ve babası da kendisinden önce ölmüş ise bu sefer miras bırakanın mirasçısı anne ve babasının altsoylarıdır. Eğer bir tarafta hiç mirasçı bulunmuyor ise bütün miras diğer taraftaki mirasçılara geçer.

Evlilik Dışı Çocukların Durumu

Evlilik dışında doğmuş olan ve soy bağı, tanıma veyahut hâkim hükmü ile kurulmuş olan kişiler baba yönünden evlilik içi hısımlar gibi mirasçı olma hakkına sahiptirler. Miras bırakanın ölümü ile birlikte sağ kalan eş birlikte bulunduğu zümreye göre miras bırakana belirli oranlarda mirasçı olur. Eğer sağ kalan eş miras bırakanın altsoyu ile birlikte mirasçı olursa mirasın dörtte biri kendisine kalır. Eğer sağ kalan eş miras bırakanın ana ve baba zümresi ile birlikte mirasa mirasçı olurlar ise mirasın yarısı kendisine kalır. Eğer sağ kalan eş miras bırakan kişinin büyük ana ve büyük babaları ve onların çocukları ile birlikte mirasçı konumunda ise mirasın dörtte üçü kendisine kalır. Ancak miras bırakan kişinin büyükanne ve büyükbabaları ve onların çocukları yok ise mirasın tamamı eşe kalır. Evlatlık ve Evlatlığın altı soyu evlat edinen kişinin kan hısımı gibi mirasçı olurlar. Evlatlık olan kişinin kendi ailesindeki mirasçılığı da devam eder. Yani evlatlık olan kişi kendisini evlat edinen kişinin mirasçısı olurken biyolojik anne ve babasının mirasçısı olmaya da devam eder. Ancak evlat edinileni evlat edinen ve Hısımları evlat edinilene mirasçı olma hakkına sahip değillerdir.

Gerisinde herhangi bir mirasçı bırakmaksızın ölen kişinin mirası ise devlete geçer.

Mirasçılık Sıfatının Kazanılması

Türk hukukunda miras, ölüm anında açılmaktadır. Mirasın açılması demek, ölenin miras bıraktığı malvarlığı ve borçların mirasçılara geçmesi demektir. Miras bırakan öldüğü anda yasal olarak tüm malvarlığı mirasçılarına geçer ve ölüm tarihinden itibaren mirasçılar mirasçılık sıfatını kazanmış olurlar. İster yasal isterse atanmış mirasçı olsun, miras bırakan kişi öldüğü tarihte tüm mirasçılar ölenin terekesi (yani tüm, mal ve hakları) üzerinde bir tür “birlikte mülkiyet” hakkı kazanırlar. Henüz mirasçıların miras payları belli edilip, kendi payına düşen miras payını üzerine almadıklarından hiç kimse tek başına miras kalan mallarla ilgili işlem yapamaz.

Miras Hukukuna İlişkin İlginizi Çekebilecek Diğer Çalışmalarımız;

İzmir Miras Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 534 415 52 56

Adliyeden Tebligat Gelmesi

Adliyeden Tebligat Gelmesi – İzmir Avukat

Mahkeme, Cumhuriyet Savcılığı veya icra dairelerinden size gelen her evrak, resmi bir işlem hakkında size bilgi vermek için gönderilir. Bu kurumlar tarafından gönderilen evrağa, tebligat adı verilir.

Adliyeden tebligat gelmesi ise, hukuki veya cezai bir durum hakkında bilgilendirmenin sağlanabilmesi içindir. Bir başka anlatımla hukuk ve ceza mahkemelerinden gelen tebligatlar çoğunlukla hakkınızda açılmış dava, duruşma tarihi, vb. ile ilgilidir. Yine başka bir ihtimal de dosyada tanık olarak bildirilmiş olma durumu olabilir. Bir dosyada tanık iseniz yine duruşma tarihi tarafınıza tebligat yapılarak bildirilir. Cumhuriyet Savcılıklarından gelen evraklar ise çoğunlukla ifade vermeniz için olmaktadır. Cumhuriyet Savcılığı, adliye, mahkeme ya da icra daireleri gibi resmi kurumlardan gönderilmiş olan her türlü evrak tebligat olarak kabul edilmektedir. Tebligatlar, resmi işlemler hakkında bir çeşit bilgilendirme ya da uyarı özelliğine sahiptir.

Ceza Muhakemesi Kanunu gereği yargı mensuplarınca dinlenecek kişiler usulüne uygun yapılacak davetiye ile çağrılır. Usulüne uygun çağrı, davetiyeyle yani tebligatla olur. Davetiye de çağrı nedeni, ne sıfatla çağrıldığı açıkça belirtilir kişi hakkında gelmezse zorla getirileceği yazılır. Adliyeden tebligat gelmesine rağmen, bu çağrı üzerine mahkemeye, savcılığa gitmeyen müşteki(şikayetçi), şüpheli, sanık, mağdur, tanık ve bilirkişi zor kullanılarak savcılık, hakim ve mahkeme karşısına çıkarılır. Zorla getirme kararı kişinin özgürlüğünü sınırlandıran bir koruma tedbiridir.

Uygulamada genellikle kolluk zorla getirme kararı verilen kişinin evine giderek zorla getirme emrini ilgili kişiye veya yakınına tebliğ etmekte, kişi kapıyı açmazsa dahi kanun gereği eve girememekte ihtar kağıdı bırakmaktadır. Zorla getirme kararı belirli bir tarihte hazır edilerek o tarihte dinlenmesi şeklinde verilebileceği gibi günsüz yani kişinin gece gündüz fark etmeksizin yakalanarak dinleneceği yerde hazır edilmesi şeklinde de verilebilir.

Adliyeden tebligat gelmesi ile usulüne uygun çıkarılan davetiye ile çağrılan; şüpheli, sanık, tanık ve bilirkişi hakkında zorla getirme kararı verilip bu kararı ile hazır edilemeyen kişiler hakkında sonrasında yakalama kararı çıkartılır.

Adliyeden tebligat gelmesi başlıklı makalemizdeki bilgilerin yanı sıra, gönderilen tebligatın üzerindeki bilgileri dikkatle okursanız gereken tüm bilgilerin yazılı olduğunu göreceksiniz. Eğer bu bilgilerin karmaşık veya anlaşılmaz olduğu düşüncesinde iseniz bir avukatın yardımını almalısınız. Elinizde tebligat ile birlikte adliyeye gittiğinizde Danışma Masasındaki görevliler de size yardımcı olacaktır.

İcra dairelerinden gelen evraklara da özellikle dikkat etmenizde fayda vardır. Örneğin evrağı almadığınız takdirde muhtarlığa bırakılan evrak, yasal anlamda size tebliğ edilmiş sayılacaktır. Eğer gelen evrak bir icra takibine ilişkinse, tebliğden itibaren işlemeye başlayan itiraz süresini kaçırmanız takibin kesinleşmesine ve ödeme yapma durumunda kalmanıza neden olacaktır. Adliyeden tebligat gelmesi ile gelen her yazının resmi bir iş sebebiyle gönderildiğini ve büyük ihtimalle süreli olduğunu unutmayınız. Mahkemeler, Cumhuriyet Savcılıkları ya da icra daireleri tarafından size gönderilen tebligatlar oldukça önemli hususlar içerebilir. Bu nedenle içeriğini okumalı ve sizden beklenen eylem varsa yerine getirmelisiniz. Aksi halde, özellikle hak düşürücü süreleri kaçırabilir ve kullanabileceğiniz haklarınızı kullanamama durumu ile karşı karşıya kalabilirsiniz.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 534 415 52 56

SGK Çıkış Kodu

SGK Çıkış Kodu – İzmir Avukat

Sosyal Güvenlik Kurumu bünyesindeki çalışanları korumak amacıyla, herhangi bir sebepten dolayı işinden ayrılan işçiden veya işverenden işten ayrılma durumu ile ilgili detaylı bilgi ister. Bu durum ile karşılaşıldığında yazılı açıklama yerine sistem tarafından tanımlanmış ve kanunda yeri olan işten çıkış kodları kullanılır. SGK çıkış kodu, çalışan bireylerin sahip olduğu haklar ve sözleşmelerinin doğru ve geçerli nedenlerle feshedilip feshedilmediğini kesinleştirir.

Sgk Çıkış Kodu Neden Önemlidir ?

SGK Çıkış kodunun seçimi sıradan uygulama değildir. Aksine, hem işveren hem de işçi için önemli sonuçları olan bir işlemdir. İşçinin kıdeme bağlı hakları, fesih sonrası takip edeceği yol ve işsizlik ödeneği alıp alamayacağı gibi hususlar doğrudan çıkış koduyla ilgilidir. Hatalı bir sgk çıkış kodu seçimi işçiyi veya işvereni mağdur edebileceği gibi her iki tarafı hukuken karşı karşıya getirebilecektir. Dolayısıyla SGK çıkış kodu seçilirken dikkatli olunması gerekmektedir.

Sgk Çıkış Kodu Nasıl Öğrenilir?

İşçi ve işveren arasındaki iş sözleşmesinin herhangi bir sebeple sona ermesi durumunda işten hangi sgk çıkış kodu ile ayrıldığının resmi kayıtlara ne şekilde geçtiği merak ediliyorsa e-devlet kapısı üzerinden statünüze uyan 4A, 4B, 4C sigortalılık hizmet dökümü sayfasından öğrenilebileceği gibi en yakın SGK’ya ilgili kişi müracaat ederek öğrenebilir.

2023 Yılında Geçerli İşten Çıkış Kodları

1- Deneme süreli iş sözleşmesinin işverence feshi
2- Deneme süreli iş sözleşmesinin işçi tarafından feshi
3- Belirsiz süreli iş sözleşmesinin işçi tarafından feshi (istifa)
4- Belirsiz süreli iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı sebep bildirilmeden feshi
5- Belirli süreli iş sözleşmesinin sona ermesi
8- Emeklilik (yaşlılık) veya toptan ödeme nedeniyle (EYT çıkışlarında da bu kod kullanılacaktır)
9- Malulen emeklilik nedeniyle
10- Ölüm
11- İş kazası sonucu ölüm
12- Askerlik
13- Kadın işçinin evlenmesi
14- Emeklilik için yaş dışında diğer şartların tamamlanması
15- Toplu işçi çıkarma
16- Sözleşme sona ermeden sigortalının aynı işverene ait diğer işyerine nakli
17- İşyerinin kapanması
18- İşin sona ermesi
19- Mevsim bitimi (İş akdinin askıya alınması halinde kullanılır. Tekrar başlatılmayacaksa “4” nolu kod kullanılır)
20- Kampanya bitimi (İş akdinin askıya alınması halinde kullanılır. Tekrar başlatılmayacaksa “4” nolu kod kullanılır)
21- Statü değişikliği
22- Diğer nedenler
23- İşçi tarafından zorunlu nedenle fesih
24- İşçi tarafından sağlık nedeniyle fesih
25- İşçi tarafından işverenin ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranışı nedeni ile fesih
26- Disiplin Kurulu Kararı ile fesih
27- İşveren tarafından zorunlu nedenlerle ve tutukluluk nedeniyle fesih
28- İşveren tarafından sağlık nedeni ile fesih
29- (İptal edilmiştir)
​30- Vize süresinin bitimi (İş akdinin askıya alınması halinde kullanılır. Tekrar başlatılmayacaksa “4” nolu kod kullanılır.)
31- Borçlar Kanunu, Sendikalar Kanunu, Grev ve Lokavt Kanunu kapsamında kendi istek ve kusuru dışında fesih
32- 4046 sayılı Kanunun 21 inci maddesine göre özelleştirme nedeni ile fesih
33- Gazeteci tarafından sözleşmenin feshi
34- İşyerinin devri, işin veya işyerinin niteliğinin değişmesi nedeniyle fesih
36- KHK ile işyerinin kapatılması
37- KHK ile kamu görevinden çıkarma
39- 696 KHK ile kamu işçiliğine geçiş
40- 696 KHK ile kamu işçiliğine geçilememesi sebebiyle çıkış
41- Re’sen işten ayrılış bildirgesi düzenlenenler
42- İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması.
43- İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarfetmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması.
44- İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması.
45- İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması, işyerine sarhoş yahut uyuşturucu madde almış olarak gelmesi ya da işyerinde bu maddeleri kullanması.
46- İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.
47- İşçinin, işyerinde, yedi günden fazla hapisle cezalandırılan ve cezası ertelenmeyen bir suç işlemesi.
48- İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü yahut bir ayda üç işgünü işine devam etmemesi.
49- İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.
50- İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması.

Yargıtay Kararları Işığında İşten Çıkış Kodunun Önemi

Bir yargı kararına konu olan uyuşmazlıkta, davacı işçi iş sözleşmesinin haklı veya geçerli bir neden olmaksızın sözlü olarak feshedildiğini ileri sürmüş; davalı ise yönetim hakkı kapsamında davacının haklarına helal gelmeksizin görev yerinin değiştirildiğini, davacının işe devam etmediğini, devamsızlık nedeniyle iş akdinin haklı nedenle feshedildiğini savunmuştur. Yapılan yargılamada, her ne kadar işveren tarafından tutulan 01/04/2017- 07/04/2017 tarihlerini kapsayan devamsızlık tutanakları dosya kapsamında mevcut olsa da, davacının iş akdinin feshi tarihinde çalışmakta olan tanığının davacının çıkarıldığını beyan etmesi ve tüm dosya kapsamı değerlendirildiğinde davacının iş akdinin işveren tarafından yapılan görüşmede feshedildiği, fesihten sonra tutulan devamsızlık tutanaklarının hukuki bir hüküm ve sonuç doğurmayacağı, bu durum karşısında davalı işveren tarafından, terk ve devamsızlık iddiasının tereddüte yer vermeyecek şekilde kesin olarak ispatlanamadığı anlaşıldığından mahkemenin feshin geçersizliğinin tespitine ve davacının işe iadesine karar verilmiştir (T.C. Gaziantep BAM, 14. HD., E. 2018/1895 K. 2019/488 T. 17.6.2019). Somut durumda sadece çıkış kodu dikkate alınarak inceleme yapılmamış, tüm olgu ve deliller dikkate alınarak işçinin iş güvencesi korunmuştur.

İşe iade talepli bir başka dosyada, davacı işçinin 13/06/2018 tarihli yazısı aynı tarihte davalı işverene ulaştığı halde davalı işverence SGK’ya 28/06/2018 tarihinde işten ayrılış bildirgesinin verildiği, davalı işverence dilekçenin işleme konulmamış olması ve işçinin işyerinde çalışmaya devam etmesi halinde gerçek bir istifadan söz edilemeyeceği, işverenin baskısı ile düzenlenen istifa dilekçesine değer verilemeyeceği, iş sözleşmesinin ikale ile feshedilebilmesi için sözleşmenin tüm objektif ve sübjektif esaslı unsurları üzerinde karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarının bulunmasının ve aynı zamanda işçiye ‘makul yarar’ın sağlanmasının gerektiği, davacı işçinin 13/06/2018 tarihli yazısı ile ‘kıdem ve ihbar tazminatımın ödenmesi kaydıyla’ talebi halinde, ikale teklifi (icap) olsa bile davacı işçi ve davalı işverenin iş sözleşmesinin tüm objektif ve subjektif esaslı unsurları üzerinde karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları ile kıdem tazminatı dışında işçiye ayrıca ‘makul yarar’ sağlanarak iş sözleşmesinin feshi konusunda anlaşmadıklarının anlaşıldığı, davalı işverence davacı işçinin kıdem ve ihbar tazminatı hakkının varlığı kabul edilerek kuruma 04 kod ile işten ayrılış bildirgesinin verildiği, işçinin istifası halinde kuruma 03 kod, bozma sözleşmesinin (ikale) varlığı halinde kuruma 22 kod (diğer nedenler) ile işten ayrılış bildirgesinin verilmesi gerektiği, bu durum karşısında, davalı işverence yapılan feshin geçersiz olduğu ve işçinin işe iadesinin gerektiği belirtilmiştir (Sakarya BAM, 10. HD., E. 2019/1846 K. 2020/857 T. 23.9.2020).

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin bir kararında, işçinin vefatından sonra yasal mirasçıları tarafından kıdem tazminatı talepli açılan işçilik alacağı davasında, işveren tarafından murise ait iki adet çıkış bildirgesinin verildiği, 27.05.2015 tarihli bildirgede işten çıkış kodunun 10 (ölüm), çıkış tarihinin ise 23.07.2015 olarak gösterildiği, ikinci çıkış bildirgesinde ise bildirimin 01.08.2015 tarihinde verildiği, işten çıkış kodunun 29 (ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırılık) olarak, çıkış tarihinin de 23.07.2015 tarihi olarak belirtildiği, murisin iş yerinde başka bir çalışanla gönül ilişkisi içinde olduğu ve bu durumun iş yerinde huzursuzluk çıkarttığına ilişkin tutanağın ise 10.07.2015 tarihinde tutulduğunun tespit edildiği, murise ait ölüm belgesi ve veraset ilamında ise işçinin ölüm tarihinin 23.07.2015 olduğu anlaşıldığı belirtilerek tüm bu kayıtlar ışığında her ne kadar muris hakkında iş yerinde yaşadığı gönül ilişkisi sebebi ile bir soruşturma yürütülmekte ise de söz konusu soruşturma bitirilmeden murisin öldüğü ve sözleşmenin ölüm ile son bulduğu kanaatine varılmasından hareketle davacıların kıdem tazminatı talebinin kabulü gerektiğine karar verilmiştir (Yargıtay Kararı – 22. HD., E. 2017/45845 K. 2020/8447 T. 1.7.2020).

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 534 415 52 56

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 534 415 52 56

Araç Değer Kaybı Halinde Tüketicinin Hakları

Araç Değer Kaybı Halinde Tüketicinin Hakları – İzmir Avukat

1- Araç değer kaybı nedir?

Yargıtay kararlarında da vurgulandığı gibi, bir araç tamamen onarılsa bile kaza geçirmesi nedeniyle değer kaybına uğrar. Bu durumda, araç hasarlı olarak kabul edilir ve hiçbir hasar görmemiş bir aracın değerine göre daha az değerlidir. İşte, araç değer kaybı, bir aracın hasar gördükten veya kaza yaptıktan sonra, yeniden satıldığında piyasa değerinin kaybı olarak ifade edilebilir. Bu kayıp, aracın hasar görmesi nedeniyle oluşur ve aracın daha önce hiç hasar görmemiş bir araçtan daha az değerli hale gelmesine neden olur. Bu durumda, aracın hasar gördüğü yer, hasarın ciddiyeti, aracın yaşına ve kilometre durumuna göre değer kaybı miktarı değişecektir. Kaza esnasında hasara uğrayan araç kusursuz ya da daha az kusurlu olduğu müddetçe kusurlu tarafta aracında oluşan değer kaybı bedelini isteyebilecektir. Değer kaybından hem araç sahibi, hem sürücü hem de karşı tarafın trafik sigortasını yapan sigorta şirketi sorumlu olacaktır. Sigorta şirketinin hasardan sorumluluğunun poliçe miktarı ile sorumlu olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir.

2- Tüketicilerin hakları nelerdir?

Tüketicilerin araç değer kaybı halindeki hakları, Türk Borçlar Kanunu ve Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun‘da düzenlenmiştir. Tüketiciler, kazanın diğer tarafının kusuruna bağlı olarak araç değer kaybı tazminatı talep edebilirler. 

3- Hasar sebebi nasıl tespit edilir?

Aracın değer kaybının nedenlerinin belirlenmesinde eksper büyük bir rol oynar. Eksper, aracın hasarını belirlemek ve hasarın nedenini açıklayacak bir rapor hazırlamak için gerekli olan araç incelemesini gerçekleştirirler ve hasar raporu düzenler. Bu rapor, aracın hasarını ayrıntılı bir şekilde belirleyen ve hasarın nedenlerini detaylı olarak açıklayan bir belgedir. Hasar raporunun doğru ve eksiksiz bir şekilde hazırlanması çok önemlidir. Hasar nedeninin açıkça belirlenmediği durumda, aracın değer kaybı miktarını eksik veya hatalı bir şekilde hesaplanabilir. Bu nedenle, hasarın nedeninin açıkça tespiti, tüketicinin aracın değer kaybı miktarını doğru bir şekilde hesaplamasına yardımcı olacaktır. 

4- Değer kaybı tazminatının belirlenmesi

Değer kaybı tazminat tutarı, aracın hasarının ciddiyeti ve aracın yaşı gibi faktörlere göre belirlenir. Hasarın ciddiyeti arttıkça tazminat tutarı da artar. Benzer şekilde, daha eski bir araç için tazminat tutarı daha az olabilir çünkü araç zaten eski olabilir veya değeri azalmış olabilir. Bu nedenle, tazminat tutarının belirlenmesinde hasarın ciddiyeti ve aracın yaşı önemli faktörlerdendir. Ayrıca, tazminat tutarının belirlenmesinde kullanılacak olan yöntemlerin ve hesaplama formüllerinin doğru seçilmesi de önemlidir. Tüketicinin, sigorta şirketi tarafından teklif edilen tazminat tutarını kabul etmeden önce tazminat tutarının nasıl hesaplandığını ve aracın piyasa değerini etkileyen faktörleri kontrol ettirmek için uzman bir avukata ve ekspere başvurması iyi olacaktır.

5- Araç değer kaybına ilişkin yargılama süreci

Değer kaybı sigorta şirketinden talep edildiği takdirde: Değer kaybı talebinde bulunma süresi, hasarın gerçekleştiği tarihten itibaren iki yıldır. Tüketicilerin, bu süre sona ermeden önce sigorta şirketinden araç değer kaybı tazminatı talebinde bulunması gerekmektedir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da, tazminat için başlatılacak bir yasal süreç öncesinde, sigorta şirketine yazılı başvuruda bulunma zorunluluğu mevcuttur. Sigorta şirketi, bu başvuru akabinde tüketici talebini inceleyerek ödeyecek olduğu tazminat tutarını belirleyecektir. Sigorta şirketinin tazminat talebini reddetmesi durumunda veya tazminat tutarı tüketicinin talep ettiği miktardan düşük olduğunda, tüketicinin hukuki süreç başlatma hakkı vardır. Burada başlatılacak yasal süreçte asliye ticaret mahkemeleri görevli olduğu gibi sigorta tahkim komisyonuna da başvuruda bulunulabilir. Sigorta tahkim komisyonun yargılama süresi Asliye ticaret Mahkemelerinden çok kısa olduğu ve altı ay gibi bir sürede yargılama işlemini tamamladığı için daha çok tercih edilmektedir. Ancak sigorta tahkim komisyonunun yargılama yetkisinin sınırlı olduğu ve her dosyanın sigorta tahkim komisyonunda görülme ihtimalinin olmadığını da hatırlatmakta fayda var. Asliye ticaret mahkemesinin ise yargılama yetkisi çok daha geniştir. Asliye ticaret mahkemesinde dava açmaya karar verildiği takdirde, dava açmadan önce zorunlu arabuluculuk süreci olduğunu konusunda da uyarmak gerekir. Hukuki süreçte bir avukat ile çalışmak, tüketicinin haklarını savunarak tazminat talebinin kabul edilmesi veya daha yüksek bir tazminat tutarının alınması konusunda yardımcı olabilir.

6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK) kapsamında hazırlamış olduğumuz diğer yazılarımız için;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 534 415 52 56