On Yıllık Kiracının Tahliyesi

On Yıllık Kiracının Tahliyesi
On Yıllık Kiracının Tahliyesi

On Yıllık Kiracının Tahliyesi – İzmir Avukat

Belirli süreli kira sözleşmelerinde, kiraya verenin kira sözleşmesini bildirim yoluyla fesih hakkı ancak kira sözleşmesinin on yıllık uzama süresi sonunda ortaya çıkar. On yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.

On yıllık kiracının tahliyesi işlemi için kiraya verenin fesih bildirimini yazılı olarak yapması gerekir. Yazılı biçimde yapılmayan fesih bildirimlerinin hukuki bir değere sahip olmaması nedeni ile geçerliliği de söz konusu olmayacaktır.

Fesih bildirimi hazırlanırken kanunda belirlenen şekle uygunluğu önem taşır. ihtarnamenin içerik açısından amacına uygun olarak hazırlanması gerekirken kiracının kiralanandan çıkması için gönderildiği açık ve anlaşılır biçimde ifade edilmelidir. On yıllık kiracının tahliyesi için gönderilecek ihtarnamede yer alması gerekenler arasında kiracının kiralananı tahliye etmemesi durumunda hukuk yoluna başvurulacağı da bulunur. Bu durumda tahliye davası açılmak sureti ile kiralayanın yasal haklarını kullanabileceği açık bir şekilde ifade edilmelidir.

Kiralayan, kiracısına on yıllık uzama süresinin dolması ile ilgili olarak tahliye işlemi yapmak istediğinde resmi bir ihtarname göndermelidir. Noter kanalı ile gönderilmiş bir belgenin hukuki değere haiz olması nedeni ile bu yolla bildirim yapılması önerilir. Noter kanalı ile gönderilen ihtarnameler hukuki açıdan ispat özelliği taşımaları sebebi ile kabul görür. On yıllık kiracının tahliyesi işlemi yapılmak isteniyorsa kiraya veren yazılı bir tebligat yapmalıdır. Sözleşmenin bitmesine en geç üç ay kala yapılması gereken bu tebligat sözlü olarak beyan edildiğinde hukuki değer taşımaz. Bu sebeple şekil şartına uygunluğun yanı sıra doğru zamanda yapılması da fesih bildiriminin geçerliliğini destekleyici bir unsurdur.

(Türk Borçlar Kanunu madde: 347) ‘’ ….Bu halde kiraya verenin, fesih için herhangi bir sebep göstermesi gerekmez. Tahliye bildiriminin, kira sözleşmesi bitiminden en az üç ay önce yapılması gerekir.’’

On yıllık uzama süresi sonunda kiracının tahliyesinde dikkat edilmesi gereken husus, kira sözleşmesinin başlangıç tarihi üzerinden geçmesi gereken sürenin hesabıdır. Kanun, belirli süreli kira sözleşmelerinde on yıllık sürenin başlangıcında, kira sözleşmesinin başlangıç tarihini esas almamıştır. Düzenlemeye göre, kira sözleşmesinin on yıl uzamış olması gerekmekte ve bundan sonraki her yıl için sözleşmeyi sonlandırma hakkı olmaktadır. Bu durumda, kira sözleşmesinin ilk yılı hesaba katılmayacaktır. Sözleşmenin uzama süresi, ikinci yılın başında başlamış olacaktır. Kira sözleşmesinin başlangıcından itibaren toplamda on bir yıl geçtikten sonra, kiraya veren bildirim koşuluna uymak şartıyla ancak on ikinci yılın sonunda kiracının bu yolla tahliyesini talep edebilecektir.

Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde ise kanun, kira ilişkisinin başlangıç tarihini esas almıştır. Bu durumda, kiranın başlangıcından on yıl geçtikten sonra, üç ay önceden bildirimde bulunmak kaydıyla, kiralaya veren kiracının tahliyesini isteyebilir. Açılacak tahliye davalarında görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemesidir. Bu tür tahliye davaları için yetkili mahkeme ise kiralanan taşınmazın olduğu yer mahkemeleridir. Tahliye davası söz konusu olduğunda kiraya verenin hukuki açıdan istenilen sonuca kısa sürede ulaşabilmesi için işlemlerinin yasal yollarla yapılmış olması önem taşır. Bu durumda da kiracıya yapılacak fesih bildirimlerinde şekil şartına uygunluğun yanı sıra fesih bildirimi sözlü olarak yapılmamalı ve noter kanalı ile bu belge kiracıya iletilmelidir. On yıllık kiracının tahliyesi işlemleri için dava açılması gerektiğinde fesih bildirimi gönderilirken sözleşme sürelerinin doğru hesaplanması da ayrı bir önem taşıyacaktır. Bu tür davalarda hukuki destek alınması tarafların haklarının korunabilmesi açısından önem taşır.

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Boşanma Davasında Velayet

Boşanma Davasında Velayet

Boşanma Davasında Velayet – İzmir Avukat

Boşanma davasının açılması ile birlikte taraflar ayrı yaşama hakkı kazanır. Böyle bir durumda henüz bir boşanma kararı bulunmadığı için müşterek (ortak) çocukların eşlerden hangisinin yanında kalacağı hususu gündeme gelmektedir. Uygulamada “tedbiren velayet” veya “geçici velayet” de denilen bu durum, boşanma davasının açılması ile birlikte müşterek çocuğun eşlerden hangisinin yanında kalacağı hususunun tayininden ibarettir.

Her ne kadar “tedbiren” ya da “geçici” velayet ifadeleri kullanılsa da aslında Türk Medeni Kanunu 182. maddesi kapsamında taraflardan birine ait bir “Velayet Hakkı”  söz konusu değildir. Zira Türk Medeni Kanunu 169. Maddesinde “.…çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri……” Denilmek suretiyle bunun bir velayet hakkı olmadığını, çocuğun bakımı ve korunmasına ilişkin bir önlem olduğunu yine söz konusu önlemin de geçici nitelikte olduğunu açıkça belirtmiştir. Şu halde uygulamada da “geçici velayet” ya da “tedbiren velayet” diye adlandırılan durum, boşanma davası sürecinde çocukların bakım ve korunmasına ilişkin mahkeme hakimi tarafından verilen geçici nitelikteki önlem olup, boşanma davasının kesinleşmesi ile birlikte verilen velayet kararı değildir.

Geçici Velayet Ne Zaman Gündeme Gelir?

Çok istisnai durumlar haricinde genelde boşanma aşamasına gelmiş, boşanma davası açmış eşler müşterek çocukların kendi yanlarında bulunmasını isterler. Eğer eşlerin, çocukların kimin yanında kalacağı hususunda bir uyuşmazlığı yok ise bu yönde mahkeme hakiminin ayrıca bir araştırma yapmasına ve karar vermesine gerek de yoktur diye düşünülebilir ancak kanun koyucu mahkeme hakimine bu konuda re’sen bir talep olmasa dahi karar vermesi ve gerekli olan önlemleri alması gerektiğini emretmektedir.

Boşanma Davası Sürecinde Müşterek Çocuğun Yanında Kalmasını İsteyen Eş Ne Yapmalıdır?

Boşanma davasını açarken avukatınız dava dilekçesinde veya cevap dilekçesinde müşterek çocuğun dava sürecinde sizin yanınızda kalması yönündeki talebini belirtmesi gerekir. Ancak boşanma dilekçesinde böyle bir talep bulunmasa da karar verilinceye kadar bu yönde gerek yazılı dilekçe ile gerekse duruşmada sözlü olarak bu talebi ileri sürülebilecektir. Esasen kanun koyucu Türk Medeni Kanunu 169. Maddesinde bu konudaki geçici önlemleri alması konusunda Hakime bir talep olmasa dahi kendiliğinden (re’sen) karar vermesi gerektiğini emretmiştir. Dolayısıyla boşanma dava dilekçesinde böyle bir talep bulunmasa dahi yargılamanın tüm aşamalarında eşler, çocukların kendi himayesine bırakılmasını (Geçici Velayet, Tedbiren Velayet) isteyebilir.

Boşanma Davası Sırasında Müşterek Çocuklar Hangi Eşin Yanında Kalacaktır?

Genel itibariyle müşterek çocuğun dava sırasında kimin yanında kalacağı hususu dosyaya yansıyan tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile ayrıca pedagog tarafından düzenlenecek rapor ile tespit edilmektedir. Kimi zaman müşterek çocuğun kendi beyanı da alınmak suretiyle böylesi bir kararın verilmesi mümkündür.

Boşanma Davasında Hakim Müşterek Çocukların Hangi Eşin Yanında Kalacağını Nasıl Belirler?

Aslında bu konuda kesin bir ölçüt bulunmamaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi her boşanma davasının konusunun ve olaylarının birbirinden farklı olması yine boşanma sürecine giren ailelerin farklı özelliklere sahip olmasıdır. Dolayısıyla hakim bunu kendi kanaatine ve dosyadaki izlenimine göre serbestçe belirler. Ancak yine de kanun sistematiği ve hukuk uygulamasının getirmiş olduğu birtakım ölçütler bulunmaktadır. Ancak bu ölçütlerin hiçbirisi tek başına yeterli olmadığı gibi hakimi bağlayıcı nitelikte de değildir. Türk Medeni Kanunu’nda Velayet Hususunda en önemli ilke “çocuğun yüksek menfaati”dir. Bu ilke nazara alındığında bir sıralama yapılacak olursa:

  • Çocukların yaşı
  • Çocukların yönelişleri
  • Boşanmaya Sebebiyet veren ve dosyaya yansıyan olayların niteliği
  • Çocuklara Sağlanacak Barınma ve Korunma Koşulları
  • Kardeşlerin birbirinden ayrılmaması

Kriterleri nazara alınarak bir karar verme yoluna gidilecektir.

Geçici (Tedbiren) Velayet Açısından Müşterek Çocukların Yaşı:

Çocuk doğumundan belirli bir yaşa kadar anne bakım ve şefkatine kesin bir surette muhtaçtır. Bu muhtaçlık adeta yaşamsal niteliktedir.  Bu yaş genel olarak 0 ila 3 yaş olarak kabul edilir. Bu yaş aralığında bir çocuğun fiziksel, ruhsal gelişimi açısından annesinden ayrılması çok çok ayrıksı durumlar hariç olmak üzere mümkün değildir. 4 ila 7  yaş arasındaki çocuklar artık tuvalet alışkanlığı, yeme alışkanlığı gibi bir kısım temel alışkanlıkları kazanarak bir nebze anneye mutlak muhtaçlığı azalmış olsa da yine de annenin bakım ve şefkatine muhtaç olduğu kabul edilir. Annesinden ayrılmasını gerektirir ciddi bir durumun bulunmaması halinde müşterek çocuğun anne yanında kalması genel olarak çocuğun menfaatine kabul edilmektedir. 8 yaşından sonraki dönem aynı zamanda çocuğun temel ihtiyaçlarını giderebildiği ve kendisini ifade edebildiği bir dönem kabul edilir. Bu nedenle mahkeme hakimi tarafından dinlenilmesi mümkündür.

Mahkemece Pedagog Raporlarına Aykırı Şekilde Karar Verilebilir Mi?

Pedagog Raporları, Usul Hukukumuz açısından Bilirkişi delili niteliğinde takdiri bir delildir. Bir delilin takdiri delil olması, mahkeme hakimini bağlamayacağı, mahkeme hakiminin bu delilin aksine karar verebileceği anlamına gelir. Ancak hakim söz konusu takdiri delile neden itibar etmediği ve neden aksi yönde karar verdiği hususunu gerekçeli kararda belirtmek zorundadır.                                                   

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Kahve Falı Bakmanın Cezası

Kahve Falı Bakmanın Cezası

Kahve Falı Bakmanın Cezası – İzmir Avukat

Bu haftaki yazımızı biraz daha farklı bir konuda hazırlamak istedim. Hukuk dili ve gündemi bazen yoğun veya sıkıcı gelebilir. Ama aslında hukuk hayatımızın her alanında; ilişkilerimizi ve alışkanlıklarımızı düzenliyor.

Hepimiz özellikle tarih derslerimizden tekke ve zaviyelerin kapatılmasını anımsıyoruzdur. Peki, söz konusu uygulamaların kaldırılmasına ilişkin kanunun halen yürürlükte olduğunu ve günümüzde birçok kimseler tarafından farkında olmadan ihlal edilmeye devam edildiğini biliyor muydunuz?

677 sayılı 30/11/1925 tarihli Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine Ve Türbedarlıklar İle Bir Takım Unvanların Men Ve İlgasına Dair Kanun ile 1925 sayısında tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. Söz konusu kanun ile bunların yanı sıra şehlik, der mevzuası dairesinde vişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak gibi eylemler de yasaklanmıştır. Söz konusu yasaklı işleri gerçekleştiren kimseler hakkında ise kanunda açıkça üç aydan eksik olmamak üzere hapis cezası öngörülme ve bunun yanı sıra para cezasına hükmedileceği düzenlenmiştir. Ve bu kanun halen yürürlüktedir.

Konuya ilişkin olarak birçok yerel mahkeme ve Yargıtay kararı da mevcut olup; her ne kadar sıklıkla ihlal edilmekte ise de olası bir ceza soruşturması neticesinde bu fiilleri gerçekleştirmekte olan kişilerin ceza ile karşı karşılaşabilecek olduğu açıktır.

Örneğin Yargıtay bir kararında; toplum içerisinde “üfürükçü hoca” olarak bilinen bir kişinin, bu çerçevede gelen müşterileri okuyup, üfleyerek ve büyü yaparak tedavi edeceğini söyleyerek para aldığı, müşterilerinin çocuklarının olmasının yolunu bulmak amacıyla bu kişiye müracaat ettikleri, sahte hocanın önce müşterilerine üzerlerinde büyü bulunduğunu söyleyip başlarına gelecek hususlar bakımından haber verdiği, yine sahte “hoca” tarafından katılanlarda ve çocuklarında büyü bulunduğu ve akıbetlerinin kötü sonla biteceğini söyleyerek bunları para karşılığı yapacağı iğne, kullanacakları ilaç, uyguladığı merhem ve benzeri şeylerle sonlandıracağının belirtip katılanları aldattığı olayda zincirleme olacak şekilde dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçu ile 677 sayılı Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanunu’nun ilgili maddesine muhalefet suçunu işlediği kabul edilmiştir.

Siz siz olun yine de bilimden, sağ duyudan sapmayın. Hadi olmaz ama, bir baktınız olmaz oldu sizin de yolunuz düştü veya bu tarz faaliyetler ile iştigal etmeye karar verdiniz ise bunların cezasının olduğunu da bilin.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Manevi Tazminat Nasıl Hesaplanır?

Manevi Tazminat Nasıl Hesaplanır?

Manevi Tazminat Nasıl Hesaplanır? – İzmir Avukat

Bir çoğumuz üzerine sıcak kahve dökülmüş olması sebebi ile McDonalds’a karşı dava açan ve milyonlarca tazminata kazanan yaşlı kadının hikayesini duymuşuzdur. Ülkemizde yaşanması pek olası olmayan bu hikâye, ilk duyulduğunda bir çoğumuzun kafasında çarkların oynamasına ve farklı senaryolar canlandırmasına sebebiyet vermiştir.

Ülkemizde temel hukuk kurallarımız gereği, Amerika ve benzeri ülkelerdeki hukuk sistemlerinden farklı olarak, tazminat bedellerinin zenginleştirme aracı olamayacağı kabul edilmektedir. Bu çerçevede yukarıda anımsattığımız olaydaki gibi yüksek tazminat bedelleri ile uygulamada karşılaşmamaktayız.

Manevi Tazminat Nedir?

Türk Dil Kurumu manevi kavramını “görülmeyen, duyularla sezilebilen, ruhani, tinsel, maddi karşıtı” olarak tanımlamaktadır. Manevi tazminat, haksız bir olay ile karşılaşan kişinin uğramış olduğu maddi kayıplar (sağlık giderleri veya işten yoksun kalma sebebi ile gelirde yaşanan eksiklikler gibi) haricinde, olayın kişide yarattığı elem, keder, üzüntü veya yaşam sevincini kaybetme sonucu meydana gelen zararların karşılığı olarak ödenmesi gereken tazminat bedeli olarak tanımlanabilir.

Türk Borçlar Kanunu Madde 56 kapsamında, kişilerin manevi tazminat talebinde bulunabileceği ifade edilmiş olup; ilgili madde “Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Manevi tazminat, zarara uğrayan kişide bir nebze de olsa manevi huzuru doğurmayı amaçlamaktadır. Hukuk sistemimizde manevi tazminat niteliği itibari ile bir ceza olmadığı gibi para ile ölçülebilen maddi zararların karşılanmasına ilişkin bir bedel de değildir.

Manevi tazminat niteliği itibariyle tek olup; bölünmesi söz konusu değildir. Dolayısıyla, mahkeme nezdinde açılacak manevi tazminat taleplerinde kısmi dava söz konusu olmayacak ve ilk davada manevi tazminatın bir kısmı talep edilerek fazlaya ilişkin bölümü saklı tutulamayacaktır.

Uygulamada Manevi Tazminat

Uygulamada manevi tazminat davasının; kişinin bir suça maruz kalması, karşı tarafın sözleşmeye aykırı hareketleri, kişinin trafik kazası gibi durumlarda beden bütünlüğünde meydana gelen zarar sebebi ile veya kişilik haklarına yönelik yapılan saldırılar neticesinde açıldığını görmekteyiz.

Manevi tazminat ile amaçlanan şey, zarar gören kişinin uğramış olduğu psikolojik sıkıntıların denkleştirilmesidir. Burada psikolojik sıkıntılar veya zarar gören kişilik hakları, rakamlar ile gösterilmek için çok soyut kavramlar olması sebebi ile mahkeme kararlarında da sıklıkla farklılıklar görülmektedir. Yasal mevzuatımızda veya uygulamada manevi tazminatın hesaplamasın kullanılması gereken kesin kuralları olmadığı gibi bu doğrultuda dikkate alınması gereken görüş birliğine varılmış somut kriterlerin dahi bulunmamaktadır. Mahkemeler benzer olaylar için çok farklı tazminatlara karar verebilmekte ve hemen hemen hepsi de 22.6.1966 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararına atıf yapmaktadır. Maalesef, elli yılı aşan söz konusu kararın manevi tazminat hesaplanması süreçlerinde güncelliğini yitirmiş olduğu düşüncesindeyiz.  

Manevi Tazminat Nasıl Hesaplanır?

Eski tarihli borçlar kanunumuz ile hâkimin manevi tazminatı belirlerken kişilerin unvanı, işi ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını gözetilmesi gerektiğini belirtmekte ise de güncel kanunumuzda bu kriterlere yer verilmemiştir.

Güncel yasal mevzuatımızda manevi tazminat için açıkça ödenmesi gereken miktarı veya bunun nasıl hesaplanacağını belirtmemiş, bu bedelin olayın niteliğine göre hâkim tarafından belirlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Burada manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hâkimin takdirine bırakılmış ise de hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekmektedir.

Hâkim takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, manevi zarara neden olan olayın ağırlığı gibi özellikleri göz önünde tutması ve makul bir oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerekmektedir.

Tazminat miktarının belirlenmesinde hakimlerin sıklıkla somut olay ve emsal karar karşılaştırılması yönetime başvurmakta olduğu görülmektedir.

Manevi tazminat ne zaman talep edilebilir?

Manevi tazminat davalarına ilişkin zamanaşımı süreleri açılacak davanın ve haksız fiilin niteliğine göre değişiklik gösterebilmektedir. Uğranılan bir haksız fiil sebebi ile açılacak manevi tazminat davalarında zarar gören kişinin zararı ve zarar veren kişiyi öğrenmesinden itibaren iki yıl, herhalde ise on yıl içinde davanın açılması gerekmektedir. İşlenen bir suç sebebi ile meydana gelen manevi zararların tazmini için bir dava açılacak ise burada suçun dava zamanaşımına bakılması gerekecektir.

22.6.1966 tarih ve 1966/7-7 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı

İstihdam edilenin eylemi ile işin yapılması sırasında bedence zarara uğrayan kişinin veya ölenin ailesinin, istihdam edenden manevi tazminat isteyebilip isteyemeyeceği, isteyebilmesi halinde müstahdemin kusurunun aranıp aranmayacağı, müstahdemin kusuru aranacaksa, B.K.nun 47. maddesindeki hususi haller deyiminin ağır kusur anlamında uygulanıp uygulanmayacağı, kusurun ağırlığı sözünün kapsamı, hafif kusur halinde sorumlu tutulup tutulmayacağı konularında daire kararları arasında içtihat ihtilafı bulunduğundan bahisle ihtilafın, içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesi 4. Hukuk Dairesi Başkanlığınca 1. Başkanlığa gönderilen 24.4.1966 tarih ve 131 sayılı yazı ile istenilmesi üzerine, keyfiyet hukuk kısmı İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunda incelenip görüşüldü:

Daire kararları arasında, istihdam edilen Borçlar Kanunun 47. maddesi gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulabilmesi için bu hükmün uygulama şartlarında, özellikle müstahdemin ağır kusurunun aranıp aranmaması konusunda ve zarar görenin olaya birlikte sebebiyet verme nispetinin tazminat istenemeyeceği gibi, aynı kanunun 47. maddesinin de ancak fail hakkında uygulanabilip, istihdam edene bu madde gereğince manevi tazminat yükletilemeyeceği düşüncesi ileri sürülmüştür.

Borçlar Kanununun 47. maddesi, haksız eylemden doğan ölüm veya cismani zarar olaylarında, mesnedi ister kendi hareketi, isterse başkasının hareketi olsun bütün maddi sorumluluk hallerinde uygulanabilecek bir hüküm olduğu için bu düşünce, üç muhalif oya karşı büyük çoğunluk tarafından kabule değer görülmemiştir.

II-Filhakika sözü geçen 47. madde gereğince, hakim hususi halleri nazara alarak cismani zarara duçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.

Görüşmeler sırasında beyan edilen bir fikre göre, 47. madde kusura dayanan bir sorumluluk vazeden 41. maddeden sonra gelen maddeler arasında yer aldığından ve kusursuz sorumluluk hallerini derpiş eden 55,56 ve 58. maddeler meyanında bulunmadığından kanundaki yeri itibariyle kusura istinat eden bir hüküm olduğu gibi, madde metnindeki “hususi haler” içinde nazara alınması gereken 1. amilin de kusur olduğu tabi bulunduğundan 47. madde mucibince manevi tazminata hükmedebilmek için tazminatın miktarına tesir edebileceğini ileri sürmüşlerdir.

Görüşmelere katılanların çoğunluğu bu düşünceye iştirak etmemiş ve istihdam edenin 47. madde gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulacağı kabul edildiği için, bu maddenin uygulama şartları üzerinde durulmuş ve 47. maddenin kusura veya kusursuzluğa dayanan bir hüküm olmadığı sonucuna varılmıştır.

a) İşviçre Borçlar Kanunun 1881 tarihli metninde, hususi hal ve şartlar olarak kasıt ve ağır ihmal zikredilmişti. 1911 yılındaki tadilde “Kasıt ve ağır ihmal” tabirleri, 47. madde metnine alınmayarak çıkarılmıştır. (Becker, 41. madde şerhi, No. 5; Oser – Sehünenberger, 47. madde şerhi, No. 1.). Bu maddeye tekabül eden eski, 54. maddenin mer’i olduğu zamanda dahi, uygulamada kasıt ve ağır ihmal bir misal olarak telakki edilmiş ve bundan dolayı manevi tazminata hükmedilmesi, hafif kusur hallerinde bile imkan dahiline girmişti. (Becker, M. 47, No. 5).

b) Esasen isabetli bir neticeye vasıl olabilmek için 47. madde metni incelenirce, bu hükmün uygulama şartları arasında kusurun da bulunduğunu gösteren herhangi bir ibareye tesadüf edilmez. İsviçre metnine göre, bir kimsenin öldürülmesinde veya cismani zarara uğratılmasında hakim, özel hal ve şartları takdir ederek, mutazarrına veya öldürülenin yakınlarına uygun bir paranın manevi tazminat olarak ödenmesine hükmedebilir (Oser- Schönenberger, Recai Seçkin Tercümesi; Becker Kemal Reisoğlu Tercümesi).

Metindeki “özel hal ve şartlar”dan maksat, kendine mahsus yani olaya has hal ve şartlar, bir başka olayın özellikleri-hususiyetleri-dir.

c) Her ne kadar görüşmelerde azınlıkta kalan noktai nazara mesnet yapılan V. Turh’un Borçlar Hukuku adlı eserinin Türkçe tercümesinde “Kusurun fevkalade ağır bulunması halinde, iş sahibi manevi zarar namiyle bir tazminat ödemeye de mahkum edilebilir” denmekte ise de (C. Edege Tercümesi, Sah. 422-423), V. Tuhr- Siegwart. ikinci bası Almanca metninde bu cümle, “kusurun özel ağırlığı istihdam edeni 49. madde göreğince manevi tazminatla sorumlu kılabilir” şeklinde ifade edilmiş bulunmakta (Sah. 382-383) ve aynı eserin manevi tazminat başlıklı paragrafında da “bir manevi tazminat hakkı 49. maddedeki genel hükme göre, kanun başka türlü düzenlenmemişse (Not 4 a: mesela, 47. maddede böyledir. Federal Mahkeme bu hükmünden, kusur olmadan bir ölüm veya cismani zarardan sorumlu olana, manevi tazminat tahmil edilmesinin gayri mümkün olmadığı sonucunu çıkarıyor) yalnız zararın ve kusurun özel ağırlığı haklı kılarsa husul bulur” denmektedir. (sah.117).

İsviçre’de yayınlanmış eserlerden Oser-Schünenbegerin Borçlar Hukukunda “ölümün veya cismani zararın vukuunda kusuru bulunan, 47. madde gereğince manevi tazminatla sorumludur, fakat kusur nazara alınmaksızın bir eylemin sonucunu tekabbül etmeye mecbur olan dahi, manevi tazminatla müvekelleftir, zira zararın tazminine ilişkin hükümler burada da kıyasen uygulama yeri bulur. Şüphesiz kusurun bulunmadığı durumlarda hakimin takdir hakkı, ancak özel hal ve şartlar altında manevi tazminata hükmedilmesine imkan verir” (madde 47, No. 10) dendiği gibi, H. Becker dahi Borçlar Hukuku adlı eserinde 47. maddeye konu olan manevi tazminatın şartlarını anlatırken, “adam öldürmenin veya cismani zararın kusurlu surette yapılmış olmasının şart olmadığını” (madde 47, No. 2), tebarüz ettirmiştir.

47. maddeye dayanan manevi tazminat için kusurun şart olmadığı artık İsviçre Federal Mahkemesinin kararlarında da kabul edilmektedir. (Karl Oftinger, İsviçre Sorumluluk Hukuku, 1. cilt, 1958, sahife 262)

ç) 47. madde gereğince manevi tazminata hükmedebilmek için kusurun aranması, bu hükmün uygulanacağı maddi tazminat sorumluluğunun bütün halleri ile de kabili telif değildir.

Her ne kadar harsız eylemlerde kusur sorumluluğunun temelini teşkil eden 41. madde hükmü için böyle bir durum meydana gelmez ise de, temyiz kudreti bulunmayan şahısların sorumluluğu (madde 54), istihdam edenin sorumluluğu (madde 55), hayvanlar için sorumluluk (madde 56), eser malikinin sorumluluğu (madde 58), hatta aile başkanının sorumluluğu (Medeni K. madde 320) gibi kusur aranmayan sorumluluk hallerinde, maddi tazminata hükmedebilmek için kusur şart olmadığı gibi, bu durumlarda ölüm veya cismani zarar vuku bulmuşsa ayrıca 47. maddeye müsteniden manevi tazminat istenebilmesi için de yine kusurun mevcudiyeti şart değildir.

Bu konuda şu cihete de işaret etmek gerekir ki, mesela ilkokula giden çocuğu bir nakliyat şirketinin kamyonunun ezmesi sebebiyle veya küçük bebeği başkasının köpeğinin ısırması sonucu ölen yahut da türlü meşakkatlerle yetiştirdiği genç evladı yolu kenarındaki binanın çökerek altında kaldığı için aynı akıbete maruz kalan ana ve baba lehine, Borçlar Kanununun 45. maddesinin 2. fıkrasına göre aynı kanunun sırasiyle 55,56 ve 58, maddesi gereğince maddi tazminata hükmedebilmek için kusur şart tutulmadığı halde, manevi tazminatta kusurun aranması, normal hayat münasebetlerine ve itiyatlara da aykırı düşer.

47. madde, şartları tahakkuk ettiği takdirde, yalnız yukarıda sözü edilen sorumluluk hallerinde değil, özel kanunların sorumluluk yükleyen hükümlerinin uygulandığı yani maddi tazminata hükmedilen bütün hallerde ve bunların yanı başında tatbik yeri bulur (Becker, 47. madde şerhi No. 2; Oftinger, a.g.e. Sh. 262) Bu arada Karayolları Trafik Kanunu zikredilebilir.

d) Borçlar Kanunun (haksız eylemlerden doğan borçlar) kısmında maddi tazminat sorumluluğuna mesnet teşkil eden 41,54,55,56 ve 58. madelere mukabil manevi tazminat talebi hakkını veren 47. maddeden başka bir de 49. maddenin bulunduğu malumdur.

49. Maddeye göre, şahsi menfaatleri ihlal edilen kimse, kusurun mevcudiyeti halinde zararın tazminini; ihlalin ve kusurun özel ağırlığını haklı kılarsa, manevi tazminat olarak bir para miktarının ödenmesini isteyebilir. Hakim bu ödemenin yerine veya onun yanı başında, manevi tazminatın diger bir nevine de karar verebilir.

Demek oluyor ki, 49. madde mucibince maddi tazminat için kusurun mevcudiyeti manevi tazminat için de kusurun bilhassa ağır olması, şarttır.

47. maddede kusur şartının aranmaması, 49. maddenin şahsi menfaatlere, 47. maddenin ise hayata ve vücut bütünlüğüne ilişkin bulunmasının meydana getirdiği sonuçlara da uygun düşer.

47. madde, 41-53. maddelere tanzim edilen genel kurallar arasında yer almıştır. Bu itibarla, 47. maddenin tanzim tekniği bakımından kanunda işgal ettiği yer, bu madde hükmünün unsurları arasına kusuru da ithal etmeğe, hem kifayet etmez hem de elverişli değildir.

III-Borçlar Kanunun 47. maddesi gereğince manevi tazminata hükmolunabilmesi için, bu maddenin metninden doğan özel şartlarla birlikte hatta daha önce genel şartların yani olayda maddi tazminata hümedebilmenin tabi bulunduğu şartların tahakkuk etmiş olması lazımdır.

a) Genel şartlar, kusur unsuru istisna edilirse, kusur sorumluluğu ile kusura dayanmayan sebebiyet (illiyet) sorumluluğunun bütün hallerinde aynıdır.

Bunlar, 1) bir eylem (yahut imtina), 2) bir zarar, 3) zarar ile eylem arasında iliyet bağı, 4) eylemin hukuka aykırı olmasından ibarettir (H. Becker, m. 41 şerhi, No. 1; Schönenberger, m. 41 şerhi, No. 2)

Bu şartlardan en önemlisi, zarar ile eylem arasındaki illiyet bağıdır. Eğer olayda böyle bir illiyet bağı yoksa, sorumluluk da yok demektir.

Genel şartların sorumlulğun nevine göre bazı özellikler arz edeceği tabiidir. İçtihadın birleştirilmesine konu olan istihdam edenin 47 inci madde gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulabilmesi için, 55 inci maddeye dayanan sorumluluğunun tahakkuk etmesi icap eder. Mamafih ölenin yakınları veya cismani zarara uğrayan, maddi ve manevi tazminatı birlikte dava edebilecekleri gibi, yalnız manevi tazminata hükmedilmesini de isteyebilirler. Her iki halde 55 inci maddeden doğan genel şartların yani önce bunlardan müspet şartların gerçekleşmesi, ondan sonra da menfi şartların tahakkuku, bir başka deyişle istihdam edenin ikame ettiği kurtuluş beyyinesinin amcına ulaşmaması lazımdır (K. Oftinger, a.g.e., clit: 2/1, 1960, Sah. 142-177; K. Reisoğlu, İstihdam Edenlerin Mesuliyeti, 1985, Sah. 30-59).

b) Borçlar Kanunun 47 inci maddesinden doğan özel şartlara gelince; bunlar, başlıca üç grupta toplanabilir :

1) Bir kimse ölmüş veya cismani zarara uğramış olmalıdır.

2) Davayı ölenin yakınları veya cismani zarar uğrayan kimse açmalıdır.

3) Özel hal ve şartlar, manevi tazminat hükmedilmesi gerektirmelidir.

Bu şartlardan sonucusu, içtihadı birleştirmenin esas konusunu teşkil etmektedir. Her ne kadar Kanunumuzda, İsviçre metninden farklı olarak hakimin manevi tazminata adelete tevfikan hükmedeceği yazılı ise de, hakim esasen özel hal ve şartları takdir ederken Medeni Kanunun 4 üncü maddesi mucibince hak ve nasafet kurallarına tabi olacağına göre, bu hükmü 4 üncü maddeyi teyit edici olarak telakki etmek gerekir.

Özel hal ve şartlar, her olaya göre değişir. Esasen maksat, yukarıda da açıklandığı gibi, olaya has hal ve şartlar, yani olayın özellikleridir.

Bu özelliklerin başında, manevi zararın önemli olması gelir. Eli çizilen bir kimseye cismani zarara uğradı diye kural olarak manevi tazminat hükmedilmesi icap etmez. Demek ki, cismani zarara uğruyan kimsede veya ölenin yakınlarında önemli bir manevi zarar (elem, ızdırap) husule gelmeli, yani gerçekten manevi bir tatmin ihtiyacı doğmuş bulunmalıdır. Ölüm vukubulmuşsa, sağlığında ölen ile davacı arasındaki münasebetin mahiyeti ve derecesi bu hususun takdirinde büyük rol oynar.

Bundan başka olayın oluş şekli, nazara alınır. Feci bir olay ile normal şartlar altında meydana gelmiş olan olay bir tutulamaz.

Nihayet ilgilerin yani failin, olaydan başka sorumlu varsa onun, mesela istihdam edenin, ölenin, davacıların içtimai vekilerinin, tahsil ve iktisadi durumlarının göz önünde tutulması lazımdır.

Kısacası kanun vazıı, her olayda meydana çıkan ihtiyacı karşılayan kesin bir kural koymaktaki zorluğu düşünerek, 47 inci madde metnini kasten elastiki bir şekilde formüle etmiş ve manevi tazminat hükmedilmesini gerekli kılan hal ve şartları, hakimin takdirine bırakmıştır. (K. Oftinger, a.g.e., Cilt: 1, Sh. 265). Tabiatıyla bu takdirde, bir yanılma durumu olmamalıdır.

Eğer olayda failin veya onun hareketinden sorumlu olan şahsın, mesela istihdam edenin kusuru varsa, bu kusurun veya cismani zarara uğrayan yahut da ölen, zarara birlikte sebebiyet vermişse, sebebiyet verme nispetlerinin veya karşılıklı kusurlarının manevi tazminat hükmedilmesinde ve miktarında nazara alınması icap eder. Mücerret müterafik kusur veya birlikte sebebiyet verme durumu, manevi tazminat hüküm edilmesine engel değildir; ancak, müterafik kusur veya birlikte sebebiyet verme nispeti, manevi tazminat hükmedilmesini haksız ve yersiz kılacak derecede ağır ve büyük olursa, hakim manevi tazminataa hükmetmeyebilir. (H. Becker, m. 47, No 2; Oser- Schönenberger, m. 47, No. 12; v. Tuhr Siegwart, Cilt: 1, Sh. 117, Not: 46; K. Oftinger, Cilt: 1, Sh 269).

İsviçreli Hukukçulardan H. Becker (1942, madde 47, No. 8) ve K. Oftinger’in (1985 cilt: 1, Sh. 269) eserlerinde işaret ettikleri gibi hakim manevi tazminata hükmederken para değerini de düşünmelidir. Hükmettiği meblağ, bir sadaka niteliği taşımamalı, kısmen de olsa bir manevi tatmin fonksiyonu ifa etmelidir. Mamarif diğer tarafın müzayaka haline düşmesine, onun mahvına da meydan vermemelidir.

Esasen manevi tazminat, ne bir ceza, ne de gerçek manasında bir tazminattır. Ceza değildir; çünkü, davacının menfaati düşünülmeksizin, sorumlu olana hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük değildir. Mamelek hukukuna ilişkin bir zararın karşılanması amaç edinmediği için de , gerçek manasında bir tazminat, mağdurda veya zarara uğrayanda bir huzur hissi, bir tatmin duygusu tevlit etmelidir (H. Becker, m. 47, No. 1).

Hakimin manevi tazminat miktarını tayin ederken, Borçlar kanununu 43 ve 44 üncü maddelerindeki kuralları, “özel hal ve şartları” takdir ederken kıyasen uygulaması, kusursuz sorumluluk hallerinde ve olayda kusur bulunmadığı takdirde, kusurun dışında kalan amilleri, alelıtlak kusurun mevcudiyeti halinde ise kusur da dahil bütün faktörleri takdirine mesnet yapması gerekir (Oser-Schönenberger, m. 47, No. 12; Oftinger, a.g.e., Cilt: 1, Sh. 269).

KARAR :

İstihdam edenin Borçlar Kanununun 47 inci maddesi gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulabilmesi için ne kendisininin, ne de müstahdeminin kusurunun şart olmadığına, hakimin sebebiyet (illiyet) münasebeti bulunmak kaydıyla özel hal ve şartları takdir ederek manevi tazminata hükmedebileceğine, varsa müstahdemin veya istihdam edenin yahut her ikisinin kusurunun ve ölenin veya cismani zarara uğrayanın birlikte sebebiyet verme nispetinin yahut müterafik kusurunun özel hal ve şartlar içinde takdir edilmesi gerektiğine, ilk toplantıda üçte iki çoğunluk sağlanamadığından ikinci toplantıda mevcudun yarısını geçen çoğunlukla ve 26/6/1966 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY

N.Tüzünkan, Ş.Arınç, H.Günçel, K.Terzioğlu, N.A.Ozanalp, D.Turhan, N.Renda, E.Şener, M.R.Kayganacıoğlu:

Kusur şarttır.

Z.Dokumacı :

BK.nun 55. maddesinin 47. maddesi ile birlikte incelenmesi, ona göre işlem yapılması reyindeyim.

N.O.Akçakayalıoğlu :

Adamın kusurundan dolayı dahi olsa istihdam eden tazminatla sorumlu değildir.

M.Zafir :

Müstahdemin ağır ve galip kusuru şarttır.”

Aşağıdaki Çalışmalar İlginizi Çekebilir

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

İkamet İzninin Uzatılması

İkamet İzninin Uzatılması

İkamet İzninin Uzatılması – İzmir Avukat

İkamet izni, ülkelere göre belirlenen vize süresinden daha fazla Türkiye’de kalacak olan yabancı için yabancının İl Göç İdare’sinden alması gereken ve Türkiye’de kalabileceği süreyi belirleyen hukuki belgedir. İkamet izni ile ilgili kanuni düzenlemeler, Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ve 5683 Sayılı Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri ile İlgili Kanun’da yer bulmuştur.

İkamet izninden muaf yabancı uyruklu kişiler hariç olmak üzere yabancı uyruklu kişilerin vize sürelerini kapsamayan sürelerde Türkiye’de bulunma gereklilikleri için ikamet izni almaları zorunludur. İkamet izninin uzatılması, uluslararası hukukun bir getirisi olarak karşımıza çıkar. Bu getiri, aynı zamanda kamu sağlığını ve düzenini korumak, ortaya çıkabilecek olumsuz durumları engellemek ve ülkede ikamet eden yabancıları tespit ve kontrol edebilmek için ülke çıkarları adına önem arz eder.

Türkiye’de bulunma gerekliliklerine göre ikamet izin türleri şunlardır: Kısa dönem, uzun dönem, aile, öğrenci, insan ticaret mağduru, insani ikamet izni. Bu türlerden hangisinin yabancı uyruklu kişi için uygun olduğunun belirlenmesi ile birlikte oturma izni başvuru yapılabilir.

İkamet İzninin Uzatılması Başvuru Şekli

İkamet izninin uzatılması ise ülkemizde çeşitli gerekçeler ile ikamet eden kişilerin Türkiye Göç İdaresi’nin talep ettiği birtakım belgeleri hazırlayarak başvuruda bulunması ile gerçekleşir. Kişinin ilk olarak e-ikamet sistemine girmesi ve buradan bir online başvuruda bulunması gerekmektedir. Ardından ise talep edilen belgelerin hazırlanması şarttır. İkamet edilen ildeki Göç İdaresi Müdürlüğü’ne başvuru, posta yoluyla gerçekleştirilmelidir. Bunun için 5 iş günü süre mevcuttur. İkamet izni uzatma işlemleri bu kurallara göre yapılmaktadır. Bir başka anlatımla ikamet izninin uzatılmasını talep eden kişi kendisi veya vekili aracılığı ile öncelikle online başvuru sistemi üzerinden ‘’ikamet iznini uzatmak istiyorum’’ seçeneğine tıklayarak başvuru formunu doldurmalı ve istenen tüm bilgileri online sisteme girmelidir. Akabinde başvuru formu ve belgelerin tümü İkamet edilen ildeki Göç İdaresi Müdürlüğü’ne posta yolu ile gönderilmelidir.

Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün resmi web sitesi üzerinden e-ikamet sistemi üzerinden ikamet izninin uzatılması başvurusu yapabilirsiniz. Başvurunuzu yaparken resmi siteden başvuru yaptığınıza dikkat ediniz. İkamet izni başvuruları sonuçlanma süresi kanunen 90 gündür. Bu sürenin uzaması durumunda bilgilendirme yapılmaktadır. İkamet izni sürenizin bitmesine son 60 gün kala uzatma başvurusu yapabilirsiniz. Her durumunda ikamet izninizin süresi bitmeden uzatma başvurusu yapmalısınız.

Kısa dönem ikamet izinlerinde ikamet izni türüne göre evraklar değişebilmektedir. Tüm ikamet türlerine göre ortak istene belli başlı belgeler aşağıdaki şekildedir. Aşağıda belirtilen belge ve evraklar dışında istenen ikamet izni türüne göre evraklar artabilmektedir.

İstenen Ortak Belgeler

  1. İkamet İzni Başvuru Formu (Yabancı ve/veya yasal temsilcisi tarafından imzalanmalıdır.)
  2. Pasaport veya pasaport yerine geçen belgenin fotokopisi (Kimlik bilgileri ve fotoğrafın bulunduğu sayfa ile giriş-çıkış ve vize bilgilerini gösterir işlem gören sayfalar)
  3. Dört (4) adet biometrik fotoğraf (Son 6 ay içinde çekilmiş, fonu beyaz ve biometrik olmalıdır.)
  4. Kalınacak sürede yeterli ve düzenli maddi imkâna sahip olunduğuna dair beyan
  5. İkamet harcı ve kart bedelinin ödendiğini gösterir belgeler/makbuzlar
  6. Geçerli sağlık sigortası
  7. Adres Kayıt Sistemine kayıtlı olduğunu gösteren belge
  8. Kalınacak Yeri Gösterir Belge

Başvuru yaparken veya gerekli belgeler konusunda hata yapmamak için mutlaka uzman bir avukat ile çalışılması önerilir. Aksi halde süreç, başvurunuzun reddi ve vize sürenizin sona ermesi ile sonuçlanırsa deport olma ihtimali oldukça yüksektir. Bu durumda hem deportun kaldırılması hem de yeniden başvuru için birçok işlem, zaman ve maliyet söz konusu olacaktır.

Başvuru Reddedilirse Ne Yapılması Gerekir?

İkamet izni talebinin reddi, iznin uzatılmaması veya iptali, yabancıya ya da yasal temsilcisine veya avukatına tebliğ edilir. Tebligatta, yabancının karara karşı itiraz haklarını etkin şekilde nasıl kullanabileceği ve bu süreçteki diğer yasal hak ve yükümlülükleri de yer alır. Ayrıca ikamet izni başvurusunun reddedilmesi halinde 6 ay içerisinde aynı kalış amacıyla başvuru yapılamamaktadır. Yasal süreniz devam etmekteyse farklı bir kalış amacıyla başvuruda bulunabilirsiniz. Yabancıların sınır dışı edilmesine ilişkin detaylı yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Yatırım Süreçlerinde Kitle Fonlama

Yatırım Süreçlerinde Kitle Fonlama

Yatırım Süreçlerinde Kitle Fonlama – İzmir Avukat

27 Ekim 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Kitle Fonlaması Tebliği (“Tebliğ”) ile yasal mevzuatımıza giren kitle fonlama süreci hızlı bir şekilde dünyada yaygınlık kazanan yeni nesli bir sermaye elde etme çeşididir. Tebliğ kapsamında kitle fonlaması, projenin ihtiyaç duyduğu fonu sağlamak amacıyla Kurul tarafından belirlenen esaslar dâhilinde Kanunun yatırımcı tazminine ilişkin hükümlerine tabi olmaksızın platformlar aracılığıyla halktan para toplanması olarak tanımlanmıştır.

Kitle Fonlama Çeşitleri Nelerdir?

Sıklıkla dört faklı sınıfta incelenmekte olan kitlesel fonlama; ödül bazlı, bağış bazlı, hisse bazlı ve borç bazlı olarak 4 farklı kategoriye ayrılır. Tebliğ ile ülkemizde borçlanmaya dayalı kitle fonlaması ve paya dayalı kitle fonlaması düzenlenmiştir.

Borçlanmaya dayalı kitle fonlaması, kitle fonlaması borçlanma aracı karşılığında platformlar aracılığıyla halktan para toplanmasını; paya dayalı kitle fonlaması ise pay karşılığında platformlar aracılığıyla halktan para toplanmasını ifade etmektedir. Bu çalışmamız kapsamında da bu iki kitle fonlama çeşidi üzerinde durulacaktır.

Kitle Fonlama Platformu Nedir?

Yasal mevzuat kapsamında kitle fonlama süreçerinin yürütülebilmesi için kurulacak şirketlere bir takım sınırlama ve yükümlülükler getirilmiştir. Paya ve/veya borçlanmaya dayalı kitle fonlamasına aracılık eden ve elektronik ortamda hizmet veren kuruluşlar Tebliğ ile “Platform” olarak adlandırılmaktadır.

Platformlar kanun gereği münhasıran paya ve/veya borçlanmaya dayalı kitle fonlaması faaliyetini yürütebilecekleri düzenlenmiştir. Bu süçerler çerçevesinde Platformların aşağıda belirtili faaliyetleri ise saklı tutulmuştur:

  • a) Bu faaliyetin yürütülmesi esnasında girişimciye, girişim şirketine ve fonlanan şirkete yönelik danışmanlık hizmeti vermesi,
  • b) Girişim sermayesi yatırım fonu kurmak üzere Kuruldan faaliyet izni alan portföy yönetim şirketleri ile Bireysel Katılım Sermayesi Hakkında Yönetmelik uyarınca akredite edilmiş ve anonim ortaklık olarak kurulmuş bireysel katılım yatırımcısı ağlarına iştirak etmeleri,
  • c) Her bir kampanya için hedeflenen fon miktarının azami %20’sine kadar olacak şekilde, kampanyalara toplamda özkaynaklarının azami %50’sine kadar fon sağlamaları,
    bu fıkraya aykırılık teşkil etmez.

Kitle Fonlama Platformu’nun Gerçekleştiremeyerceği Faaliyetler

Tebliğ çerçevesinde Platformlar;

  • Faiz veya her ne ad altında olursa olsun bir ivaz karşılığı veya rehin almak suretiyle kredi veya ödünç para verme işlerine aracılık edemezler ve pay dışında herhangi bir sermaye piyasası aracı karşılığında kitle fonlaması faaliyeti yürütemezler.
  • Platformlar, gayrimenkul ve gayrimenkule dayalı hakların alım satımı ve gayrimenkul projelerinin geliştirilmesi ile diğer şirketlere yatırım yapılması amaçlı projelere ilişkin kitle fonlaması faaliyeti yürütemezler.
  • Platformlar yurt dışında yerleşik gerçek ve tüzel kişilere yönelik Türkiye’de yerleşik kişilerden fon toplanması amacıyla pkitle fonlaması faaliyeti yürütemezler.
  • Platformlar projelere ilişkin yatırımcılara yönelik olarak yatırım tavsiyesi niteliğindeki değerlendirme, analiz ve yorumlarda bulunamazlar.
  • Platformlar, kampanya süreci tamamlanmamış projeleri tanıtmaya yönelik basılı ya da elektronik ortamda paylaşılan tanıtıcı bilgiler ile platforma veya kampanya sayfasına yönlendirme yapan tanıtımlar hariç olmak üzere kampanyası yürütülen projelere ait ticari ürün ve/veya hizmetlerin reklamlarını yayımlayamazlar.
  • Platformlar;
    a) Kendilerinin kitle fonlaması yoluyla fonlanmasına yönelik,
    b) Kendilerine ait projelerin veya sermayelerinin %20 veya daha fazlasını temsil eden paylarına veya oy haklarına, yönetim kurulunda temsil edilme hakkı veren imtiyazlı paylarına sahip oldukları girişim şirketlerine veya tüzel kişi girişimcilere ait projelerin kitle fonlaması yoluyla fonlanmasına yönelik,
    c) Ortakları, yönetim kurulu ve yatırım komitesi üyeleri ile bu kişilerin eşlerinin, alt ve üst soylarının tek başlarına veya birlikte sermayesinin  %20 veya daha fazlasını temsil eden paylarına veya oy haklarına, yönetim kurulunda temsil edilme hakkı veren imtiyazlı paylarına sahip oldukları girişim şirketlerinin veya tüzel kişi girişimcilerin veya bu kişilere ait projelerin kitle fonlaması yoluyla fonlanmasına yönelik,
    kampanya yürütemezler.
  • Geniş yetkili aracı kurumlar hariç platformlar paya veya borçlanma aracına  ilişkin olarak ikincil piyasa işlemlerine aracılık edemezler. Platformların internet siteleri üzerinden üyelerin kendi aralarında iletişim kurmalarına imkan tanınması bu hükme aykırılık teşkil etmez.

Paya Dayalı Kitle Fonlamasında Yatırım Sınırları Nelerdir?

Kurulun, girişim sermayesi yatırım ortaklıklarına ilişkin düzenlemelerinde tanımlanan nitelikli yatırımcı olmayan gerçek kişiler, bir takvim yılı içinde paya dayalı kitle fonlaması yoluyla azami 50.000 Türk Lirası yatırım yapabilir. Ancak bu sınır 200.000 Türk Lirasını aşmamak kaydıyla, yatırımcının platforma beyan ettiği yıllık net gelirinin %10’u olarak uygulanabilir.

Borca Dayalı Kitle Fonlamasında Yatırım Sınırları Nelerdir?

Kurulun, girişim sermayesi yatırım ortaklıklarına ilişkin düzenlemelerinde tanımlanan nitelikli yatırımcı olmayan gerçek kişiler, bir takvim yılı içinde borçlanmaya dayalı kitle fonlaması yoluyla azami 50.000 Türk Lirası yatırım yapabilir. Ancak bu sınır 200.000 Türk Lirasını aşmamak kaydıyla, yatırımcının platforma beyan ettiği yıllık net gelirinin %10’u olarak uygulanabilir. Nitelikli yatırımcı olmayan gerçek kişiler, borçlanmaya dayalı kitle fonlaması yoluyla bir projeye azami 20.000 Türk Lirası yatırım yapabilir.

Girişim Şirketlerinin Sahip Olması Gereken Özellikler Nelerdir?

Paya ve/veya borçlanmaya dayalı kitle fonlaması yoluyla fon toplayacak girişim şirketlerinin;

  1. Teknoloji faaliyeti ve/veya üretim faaliyetinde bulunmaları,
  2. Tabi oldukları mevzuat uyarınca hazırlayacakları en son yıllık ve varsa son güncel ara dönem finansal tablolarında, Ortaklıkların Kanun Kapsamından Çıkarılması ve Paylarının Borsada İşlem Görmesi Zorunluluğuna İlişkin Esaslar Tebliği (II-16.1)’nin 8 inci maddesinde finansal tablo kalemleri için öngörülen eşikleri aşmamaları,
  3. Düzenli olarak takip ve kontrol edilen tescil edilmiş internet sitelerinin bulunması, zorunludur.

Paya Dayalı Hisse Fonlaması Yapamayacak Şirketler

Halka açık ortaklıklar, Halka açık ortaklıklar ile sermaye piyasası kurumlarının, önemli etkiye sahip ortak konumunda bulunduğu şirketler.

Borçlanmaya Dayalı Hisse Fonlaması Yapamayacak Şirketler

Halka açık ortaklıklar, Platforma başvuru tarihi itibarıyla itfa edilmemiş borçlanma aracı bulunan ihraççılar, Halka açık ortaklıklar ve sermaye piyasası kurumları ile platforma başvuru tarihi itibarıyla itfa edilmemiş borçlanma aracı bulunan ihraççıların önemli etkiye sahip ortak konumunda bulunduğu şirketler.

Girişim Şirketi Tarafından Kampanya Yürütülebilmesi İçin Gerekli Şartlar

  1. Girişim şirketinin fonlanması talep edilen proje dışında herhangi bir faaliyetinin bulunmaması,
  2. Girişim şirketinin kampanya süresi sonunda oluşacak ortaklık yapısına bilgi formunda açıkça yer verilmesi,
  3. Girişim şirketinin kampanya sürecinin sona ermesini müteakip, fonlanması talep edilen proje dışında başka bir faaliyete geçmesinin TTK’nın 421 inci maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen nisaplar ile alınacak genel kurul kararıyla mümkün olabileceğine dair esas sözleşmesinde hüküm bulunması,
  4. Girişim şirketinin bilgi formunda yer verilen en son tarihli finansal tablolarında, Kurulun ilgili düzenlemelerinde tanımlanan ilişkili taraflarından olan ticari olmayan alacaklarının tüm alacaklar toplamına olan oranının %20’yi veya aktif toplamına olan oranının %10’u geçmemesi,
  5. Girişim şirketinin bilgi formunda yer verilen en son tarihli finansal tablolarında, Kurulun ilgili düzenlemelerinde tanımlanan ilişkili taraflarına olan ticari olmayan borçlarının tüm borçlar toplamına olan oranının %20’yi ve teknoloji faaliyeti ve/veya üretim faaliyetinden kaynaklanmayan finansal borçlar tutarının, aktif toplamının %10’unu geçmemesi,
    gerekmektedir. Borçlanmaya dayalı kitle fonlaması yoluyla fon toplayacak girişim şirketleri için 4 ve 5. maddelerdeki şartların sağlanmış olması yeterlidir.

Girişim Şirketi’nin Anonim Şirket Olması veya Tür Değişikliği İle Anonim Şirkete Çevrilmesi

Toplanan fonların aktarılmasından önce girişimci tarafından yeni bir anonim şirketin kurulmuş, limited şirket türündeki girişim şirketleri için anonim şirkete dönüşümün tamamlanarak ticaret siciline tescil ettirilmiş olması ve bu fonların yalnızca sermaye artırımı suretiyle çıkarılacak paylar karşılığında fonlanan şirkete aktarılması zorunludur.

Girişim Şirketi İle Platform Arasında Akdedilecek Kitle Fonlaması Sözleşmesinin Asgari Unsurları

  1. Sözleşmenin tarafların tanıtıcı bilgiler.
  2. Tarafları temsile yetkili kişiler.
  3. Sözleşmenin tarihi ve geçerlilik süresi.
  4. Sözleşmenin konusu ve amacı.
  5. Projenin kapsamı ve amacı.
  6. Varsa ek satış dahil hedeflenen fon tutarı.
  7. Kampanya sürecinde uygulanacak prosedürler.
  8. Çıkarılacak paylar ile bu payların tahsisat ve dağıtım esasları.
  9. Sözleşmenin taraflarının hak ve yükümlülükleri.
  10. Alınacak ücret, komisyon ya da diğer menfaatler.
  11. Sözleşme taraflarının birbirine bilgi verme esasları.
  12. Sözleşme şartlarının değiştirilmesine ilişkin esaslar.
  13. Sözleşmenin feshine ilişkin hükümler.
  14. Uyuşmazlık halinde başvurulacak yargı mercii veya ulusal tahkim merkezi.

Kitle Fonlama Kampanya Süreci

Kampanya süresi, yatırım komitesi tarafından onaylanmış bilgi formunun kampanya sayfasında yayımlandığı tarihte başlar ve bu süre altmış günü geçemez. Platform üyeleri tarafından kampanya süresi boyunca ilgili projeye yönelik fon sağlama talepleri platforma iletilir.

Yatırımcılar tarafından fon sağlamaya ilişkin ödeme emrinin verildiği andan itibaren 48 saat içinde cayma hakkına yönelik bildirimin platforma iletilmesi suretiyle hiçbir sebep gösterilmeksizin cayma hakkının kullanılması mümkündür.

Kampanyanın erken sonlanması veya kampanya süresiyle birlikte cayma hakkı sürelerinin tüm yatırımcılar bakımından sona erdiği tarih itibarıyla hedeflenen fon tutarının toplanmış olması durumlarında varsa toplanan fon tutarının nemasının yatırımcılara iadesi sonrasında;

  • Kampanya süresinin sona ermesini takip eden doksan gün içinde bir anonim şirket kurulması zorunludur. Anonim şirketin kurulması ile emanet yetkilisi nezdinde platform adına açılan hesapta bloke edilen fon, fonlanan şirketin emanet yetkilisi nezdinde açılan bloke hesabına aktarılır ve en geç kuruluş işleminin ticaret siciline tescilini takip eden otuz iş günü içinde fonlanan şirket tarafından toplanan fon tutarı kadar sermaye artırımı yapılır.
  • Fon toplayan girişim şirketinin halihazırda mevcut bir anonim şirket olması durumunda, platform adına emanet yetkilisi nezdinde açılan hesapta bloke edilen fon, fonlanan şirketin emanet yetkilisi nezdinde açılan bloke hesabına aktarılır ve fonlanan şirket tarafından kampanya süresinin sona ermesini takip eden 30 iş günü içinde toplanan fon tutarı kadar sermaye artırımı yapılır.
  • Fon toplayan girişim şirketinin halihazırda mevcut bir limited şirket olması durumunda, kampanya süresinin sona ermesini takip eden doksan gün içinde anonim şirkete dönüşüm işlemlerinin tamamlanmış olması, dönüşüm öncesi bilançoda yer alan özkaynak kalemlerinin, dönüşüm sonrası ortaklığın açılış bilançosunda sermaye hesabı altında bir toplulaştırma yapılmadan, bilançoda ayrı kalemler olarak dönüşüm öncesi şirketin devamı olacak şekilde gösterilmiş olması ve söz konusu hususun tespitine ilişkin mali müşavir raporunun düzenlenmesi, toplanan fonun, anonim şirkete dönüşümü takiben fonlanan şirketin emanet yetkilisi nezdinde açılan bloke hesabına aktarılması öncesinde anılan mali müşavir raporunun kampanya sayfasında ilan edilmesi gerekir. Platform adına emanet yetkilisi nezdinde açılan hesapta bloke edilen fon, fonlanan şirketin emanet yetkilisi nezdinde açılan bloke hesabına aktarılır ve fonlanan şirket tarafından dönüşüm işlemlerinin tamamlanmasını takip eden 30 iş günü içinde toplanan fon tutarı kadar sermaye artırımı yapılır.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Trafik Kazası Görüntülerinin Toplanması

Trafik Kazası Görüntülerinin Toplanması

Trafik Kazası Görüntülerinin Toplanması – İzmir Avukat

Trafik kazasına ilişkin kaza görüntülerinin elde edilmesinin farklı yönetmeleri olabilmekle birlikte, özellikle kamera kayıtlarının belirili bir tarih sonrasında imha edildiği gözetilerek ivedilikle tamamlanması gerekiyor. Burada delil tespiti talep eden kişinin, bu delillerin elde edilmesinde hukuki bir yararının olduğunun açıkça ortaya konulması gerekiyor.

Delil Tespit İçin Görevli ve Yetkili Mahkeme

Burada kayıtları elde etmek isteyen kişilerce kazanın gerçekleştiği yer sulh hukuk mahkemesinde bir delil tespit dosyası açarak kayıtların mahkeme eli ile toplanmasını talep edilebilir.

Delil Tespit Süreci Ne Kadar Sürer?

Uygulamada genellikle bir hafta içerisinde sonuçlanmakta olan delil tespit dosyalarında sürecini daha fazla hızlandırmak için mahkemeden elden takip yetkisi alınarak bu süreç yürütülebilir.

Kamera Görüntüleri

Burada mahkemeye yapılacak tespit talebinde hangi kurumlardan kamera kayıtlarının elde edilebilmesi için olay yerini gören kameraların ve bunların ait oldukları kurumların tespiti de önem taşıyor. Kaza süreçlerinde özellikle KGYS (eski adı ile MOBESE) kayıtlarının ilgili Emniyet Müdürlüğü’nden celbi talep edilebilir.

Burada süreçlere hakim bir avukat aracılığı ile görüntü kayıtlarının elde edilmesi ileride açılması muhtemel tazminat veya ceza davalarında oldukça önem teşkil edecek ve genellikle gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlayarak davanın gidişatına yüksek oranda etki edecektir.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu
Madde 106- (1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir. (2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır. (3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.

Aşağıdaki Çalışmalar İlginizi Çekebilir

Genel Kurulda Bakanlık Temsilcisi Bulundurma Zorunluluğu

Genel Kurulda Bakanlık Temsilcisi Bulundurma Zorunluluğu

Genel Kurulda Bakanlık Temsilcisi Bulundurma Zorunluluğu – İzmir Avukat

Hangi Genel Kurul Toplantılarında Bakanlık Temsilcisi Bulundurulma Zorunluluğu Var?

Bakanlık Temsilcisi bulundurma zorunluluğu bulunan anonim şirket genel kurul toplantıları, 28.11.2012 tarihli ve 28481 Sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları İle Bu Toplantılarda Bulunacak Bakanlık Temsilcileri Hakkında Yönetmelik” Madde 32 çerçevesinde düzenlenmiştir. İlgili hüküm gereğince, aşağıda belirtmiş olduğumuz hallerde anonim şirket genel kurul toplantılarında ve bunların ertelenmesi hâlinde yapılacak ikinci toplantılarda Bakanlık Temsilcisi’nin bulunması zorunludur. Buna göre;

  1. Kuruluş ve esas sözleşme değişikliği işlemleri Bakanlık iznine tabi olan şirketlerin bütün genel kurul toplantılarında,
  2. Diğer şirketlerde ise gündeminde;
    • Sermayenin artırılması,
    • Sermayenin azaltılması,
    • Kayıtlı sermaye sistemine geçilmesi,
    • Kayıtlı sermaye tavanının artırılması,
    • Kayıtlı sermaye sisteminden çıkılması,
    • Faaliyet konusunun değiştirilmesine ilişkin esas sözleşme değişikliği ile,
    • Birleşme,
    • Bölünme,
    • Tür değişikliği konuları bulunan genel kurul toplantılarında,
  3. Genel kurula elektronik ortamda katılım sistemini uygulayan şirketlerin genel kurul toplantılarında,
  4. Yurt dışında yapılacak bütün genel kurul toplantılarında,
  5. Yurt dışında yapılacak bütün genel kurul toplantılarında
    Bakanlık temsilcisinin bulunması zorunludur.

Bunların haricinde genel kurul toplantılarında, kuruluş ve esas sözleşme değişikliği işlemleri Bakanlık iznine tabi olan şirketler hariç olmak üzere tek pay sahipli anonim şirketlerin genel kurul toplantılarında ve imtiyazlı pay sahipleri özel kurullarında Bakanlık temsilcisinin bulunması zorunlu değildir.

Bakanlık Temsilcisi Toplantıda Bulunmaz İse Ne Olur?

Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları İle Bu Toplantılarda Bulunacak Bakanlık Temsilcileri Hakkında Yönetmelik Madde 32/4 “Birinci fıkrada belirtilen toplantılar ile ikinci ve üçüncü fıkralar uyarınca Bakanlık temsilcisi görevlendirilen toplantılarda, Bakanlık temsilcisinin yokluğunda alınan kararlar geçerli değildir.”

Bakanlık Temsilcisine Nasıl Başvurulur?

Anonim Şirketlerin genel kurul toplantılarında bulundurulacak bakanlık temsilcisi talebiyle ilgili başvuru işlemleri MERSİS sistemi üzerinden “Bakanlık Temsilcisi Talebi” alanından yapılmaktadır.

Genel Kurulda Bakanlık Temsilcisi Talebi İçin İstenen Belgeler

  • Dilekçe
  • Yönetim Kurulu kararının noter onaylı bir örneği veya karar defterinin ilgili sayfasının şirket yetkililerince aslına uygunluğunun tasdik edilmiş fotokopisi.
  • Gündem
  • Bakanlık Temsilci ücretinin yatırıldığını gösterir belge.

Ticaret Hukukuna ilişkin diğer ilginizi çekebilecek çalışmalarımız;

İzmir Ticaret Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Eşten Mal Kaçırma

Eşten Mal Kaçırma

Eşten Mal Kaçırma – İzmir Avukat

Boşanma davalarında en çok karşılaşılan problemlerden bir tanesi de boşanma davası öncesinde ve boşanma davası açıldıktan sonra bir eşin diğer eşten mal kaçırması halinde ne yapılması gerektiği sorunudur. 2002 yılının Ocak ayında yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu kural olarak eşlerin evlilik birliği içinde edindikleri mal varlıkları üzerinde yarı yarıya hak sahibi olmalarını kabul eder. TMK md. 223 gereğince yasal mal rejimi devam ederken “her eş, yasal sınırları içerisinde kişisel malları ile edinilmiş mallarını yönetme, bunlardan yararlanma ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunma hakkına sahiptir”.

Eş, diğer eşin onayı olmaksızın kişisel ve edinilmiş malları üzerinde tasarruf yetkisine sahiptir, başkasına devredebilir. Ancak bu hakkın kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla kanun bazı hükümler koymuştur. TMK madde 229 gereğince aşağıda sayılı değerler katılma alacağına eklenecektir. Bunlar:

1. Eşlerden birinin mal rejiminin sona ermesinden önceki bir yıl içinde diğer eşin rızası olmadan, olağan hediyeler dışında yaptığı karşılıksız kazandırmalar,

2. Bir eşin mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devirler.

Bu tür kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme kararı, davanın kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla, kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilir. Boşanma davasının açılması ile birlikte hakim, eşlerin barınmasına ve iaşesine ilişkin kararları re’sen almak zorundadır. Ancak, uygulamada bu kural çok fazla işletilmiyor. Boşanma davası açılan eşin malvarlığı üzerine tedbir koyulmak isteniyorsa bunun için mutlaka mal varlığının tasfiyesi davası da açılmalı. Boşanma davasında istenecek maddi ve manevi tazminatlar yahut nafaka için eşin malvarlığı üzerine tedbir konulması yanlıştır. Yine mal kaçırma ihtimalinin olduğu durumlarda eş, mahkemeye başvurarak diğer eşin malları üzerindeki tasarruf hakkını kısıtlayabilme hakkına da sahiptir.

Eşten Mal Kaçırmak Suç Mudur?

Türk Ceza Kanunu’nda eşten mal kaçırma özel bir suç türü olarak düzenlenmemiştir. Dolayısıyla boşanma davasında mal kaçıran eşin cezası şudur şeklinde bir ifade doğru olmayacaktır. Ancak yine de eşin hangi yolla mal kaçırdığını irdelemek gerekir. Zira özel olarak ‘mal kaçırma’ fiili suç teşkil etmese de eşten mal kaçırma yolları arasında TCK’da suç niteliğinde yer alan fiiller olabilir. Bu fiillere şu örnekler verilebilir:

  • Taraflardan biri diğer eşten mal kaçırabilmek için karşı tarafı dolandırmış olabilir. Bu halde mal kaçıran eşin TCK 157 hükmüne göre cezalandırılması mümkün hale gelecektir. TCK m. 157 hükmüne göre; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası verilir.”
  • Eşlerden biri sahte bir vekâletname düzenleyerek diğer eş üzerindeki mal varlığı değerlerini kaçırabilir. Bu halde resmî belgede sahtecilik suçu işlenmiş olacaktır. TCK m. 204/1’e göre; “Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”
  • Eşlerden biri mallarını satmak/bağışlamak istemeyen diğer eşi bu hususa zorlamak için tehdit etmiş olabilir. TCK m. 106/1’e göre; “Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

Yukarıda örneklerle de ifade ettiğimiz üzere kendi başına TCK da düzenlenmemekle beraber eşten mal kaçırma amacının gerçekleşebilmesi için başkaca suçlar işlenmiş olabilir. Bu halde suçu işleyen eşin TCK da düzenlenen fiilden ötürü cezalandırılması mümkündür.

Boşanma Davası Sırasında Mal Kaçırmaya İlişkin Önlem

Sadece boşanma davasının açılmış olması eşten mal kaçırmayı engelleyen bir durum değildir. Bu halde ‘mal rejiminin tasfiyesi davası’ gündeme gelecektir. Mal rejiminin tasfiyesi davası boşanma kararının kesinleşmesi ile birlikte açılabilir. Ayrıca boşanma davası açıldığında mal rejimi tasfiyesi davası da açılabilir ancak bu durumda boşanma davasına bakan hakim davaları birbirinden ayırır.

Mal rejiminin tasfiyesine ilişkin dava boşanma davasının devamından ötürü bekletici mesele yapılır. Kısaca hakim boşanma davası sonuçlanıncaya kadar mal rejiminin tasfiyesine ilişkin davanın bekletilmesine karar verir. Hakim ayrıca mal paylaşımına yönelik dava için mallara ihtiyati tedbir koyabilir. Bu ihtiyati tedbirle beraber mal paylaşımı yapılıncaya kadar diğer eşin mal kaçırmasının önü kesilmiş olur.

Boşanmadan Önce 1 yıl İçinde Satılan Mallara İlişkin Önlem

Boşanma davası açılmadan 1 yıl öncesine kadar eşlerin üçüncü bir kişi lehine yaptığı olağandışı karşılıksız kazandırmalar mal rejimi tasfiyesi sırasında mevcut mallar arasında sayılıp tasfiyeye tabi olmaktadır. Zira bu olağandışı karşılıksız kazandırmalar diğer eşten mal kaçırma niyetiyle yapılmış mallardan sayılır.

Boşanmada mal kaçırmaya ilişkin bir Yargıtay kararında şu ifadeler yer almaktadır:

“…Tasfiyeye konu olan iki taşınmazın da, boşanma dava tarihinden yaklaşık 5,5 ay önce 15.11.2011 tarihinde aynı gün davalı eşin kardeşi olan diğer davalı …’ye tapuda satış yoluyla devredildiği anlaşıldığına göre, yapılan devirlerin davacının katılma alacağını azaltma amacıyla yapıldığının kabulü gerekir…” (Yargıtay 8. HD. T. 24.10.2018, E. 2016/14281 K. 2018/17838)

Yukarıda Yargıtay kararında da ifade edildiği üzere tasfiyeden 5.5 ay önce satılan mallar tasfiyeye dahil sayılmıştır.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Haczedilen Araçların Satışı

Haczedilen Araçların Satışı

Haczedilen Araçların Satışı – İzmir Avukat

İcra talebi yazılı, sözlü veya elektronik ortamda icra dairesine bildirilerek icra işlemleri başlatılır. Borcun dayanağına göre takip türleri değişmektedir. Takibin türüne göre de kanunda borçluya bazı itiraz şekilleri ve süreleri tanınmıştır.

Usulüne uygun şekilde bir icra takibi başlatılınca yasal süreler içerisinde itiraz edilmezse takip kesinleşir. Kesinleşen takibe yönelik borçlunun mal varlıkları sorgulanabilir. Bu sorgulamalarda borçlunun çalışan olup olmadığı, banka hesapları, adına kayıtlı taşınır taşınmaz mevcut olup olmadığı gibi birçok hususa ulaşılabilir. Alacağın tahsili maksadıyla borçlu adına tespit edilen haczi caiz olan mal varlıklarına haciz koyulabilir. Haciz, kural olarak kesinleşmiş bir icra takibinin konusu olan belli bir para alacağının ödenmesini sağlamak için bu yolda talepte bulunan alacaklı lehine, söz konusu alacağı karşılayacak miktar ve değerdeki borçluya ait mal ve haklara icra dairesi tarafından hukuken el konulması olarak tanımlanır.

Haczedilen araçların satışında asıl olan taşınırın borçlu elinden alınarak fiilen borçlunun tasarrufundan çıkarılmasıdır. Taşınırın tutanak altına alınarak satış zamanına kadar borçludan alınıp yediemine teslim edilmesi veya mümkün olması halinde icra müdürlüğü kasasında muhafaza altına alınmasına fiili haciz denir. Ancak bir kısım taşınırlar kendilerine mahsus sicilin tutulduğu bir sisteme kaydedilirler. Araçlar da bu kısım taşınırlardan olup haczi için fiilen borçludan alınmasına gerek yoktur. Kayıtlarının tutulduğu Trafik Sicil Müdürlüklerine haciz müzekkeresi yazılarak sistem üzerinden haciz şerhi konulmasına kaydi/kayden haciz denir.

Haczedilen araçların şerhi, taşınırın bir başkasına devrini engellemektedir. Uygulamada kayden haciz işleminden sonra çoğunlukla malın satışına gidilmeden takibe konu borç ödenmektedir. Yani mahcuzun satışına gidilmeksizin kayden haczin varlığı dahi borçlu üzerinde ciddi yaptırım gücüne sahiptir. Hatta borçlu adına kayıtlı malvarlığına herhangi bir haciz işlenmeksizin icra takibinin başlatılması dahi borcun ödenmesine etkili olduğu görülmektedir.

İcra takiplerinde amaç takibe konu alacağın tahsili ile alacaklının hakkına kavuşmasını sağlamaktır. Yukarıda izah ettiğimiz üzere kesinleşen takiplerde tespit edilen malvarlığına kayden haciz işlendiği halde borcun tahsil edilemediğine sıkça rastlanmaktadır. Yani borçlunun adına kayıtlı malvarlığı olduğu halde borcun ifa edilmediği durumlarla karşılaşılmaktadır. Bu durumda alacaklı tarafından, icra dairesine yeterli miktarda masrafın yatırılması ile araç için fiili haciz/yakalama yoluna gidilmektedir. Zira malvarlığına haciz işlendiği halde malın tasarrufu borçluda olduğundan çoğu zaman tek başına kayden haciz borçlu üzerinde caydırıcı ve borcu ifa etme hususunda teşvik edici olmamaktadır.

Alacağın tahsili amacıyla fiili haczi gerçekleştirilen araç borçlunun tasarrufundan alınarak yediemin otoparkına teslim edilmektedir. Satış talebinden sonra, haczedilen araçların satışında  satışın gerçekleşmesi neticesinde elde edilen meblağın borcu karşılaması halinde takip dosyası infaz edilmiş olacaktır. Ancak uygulamada çoğu zaman işleyiş bu kadar basit olmayabilir. Fiili hacizli araç uzun süreler yediemin otoparkında kalıp çürümeye terkedilebilmektedir. İşte bu aşamadan sonra fiilen haczedilmiş ancak satılmayan araç sorunu ortaya çıkmaktadır. Öyle ki borcun ifası amacıyla fiili olarak haczedilen araç satılmadığından hem borç tahsil edilememiş olacak hem de araç sahibi araçtan mahrum kalacaktır. Bu hali ile direkt takibin tarafları olarak alacaklı ile borçlunun maddi kaybının dışında hacizli malın atıl bırakılması ile ülke ekonomisi bakımından da zarar meydana gelecektir. Haczedilen araçların satışında aracın satılmamasına neden olan birden fazla durum olabilir. Örneğin aracın üzerinde birden fazla haciz bulunması, hacizler arasında öncelikli alacakların olması (Rehinli alacaklar, Kamu alacakları, vergi borçları gibi), sıra cetveli düzenlendiğinde kendi alacağına sıra gelmeyeceği düşüncesi, araç değerinin düşük olması sebebiyle satış masraflarını veya alacak miktarını büyük bir kısmını karşılayamayacak olması ve diğer durumlar gösterilebilir.  Bu noktada Kanun ve mevzuat gereği borçluya da bir kısım yetkiler verilmiştir. Bunlar; İİK. Madde 106 gereği borçlunun satış istemesi ve yeni düzenleme ile getirilen, borçluya satış yetkisi verilmesini (Rızai satış) verebiliriz.

Borçlunun Satış İstemesi:

Uygulamada sık karşılaşılmasa da borçlu, kendi hacizli malının veya icra takibi neticesinde paraya çevrilmesi talep edilen malının cebri icra yoluyla satışını talep edebilmektedir. İİK. Madde 106: “Alacaklı veya borçlu, hacizden itibaren bir yıl içinde haczolunan malın satışını isteyebilir.” hükmü gereğince borçlu da hacizli aracının cebren satılmasını isteyebilecektir. Yani haczedilen aracın cebri icra ile ihaleye çıkarılarak icra müdürlüğü eli ile satılmasını isteyebilecektir. İkinci bir yol ise aşağıda değineceğimiz rızai satıştır.

Borçluya satış yetkisi verilmesi (Rızai Satış):

MADDE 111/a- (Ek:24/11/2021-7343/12 md.)

Borçlu, kıymet takdirinin tebliğinden itibaren yedi gün içinde haczedilen malının rızaen satışı için kendisine yetki verilmesini talep edebilir. Kıymet takdiri yapılmadığı durumlarda borçlu da kıymet takdiri yapılmasını isteyebilir. İcra müdürü, kıymet takdirinin kesinleşmesinden sonra cebrî satış işlemlerini durdurarak borçluya on beş günlük süre verir. Borçluya verilen sürenin başlangıcından üçüncü fıkra uyarınca verilen icra mahkemesinin kararına kadar geçen sürede alacaklı bakımından satış isteme süresi işlemez.

Rızai satışta bedel, malın muhammen kıymetinin yüzde doksanına karşılık gelen miktarı ile o malla güvence altına alınan ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacakların toplamından hangisi fazla ise bu miktarı ve ayrıca bu miktara ilave olarak bu aşamaya kadar bu mahcuz için yapılan takip masrafları toplamından az olamaz.

Borçluyla anlaşan alıcının belirlenen bedeli birinci fıkra uyarınca borçluya verilen on beş günlük süre içinde dosyaya ödemesi hâlinde icra müdürü, gerekli bilgi ve belgeleri temin ettikten sonra yukarıda belirtilen şartların bulunduğunu tespit ederse satışın onayı ile malın devir ve teslim işlemlerinin yapılmasına karar verilmesi için dosyayı derhâl icra mahkemesine gönderir. Mahkeme, en geç on gün içinde yapacağı inceleme sonucunda dosya üzerinden talebin kabulüne veya reddine kesin olarak karar verir. Kabul kararıyla malın mülkiyeti alıcıya geçer ve tüm hacizler kaldırılarak devir ve teslim işlemleri gerçekleştirilir. Ret kararı verilmesi hâlinde yatırdığı bedel alıcıya iade edilir…

Görüleceği üzere yeni düzenleme ile, borçluya, cebri icra takibi esnasında haczedilen araçların satışında rızaen satış hakkı tanınmıştır. Kıymet takdiri raporunu tebliğ alan borçlu, (Kıymet takdiri raporu alınmamışsa yine talep ile yeteri miktarda masrafı yatırılarak rapor aldırılabilir) 7 gün içerisinde, icra dairesinden, malın rızaen satışı için yetki isteyebilir. Bu istek neticesinde, icra müdürü, borçluya, 15 günlük bir süre verir. Borçlu bu süre içinde aracın alacaklısı ile aracın muhammen bedelinin %90’ından az olmamak koşulu ile anlaşıp satış değerini icra dosyasına ödemesi gerekmektedir. Bedelin dosyaya yatırılmasını müteakip İcra müdürü gerekli belgeleri temin ettikten sonra satışın onayı için dosyayı derhal icra mahkemesine gönderir. Borçlunun rızaen yaptığı satış, icra hukuk mahkemesince tasdik edilmediği sürece tescil gerçekleşmeyecektir. İcra hukuk mahkemesi rızai satışa ilişkin incelemesini, 10 gün içerisinde karar bağlamakla yükümlüdür.

Aracı haczedilen ve yediemin otoparkında uzun süre bekletilen ve kullanılmadığından çürümeye terkedilen bir aracın satılmasının borçlunun da yararına bir işlem olduğu açıktır. Zira haczedilen malvarlığı değer kaybetmeden satılması ile borçlunun da pasif varlığı azalacak belki de borç miktarı katlanmadan ifa edilecektir. Kısaca değindiğimiz üzere cebri icra neticesinde haczedilen malın satışını borçluda talep edebilmekte hatta yetki alınarak bizzat satışı dahi yapılabilmektedir.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079