Mal Rejimi Türleri

Mal Rejimi Türleri
Mal Rejimi Türleri

Mal Rejimi Türleri – İzmir Avukat

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu dört çeşit mal rejimi öngörmüştür. Bunlar; edinilmiş mallara katılma rejimi, mal ayrılığı rejimi, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi ve mal ortaklığı rejimidir. Eşler mutlaka kanunda gösterilen bu dört mal rejiminden birine tabi olmak zorundadırlar.  Taraflar evlenmeden önce ve evlendikten sonra da diledikleri mal rejimini Türk Medeni Kanunu çerçevesinde seçebilmektedirler.

Edinilmiş Mallara Katılma

01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimi belirlenmiştir. Ancak taraflara diğer mal rejimi türlerinden mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı veya mal ortaklığını seçme imkânı tanınmıştır.  

Ancak, 01.01.2002 tarihinden önce gerçekleşen evlilikler için 31.12.2001 tarihine kadar “Mal Ayrılığı Rejimi” geçerli olacaktır. Bu tarihten sonra “Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi” geçerli olacaktır. 31.12.2002 tarihe kadar eşlerin üzerlerinde olan mallar, aksine sözleşme yapılmamışsa o eşin kişisel malı sayılmaktadır. Bu mallar kişisel mal olarak kabul edildiğinden mal rejimin tasfiyesi aşamasında, artık değer hesaplanmasında dikkate alınmayacaktır. Bireyler, evlilik süresince birlikte edinmiş oldukları malları, boşanma sonrasında yarı yarıya paylaşır.

Eşin Edinilmiş Malları

Çalışmanın karşılığı olan edinimler, sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler, çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, kişisel mallarının gelirleri. Eşlerin herhangi bir sözleşme seçmemesi durumunda bu rejim uygulanır.

Mal Ayrılığı

Eşlerden her birinin kanuni sınırlar içinde kendisine ait olan malvarlığı üzerinde istediği gibi hareket etmesini sağlayan mal rejimidir. Yani, bir eşin evlilik sırasında edindiği malvarlığına kendisinin sahip olması ve evliliğin sona ermesi halinde de sahip olduğu malvarlığının kendisinde kalması durumudur. Bir diğer adı da “Olağanüstü Mal Rejimi” olarak bilinir. Mal ayrılığı rejiminde eşler evli değillermiş gibi hareket etmektedir.  Mal ayrılığı rejiminde her eşin malı kendisine aittir. Eşler kendilerine ait olan malları korumak istediklerini ve paylaşmak istemediklerini beyan ederler. Her iki taraf da diğer tarafın malından herhangi bir pay almayacağı gibi, kendi malını da paylaşmayacaktır. Mal ayrılığı rejimi sözleşmesi, evlenmeden önce veya sonra yapılabilir. Bu sözleşme, ancak ayırt etme gücüne sahip olanlar tarafından yapılabilecektir.

Paylaşımlı Mal Ayrılığı

Eşler, kendi mal varlıkları üzerinde tasarruf sahibidir. Eşlerin birlikte edindikleri ve eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar ortak olarak paylaşılır. Bunun dışında eşler, bu sözleşme ile diğer tarafın sahip olduğu herhangi bir borca da ortak olmak durumunda değildir.

Mal Ortaklığı

Bu sözleşme kapsamında iki mal çeşidi vardır. Ortak mallar ve kişisel mallar. Genel mal ortaklığında, eşlerin kişisel mal sayılanlar dışındaki malları ile gelirleri ortaklık mallarını oluşturur ve eşler, ortaklık mallarına bir bütün olarak sahip olurlar. Sınırlı mal ortaklığında ise sadece edinilmiş mallardan oluşan bir ortaklık kabul edilir. Kişisel malların gelirleri bu ortaklığa dahil değildir.

Bu rejimin bir nevi özel olarak düzenlenmiş “elbirliği ortaklığı” olduğu söylenebilir. Eşler, ortaklık mallarını evlilik birliği yararına uygun olarak yönetirler ve her eş olağan yönetim sınırları içinde, ortaklığı yükümlülük ve borç altına sokabilir ve ortaklık mallarında tasarrufta bulunabilir. Ancak ortaklık malları üzerinde eşler tek başlarına olağanüstü yönetim hakkına sahip değillerdir.

Mal ortaklığı rejiminde kişisel malların;

  • Mal rejimi sözleşmesiyle belirlenenler,
  • Üçüncü kişilerin karşılıksız kazandırmaları,
  • Eşlerden her birinin sadece kişisel kullanımına ayrılmış eşyalar,
  • Manevi tazminat alacakları

olduğu kabul edilmiştir.

Mal Rejiminin Sona Ermesi

Mal rejimi; ölüm, evliliğin butlanı, boşanma, eşlerin seçimlik bir rejim seçmesi, olağanüstü rejim” kararı ile mal ayrılığına dönüştürülmesi durumunda sona erer. Mal rejiminin sona ermesi ile birlikte mal rejiminin tasfiyesi işlemlerine başlanmaktadır. Mahkeme tarafından, evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığa geçilmesine karar verilmesi halinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona ermektedir. Mal rejimin ölüm nedeniyle sona ermesi durumunda, ölüm ile beraber mal rejimi de sona ermektedir.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Kira Sözleşmesi Bitmeden Evden Çıkmak

Kira Sözleşmesi Bitmeden Evden Çıkmak – İzmir Avukat

Kural olarak, ahde vefa ilkesi gereğince, kiracı kira sözleşmesindeki sürenin sonuna kadar tüm borçlardan sorumludur. Yani kira sözleşmesi taraflar için bağlayıcıdır. Türk Borçlar Kanunu madde 325 düzenlemesine göre kira sözleşmesi bitmeden evden çıkmak mümkündür ancak burada kiracının hukuki sorumluluğu doğar. Kiracı süresinden önce bildirimde bulunup evi boşaltmakla bağlayıcılık ortadan kalkmaz.

Buna göre kira süresi sona ermeden veya sözleşmede belirlenen fesih dönemi dışında kiralanan tahliye edildiği takdirde, mülk sahibinin taşınmazı yeniden kiraya verebileceği uygun bir süre için kiracının sözleşmeden doğan borcu devam eder. Bu, sözleşme dolmadan tahliye mümkün olsa da kiracı bir süre daha kira borcunu, aidatı, ortak giderler varsa bunlar vb. yan giderleri ödemek zorunda kalacağı anlamına gelmektedir.

Kanuni düzenleme incelenecek olursa:

Borçlar Kanunu  MADDE 325- Kiracı, sözleşme süresine veya fesih dönemine uymaksızın kiralananı geri verdiği takdirde, kira sözleşmesinden doğan borçları, kiralananın benzer koşullarla kiraya verilebileceği makul bir süre için devam eder. Kiracının bu sürenin geçmesinden önce kiraya verenden kabul etmesi beklenebilecek, ödeme gücüne sahip ve kira ilişkisini devralmaya hazır yeni bir kiracı bulması hâlinde, kiracının kira sözleşmesinden doğan borçları sona erer.”

Kiraya verene kiralananın benzer koşullarda kiraya vereceği makul süre denilerek bu makul süre kiralananın bulunduğu konum şehir ve diğer faktörlere göre değişkenlik gösterebilir. Kiracıların hakları yasalarla koruma altına alınmıştır. Aynı şekilde ev sahiplerinin hakları da koruma altındadır. Nasıl ki ev sahibi kiracıyı belli kurallar çerçevesinde evden çıkarabiliyorsa aynı şekilde kiracı da istediği zaman evden ayrılamaz. Ayrılırsa da sözleşmeyi feshinden kaynaklı zararı tazmin etmek zorundadır.

Kanun maddesinde belirtilen “makul süre” kavramı somut olaya göre belirlenecektir. Ancak Yargıtay uygulamasında 2-4 ay arasında bir süre ile kiracının yükümlülüklerinin devam edeceği yönünde kararlar verilmektedir. Ayrıca kiracının; kiraya verenin kabul edebileceği, benzer koşulları olduğu değerlendirilebilecek yeni bir kiracı bulması halinde yükümlülüklerinin makul sürenin sonunun beklenmesi aranmadan sona erecektir.

Uygulamada kira kontratı genellikle belirli süreli yapılmaktadır. Sonrasında yazılı olarak yenilenmemekte ve sözlü olarak uzatılmaktadır. Kiracının kira sözleşmesine 15 gün kala sözleşmeyi fesih etmemesi durumunda sözleşme aynı şartlarda 1 yıl uzatılmış olur .

Belirli süreli yani kira kontratı yapılıp uzatılmayan sözleşmelerde kiracının erken çıkması durumunda ne olur ?

Bu konuda Türk Borçlar Kanunu şöyle demektedir.

MADDE 347-Konut ve çatılı işyeri kiralarında kiracı, belirli süreli sözleşmelerin süresinin bitiminden en az onbeş gün önce bildirimde bulunmadıkça, sözleşme aynı koşullarla bir yıl için uzatılmış sayılır. Kiraya veren, sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.

Yani belirli süreli kira sözleşmelerinde sözleşme bitmesinden 15 gün önce bildirimde bulunulması halinde  kiracı kira sözleşmesini fesih edebilir aksi halde bir yıl daha uzamış sayılır. Burada kiracı bildirimi yazılı şekilde yapmalıdır.

MADDE 348- Konut ve çatılı iş yeri kiralarında fesih bildiriminin geçerliliği, yazılı şekilde yapılmasına bağlıdır.

 İlgili Yargıtay Kararları:

“Hal böyle olunca, mahkemece; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, davalı kiracının, sözleşme süresi sona ermeden, 18/11/2013 tarihinde taşınmazı erken tahliye ettiği dikkate alınarak, tahliye tarihine kadar ödenmeyen kira bedelleri ile birlikte tahliye tarihinden itibaren belirlenen makul süre kira tazminatından sorumlu olduğu gözetilerek, buna göre hesaplama ve değerlendirme yapılması yönünden uzman bilirkişiden Yargıtay ve taraf denetimine elverişli rapor alınması; bundan sonra ödenen kira bedeli ve depozito bedeli mahsup edilmek suretiyle aşan kısmın hüküm altına alınması gerekirken; eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi de hatalı olmuştur.” (Yargıtay 3. HD., E. 2020/10885 K. 2020/7857 T. 16.12.2020)

“Kiracı, sözleşme süresine veya fesih dönemine uymaksızın kiralananı erken tahliye ettiği durumda; kural olarak Türk Borçlar Kanununun 325. maddesine göre, anahtar teslim tarihine kadar kira bedelinden, anahtar teslim tarihinden itibaren ise kiralananın aynı şartlarda kiraya verilebileceği makul süre kira bedeli ile sorumludur. Bununla birlikte, TBK’nın 112. maddesi göndermesi ile aynı kanunun 52. maddesi uyarınca, kiraya verenin bu yerin yeniden kiralanması konusunda gayret göstermesi, böylece zararın artmasını önlemesi için kendisine düşen ödevi yapması gerekir. Bu durumda kiraya verenin zararı, tahliye tarihinden kiralananın aynı koşullarla yeniden kiraya verilebileceği tarihe kadar boş kaldığı süreye ilişkin kira bedelinden ibarettir.” (Yargıtay 3. HD., E. 2020/11527 K. 2021/2139 T. 2.3.2021)

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Çalışma Süresinden Sayılan Haller

Çalışma Süresinden Sayılan Haller – İzmir İş Avukatı

Çalışma süresi kavramı İş Kanunu’nda kesin olarak açıklanmamıştır. Ancak Çalışma Süreleri Yönetmeliği’nin 3. Maddesi, çalışma süresi kavramını “Çalışma süresi, işçinin çalıştığı işte geçirdiği süredir. İş Kanunu’nun 66. maddesinin birinci fıkrasındaki sürelerde çalışma sürelerinden sayılır.” şeklinde ifade etmiştir. Bu minvalde, sabah akşam belirli saatlerde yapılan iş faaliyeti aşağıda ve sınırlı sayılan haller durumunda çalışma süresinden sayılan haller olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çalışma Süresinden Sayılan Durumlar

İş Kanunu’nun 66. maddesi “Hangi durumda işçi fiilen çalışmasa bile haftalık çalışma süre hesabı yapılırken, işçinin çalışmış sayılacağını düzenlemiştir”. Taraflar sözleşme kurulurken işçi lehine, hangi sürelerin çalışma sürelerinden sayılacağını belirleme hakkına sahiptir. Örneğin; bazı toplu iş sözleşmelerinde öğle yemeği haricinde günde iki kez çay molası gibi sürelerin çalışma süresinden sayılarak kararlaştırıldığı görülmektedir. Bu sürelere örnekleri incelersek :

1) İşçinin işe hazır halde beklediği süre

İşçinin işinde ve her an iş görmeye hazır halde bulunmakla beraber çalıştırılmaksızın, çıkacak işi bekleyerek geçirdiği süreler, işçi fiilen çalışmasa bile kanun gereği çalışma süresinden sayılmıştır.

Örneğin; kasiyerin boş dükkanda müşteri gelmesini beklemesi, şoförün kamyonun yüklenmesini beklemesi gibi işçinin fiilen çalışmaması bu sürelerin de çalışma süresinden sayılacak olması sonucuna çıkmaktadır. Belirtmek gerekir ki, bu durum sadece işin niteliğinden değil, mal veya hizmet üretimi kesintiye uğradığı zamanda gündeme gelecektir. Mesela, işveren arıza nedeniyle çalıştırdığı işçisini işyerinde tutmak yerine evine göndermişse, çalışma süresinin bitimine kadar evinde geçirdiği süre iş süresinden sayılır.

2) Yer ve sualtına inip çıkmak için geçen süre

Bazı işçiler madenlerde, taş ocaklarında veya her ne şekilde olursa olsun yeraltında veya su altında çalışmaktadır. Bu tarz yerlerde çalışan işçilerin kıyılara, dehlizlere veya asıl çalışma yerlerine inmeleri ve çalıştıkları yerlerden çıkmaları için belli bir süre geçmesi gerekmektedir. İşin niteliğinden kaynaklanan bu süreler işçi aleyhine olarak işçi fiilen çalışmıyor gerekçesiyle çalışma süresine dahil etmemek, ahlaka ve vicdana aykırılık teşkil edecektir. Bu yüzden İş Hukuku kanuni bir korumayla, bu süreleri çalışma sürelerine dahil ederek işçi lehine bir hüküm getirmiştir. Ancak maddenin kapsamı yer veya sualtında çalışan tüm işçileri kapsarken, yüksek irtifa gereken işler bu madde kapsamına dahil edilmemiştir. Amaçsal yorum yaparak; yüksek köprü inşaatı ya da rüzgar tribünü inşaatları da bu madde kapsamına dahil edilmelidir.

3) Emzirme izni süresi

İş Hukuku, gebe ve anne kadınlar için birçok özel düzenleme getirmiştir. Bu düzenlemelerden biri de, çocuk emziren kadınların çocuklarına süt vermek için belirtilen süreyi, çalışma süresine dahil edilmesidir. İş Kanunu’nun 74. maddesinin son fıkrasında; kadın işçiye, çocuğu bir yaşına gelinceye kadar her gün bir buçuk saat emzirme izni verilmesi gerektiğini düzenlemiştir. Kadın işçinin, bir buçuk saat çocuğunu emzirmek için belirlenen günlük saati, çalışma süresinden sayılmıştır.

4) Yolda geçen süreler

a. Çalışmak üzere gönderme halinde

İşverenler, iş görme borcu altında olan işçilerin işin niteliğinden veya başka bir sebepten dolayı işçilerini, işyerinin dışına çalışmak üzere gönderebilmektedir. Bu sebeple kanun, işçilerin işveren tarafından başka bir yerde çalıştırılmak üzere gönderilmeleri halinde, yolda geçen sürelerin iş süresinden sayılması gerektiğini ifade etmiştir. Örneğin; yolda kaza geçiren aracın tamiri için gönderilen işçinin, aracın bulunduğu mahale giderken yolda geçirdiği süre çalışma süresinden sayılacaktır.

b. Çalışılacak yere birlikte taşıma süresi

İşin niteliği gereği işçilerin toplu olarak getirilmesi ve götürülmesi gereken çalışmalarda işçinin işi görmek için götürüldüğü alana gidiş ve geliş süresi çalışma süresinden sayılmıştır. Konu hakkında düzenleme getiren İş Kanunu’nun 66. Maddesinin 1. Fıkrasının (f) fıkrası “Demiryolları, karayolları ve köprülerin yapılması, korunması ya da onarım ve tadili gibi, işçilerin yerleşim yerlerinden uzak bir mesafede bulunan işyerlerine hep birlikte getirilip götürülmeleri gereken her türlü işlerde bunların toplu ve düzenli bir şekilde götürülüp getirilmeleri esnasında geçen süreler” şeklinde ifade etmiştir.

Yukarıda ifade edilen madde kapsamına girmek için işyerinin maddede ifade edildiği gibi; demiryolu, karayolu gibi yerleşim yerinden uzak olan ve toplu ulaşım araçlarıyla ulaşımının zor olduğu yerlerde bulunması gerekmektedir. Özellikle bu tür taşıma, işçi için sosyal yardım amaçlı yapılan taşımalardan ayrılması gerekmektedir. Temel nokta, bu taşımanın yapılması işin niteliğinden kaynaklıyor olmasıdır.

5) İşverenin talimatıyla gönderme halinde asıl işini yapmaksızın geçen süre

İş Kanunu’nun 66. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendi, “İşçinin işveren tarafından başka bir yere gönderilmesi veya işveren evinde veya bürosunda yahut işverenle ilgili herhangi bir yerde meşgul edilmesi suretiyle asıl işini yapmaksızın geçirdiği süreler” şeklinde düzenleme getirmiştir. İşverenin talimatı sonucu, asıl işini yapmak için bir yere gönderilen işçinin o işi icra edebilmek için geçirdiği süreler çalışma süresinden sayılmıştır. Ayrıca kanun maddesi, işçinin iş görmek için gönderildiği yer ifadesini açarak işçinin evinde veya bürosunda geçirdiği süreyi de çalışma süresinden sayılması gerektiğini ifade etmiştir. Burada temel nokta, işçinin işveren tarafından herhangi bir iş ile meşgul edilmesidir. Kanun, bu meşguliyet sırasında geçirilen sürelerin iş süresinden sayılmasını hükme bağlamıştır.

6) İş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinde geçen süreler

İşverenlerin, işçiler için ayarlanan iş sağlığı ve güvenliği eğitimleri için işyeri dışında veya içinde geçirdikleri sürenin de çalışma süresinden sayılacağını, İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği’nin 8. maddesinde hükme bağlanmıştır.

Çalışma Süresinini Aşılması

Yargıtay’a göre, 4857 sayılı Kanun’un 63. maddesi hükmüne göre, günlük çalışma süresi 11 saati aşamayacağından, 68. maddenin belirlediği 7.5 saati aşan çalışmalar yönünden en az bir saatlik ara dinlenmesi süresinin, günlük en çok 11 saate kadar olan çalışmalarla ilgili olduğu kabul edilmelidir. Günde 11 saate kadar olan (11 saat dahil) çalışmalar için ara dinlenmesi en az bir saat, 11 saatten fazla çalışmalarda ise en az bir buçuk saat olarak verilmelidir.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi uyarınca, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.Dolayısıyla fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi, kural olarak bu iddiasını ispat etmek zorundadır.Fiili bir olgu söz konusu olduğundan, kural olarak, işçi, fazla çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

İcra Takibinde Dayanak Belge

İcra Takibinde Dayanak Belge

İcra Takibinde Dayanak Belge – İzmir Avukat

İcra Takibi Nedir

İcra takibi, alacaklının alacağını tahsil etmek amacıyla borcunu ifa etmeyen borçludan alacağını devlet gücü ile tahsil edebilmek için İcra Müdürlüğü nezdinde başlattığı takiptir. İcra takibi ilamlı ve ilamsız olmak üzere iki türe ayrılır. İlamlı icra bir mahkeme kararına dayanılarak başlatılan icra türüdür. İlamsız icra ise ortada bir mahkeme kararı bulunmaksızın para ve teminat alacaklarının tahsili için başlatılabilecek icra türüdür. Ayrıca para veya teminat niteliğinde olmasa da kiralanan bir taşınmazın tahliyesi de icra müdürlüğünden ilamsız icra yolu ile istenebilir.

Türk hukukunda ilamsız icralar ise üç türe ayrılır. Bunlar genel haciz yoluyla takip, kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takip ve kiralanan taşınmazların tahliyesi yollarıdır.

Bu yollardan sadece genel haciz yoluyla takip belge olmadan herkese karşı yapılabilir. Uygulamada örnek 7 olarak geçen bu takipte bir kişi elinde hiçbir belge, senet, noter evrakı, dekont vs. olmadan icra takibi yapabilir. Hatta hiçbir belgeye dayanmayan-kötüniyetli bile olsa- bu takip sonucu haciz işlemine geçilip satış bile yapılabilir. Bunun dışındaki icra takiplerinde borcun sebebini gösterir dayanak belge sunulması zorunludur.

Belge Kavramı

İspata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları Türk hukukuna göre belgedir. Buna göre senet ve belge kavramlarını mutlak surette birbirinden ayırmak gerekir. Belge kavramı kesinlikle üst bir kavramdır, zira senet niteliğini haiz her belge aynı zamanda bir senet teşkil etmektedir.

İİK’nun 58/3. maddesi gereğince; alacak bir belgeye dayanmakta ise, belge aslının veya alacaklı yahut mümessili tarafından tasdik edilmiş borçlu sayısından bir fazla örneğinin takip talebi anında icra dairesine verilmesi ve ayrıca Hukuk Genel Kurulunun 02.02.2000 tarih ve 2000/12-50 Esas, 2000/47 sayılı kararında da açıklandığı üzere İİK’nın 61/l. maddesi (2). cümlesi gereğince de belgenin onaylı bir örneğinin ödeme emri ile birlikte borçluya gönderilmesi zorunludur.

İİK’nın 58. ve 61. maddelerine göre ayrıca takibe itiraz edilmesi şikayet yoluyla ödeme emrinin iptaline engel değildir.

YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Tarih:15.03.2016 Esas: 2015 / 31332 Karar: 2016 / 7597 ” ….. Takibe İtiraz Edilmiş Olması, Dayanak Belgelerin Eklenmemiş Olması Nedeniyle Şikayet Yoluyla Ödeme Emrinin İptalini İstemeye Engel Değildir…”

Uygulamada bir mahkeme kararına dayanan ilamın icrası durumunda ise gerekçeli kararın icra emri ile birlikte tebliğ edilmesine gerek olmadığı, borçlunun zaten aleyhine sonuçlanan davadan haberdar olduğu kabul edilerek ilamın tebliğini zorunlu olmadığı yönünde kararlar mevcuttur.

İcra Takibini Şikayet Süresi Nedir?

İcra İflas Kanunu’nun ilgili hükümleri ile yerleşik Yargıtay içtihatları dikkate alındığında dayanak belge suretlerinin ödeme emri ile birlikte borçluya tebliğ edilmemesi durumunda icra takibinin yapıldığı yerdeki İcra Hukuk Mahkemesi’ne şikayet başvurusunda bulunulmalıdır.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Boşanma Davalarında Feragat

Boşanma Davalarında Feragat

Boşanma Davalarında Feragat – İzmir Avukat

Boşanma davası, eşlerin evlilik birliğini devam ettirmeyi istemedikleri konusunda hem fikir olmaları üzerine ya da evlilik birliğini yürütememesi sonucu mahkemeye başvurarak evlilik birliğini sona erdirmeleridir.

Eşlerden her biri boşanma davası açabileceği gibi açılan bir boşanma davasına birçok nedenle devam etmek istemeyebilir ve bunun sonucunda boşanma davasından feragat edebilir. Açılan bir boşanma davasından feragat etmiş olmanın beraberinde getireceği hukuki sonuçların iyi bir şekilde anlaşılması ileride karşılaşılabilecek ve aleyhe olarak değerlendirilebilecek durumlar açısından büyük önem arz etmektedir. Zira talebinden feragat eden davacı, yargılama giderleri ve vekalet ücretini ödemeye mahkum olacaktır bu minvalde feragat eden kişinin davayı kaybetmiş gibi kesin hüküm altına girdiğini belirtmek önemlidir.

Feragat genel anlamıyla davacının taleplerinden vazgeçmesi olarak nitelendirilir. Boşanma davasından feragat eden taraf ise dava dilekçesinde ileri sürmüş olduğu hususları affetmiş sayılarak aynı sebeplere dayanarak yeniden dava açamayacak hale gelmektedir. Feragat karşı tarafın onayına veya iznine bağlı olmadığı gibi, talep edilmesi ile birlikte kesin hüküm doğurur.

Feragat yenilik doğuran bir hak olduğu için feragat hakkı bir kere kullanmak ile sona erer. Yani davacı feragat hakkını kullandıktan sonra bu beyanından geri dönemez. Feragatten feragat olmaz.Halk diliyle söyleyecek olursak vazgeçmeden cayamazsınız.

Böylece feragat kesin hüküm gibi sonuç doğurur ve dava tüm sonuçları ile birlikte ortadan kalkar. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 25.09.2007 tarihli ilamına göre: “…Davalı-davacı kadın 20.09.2006 tarihli oturumda birleşen davasından feragat etmiş ve bu tarihe kadar kocadan kaynaklanan boşanmayı gerektirir kusurları affetmiştir.” Yargıtay ilamından da açık bir şekilde anlaşılacağı üzere boşanma davasında yapılan feragat affetme olarak işleme alınacaktır. Bu noktada boşanma davasından feragat eden taraf daha sonra yeni bir boşanma davası açabilecektir. Ancak yeni açtığı boşanma davasında daha önceden feragat etmiş olduğu boşanma davasındaki iddia ve sebeplerini ileri süremez, ileri sürmesi halinde o hususlar affedilmiş kabul edildiğinden hiçbir şekilde hükme esas alınamayacaktır. Bu durumda feragatten sonra evlilik birliği içerisinde meydana gelen yeni sebeplere dayanılarak boşanma davası açılabilecektir. Yeni açılan boşanma davasında feragat edilen boşanma davasındaki sebeplerin dayanak olarak gösterilmemesine dikkat edilmelidir.

Boşanma davaları niteliği itibari ile gerek boşanma davası açma kararı alınırken gerekse davadan feragat edileceği durumlarda titizlikle düşünüp hareket edilmesi gereken dava türlerindendir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi feragat halinde davacı aynı konuya dayanarak yeniden dava açamaz hale gelir. Eşlerin boşanmak istemeleri gibi evliliğe devam etmek istemeleri de mümkündür örneğin eşler boşanma davası devam ederken barışma kararı alabilmektedir. Bu noktada davadan feragat etme kararı alınmadan önce acele edilmeden hareket edilmelidir. Zira feragat etmek için davacının acele etmesine gerek de yoktur. Feragat işlemi hükmün kesinleşmesine dek yapılabileceği için usuli anlam ve sonuçları davacı tarafından iyice anlaşılmalıdır.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Feragat Nedir?

Feragat Nedir?

Feragat Nedir? – İzmir Avukat

Feragat kesin hüküm doğuran usulü bir işlemdir. Basit anlatımıyla feragat davacının davadaki talep ve istemlerinden vazgeçtiğini bildirmesidir. Feragat, davanın açılmasından, hükmün kesinleşmesine kadar olan süre içerisinde yapılabilir. feragat ile dava dilekçesinde talep edilen taleplerin tamamından vazgeçebileceği gibi, taleplerin bir kısmından vazgeçmek de mümkündür. Feragat Nasıl Yapılır? HMK madde 319 düzenlemesine göre feragatin dilekçe ile veya sözlü olarak yapılması mümkündür. Sözlü feragat yalnızca yargılama esnasında yapılabilir. Aksi durumlarda yapılacak tüm feragatlerin yazılı yapılması zorunludur. Feragat dilekçesinin ilgili mahkemeye sunulması ile veya yargılama sırasında sözlü olarak feragat edildiğinin beyan edilmesi ile hüküm doğurur. Feragatte dikkat edilmesi gereken; feragat işleminin kayıtsız ve şartsız olmasıdır. herhangi bir şarta bağlanan feragat talepleri mahkemece dikkate alınmayacaktır. Bu sebeple davadan feragat esnasında da hukuki destek almak önemlidir. UYAP sistemi aracılığıyla taraflar, ilgililer ve vekilleri, güvenli elektronik imza ile imzalanmış belgeleri ilgili mahkemeye ya da hukuk dairesine gönderebilmektedir. HMK ve HMK yönetmeliği uyarınca, UYAP üzerinden belge gönderilebilir ve diğer tüm işlemler yapılabilir.

Hukuki Düzenlemeleri İnceleyecek Olursak:

Feragat, delillerin toplanmasına ilişkin ara kararın gereğinin yerine getirilmesinden önce gerçekleşirse, tarifedeki vekâlet ücretinin yarısına, daha sonra gerçekleşirse tamamına, davacı aleyhine hükmedilir.(Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi m. 6)

Feragat, davacının mahkemeye hitaben yapacağı tek taraflı, açık bir irade açıklaması ile gerçekleşir. Bunun için karşı tarafın mahkemenin rızasına gerek yoktur. (m. 309/2)

Davacı, vereceği bir dilekçe ile ya da yargılama (duruşma, keşif vs. diğer yargılama işlemleri) sırasında sözlü olarak bu beyanda bulunabilir (m. 309); bu beyan tutanağa yazılır ve okunarak davacıya imza ettirilir. (m. 154/3-c)

Mahkemeye hitaben yapılmayan, mahkeme dışı feragat, feragat eden tarafından kabul edilmezse geçerli değildir. Feragatte bulunan bir avukat ise, vekaletnamesinde açık yetkisinin bulunması gerekir. (m. 74)

Feragat, kay1tsiz şartsız olmalıdır, şarta bağlı feragat geçerli değildir. Ancak, şarta bağlı feragat, bir sulh teklifi olarak değerlendirilebilir. Şarta bağlı feragat yapılamamakla birlikte, davadan tamamen veya kısmen feragat mümkündür. (m. 307)

Feragatin İstisnası

Davadan feragate ilişkin düzenlemeler 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda

‘’Davaya Son Veren Taraf İşlemleri’’ üst başlığı ile madde 307 ve devamında bulunur. Madde düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere feragat hakkı davacıya tanınmış bir haktır. Kural olarak tüm davalar açısından feragat beyanında bulunmak mümkündür. Ancak bu durumun birkaç istisnası mevcuttur. İstisnai durumlara örnek olarak hakimlere karşı açılan tazminat davaları söylenebilir.

Davadan Feragatin Sonuçları Davadan feragat sonuçları ile ilgili düzenlemeler HMK madde 311’de bulunur. Madde düzenlemesine göre feragat beyanında bulunmanın ardından mahkemenin verdiği karar kesin hüküm niteliğindedir. Feragat beyanında bulunan davacı, aleyhinde hüküm verilmiş yani davayı kaybetmiş kabul edilir. Bunun sonucu olarak da yargılama giderlerini ödemekle yükümlü hale gelir. Kısmi feragat halinde ödenecek yargılama giderleri feragatin kismi bölümü açısından ayrıca değerlendirmeye tabi olur. Feragatten Vazgeçme Mümkün Müdür? Davacı şekle uygun sözlü veya dilekçe ile feragat beyanında bulunduktan sonra bu feragatten dönemez. Davacı, feragatin hile, hata, ikrah nedeniyle yapıldığını ve bu nedenle feragatten dönmek istediğini ayrı bir “feragatten fesih davası” açarak ileri sürebilir. Davadan tamamen feragat edilmesiyle taraflar arasındaki uyuşmazlık son bulmuş olur. Davacı esas hakkındaki hakkından vazgeçmiş kabul edilir. Feragat üzerine mahkemenin verdiği karar kesin hüküm niteliğinde olduğundan davacının aynı davayı tekrar açması mümkün olmaz. Tekrar açması halinde ise kesin hüküm gerekçesiyle dava reddedilecektir.

Davadan Feragat Halinde Yergılama Giderleri

Harçlar Kanunu’nun 22. Maddesi’ne göre, davadan feragat eden davacı, karar ve ilam harcının 2/3’sini ödeyecektir. Feragat , delillerin toplanmasına ilişkin ara kararın yerine getirilmesinden önce yapılırsa tarife ile belirlenen vekalet ücretinin yarısına; daha sonra yapılmışsa tamamına hükmedilir.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Nişanın Bozulması

Nişanın Bozulması

Nişanın Bozulması – İzmir Avukat

Nişanlanma; iki kişinin birbirleriyle evleneceklerini karşılıklı olarak vaat etmeleri şeklinde gerçekleşen bir ön sözleşmedir. Türk Hukuku’na göre geçerli bir nişandan söz edilebilmesi için iki kurucu unsur vardır. Bunlar karşılıklı evlenme vaadi ile kişilerin ayrı cinsiyetten olmalarıdır.

Nişanlanma aile hukuku konularından biri olup Türk Medeni Kanunu’nda 118-123’te düzenlenmektedir. Evlenmenin hukuki bir geçerlilik şekli var iken; nişanlanmanın kendine özgü bir şekli bulunmamaktadır.Herhangi bir imza veya merasime bağlı olma zorunluluğu bulunmamaktadır.

Ayrıca belirtmek gerekir ki nişanlanma yaşı da kanunlarımızca düzenlenmemiştir. Ancak ayırt etme gücüne sahip olmayan tam ehliyetsizlerin gerçekleştirmiş oldukları nişanlanma; TMK’nın 15.maddesinde belirtilen ‘’Kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki sonuç doğurmaz’’ düzenlemesi gereğince hükümsüz olacaktır.

Küçük ve kısıtlıların durumu TMK m.118/2’de‘’Nişanlanma, yasal temsilcilerin rızası olmadıkça küçüğü ve kısıtlıyı bağlamaz.’’şeklindedir.. Hem ayırt etme gücüne sahip küçüklerin hem de ayırt etme gücüne sahip kısıtlıların kendilerine sadakat yükümlülüğü gibi birçok yükümlülük yükleyen bir nişanlanma sözleşmesi yapabilmeleri için, yasal temsilcilerinin onayı gerekmektedir. Bu onay bulunmadığı takdirde, sınırlı ehliyetsizin yaptığı nişanlanma sözleşmesi yasal temsilcinin icazetine kadar askıda kalır.

Kanun Hükümleri Şöyledir:

A. Nişanlanma Madde 118- Nişanlanma, evlenme vaadiyle olur. Nişanlanma, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça küçüğü veya kısıtlıyı bağlamaz.

B. Nişanlılığın hükümleri I. Dava hakkının bulunmaması Madde 119- Nişanlılık, evlenmeye zorlamak için dava hakkı vermez. Evlenmeden kaçınma hâli için öngörülen cayma tazminatı veya ceza şartı dava edilemez; ancak yapılan ödemeler de geri istenemez.

Nişanın bozulmasının sonuçları I. Maddî tazminat Madde 120- Nişanlılardan biri haklı bir sebep olmaksızın nişanı bozduğu veya nişan taraflardan birine yükletilebilen bir sebeple bozulduğu takdirde; kusuru olan taraf, diğerine dürüstlük kuralları çerçevesinde ve evlenme amacıyla yaptığı harcamalar ve katlandığı maddî fedakârlıklar karşılığında uygun bir tazminat vermekle yükümlüdür. Aynı kural nişan giderleri hakkında da uygulanır. Tazminat istemeye hakkı olan tarafın ana ve babası veya onlar gibi davranan kimseler de, aynı koşullar altında yaptıkları harcamalar için uygun bir tazminat isteyebilirler.

II. Manevî tazminat Madde 121- Nişanın bozulması yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.

III. Hediyelerin geri verilmesi Madde 122- Nişanlılık evlenme dışındaki bir sebeple sona ererse, nişanlıların birbirlerine veya ana ve babanın ya da onlar gibi davrananların, diğer nişanlıya vermiş oldukları alışılmışın dışındaki hediyeler, verenler tarafından geri istenebilir. Hediye aynen veya mislen geri verilemiyorsa, sebepsiz zenginleşme hükümleri uygulanır. IV. Zamanaşımı Madde 123- Nişanlılığın sona ermesinden doğan dava hakları, sona ermenin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. Özetleyecek Olursak :

Türk Medeni Kanunu’na göre, geçerli bir nişanlılık ilişkisi kurulduğunun kabulü için aşağıdaki şartların gerçekleşmesi gerekmektedir;

  • Nişanlanacak kişilerin nişanlanma ehliyetine sahip olması; nişanlanmak için evlenmede olduğu gibi belli bir yaş sınır olmasa da yine de tarafların ayırt etme gücüne sahip olması şartı aranmaktadır.
  • Nişanlanma yönünde açık veya örtülü iradelerinin olması,
  • Nişanlanma önünde hukuksal engellerin bulunmaması; Kesin evlenme engellerinin bulunduğu hallerde nişanlanma da evleviyetle hükümsüz sayılır. Örneğin taraflardan birinin hâlihazırda bir başkasıyla evli olması, her iki tarafın aynı cinsiyetten olması gibi hallerde nişanlanma da geçersizdir.

Nişanlılığın Sona Ermesi

Nişanlılık ölüm gibi doğal sebeplerle sona erebildiği gibi, nişanlılar arasında geçen olaylar veya diğer engeller sebebiyle sona erebilir. Herhangi bir sebep olmaksızın da taraflardan biri nişanlılık ilişkisini dilediği zaman sonlandırabilir ya da karşılıklı anlaşmayla nişanlılığa son verilebilir. Nişanlılığa kimin hangi sebeple son verdiğinin daha sonra açılacak davalarda önem arz etmesi nedeniyle bu hususa dikkat edilmesi gerekmektedir. Aşağıda nişanlılığın sona erme sebeplerinden bazılarına yer verilmiştir;

  • Evlenme: Nişanlanmanın arzu edilen ve beklenen sonucu ve asıl amacı olan evlilik gerçekleştiği takdirde nişanlılık sona erer. Nişanlılardan birisinin başka birisiyle evlendiği durumlarda da nişanlanma sona erer.
  • Ölüm veya Gaiplik: Nişanlılardan birinin ölmesi veya gaipliğine karar verilmiş olması hallerinde nişanlanma kendiliğinden sona erer.
  • Çifte Nişanlanma: Nişanlılardan birisi, başka bir kişiyle nişanlandığı takdirde de nişanlılık ilişkisi sona erer. Bu durumda yeniden nişanlanan tarafın nişanı bozduğu kabul edilir.
  • Şartın gerçekleşmemesi: Nişanlanma belli bir şarta bağlı olarak yapılmış ve bu şart gerçekleşmemişse nişanlılık ilişkisine son verilebilir. Örneğin, bu yıl üniversiteden mezun olma şartıyla verilen evlenme vaadinden bu şartın gerçekleşmemesi halinde dönülmesi mümkündür.
  • Evlenme Engelinin Ortaya Çıkması: Nişanlanma bir evlenme vaadi olduğundan, kesin bir evlenme engelinin ortaya çıktığı hallerde nişanlılık ilişkisi kendiliğinden ortadan kalkar.
  • İmkansızlık Hali: Nişanlılardan birisinin cinsiyet değiştirmesi üzerine nişanlılık ilişkisi kendiliğinden sona erer.
  • Anlaşma: Nişanlılar aralarında anlaşarak nişanlılığı her zaman sona erdirebilirler.
  • İrade Bozukluğu Hali: Nişanlılardan birisinin kendisinin hile, aldatma veya tehdit ile nişanlandığını, aslında nişanlanma yönünde sağlıklı bir iradesinin olmadığını ileri sürerek nişanlılığı sona erdirmesi mümkündür.
  • Nişanın Bozulması(Nişanın Atılması): Nişanlılardan birisinin evlenmek istememesi nedeniyle hiçbir neden göstermeksizin nişanlılığa son vermesi halinde nişan bozulur.

Haklı bir neden yokken nişanın taraflardan biri tarafından bozulması veya nişanın taraflardan birine yüklenebilecek kusurlu davranış nedeniyle bozulması hallerinde diğer tarafın maddi tazminat isteme hakkı vardır. Söz konusu tazminat, dürüstlük kuralları çerçevesinde ve evlenme amacıyla yaptığı harcamalar ve katlandığı maddi fedakarlıkların karşılığı olarak görülmektedir. Yine aynı şekilde nişan giderleri de maddi tazminat davası kapsamında istenebilir. Maddi tazminat kapsamında istenebilecek harcamalara örnek vermek gerekirse, oturulacak bir alınması veya kiralanması, eve masraf yapılması, mobilya-beyaz eşya alınması, davetiye bastırılması, düğün mekanına para ödenmesi hallerinde bu masraflar karşı taraftan istenebilir.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Ortak Velayet

Ortak Velayet

Ortak Velayet – İzmir Avukat

Ortak velayet düzenlenmesi incelenirken bu bağlamda öncelikle iç hukukumuzdaki yasal düzenlemelere bakmak gerekir. İç hukukumuzda konumuzla ilgili yasal düzenlemeler aşağıdaki gibidir.

Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.

Velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır(TMK m. 182/1-2). Ergin olmayan çocuk, ana ve babasının velayeti altındadır. Yasal sebep olmadıkça velayet ana ve babadan alınamaz. Hâkim vasi atanmasına gerek görmedikçe, kısıtlanan ergin çocuklar da ana ve babanın velayeti altında kalırlar(TMK m. 335). Evlilik devam ettiği sürece ana ve baba velayeti birlikte kullanırlar.

Ortak hayata son verilmiş veya ayrılık hâli gerçekleşmişse hâkim, velayeti eşlerden birine verebilir. Velayet, ana ve babadan birinin ölümü hâlinde sağ kalana, boşanmada ise çocuk kendisine verilen tarafa aittir”(TMK m.336). Ana ve baba evli değilse velayet anaya aittir.

Ana küçük, kısıtlı veya ölmüş ya da velâyet kendisinden alınmışsa hâkim, çocuğun menfaatine göre, vasi atar veya velâyeti babaya verir(TMK m.337).

Görüleceği üzere, Türk hukuk sisteminde ortak velayete ilişkin kanuni bir düzenleme bulunmamaktadır. Fakat Türk Medeni Kanun’unda velayete ilişkin düzenlemelerde velayetin anne ya da babadan sadece biri tarafından kullanılması gerektiğine ilişkin de bir düzenleme yoktur.

Hal böyle olunca, ortak velayet hususu Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 20.02.2017 tarihli, 2016/15771 E. ve 2017/1737 K. sayılı Kararı ile Türk Hukuku’nda uygulama alanı bulmuştur. Yargıtay uluslararası sözleşmeleri ve günün koşullarını düşünerek görüş değişikliğine giderek ortak velayet konusunda şartlar mevcutsa olumlu karar verilebileceği konusunda karar kılmıştır.

Yukarıda değindiğimiz Yargıtay kararı bu konuyu aydınlatan ve süreci başlatan bir karardır. Bu karara bakıldığında özetle; “……Değinilen iç hukukumuz ve kamu düzeni kavramı ile ilgili açıklamalara göre somut olay değerlendirildiğinde “ortak velayet” düzenlenmesinin, Türk kamu düzenine “açıkça” aykırı olduğunu ya da Türk toplumunun temel yapısı ve temel çıkarlarını ihlal ettiğini söylemek mümkün değildir…..” şeklindedir.

Kararda ortak velayetin açıkça kamu düzeni ve toplumun temel çıkarına aykırılık oluşturmayacağı netleştirilmiş olmuştur. Böylelikle ortak velayette en temel gözetimin çocuğun üstün yararının olacağı anlaşılmış olmuştur. 2016 tarihinde verilen bu kararın ardından ortak velayetin Türk kamu düzenine aykırı olmadığı görüşleri hâkimiyet kazanmış fakat bu konuda bir kanun değişikliği yapılmamıştır. Dolayısıyla Yargıtay kararı gereği ortak velayete hüküm verilmesinin yolu açılmış olmakla beraber bu konuda henüz kanuni düzenleme bulunmamaktadır.

Ortak Velayet Kararının Şartları Nelerdir?

Bu konuda somut olayın özelliklerine göre farklı şartlar olabileceğini belirtmekle birlikte genel olarak şu şartları sıralayabiliriz;

  • Eşlerin ortak velayet konusunda anlaşmış olmaları gerekir, eşler bu hususta kendi aralarında anlaşamazsa menfaat çatışmasına neden olan bu durum nedeniyle ortak velayet verilmesi mümkün olmayacaktır.
  • Ortak velayet verilmesinde çocuğun üstün yararı olmalıdır. Yani ortak velayet halinde çocuğun yararına olmayacak durumlar ve karışıklıklar olması açıkça anlaşılıyor ise ortak velayet verilemez. Bu husus özellikle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilen Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesine dayanmaktadır.
  • Eşler arasında aile içi şiddet olayları sebebiyle boşanma sebepleri olmamalıdır. Nitekim şiddetin olduğu bir ailede boşanmadan sonra da ortak velayet müessesinin uygulanması mümkün değildir.
  • Taraflardan birinin alkol uyuşturucu bağımlılığı ya da kötü tarzda yaşam sürmesi gibi durumların varlığında da ortak velayet mümkün değildir.
  • Tarafların ekonomik sosyal ve kültürel durumları gözetilerek ortak velayete uygun olup olmadığı tespit edilmeli ve mutlaka ortak velayetin uygunluğu hakkında uzman görüşlerine de başvurulmalıdır.
  • Sürecin ilerleyebilir olması ve gelecekteki muhtemel sorunlarda çözüm bulunabilmesi açısından kapsamlı bir protokol yapılmış olmalıdır.

Ortak Velayet Halinde Nafaka Ödemesi Yapılır Mı ?

Ortak velayet konusunda bir anlaşmaya varılması nafaka ödenmesi konusunda karar verilmesine engel değildir. Taraflardan ekonomik olarak daha güçlü olan tarafın diğer tarafa uygun bir nafaka ödenmesi kararlaştırılabileceği gibi taraflar kendi aralarında da nafaka hususunda bir anlaşmaya varabilirler.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Ruhsata Aykırı Kaçak Yapı

Ruhsata Aykırı Kaçak Yapı

Ruhsata Aykırı Kaçak Yapı – İzmir Avukat

3194 sayılı İmar Kanunu’nun 21. maddesine göre, belediye veya il özel idaresinden ruhsat almadan yapı yapmak yasaktır. İlgili kanundaki yapı ruhsatı alınmadan yapılan her türlü inşaat ve yapı ise kaçak yapı olarak adlandırılır. Kaçak yapı, inşaat aşamasında ortaya çıkabileceği gibi; inşaatın tamamlanmasından sonra da ortaya çıkabilir. Örneğin bitmiş olan inşaat sonrasında mülk sahibinin ruhsata aykırı şekilde camlarını genişletmesi ruhsata aykırılık yaratacağı için kaçak yapıya örnektir.

Mevzuatı İnceleyecek Olursak:

Madde 21 – Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir. Ruhsat alınmış yapılarda herhangi bir değişiklik yapılması da yeniden ruhsat alınmasına bağlıdır. Bu durumda; bağımsız bölümlerin brüt alanı artmıyorsa ve nitelik değişmiyorsa ruhsat, hiçbir vergi, resim ve harca tabi olmaz. Ancak; derz, iç ve dış sıva, boya, badana, oluk, dere, doğrama, döşeme ve tavan kaplamaları, elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı onarımı ve kiremit aktarılması ve yönetmeliğe uygun olarak mahallin hususiyetine göre belediyelerce hazırlanacak imar yönetmeliklerinde belirtilecek taşıyıcı unsuru etkilemeyen diğer tadilatlar ve tamiratlar ruhsata tabi değildir. Belediyeler veya valilikler mahallin ve çevrenin özelliklerine göre yapılar arasında uyum sağlamak, güzel bir görünüm elde etmek amacıyla dış cephe boya ve kaplamaları ile çatının mal- zemesini ve rengini tayin etmeye yetkilidir. Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce yapılmış olan yapılar da bu hükme tabidir.

Kaçak Yapının Hukuki Yaptırımları Uygulaması:

Ruhsat alınmadan yapılan ruhsatsız yapılar, ruhsatlı yapılardaki ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılan yapı ve esaslı tadilatlar “kaçak yapı” veya “imara aykırı yapı” olarak nitelendirilmekte ve bu yapıların sahiplerine kanunlarda öngörülen cezalar verilmektedir.

Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı kaçak yapı yapıldığı tespit edildiğinde bina inşaat aşamasında ise, ilk olarak belediye veya il özel idaresinin ilgili fen elemanları tarafından 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca yapı tatil tutanağı düzenlenir ve bu tutanakla o andaki inşaat durumu tespit edilerek inşaat mühürlenir. Ayrıca, yapının imar mevzuatına aykırı olduğuna dair bilgi, tapu kayıtlarının beyanlar hanesine kaydedilmek üzere ilgili idaresince tapu dairesine en geç yedi gün içinde yazılı olarak bildirilir.

Daha sonra, imar mevzuatına aykırı yapı yapma eylemi nedeniyle 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 42. maddenin 2. fıkrasına göre imar para cezası verilir. Yapı tatil tutanağı düzenlendikten sonra verilen süre verildiyse bu süre içinde, süre verilmediyse en fazla bir ay içinde imara aykırı yapı için ruhsat alınmaz veya imara aykırılık giderilmez ise kaçak yapı hakkında aynı Kanun’un 32. maddeye göre yıkım kararı alınır.

Son olarak imara mevzuatına aykırı yapı sahibi hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 184. maddesinde düzenlenen imar kirliliğine neden olma suçu nedeniyle Asliye Ceza Mahkemesinde ceza davası açılır.

Danıştay 14. Dairesinin 31.05.2018 tarih ve E:2015/5796, K:2018/4311 sayılı kararında;
“Olayda; dava konusu encümen kararının dayanağı olan 20/06/2014 günlü yapı tatil tutanağı incelendiğinde, söz konusu yapı tatil tutanağında yapının durumunun “binanın taban alanı genişletilerek yol ve komşu çekme mesafesine tecavüz edildiği, galeri boşluğu kapatılarak odaya dönüştürüldüğü, projede olmayan 2. bodrum kat yapıldığı, örtü amaçlı çatı yükseltilerek bir kısmında çatı arası mekanlar oluşturulduğu” şeklinde tespit edildiği ancak ruhsat ve eki projelere aykırılığın, ölçümlerinin somut ve ayrıntılı olarak saptanmadığı yapıda bulunan aykırılıkların hali hazırdaki durumunun ayrıntılı bir şekilde tespit edilmediği” gerekçesiyle yapı tatil tutanağının, yıkım kararının ve 222.677,00 TL idari para cezasının hukuka aykırı olduğuna karar verilmiştir.
 
Danıştay 14. Dairesinin 27.02.2019 tarih ve E:2018/5803, K:2019/1436 sayılı kararında;
“Bu durumda; yukarıda bahsedilen kat karşılığı inşaat sözleşmesine göre “ruhsata aykırılıkları yapan” kişi olan yüklenici firma, imar para cezasının muhatabı olacağından, bu hususta araştırma yapılarak ona göre para cezası tesis edilmesi gerekirken, arsa sahibi davacılar adına para cezası verilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir.”
 
Danıştay 14. Dairesinin 27.01.2015 tarih ve E:2014/9878, K;2015/407 sayılı kararında;
“Olayda davalı idare tarafından dava konusu yapının tamamına yıkım kararı verilmiş olup; uyuşmazlık konusu yapının 471,5 m2’lik kısmı için yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni belgesi alınmış olması nedeniyle, sadece ruhsatsız olan kısımlar için yıkım (ve para cezası) kararı alınabileceğinden ruhsatlı olan kısmı da kapsar şekilde yıkım (ve para cezası) kararı alınmasında hukuki isabet görülmemiştir.”

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Tapu Kayıtlarının Düzeltilmesi Davası

Tapu Kayıtlarının Düzeltilmesi Davası

Tapu Kayıtlarının Düzeltilmesi Davası – İzmir Avukat

Tapu kavramı, bir taşınmaza ilişkin bilgileri ve hak sahiplerini gösteren resmi bir belgeyi ifade eder. Tapu sicil müdürlüğünce verilen tapu belgeleri, hepimizin bildiği üzere taşınmazın kime ait olduğu başta olmak üzere bir takım bilgiler içerir. Bu bilgilerde bazı hata bulunabilir. Böyle bir durumda tapu kaydının düzeltilmesi davası açılması gerekebilir.

Taşınmaz malikinin isminin soy isminin veyahut diğer kimlik bilgilerinin, kadastro tespiti ile veya tapuya tescil sırasında yanlış, hatalı veya eksik kaydedilmesi sonucunda malikler veya mirasçıları tapu kaydının düzeltilmesini gerek ilgili tapu müdürlüğünden gerekse dava yolu ile hatanın veya eksikliğin düzeltilmesini talep edebilirler.

Türk Medeni Kanunu Madde 1027- İlgililerin yazılı rızaları olmadıkça, tapu memuru, tapu sicilindeki yanlışlığı ancak mahkeme kararıyla düzeltebilir. Düzeltme, eski tescilin terkini ve yeni bir tescilin yapılması biçiminde de olabilir. Tapu memuru, basit yazı yanlışlıklarını, Cumhurbaşkanınca çıkarılan yönetmelik uyarınca re’sen düzeltir. Her ne kadar re’sen düzenleme şeklinde bir yol belirtilmişse de uygulamada tapuya başvurmadan veya dava açılmadan düzeltme işlemleri yapılmamaktadır.

Talep İle Tapu Kaydının Düzeltilmesi

Bu yolu seçen malik veya malikin ölümü ile yasal mirasçıları taşınmazın bağlı olduğu tapu müdürlüğüne tapu kaydındaki hatanın, eksikliğin düzeltilmesini talep edebilir.

Tapu Müdürlüğüne Talepte Bulunurken;

  1. Malikin Kimlik Fotokopisi, Bir Adet Fotoğrafı, Mirasçıları Işlemi Yapacaklarsa Bunlara Ek Olarak Mirasçılık Belgesi,
  2. Taşınmazın Ada, Parsel Bilgilerini Içerir Tapu Senedi Veya Tapu Kaydı Bunların Olmaması Durumunda Malikin Veya Mirasçıların Sözlü Beyanı,
  3. Muhtarlıktan Alınmış Fotoğraflı Ilmühaber,
  4. Düzeltmeye Yarar Diğer Ek Ve Evrakları Ellerinde Bulundurmaları Gerekmektedir.

Tapu Müdürlüğü tapu kaydının düzeltilmesi işlemi sonrasında belli oranda harç ve döner sermaye ücreti almaktadır. Ancak yapılan hatalar, eksiklikler veya yanlışlıklar tapu veya kadastro müdürlüğünden kaynaklanmış ise bu durumda harç ve döner sermaye ücreti talep edilmez.

Tapu Müdürlüğüne Yapılan Talebin Reddi Halinde: Tapu Müdürlüğünün, düzeltme talebini reddetmesi durumunda başvuran kişinin adresine tebliğ Eder. Tebliğden itibaren 15 gün içinde tapu ve kadastro bölge müdürlüğüne itiraz edileceğini de cevap yazısında bildirir. Tebliğden itibaren 15 gün içinde itiraz yolu açıktır.

Dava İle Tapu Kaydının Düzeltilmesi

Tapu kayıtlarında kimlik bilgilerinin düzeltilmesi davaları 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 382. Maddesinde

Belirtilen çekişmesiz yargı işlerindendir. Bu davalar, taşınmazın aynına ilişkin bulunduğundan H.M.K. uyarınca taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılır.

Açılan bu davada herhangi bir zamanaşımı bulunmamakla birlikte malik veya mirasçılar her zaman bu davayı açabilirler. Önemli olan husus taşınmazın bağlı olduğu sulh hukuk mahkemesinde davanın açılacak olmasıdır. Dava çekişmesiz yargı türü olsa da davalı olarak tapu müdürlüğüne karşı davanın yöneltilmesi gerekmektedir.

Tapudaki yanlış satış nasıl düzeltilir?

Tapuda yanlış satış yapılması durumunda hatanın boyutuna göre işlem yapılır. Örneğin isim yanlışlığı gibi durumlarda yukarıdaki prosedür uygulanabilir. Ancak daha büyük hatalarda tapu iptali davası açılabilmektedir. Bu durumda taşınmazın bağlı bulunduğu yerdeki asliye hukuk mahkemesinde açılmalıdır.

Tapu kaydı düzeltilmesi davasında zaman aşımı şartı nedir?

Hukukumuzda zaman aşımı kavramı, bir hakka ilişkin dava açma gibi hakların süresini belirleyen bir husustur. Konumuz olan tapu kaydının düzeltilmesi davasına ilişkin ise bir zaman aşımı süresi bulunmamaktadır. Bu nedenle dava açarken zaman aşımı olması gibi bir durum söz konusu değildir.

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079