Yazar arşivleri: Av. Dilek Yavuz Uysal

Kira Sözleşmesinin Tahliye Taahhüdü İle Sona Ermesi

Kira Sözleşmesi Tahliye Taahüdü İle Sona Erme
Kira Sözleşmesi Tahliye Taahhüdü İle Sona Erme

Kira Sözleşmesinin Tahliye Taahhüdü İle Sona Ermesi | İzmir Avukat

1. Tahliye Taahhüdü Nedir?

Tahliye taahhütnamesi, kiracının kiralananı belirli bir tarihte boşaltacağına dair yazılı irade beyanıdır. Türk Borçlar Kanunu (TBK) madde 352 ‘de ‘’Kiracıdan kaynaklanan sebeplerle kira sözleşmesini sona erdirme nedeni olarak üç fıkra şeklinde düzenlenmiştir. Uygulamada sıkça karşılaştığımız tahliye taahhüdü ”belirli bir tarihte taşınmazı boşaltmayı yazılı olarak üstlenme” olarak ifade eden sona erdirme nedenidir.

Tahliye taahhütnamesini düzenleyen TBK 352/1 maddesinde, “Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak (tahliye taahhüdü tarihi) bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

İlaveten, 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’un 7/1-a bendinde ise “Kiracı tarafından gayrimenkulün tahliye edileceği yazı ile bildirilmiş olmasına rağmen tahliye edilmezse icra dairesine müracaatla tahliye isteyebileceği gibi, tahliye davası açabilir.”  denmiştir.

2. Tahliye Taahhütnamesinin Geçerlilik Şartları

Tahliye taahhütnamesinin geçerli olabilmesi için bazı şartları barındırması gerekmektedir. Bu şartlar;

  • Yazılı Şekilde Olması,
  • Tahliye Taahhütnamesinin kiracı tarafından bizzat veya temsilcisi tarafından verilmiş olması
  • Tahliye taahhüdünde tahliye için belirli bir tarihin belirtilmesi, ( sonradan doldurulabilir)
  • Tahliye taahhüdünün serbest iradeyle verilmesi,
  • Tahliye taahhüdünün kiralananın teslim edilmesinden sonra ve kira sözleşmesindeki tarihten sonraki bir tarihe ilişkin olarak verilmesidir. (Doktrin görüşüdür, tarihler sonradan doldurulabilir)

Yargıtay’ın güncel uygulamalarına göre kira sözleşmesiyle aynı gün imzalanan tahliye taahhütnamesi geçersizdir. Kira sözleşmesinin başlangıcı tarihinden en erken bir gün sonra imzalanmış olmalıdır. Aynı zamanda kira sözleşmesi düzenlenirken, kiralayanın talebi üzerine kiracı tarafından imzalanan tarihsiz tahliye taahhüdünün sonuçlarına Yargıtay uygulamasına göre kiracı katlanmak durumundadır.  Bu durumda, tahliye taahhüdünde adı soyadı ve imzası bulunan kiracı, tahliye taahhüdünde düzenleme ve tahliye etme tarihleri sonradan doldurulmuş olsa bile geçerli sayılan bir taahhüt olarak kabul edildiği için taşınmazı boşaltmak zorunda kalacaktır.

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2008/11 Esas, 2008/2784 Karar numaralı ve 11.3.2008 tarihli kararında ;

“Kiracı ( taahhütnamenin kira sözleşmesinin tanzimi sırası da alındığını, tanzim tarihinin sonradan doldurulduğunu ) savunmuş ise de… taahhütnamede “halen icar ve işgali altındaki” davacıya ait dairede oturduğunu ve bu şekilde tahliye taahhüdünü kiralananda otururken verdiğini kabul etmiştir. Öte yandan atılan imza, imza sahibi kiracıya bağlayacağından tahliye taahhüdünü içeren bu belgedeki tarihlerin sonradan doldurulduğu yolundaki itiraza itibar edilemez. Taahhütnamedeki tanzim tarihinin boş olarak bırakılıp davacıya verildiğinin kabul edilmesi halinde dahi davalı kiracı bu şekilde davranışının sonucuna katlanmak zorundadır. Kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekir.” Şeklindedir.

3. Tahliye Taahhüdüne Rağmen Kiracının Gayrimenkulü Tahliye Etmemesi Durumunda Ne Yapılır?

  • Hap Bilgi : Kira sözleşmesinin tahliye taahhüdü ile sona ermesini isteyen mal sahibinin burada 2 seçeneği vardır. İlki, tahliye taahhüdüne dayanarak icra takibi yapmaktır. Diğeri ise, Tahliye Taahhüdüne dayalı olarak kiraya veren (öncelikle icra dairesine başvurmadan) doğrudan doğruya Sulh Hukuk mahkemesine başvurabilir. Bu durumda Sulh Hukuk Mahkemesi kararı ile şartları var ise kiracının kiralanandan tahliyesine karar verilir.

Kira sözleşmesinin tahliye taahhüdü ile sona ermesini isteyen mal sahibi , tahliye tarihinden itibaren 30 gün içinde ihbara veya ihtara gerek olmaksızın taşınmazın bağlı bulunduğu yer icra dairelerinde bizzat veya avukatı aracılığıyla tahliye talepli icra takibi başlatabilir. İcra takibine itiraz edildiği takdirde kiralayan, bu defa icra mahkemesine başvurarak itirazın kaldırılmasıyla beraber taşınmazın tahliyesini dava edebilir. Tahliye taahhüdünün varlığı halinde icra takibine itiraz edilse dahi, icra hukuk mahkemesinden ilk celsede tahliye kararı çıkacaktır.

4. İcra Hukuku Alanında Süreç ve Düzenlemeler

İcra takibi yoluyla tahliye süreci İcra ve İflas Kanunu 272. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. İcra ve İflas Kanunu 272 uyarınca ‘Mukavelename ile kiralanan bir taşınmazın müddeti bittikten bir ay içinde mukavelenin icra dairesine ibrazı ile tahliyesi istenebilir. Bunun üzerine icra memuru bir tahliye emri tebliği suretiyle taşınmazın on beş gün içinde tahliye ve teslimini emreder.’  Kiraya veren, tahliye talepli icra takibi açacağı esnada, icra dairesine yaptığı takip başvurusunda kira kontratının ve tahliye taahhüdünün aslını icra müdürlüğüne vermek zorundadır. Bu tahliye yoluna ancak kiraya veren başvurabilir. Malikin tahliye taahhüdüne dayalı icra takibi yapma hakkı yoktur.

Burada sık karşılaşılan ve yorum gerektiren sorun kiralanan gayrimenkulün satışı halinde yeni malikin eski malik zamanında alınmış bulunan tahliye taahhüdüne dayalı olarak tahliye talep edip edemeyeceğidir. Yargıtay 3. Hukuk dairesinin 2018/3080 esas ve 6171 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere ‘6098 sayılı TBK’nun 352/1. maddesine göre; taahhüt nedenine dayalı tahliye davasının mutlaka kiraya veren tarafından açılması gerekir. Kiraya veren durumunda olmayan malikin dava hakkı yoktur. Ancak yeni malik önceki malikin ve kiraya verenin halefi olarak eski malik zamanında verilmiş taahhüde dayanarak dava açabilir.’  Kiracı kendisine tebliğ edilen ödeme emrine karşı süresi içerisinde itiraz etmediği takdirde takip kesinleşir ve Kiraya veren kiralananın tahliyesini icra müdürlüğünden isteyebilir ve kiralananı tahliye ettirir.

5. Kira Sözleşmesinin Tahliye Taahhüdü İle Sona Erme Süreci Ne kadar Sürer?

Kiracı, kiralananı belli bir tarihte tahliye etmeyi yazılı olarak üstlenirse, o tarihte kiralananı tahliye etmelidir. Aksi halde kira sözleşmesinin tahliye taahhüdü ile sona erme süreci başlayacaktır. Bu durumda kiraya veren, yazılı tahliye tarihinden başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle kira sözleşmesini sona erdirebilir. Tahliye talebi yetkili icra dairesine veya mahkemeye yapılır. İcra takibine başvurularak yapılan tahliye süreci, kiracının itiraz edip etmediğine bağlı olarak değişkenlik gösterir.

İtiraz Edilmezse: İcra takibi yolu ile kira sözleşmesinin tahliye taahhüdü ile sona erme süreci başlatılması halinde, icra dairesi kiracıya taşınmazın 15 gün içinde tahliye ve teslim edilmesi ihtarını içeren bir tahliye emri gönderir. Kiracının bu emre itiraz etmemesi durumunda, 15 gün sonunda kiraya veren veya vekili icra takibinin kesinleştirilmesini talep eder. İcra takibinin kesinleştirilmesinin ardından icra dairesine ödenmesi gereken harç ve yol masrafları ödendikten sonra tahliye için gün talep edilir. Akabinde, belirlenen günde icra dairesi memurları, kiraya veren vekili ve gerekli görülürse kolluk kuvvetleri ile tahliye gerçekleştirilir. Tahliye taahhüdü sürecine itiraz edilmediğinde yaklaşık bir ay kadar kısa bir zamanda kiracı tahliye edilir.

İtiraz Edilirse : İcra takibi yolu ile tahliye taahhüdü süreci başlatılması halinde, icra dairesi kiracıya taşınmazın 15 gün içinde tahliye ve teslim edilmesi ihtarını içeren bir tahliye emri gönderir. Kiracı tahliye emrine tebliğden itibaren 7 gün içinde tahliye taahhüdü geçersiz ise itiraz edebilir. Tahliye taahhüdü sürecine itiraz edilmesi halinde, itirazın ve sözleşmenin içeriğine göre kiraya veren icra mahkemesinde itirazın kaldırılmasını talep edebilir; ya da genel mahkemede bu itirazın kaldırılarak tahliyeye karar verilmesini talep edebilir.  İtirazın kaldırılması halinde icra müdürlüğünce taşınmaz zorla tahliye edilerek kiraya verene teslim edilir. Bu süreç yaklaşık olarak 4-5 ay sürebilir.  Uygulamada yapılan itirazlar genelde haksız olup süreci uzatmaya yöneliktir. Bu minvalde icra dosyası içeriği hakim tarafından incelenerek, sıklıkla ilk duruşmada tahliye kararı verilmektedir. Mahkeme davanın kabulüne karar verirse, icra dairesinden tahliye talep edebilmek için mahkeme kararının kesinleşmesi gerekmez. Bir başka anlatımla, kiracının mahkeme kararını istinaf etmesi veya ilamlı icra takibine itiraz etmesi tek başına icra takibini, dolayısı ile kiracının tahliyesini durdurmaz.

Yeni Yargı Paketi’nin 40. maddesi ile, Sulh Hukuk Mahkemesi’nde açılacak davalar için arabuluculuk dava şartı getirilmektedir. 40. Maddeyle, 6325 sayılı Kanuna 18/B maddesi eklenmektedir. Birinci fıkrayla, bazı uyuşmazlıklar dava şartı olarak arabuluculuk kapsamına alınmaktadır. Fıkranın (a) bendiyle, kira ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıkların dava şartı olarak arabuluculuk usulüne tabi olacağı hüküm altına alınmaktadır. Ancak kiralanan taşınmazların 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler dava şartı olarak arabuluculuk usulüne tabi olmayacaktır. Bu kapsamda, İcra Mahkemesi’ne yapılacak itirazın kaldırılması talepleri ile tahliye talepleri dava şartı olarak arabuluculuğa tabi olmayacaktır. Ancak anılan usulde, Sulh Hukuk Mahkemesi’nde dava açılması gerektiğinde dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin hükümler uygulanacaktır. Şeklindedir.

6. Boş Taahhütnamenin İşleme Konulması

Kiraya verenler uygulamada kira sözleşmesini imzalarken kiracıdan boş tahliye taahhütnamesi almaktadır. Kiracı sadece adını soyadını yazıp ve imza atmak suretiyle tahliye taahhüdünde bulunur. Kiraya veren kiracıyı çıkarmak istediğinde boş tahliye taahhütnamesini kendisi doldurur. Ardından, icra dairesi veya mahkemeye başvurarak kiracıyı tahliye eder. Uygulamada boş tahliye taahhütnamesi sıkça başvurulan bir yöntemdir.

Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesine göre, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 190. maddesine göre, ispat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Söz konusu maddeler uyarınca boş tahliye taahhütnamesinin kiralananın tesliminden önce verildiği, düzenleme ve tahliye tarihlerinin yazılmadan verildiği ve kiraya veren tarafından sonradan doldurulduğu kiracı tarafından ispatlanmalıdır. Bu sebeple, tarihleri boş olan tahliye taahhütnamesinin tarihlerinin sonradan doldurulması taahhütnameyi geçersiz kılmaz.

Yine aynı şekilde, Yargıtay içtihatlarına göre kiracı tarafından taşınmazın tesliminden önce sadece imzalanıp boş olarak verilen tahliye taahhütnamesi, kiraya veren tarafından sonradan doldurulması halinde geçerli kabul edilir. Bu taahhüdün geçersiz kabul edilmesi için ispat yükü kiracı üzerindedir. Kiracı tahliye taahhüdünün kiralananın tesliminden önce düzenlendiği ve tarafların arasındaki anlaşmaya aykırı bir şekilde doldurulduğu iddialarını ispatlayamazsa boş tahliye taahhütnamesi geçerli olur.

 7. Kira Sözleşmesinin Tahliye Taahhüdü İle Sona Ermesi İçin İhtar Zorunluluğu Var Mı ?

Uygulamada kira ilişkilerinde sıkça karıştırılan bir düşünce ihtar çekmek gerekip gerekmediği noktasındadır. Tahliye Taahhüdü Süreci tarafların önceden yazılı ve imzalı beyanları ile kira sözleşmesini sona erdiren bir taahhütnamedir. Bu minvalde, tarafların sözleşmenin biteceğini bildiği aşikardır. Örneğin, kira ilişkisinin devamında kiralayan kişinin konut ihtiyacının doğacağı taraflarca tahmin edilemez bir durumdur. Konut ihtiyacı ortaya çıktığında bunu yasal bir yolla kiracıya bildirmesi için ihtar çekmesi zorunludur. Fakat kiracı tahliye taahhüdünde bulunmuşsa ihtara gerek yoktur. Zira tahliye taahhüdü, kiracının ihtar veya ihbara gerek olmaksızın ve herhangi bir şart ileri sürmeksizin kiralananı belirtilen tarihte boşaltacağı anlamına gelir.

 Bu sebeple kiraya veren, ihtara gerek olmaksızın belirtilen tarihte kiralanan boşaltılmadığı takdirde bu tarihten itibaren 1 ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle kiracının tahliyesini sağlayabilir. Kiraya veren, kiracıyı tahliye etmek için icra takibi veya dava yoluna başvurabilir. Kiracı en hızlı, tahliye talepli icra takibi başlatılarak tahliye edilir. Çünkü icra takibi hızlı ve pratik bir yoldur. Zira dava yolu süre bakımından daha uzun sürmektedir.

Tahliye taahhütnamesine dayanılarak işlem yapılabilmesi için belirli sürelere uyulması gerektiğini belirtmiştik. Bu minvalde, kiracı tahliye taahhütnamesinde belirtilen süre içinde kiralanan gayrimenkulü tahliye etmediği takdirde bu tarihten itibaren bir ay içerisinde icra takibi başlatılabileceği gibi; tahliye davası da açılabilecektir. Kiraya veren kişi tahliye taahhütnamesinde belirtilen tarihten önce kiralanan gayrimenkulün taahhüt edildiği tarihte boşaltılması için ihtar gönderirse bu bir aylık dava süresi bir yıl kadar uzar. Bu sebeple de bir avukata danışmadan çekilen ihtarnameler, dava açma hakkını bir yıl erteleyebilmektedir. Sürecin hukuki bilgi ve deneyim gerektirmesi ile birlikte hak kayıplarının da önüne geçilmesi adına hukuki danışmanlık alınmalıdır.

Kira ilişkisi kurmak kolay olsa bile kira ilişkisini sona erdirmek deneyim ve hukuki bilgi gerektiren, usul şartları olan bir süreçtir. Bu sebeple, kiracının mümkün olan en kısa sürede tahliye edilmesi için hukuki destek almak önemlidir. Konuya ilişkin detaylı bilgi almak ve randevu oluşturmak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Trafik Kazalarında Kusur Oranı

Trafik Kazalarında Kusur Oranı

Trafik Kazalarında Kusur Oranı | İzmir Avukat

Av. Dilek Yavuz Uysal

Trafik Kazalarında Kusur Oranı

Kusur, Türk Dil Kurumu’nda “bilerek veya bilmeyerek bir işi gereği gibi yapmamak” şeklinde tarif edilmiştir. Bu tarif, aslında trafik kazalarında yaşanan durumlara birebir uymaktadır. Zira kişiler trafik kurallarına bilerek veya bilmeyerek uymamak suretiyle kusur işlerler ve bunun sonucunda trafik kazalarının meydana gelmesine sebebiyet verirler.

Trafik kazalarında kusur oranı, kaza sonrasında açılacak olan ceza davasında verilecek cezanın miktarının belirlenmesi hususunda oldukça önemlidir. Örneğin bir araç sürücüsünün yayaya çarptığı bir trafik kazası senaryosunu düşünelim. Bu örnekte yaya, yaya geçidini kullanmamışsa kusur oranı yüksek (asli kusurlu) olacaktır. Araç sürücüsü ise tafik seyrine ve trafik kurallarına uygun hareket etmişse yaya, asli kusurlu olacaktır. Bu durumda araç sürücüsünün kusur oranı tali(az kusurlu) veya kusursuz olarak tespit edilirse araç sürücüsü ceza davasında beraat edebilecek; tazminat ödeme yükümlülüğünden kurtulabilecektir.

Aksi senaryoda ise yayanın, yaya geçidini kullanarak yolun kontrolunü sağladıktan sonra karşıdan karşıya geçmiş olması; bu esnada bir aracın trafik kurallarını ihlal ederek kırmızı ışıkta geçerek yayaya çarptığının düşünelim. Bu senayoda ise, trafik kurallarını açıkça ihlal eden araç sürücüsü asli kusurlu olduğu için ceza alacaktır. Ceza almasının akabinde ise tazminat davası açılması durumunda tazminat tutarı , araç sürücüsünün ceza almış olduğu göz önüne alınarak arttırılarak hüküm kurulacaktır.

Trafik Kazalarında Kusur Oranı Süreci:

Meydana gelen trafik kazalarında kazanın olması ile birlikte araç veya araçlar hareket ettirilmeksizin ilk olarak trafik kazası tepit tutanağı tutulur. Bu tutanaktan sonra gerek ceza davasında, gerekse tazminat davasında tekrar bir bilirkişi raporu alınarak raporlar karşılaştırılır, raporlar arasında çelişkiler varsa durum ve deliller incelenerek çelişkiler giderilerek rapor nihai halini alır. Nihai rapor ile birlikte, artık hüküm kurulacaktır.

 Bu süreçte kazanın oluşunun hemen ardından, taraflar anlaşabiliyorlarsa aralarında, anlaşamıyorlar ise polis çağırarak ”trafik kazası tespit tutanağı” düzenler. Bu tutanağın kaza yerinde ve hemen tutulması esastır. Kazaya karışan tarafların tamamı tutanağı imzalamış olmalıdır. Aksi takdirde tutanak geçerli sayılmaz.

Trafik kazası tespit tutanağı: Hava durumu, yol şartlarını, kazanın oluş nedenlerini, tarafların davranış şekillerini ve sürücülere- araca ve diğer yol kullanıcılarına ait bilgiler ve kazanın özeti ile krokisini içeren, adli tahkikata ve sigorta hukukuna esas olmak üzere düzenlenen tutanaktır. Tanımdan da anlaşılacağı gibi, tutulan bu ilk tutanak dava sürecinde sunulacak olan ilk delil niteliğindeki belgedir. Maddi hasarlı trafik kazalarında aracın ve kaza yapılan yerin doğru açıdan çekilmiş fotoğrafları kusur oranlarının tespitinde oldukça önemlidir. Trafik kazalarının çoğunda kusur oranının tespiti için mahkemeye en ayrıntılı değerlendirme imkanı veren belge olmasına rağmen kaza tespit tutanağı, kusurun kimde olduğunun tespiti için yeterli bir evrak değildir.

Kazanın ardından sürücüler doldurdukları kaza tespit tutanaklarını poliçelerini yaptırmış oldukları sigorta şirketlerinin hasar departmanına iletirler.  Sigortalıdan gelen tutanaklar ve fotoğraflar dosya açıldıktan sonra Trafik Sigortaları Bilgi Merkezi (TRAMER) gönderilir. Sigorta şirketi hak kaybına sebebiyet vermemek için bir günde dosyayı açmak ve Tramer’e iletmekle yükümlüdür. Tramer, üç iş günü içerisinde evrakları inceleyip sonuçlandırır ve sigorta şirketine kusur oranını bildirir. Tutanakların, Tramer sistemine girilmesini takip eden üç iş günü içinde her bir sigorta şirketi kendi kusur oranı değerlendirmesi yapar. Eğer tüm şirketler tarafından aynı kusur oranları verilir ise dosya sonuçlanır. Tazminat ödemelerinin yasal süresi ie sekiz iş günüdür.

Ne var ki, uygulamada taraflar fazla sigorta poliçesi ödemek istemedikleri için manevi tazminata ilişkin ödemeleri kapsayan poliçe talep etmemektedir. Hatta, maddi tazminat teminatları da düşürülerek sigortalıya en uyguna poliçe teklifleri sunulmaktadır. Ne var ki yapılan ödemeler yaralanmalı bir trafik kazası meydana geldiği taktirde maddi ve manevi tatmin bir yana, çoğu zaman maddi kayıpları dahi karşılamamaktadır. Bu sebeple sürecin bir avukat vasıtası ile takip edilerek en yüksek tutarlardan tazminat talebi ile dava açılması kazaya karışan tarafar için çok daha mantıklı bir yoldur.

Yüzdelik Kusur Oranları Ne Anlama Gelir?

Kusur oranlarının belirlenmesi esasen yargılama esnasında alanında uzman bir bilirkişi vasıtası ile tam ve doğru olarak tespit edilecek bir husustur. Bu konuda bir standart olmamakla birlikte, anlaşılır olması için aşağıdaki şekile örneklendirebiliriz:

  • %0 kusur, sizin kazada kusursuz, karşı tarafın ise tamamen kusurlu olduğu durumdur. ( kusursuz)
  • %25 kusur, her iki tarafın da kusurlu olduğu; fakat sizin kusurunuzun daha az olması durumudur. ( tali kusurlu)
  • %50 kusur, her iki tarafın da aynı oranda kusurlu olması durumudur. ( eşit kusurlu)
  • %70 kusur, her iki tarafın da kusurlu olduğu; fakat sizin kusurunuzun daha yüksek olması durumudur. ( asli kusurlu)
  • %100 kusur; sizin kazada tamamen kusurlu olduğunuz durumdur. ( tam kusur)

Konuya ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Aşağıdaki Çalışmalar İlginizi Çekebilir

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Kefalet Sözleşmesi

Kefalet Sözleşmesi

Kefalet Sözleşmesi | İzmir Avukat

Kefalet sözleşmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 581. maddesinde düzenlenmiştir. İlgili hüküm ‘Kefalet sözleşmesi, kefilin alacaklıya karşı borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşmedir.’ şeklindedir. Buradan hareketle kefil, bir  borcun alacaklısına karşı, borçlunun borcunu ifa etmesinden şahsen sorumlu olarak alacaklının boşa çıkan ifa menfaatine ilişkin beklentisini parasal olarak karşılamayı taahhüt eder. Asıl borçlu ne olursa olsun kefalet sözleşmesinin tarafını oluşturmaz, kefalet sözleşmesinin tarafları kefil ve asıl borç ilişkisindeki alacaklıdır.

Kefalet Sözleşmesinin Geçerlilik Şartları:

  1. Adi Yazılı Şekil Şartı
  2. Kefaletin süresi ve miktarı
  3. Kefil olacak kişi evliyse eşin rızası şeklinde özetlenenilir.

Kefalet sözleşmesinde adi yazılı şekil şartı gerekmektedir. Yazılı olmayan kefalet sözleşmeleri geçersizdir. Yine geçerlilik şartı olarak kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihinin el yazısıyla yazılması 6098 sayılı TBK’nın 583. maddesinde kabul edilmiştir ve işbu hükme göre müteselsil kefalet için bu yazılı şekil şartına ek bir şart daha getirilmiştir. Buna göre kefilin müteselsil kefil olması durumunda bu sıfatla veya bu anlama gelen bir ifadeyle yükümlülük altına gireceğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır. Bu husus TBK m. 583’de düzenlenmiştir.

İlgili madde:  ‘Kefalet sözleşmesi yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin sorumlu olduğu azami miktarı, kefalet tarihi ve müteselsil kefil olması durumunda bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır. Müteselsil kefil olma iradesi kefilin el yazısıyla ortaya koyulmalıdır. Şu halde böyle bir iradenin varlığını kefalet belgesinin dışında kalan ve kefalet belgesinde bir dayanağı bulunmayan olgulara dayanarak ispatlamak mümkün değildir.’ şeklindedir.

Madde metninden anlaşıldığı üzere müteselsil kefaletin söz konusu olması için kefilin mutlaka müteselsil kefil sıfatıyla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girmeyi yüklenmesi gerekmektedir.

Son şart ise TBK 584. madde dzüenlemesidir. İlgili maddeye göre : ”Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır.

Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumlu olacağı miktarın artmasına veya adi kefaletin müteselsil kefalete dönüşmesine ya da kefil yararına olan güvencelerin önemli ölçüde azalmasına sebep olmayan değişiklikler için eşin rızası gerekmez. (Eşin rızasına istisna: Ticaret siciline kayıtlı ticari işletmenin sahibi veya ticaret şirketinin ortak ya da yöneticisi tarafından işletme veya şirketle ilgili olarak verilecek kefaletler, mesleki faaliyetleri ile ilgili olarak esnaf ve sanatkârlar siciline kayıtlı esnaf veya sanatkârlar tarafından verilecek kefaletler, 27/12/2006 tarihli ve 5570 sayılı Kamu Sermayeli Bankalar Tarafından Yürütülen Faiz Destekli Kredi Kullandırılmasına Dair Kanun kapsamında kullanılacak kredilerde verilecek kefaletler ile tarım kredi, tarım satış ve esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatifleri ile kamu kurum ve kuruluşlarınca kooperatif ortaklarına kullandırılacak kredilerde verilecek kefaletler için eşin rızası aranmaz. ) Kefillik ilişkisinin müteselsil ve adi olmak üzere iki çeşidi vardır.

Adi Kefalet ve Müteselsil Kefalet Arasındaki Farkları İnceleyecek Olursak:

Aksi kararlaştırılmadığı müddetçe kefalet sözleşmesi adi kefalet olarak değerlendirilmektedir.

  • Ticari borçlara kefalette asıl olan müteselsil kefalettir.
  • İcra dairesinde veya haciz esnasında yapılan icra kefaletlerinde müteselsil kefalet asıldır. ( Kefil müteselsil kefil ise, Türk Borçlar Kanunu 586. madde de belirtildiği üzere alacaklı borçluya karşı icra takibi başlatmadan önce ya da alacağı güvence altına almak için verilmiş olan taşınmaz rehnini paraya çevirmeden önce müteselsil kefile karşı icra takibi başlatabilir)
  • TKHK m.4/6 ‘da Tüketici işlemlerinden, tüketicinin edimlerine karşılık olarak alınan şahsi teminatlar, her ne isim altında olursa olsun adi kefalet sayılırken tüketicinin alacaklarına ilişkin karşı tarafça verilen şahsi teminatlar diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmadıkça müteselsil kefalet sayılır.
  • Müteselsil kefaleti, adi kefaletten ayıran en önemli özellik ise adi kefalette kefilin en önemli savunma defi olan tartışma def-inin olmamasıdır. Gerçekten de adi kefalet ile müteselsil kefalet arasında özellikle de kefilin öne sürebileceği def-i’ler bakımından farklılıklar vardır. Müteselsil kefil, adi kefilin savunmalarının çoğundan mahrumdur.
  • Müteselsil kefalette kefil , borçlu ile birlikte borcun tamamından birinci derecede sorumludur. Adi kefalette ise alacaklı borçluya başvurduktan ve borcunu tahsil edemedikten sonraki seçenek olarak adi kefile gidebilir. Bir başka anlatımla adi kefalette alacaklı, borçluya başvurmadıkça, kefile takip talebi yöneltemez. Ancak, aşağıdaki hallerde doğrudan doğruya kefile başvurabilir:

Borçlu aleyhine yapılan takibin sonucunda kesin aciz belgesi alınması, Borçlu aleyhine Türkiye’de takibatın imkansız hale gelmesi veya önemli ölçüde güçleşmesi, Borçlunun iflasına karar verilmesi, Borçluya konkordato mehli verilmiş olması. Sözleşmede, bu durumlarda alacaklının önce asıl borçluya başvurmak zorunda olduğu da taraflarca  kararlaştırılabilir.

Konua ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Yeni Evlilerin Boşanma Süreci

Yeni Evlilerin Boşanma Süreci

Yeni Evlilerin Boşanma Süreci | İzmir Boşanma Avukatı

Yeni Evlilerin Boşanma Süreci

Sosyal medyada ünlülerin ” Bir hafta evli kaldılar” , ”Yıldırım hızıyla boşandılar” gibi haberlerine sıkça rastlamaktayız. Fakat medeni kanunun boşanma ile ilgili düzenlemeleri içeren hükümlerine baktığımızda, boşanmaların anlaşmalı ve çekişmeli olmak üzere iki türde olduğunu; ve anlaşmalı olarak boşanabilmek için ise en az bir yıl süre ile evli olma şartının olduğu görmekteyiz.

Dolayısıyla yeni evlilerde boşanma süreci anlaşmalı boşanma ile sona eremez. Yani bir haftadır evli olan eşler, anlaşmalı boşanma davası açarak evliliği sonlandırılamazlar. Dava açıldıktan sonra bir yıllık sürenin tamamlanmasının önemi de bulunmamaktadır. Anlaşmalı olarak boşanılmak isteniyorsa, yeni bir davanın açılması gerekecektir. Zira kanunun anlaşmalı boşanma davasında aradığı şart tarafların en az bir yıl süre ile evli olmasıdır. 

Peki bu haberlerin doğruluğu nedir? Bir başka anlatımla; yeni evli kişilerin kanuni hükümler çerçevesinde bir an önce boşanmasını sağlamak mümkün müdür? Bu yazımızda, evlilik süresinin boşanma davasına etkisi ve davanın hızlı sonuçlanmasına imkan tanıyan hususlara yer vereceğiz. İnceleyecek olursak :

Yukarıda bir yıl şartının sağlamayan tarafların anlaşmalı boşanma davası açamayacağını belirtmiştir. Dolayısıyla, burada yeni evli kişilerin boşanma sürecinde tercih edeceği yol çekişmeli boşanma davası veya butlan sebepleri olacaktır.

1. Çekişmeli Boşanma Davası İle:

Çekişmeli boşanma davası açabilmek için belirlenmiş bir evlilik süresi yoktur. Bu sebeple, nikahtan hemen sonra dahi boşanma davası açılabilir. Boşanma için öncelikle dava açılması, dilekçe safhasının, ön incelemenin, tahkikatın, sözlü yargılamanın, karar aşamasının ve itiraza ilişkin işlemlerin tamamlanması gereklidir. Bunların hepsinin bir hafta içerisinde tamamlanması hukuken olanaklıdır. Zira dava açılır açılmaz cevap dilekçesi verilebilir. Davacı, cevaba cevap vermeyeceğini, davalı da ikinci cevap dilekçesi sunmayacağını belirtebilir(ya da bunları verebilirler). Ön inceleme duruşması hemen yapılabilir ve aynı duruşmada tahkikat, sözlü yargılama ve karar aşamaları tamamlanabilir. Gerekçeli kararın hemen yazılmasının ardından taraflar istinaf kanun yoluna başvurma haklarından feragat ettiklerini belirtirlerse karar kesinleştirilerek dava kapatılabilir. 

Taraflar açısından süreci özetleyecek olursak, bir hukuk bürosu ile anlaşarak eşler hukuk bürosundaki iki farklı avukata vekalet vererek kendilerini temsil etmesini isteyebilirler. Bunun faydası , avukatlardan birinin dava dilekçesi vermesinin hemen ardından diğer avukatın hiç vakit kaybetmeden cevap dilekçesini sunması ve avukatların ivedilikle duruşma günü talep edebilmesidir.

Yalnız burada dikkat edilmesi gereken husus, yeni evlenen kişilerin boşanma sürecini hızlı tamamlayabilmelerinin temel şartı, taleplerin araştırmaya ihtiyaç duyulmayacak nitelikte olması ve boşanma sebebini ispat edecek delillerin ispat gücünün yüksek olmasıdır. Örneğin tazminat talebi bulunan bir yargılama ile tazminat talebi bulunmayan yargılamanın sona erme süreleri farklılık arz edecektir. Aynı şekilde nafaka istenmemesi, varsa çocuğun velayetini bir tarafın istememesi gibi durumlar boşanma davası süresinin kısaltılmasına olanak sağlayacaktır. Bu sebeple, en yalın haliyle olayları karmaşık bir yapıya sokmadan boşanma talebi iletilmeli ve dilekçelerin teatisi aşamasında hızlı hareket edilmelidir.

Boşanmanın gerçekleşmesinden sonra eşlerin tekrar evlenmelerini engelleyen bir kural ise bulunmamaktadır. Boşanma kararını alan eşler tekrar nikah dairesine de gidebilir. Kadınların yeniden evlenmesinde getirilen iddet müddetini beklemeleri dahi gerekmez. Ancak boşanmanın fer’ileri ile ilgili hususlarda acele etmemek ve detaylı araştırma yaparak bilgi edinmek hak kaybına sebep olmamak adına oldukça önemlidir. Zira tutanağa geçecek bir söz ile özellikle maddi konularda zarara uğramak, mevcut hakkı kaybetmek olasıdır.

 Yeni evlilerde ise çoğu zaman geçimsizlik değil, alkol kullanımı, şiddet gösterme veya kumar bağımlılığı gibi durumlar nedeniyle çekişmeli boşanma davası açılmaktadır. Zira kanun koyucunun anlaşmalı boşanma davalarına getirmiş olduğu bir yıllık sürenin amacı, evlilik kurumunun temelinin kurulması için öngörülen asgari süredir. Bir başka anlatımla, iki aylık bir evlilikte kişiler şiddetli geçimsizliğe temel olan olayları yaşamasalar da bir yıllık süreç içerisinde bunun yaşanması mümkündür.

2. Nispi  Butlan Sebebi İle

Evliliğin nisbi butlanı, eşler arasındaki evliliğin kurucu unsurlarının şeklen yerine getirilmiş ve bir evlilik ilişkisi kurulmuş olmasına rağmen, kurulan bu evliliğin kanunda düzenlenen birtakım şartları taşıması sebebiyle batıl olmasıdır. Yeni evlenen kişilerin anlaşmalı bir şekilde hemen boşanması söz konusu değildir. Ancak tehdit ve zorlama nedeniyle evlenmiş olan çiftlerden birinin veya her ikisinin evlilikten cayma hakkı bulunmaktadır. Nispi butlan hallerini içeren kanun maddelerini inceleyecek olursak:

Madde 148– Evlenme sırasında geçici bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun olan eş, evlenmenin iptalini dava edebilir.

Madde 149– Aşağıdaki durumlarda eşlerden biri evlenmenin iptalini dava edebilir: a. Evlenmeyi hiç istemediği veya evlendiği kişiyle evlenmeyi düşünmediği hâlde yanılarak bu evlenmeye razı olmuşsa, b. Eşinde bulunmaması onunla birlikte yaşamayı kendisi için çekilmez bir duruma sokacak derecede önemli bir nitelikte yanılarak evlenmişse.

Madde 150- Aşağıdaki durumlarda eşlerden biri evlenmenin iptalini dava edebilir: a. Eşinin namus ve onuru hakkında doğrudan doğruya onun tarafından veya onun bilgisi altında bir başkası tarafından aldatılarak evlenmeye razı olmuşsa, b. Davacının veya altsoyunun sağlığı için ağır tehlike oluşturan bir hastalık kendisinden gizlenmişse.

Madde 151– Kendisinin veya yakınlarından birinin hayatı, sağlığı veya namus ve onuruna yönelik pek yakın ve ağır bir tehlike ile korkutularak evlenmeye razı edilmiş eş, evlenmenin iptalini dava edebilir.

Medeni Kanun 152 Uyarınca: ”İptal davası açma hakkı, iptal sebebinin öğrenildiği veya korkunun etkisinin ortadan kalktığı tarihten başlayarak altı ay ve her hâlde evlenmenin üzerinden beş yıl geçmekle düşer. ” Bu süre, hak düşürücü niteliktedir.

Görüldüğü üzere, evliliğin bir yıldan kısa süreli olması boşanmaya engel değildir. Hiç kimse istemediği biri ile evli kalmaya zorlanamaz, zorlanmamalıdır. Boşanma davanıza ilişkin sürecin yürütülmesi ve hukuki danışmanlık almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Tapu Tescil Davası & Tapu İptal Davası

Tapu Tescil Davası & Tapu İptal Davası | İzmir Gayrimenkul Avukatı

Tapuda yapılan tescil işleminin gerçeğe aykırı bir işlem olduğu, yolsuz olduğu veya kanuna ve usule aykırı şekilde yapıldığı iddiasıyla açılan işlemin iptali amacıyla açılan davalardır. Açılan tapu iptal ve tescil davalarında, dava esnasında iddialar ispatlandığı taktirde taşınmaz el değiştirecektir. Bu sebeple, anayasal hak olan mülkiyet hakkının ihlalinde başvurulan bir yol olduğunu da söylemek mümkündür.  Öyle ki , dava ile birlikte istenen neticenin elde edilememesi durumunda mülkiyet hakkı ihlali devam ederse iç hukuk yolları tüketilse bile AİHM’e bireysel başvuru yapılması mümkündür.

Tapu İptal Ve Tescil Davası Açılabilmesinin Şartları:

  • Tapu kütüğünde haklı bir nedene dayanılmadan işlem yapılması,
  • Malik dışında üçüncü bir kişi adına tescil yapılması,
  • İlgili taşınmazdaki tescilin değiştirilmiş olması,
  • İlgili tescilin tapu kütüğünden silinmiş olması,
  • Yapılan yolsuz tescil neticesinde ayni hakkın zedelenmiş olması

Tapu İptali Davasında Yetkili ve Görevli Mahkeme

Yetki Bakımından : Diğer bütün gayrimenkul davalarında olduğu gibi tapu iptali ve tescili davaları da taşınmazın (gayrimenkulün) bulunduğu yerde açılır. Gayrimenkulün bulunduğu yer mahkemesi, usul kanununca tek ve kesin yetkili mahkemedir. Bu yetki kamu düzenine ilişkin olup taraflar aksine sözleşme yapamaz. Aynı şekilde, davaya bakan hâkim, davanın yetkili mahkemede (taşınmazın bulunduğu yerde) açılıp açılmadığını resen (kendiliğinden) denetlemek zorundadır. Bu husus dava şartlarından olup, dava yetkili mahkemede açılmamışsa Hukuk Muhakemeleri Kanununun 114/1.c ve 115. Maddeleri uyarınca davayı derhal usulden reddetmek durumundadır.

Görev Bakımından: Tapu iptal ve tescil davaları, taşınmazın bulunduğu yerin asliye hukuk mahkemesinde açılır. Bir başka anlatımla görevli mahkeme, asliye hukuk mahkemesidir. Tapu iptal ve tescil davası için dilekçenin eksiksiz olması şarttır. Taşınmazın kayıt bilgileri, olaydaki hukuka aykırı olan tüm durumlar ve deliller açık bir şekilde belirtilmelidir. Bilirkişi, tanık ve keşif delillerine dayanılmalı ve bu delillerde hangi noktaların incelenmesi isteniyorsa açıkça dilekçede belirtilmelidir. Dayanılacak her bir vakıa ve delil dava dilekçesinde yer almalıdır.

Tapu İptal ve Tescili Davası Açılmasına Neden İhtiyaç Duyulur?

Aşağıda tapu iptali ve tesciline hak doğuracak bazı durumları belirterek birkaçını örneklerle açıklayacak olursak:

  • Hukuki ehliyetsizlik sebebiyle açılabilir,
  • Muris muvazaası durumunda yapılan işlemin iptali istemiyle açılabilir ( Muvazaa, tarafların üçüncü kişileri aldatma maksadıyla gerçek iradelerine uymayan ve kendi aralarında hüküm ifade etmeyen bir konuda anlaşma yapmalarıdır. Muris muvazaası halk arasında mirastan mal kaçırma olarak bilinmektedir. Muris muvazaası nedeniyle açılan tapu iptali ve tescili davası, mirasbırakanın ölmeden önce mirasçılarından mal kaçırma amacıyla taşınmaz devrini gerçekleştirmesi ve mirasçıların gerçekleştirilen yolsuz tescilin düzeltilmesini talep etmiş olduğu davalardır. Mirasbırakanın mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla yapmış olduğu açılan tapu iptali ve tescil davasında ispatlanmalıdır. Mirasbırakanın taşınmaz devrini herhangi bir bedel karşılığında devredip devretmediği, aralarında gizli bir sözleşme olup olmadığı gibi muvazaa iddiası her türlü delille ispatlanabilecektir.)
  • Kişiye verilen vekaletin kötüye kullanılması sebebiyle açılabilir,
  • Ölünceye kadar bakma sözleşmesinin geçersiz olduğu iptali istemiyle açılabilir,
  •  İmar hukukundan kaynaklanan sebepten dolayı açılabilir,
  • Aile konutu uyuşmazlığı sebebiyle tapu iptal davası açılabilir, ( Aile konutu, aile bireylerinin birlikte yaşadığı ortak kullandığı konuttur. Aile konutu üzerine kayıtlı olmayan eşin rızası alınmadan diğer eş, aile konutu satışını gerçekleştiremeyecek veya ipotek tesis edemeyecektir. Rıza alınmadan yapılan işlemin hukuki geçerliliği bulunmadığından yapılan tescil yolsuz olacaktır. Eşin açık rızası olmadan aile konutunun satışının gerçekleşmesi halinde diğer eş, yolsuz tescil adına tapu iptali ve tescili davası açabilecektir)
  • Sınır uyuşmazlıkları, tapu kaydının düzeltmesi davası yoluyla giderilemeyecek miktar fazlalıkları veya noksanlıkları nedeniyle açılabilir,
  • Yolsuz tescil nedeniyle açılabilir,
  • Kadastro ölçüm hataları veya yanlış kayıt nedeniyle kadastrodan önceki sebeplere dayanılarak açılabilir,
  • Kıyı Kanunu veya Orman Kanunu ve sair mevzuat dolayısıyla nedeniyle, tapuya özel mülk olarak kaydedilemeyecek arazilerin kişiler adına kaydının iptali talebiyle hazine veya ilgili idarelerce açılabilir,
  • Bir başkası adına senetsiz olarak tescil edilmiş tapu kaydının gerçek durumu yansıtmadığı gerekçesiyle açılabilir,

Dava Kime Yöneltilmelidir?

Tapu iptal ve tescil davalarının kazanılmasında ispat çok önemlidir. Bu nedenle tapuya ilişkin yapılan tescilin yolsuz olduğu iddia ediliyorsa, tescilin yolsuz olduğuna dair iddianın ispatlanması şarttır. Örneğin; kişi muris muvazaası nedeniyle yolsuz tescilin düzeltilmesi talebinde bulunuyor ise davacı, muris muvazaasını kanıtlamakla mükelleftir.

Tescil davaları hazineye ve ilgili kamu tüzel kişisine varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılmaktadır. Davalılar ve itiraz edenler aynı dava içerisinde kendi adlarına tescil kararı verilmesini isteyebilir. Olağanüstü zamanaşımı nedeniyle açılacak tapu tescil davalarında ise davanın kime yöneltileceğine ve zamanaşımına dikkat edilmelidir. Olağanüstü zamanaşımı nedeniyle açılacak tapu tescil davaları, ilgili tüzel kişilik ve hazine aleyhine birlikte açılmalıdır(TMK md.713/3). Örneğin, bir köyün sınırları içerisinde bulunan taşınmazı nizasız ve aralıksız 20 yıl malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişi, hem köy tüzel kişiliğine hem de hazine aleyhine tapu iptali ve tescili davası açmalıdır.

Bir başka örnekte de, muvazaa nedeniyle açılan bir tapu iptali ve tescil davası söz konusuysa ve bu mülkiyet birkaç defa el değiştirmişse dava mülkiyet kısa bir dönem de dahi olsa tüm önceki ve günce maliklere birlikte açılabilir. Eğer mülkiyet hakkı sahibi vefat etmiş ise, tapu iptali ve tescil davası vefat eden kişinin mirasçılarına karşı açılabilir. Söz konusu davalarda 3. kişilere ait olan ayni veya şahsi bir hakkın ortadan kaldırılması talep edilecek ise tapu kaydında yer alan hak sahibine ayrıca bir dava açılması gerekmektedir.

Tapu İptali ve Tescili Davasında İhtiyati Tedbir

İhtiyati tedbir kararı, mahkemeye başvuru esnasında davacının hukuki olarak koruma istediği, adından da anlaşıldığı üzere tedbir alınması gerektiğini belirten bir korumadır. İhtiyati tedbir kararı dava süresi boyunca geçerli olan bir koruma olup hukuki talebinin dava süresi boyunca koruma altına alınmasıdır. Tapu iptali ve tescil davasında ihtiyati tedbir kararı, davaya konu olan taşınmaza ilişkin üçüncü kişilere satılmaması amacıyla tapuda satışın durdurulması, şerh konulması olarak istenebilmektedir. İhtiyati tedbir kararının verilmesi adına mahkeme tarafından teminat yatırılması istenebilmektedir. Davalı kişinin üzerine kayıtlı olan taşınmaz adına ihtiyati tedbir kararının verilmesi halinde aleyhine sonuçlar doğurması ihtimali mevcuttur. Bu nedenle mahkeme tarafından dava dilekçesinde belirtilen dava değeri üzerinden yaklaşık %15 oranında teminat yatırılması istenilmektedir. Mahkeme tarafından teminat yatırılmasına ilişkin karar vermesi şart değildir; ancak davada kesin bir delil bulunmuyor ise teminat alınması yönünde karar alabilir.

İlgili Yargıtay Kararları:

  • Muris muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davalarında çözülmesi gereken hukuki sorun miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırma iradesiyle hareket edip etmediğinin tespitidir. Miras bırakan mirasını paylaştırırken hoşgörü ile karşılanabilecek makul oranlarda farklılıklar yaratarak paylaşım yapabilir. Muris muvazaasına dayalı tapu iptal ve tescil davasında; miras bırakanın denkleştirme yapıp yapmadığı ve mal paylaşımının hakkaniyete uygun bir paylaşım olup olmadığı aşağıdaki ölçütler kullanılarak tespit edilir (Yargıtay 1.HD-Karar: 2016/5445)
  • Eşlerden biri diğerinin “açık rızasını” almadan aile konutu olan taşınmazı üçüncü kişilere devredemez veya taşınmaz üzerinde üçüncü kişi yararına ipotek vb. gibi sınırlı ayni haklar tesis edemez (MK md.194/1), (HGK-2015/1201 karar)
  • Mahkemece, dava dışı …’ın vekaletname tarihi ve satış tarihinde fiil ehliyetini haiz olmadığı, davalının ediniminin yolsuz tescil niteliğinde olup davalının iyiniyet ilkesinden yararlanamayacağı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. (Yargıtay 1. H.D- Yargıtay 2017/ 245E, 2020 / 763K.)

Tapu iptal ve tescili davaları, taşınmaz mülkiyetini değiştiren ve taraflar açısından büyük ekonomik riskler taşıyan bir dava türüdür. İlaveten, dava dilekçesinin yazılmasından sürecin takibine dek gerekli hukuki korumalar talep edilmeli, deliller eksiksiz öne sürülmelidir. Bu sebeple, taşınmazlara ilişkin bu davalar mutlaka bir avukat vasıtasıyla takip edilmelidir. Daha fazla bilgi almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

İşçi Aşacaklarında Faiz

İşçi Aşacaklarında Faiz

İşçi Aşacaklarında Faiz | İzmir İş Hukuku Avukatı

Av. Dilek Yavuz Uysal

İşçi Aşacaklarında Faiz

İşçi alacakları, 4857 Sayılı İş Kanunu‘nda düzenlenmiş olup, işçinin iş sözleşmesinin sona ermesi halinde ortaya çıkan bazı hak ve alacaklarına verilen isimdir. İşçi alacaklarının bir kısmı (Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti alacağı, kötü niyet tazminatı gibi) fesihe bağlı alacaklar olup; iş akdinin sona ermesiyle talep edilebilen işçilik kalemleridir. İşçi alacaklarının bir kısmı ise (Ücret, fazla mesai ücreti, ubgt ücret alacağı, hafta tatili ücret alacağı gibi) fesihe bağlı olmayıp, iş akdi feshedilmiş olsun veya olmasın işçinin hak kazandığı zaman talep edebileceği alacak kalemleridir. İşçi alacaklarına faizin ne şekilde uygulanacağı ve faizin başlangıcının nasıl belirleneceği ise uygulamada zaman zaman karıştırılmaktadır. Bunları sırası ile inceleyecek olursak;

1. Kıdem Tazminatı:

İşçinin Kıdem tazminatı hesaplamasında son brüt ücreti (giydirilmiş ücreti) esas alınır. İşçinin son brüt ücretine, yol yardımı, yemek yardımı, prim vs. gibi düzenlilik arz eden sosyal yardım ve benzere ücretlerin eklenmesiyle giydirilmiş ücret elde edilir ve bu ücret kıdem tazminatı hesaplamasında esas alınır.

Kıdem tazminatında faiz başlangıcı hep aynı olup, ilk davada olduğu gibi, ek davada veya dava değerini (ıslah yoluyla) artırmada da faiz başlangıcı: iş sözleşmesinin kıdem tazminatını hak edecek biçimde sona erdiği tarihtir.   Kıdem tazminatı, işçinin işten ayrıldığı tarih itibariyle muaccel olacağından, faizin başlangıç tarihi de fesih tarihi olacaktır. Kıdem tazminatında zamanaşımı Borçlar Kanunu uyarınca on yıldır. Zamanaşımı, iş sözleşmesinin fesih tarihinden itibaren işlemeye başlar.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2017/5554 E. , 2018/7618 K. sayılı ve 04.04.2018 tarihli ilamı;  ”..4857 Sayılı İş Kanunu’nun 120. maddesi yollamasıyla, halen yürürlükte bulunan 1475 Sayılı Kanun’un 14. maddesinin 11. fıkrası hükmüne göre, kıdem tazminatının gününde ödenmemesi durumunda mevduata uygulanan en yüksek faize karar verilmelidir…” Şeklindedir. Dolayısıyla, kıdem tazminatına uygulanacak faiz, bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faizdir.

2. İhbar Tazminatı

İhbar tazminatı, belirsiz süreli iş sözleşmesini haklı bir neden olmaksızın ve usulüne uygun bildirim öneli tanımadan fesheden tarafın, karşı tarafa ödemesi gereken bir tazminattır. İhbar tazminatı kıdem ve yıllık izin gibi 1 yıl çalışma şartına bağlanmamıştır. Sözleşmesi 6 aydan az sürmüş olsa bile işçinin ihbar tazminatı alma hakkı vardır.

İhbar tazminatına yasal faiz uygulanmaktadır. Yasal faiz, 2018 yılı itibariyle %9’dur. Ancak bu oran her yıl değişebileceğinden işçi alacağının tahsili esnasında icra takibi açılacaksa bu oranı kontrol etmek gerekmektedir. İşverenin(veya işçinin) ihbar tazminatına ilişkin faizinin  başlangıç tarihi ise, karşı tarafın temerrüde düşürüldüğü tarihtir. Bu tarih, karşı tarafa Noter aracılığıyla ihtarname gönderilmesi halinde ihtarnamenin tebliğ edildiği tarih ile başlayabileceği gibi doğrudan dava açılması halinde dava tarihi itibariyle başlayacaktır. İhbar tazminatında zamanaşımı Borçlar Kanunu uyarınca on yıldır. Zamanaşımı, iş sözleşmesinin fesih tarihinden itibaren işlemeye başlar.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2017/5535 E. , 2017/11218 K. sayılı ve 22.06.2017 tarihli ilamıı;

”…İhbar tazminatı bakımından uygulanması gereken faiz oranı değişen oranlara göre yasal faiz olmalıdır. Bireysel ya da toplu iş sözleşmesinde faklı bir faiz türü öngörülmüşse, yasal faizin altında olmamak kaydıyla kararlaştırılan faiz uygulanır…” Şeklindedir.

Diğer alacaklardan farklı olarak bu alacak kalemine yasal faiz uygulanmaktadır. İşçinin işten ayrılmasını takiben işverene Noter aracılığıyla ihtarname göndermiş olması halinde ihtarnamenin ulaştığı tarih, göndermemiş olması halinde dava tarihi itibariyle faiz istenebilecektir.

3. Yıllık İzin Ücreti Alacağı

Yıllık ücreti izin, bir sene boyunca çalışan işçinin dinlenebilmesi için öngörülen ve çalışmadan geçirilen, ücreti peşin olarak ödenen bir haktır. Yıllık izin hakları kullanılmadığında o senenin yıllık izin hakkının sona ermesi gibi bir durum söz konusu değildir. Kullanılmayan yıllık izin süreleri birikmeye devam eder ve sözleşme ilişkisi bitene kadar işveren tarafından bu izinlerin kullandırılması gerekir. Aksi hale sözleşme ilişkisi sona erdiğinde kullanılmayan yıllık izin sürelerinin tamamı alacağa dönüşür ve bu yıllık izin ücreti alacağını işverenden talep etme hakkı doğar.

Yıllık izin ücreti ,iş sözleşmesinin feshedildiği tarihte muaccel hale gelir. Bununla birlikte, faiz başlangıcı bakımından işverenin ayrıca temerrüde düşürülmesi gerekir. İhtarname sureti ile temerrüde düşürülmemesi durumunda ise dava ve ıslah tarihlerinden itibaren faiz yürütülmesi gerekir.  Yıllık izin ücret alacağı için zamanaşımı süresi 5 yıldır.

4. Ulusal Bayram Genel Tatil ve Fazla Mesai Alacağı

UBGT olarak geçen bu alacak kaleminde, temerrüde düşürülülen tarih faiz başlangıç tarihidir. Noter kanalıyla ihtar gönderilmişse ihtarnamenin gönderildiği tarihten itibaren; gönderilmemişse dava tarihi itibariyle faiz talep edilebilecek olup, faiz çeşidi mevduata uygulanan en yüksek faiz olarak belirlenmelidir. UBGT alacağı için zamanaşımı süresi 5 yıldır.

5. Fazla Çalışma Alacağı

Fazla mesaide fazla mesai yapıldığını ispat yükü işçiye, fazla çalışma ücretinin ödendiğinin ispat yükü de işverene ait olmasına rağmen; ücret alacağında ise, ücretin ödendiğinin ispat yükü işverene aittir, işçinin bir ispat yükü bulunmamaktadır. Faiz çeşidi mevduata uygulanan en yüksek faiz olarak belirlenmelidir. Faiz başlangıcı ise işverenin temerrüde düşürüldüğü tarihtir. Fazla çalışma alacağı için zamanaşımı süresi 5 yıldır.

Yargıtay Kararları Işığında Kısmi Dava ve Belirsiz Alacaklarda Faiz Başlangıç Tarihleri

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/9-3157 Esas, 2018/365 Karar ve 28.2.2018 tarihli kararında ” Öte yandan yine belirsiz alacak davasının Kanuna konuluş amacı ve davanın niteliği dikkate alındığında, dava tarihinden önce gerçekleşen bir temerrüt olgusunun bulunmadığı durumlarda belirsiz alacak davasında yargılama sonucunda miktarı tam ve kesin olarak belirlenen alacağın tümü için temerrüt, davanın açıldığı tarihte gerçekleşeceğinden faize de dava tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekir.” kararını ve “Bu durumda dava belirsiz alacak davası olduğuna göre, bu davanın açılması ile doğacak olan maddi ve şekli hukuk sonuçlarının ( zamanaşımının kesilmesi ve diğerleri ) bu dava için de geçerli olması gerekeceğinden, mahkemece talep arttırım dilekçesi verilerek arttırılan miktarlar dâhil alacakların tümüne dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi doğru olmuştur.” kararını vermiştir.

Bu halde, İşçilik Alacaklarında Faiz ve Zamanaşımı Süreleri İçin Uygulanacak Temel Standartlar Aşağıdaki Gibidir:

Belirsiz Alacak Davasında Faiz Başlangıcı

Temerrütün (İhtarname) var olduğu hallerde temerrüt tarihinden itibaren “Bedel Arttırım Dilekçesi” ile istenen toplam alacağın tamamına; temerrüt olgusu (İhtarname) bulunmayan durumlarda dava tarihinden itibaren “Bedel Arttırım Dilekçesi” ile istenen toplam alacağın tamamına faiz işletilmelidir. Dava tarihinde “Bedel Arttırım Dilekçesi” ile arttırılan alacağın tamamı için zamanaşımı kesilecektir.

Kısmi Dava Olarak Açılan Alacak Davasında Faiz Başlangıcı

Temerrütün (İhtarname) var olduğu hallerde temerrüt tarihinden, temerrüt olgusu (İhtarname) bulunmayan durumlarda dava dilekçesi ile istenen tutara dava tarihinden, ıslah ile arttırılan tutara ise ıslah dilekçesinin harcının ödendiği tarihten itibaren faiz işletilmelidir. Dava dilekçesinde gösterilen tutar için dava tarihinde, ıslah ile arttırılan tutara ise ıslah dilekçesinin harcının ödendiği tarihte zamanaşımı kesilecektir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

İşyerinde Alkol Kullanmak

İşyerinde Alkol Kullanmak

İşyerinde Alkol Kullanmak | İzmir Avukat

İşçinin çalışma saatleri dışında kalan özel yaşantısında alkol kullanmasının önünde herhangi bir hukuki engel bulunmamaktadır. Bu tür alışkanlıkların iş akdinin feshine etkisi  düşünülemez. Fakat işin niteliği gereği belli başlı durumlar hariç iş yerinde alkol kullanmak, iş kanununca işverene haklı fesih imkanı verir.

Aşağıda bahsedilecek olan kanunun ilgili maddelerince, işyerine sarhoş olarak gelmek ve işyerinde alkol kullanmak yasaktır. İşyerinde alkol alan veya işyerine alkollü gelen işçinin iş sözleşmesinin feshi işveren tarafından haklı fesih olup işçiyi tazminatsız bir şekilde işten çıkarabilir. Yazımının devamında detaylı olarak incelenecek olan, işyerinde alkol kullanımının zorunlu olduğu ilişkin istisnai durumlar hariçtir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun, 25/II.maddesi ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan halleri ve benzerlerini düzenlemektedir. Bu madde kapsamında, işveren tarafından yapılan fesihler haklı fesih olarak kabul edilmektedir. İnceleyecek olursak :

İş Kanunu’nun, 25/II :

  • a) İş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri için gerekli vasıflar veya şartlar kendisinde bulunmadığı halde bunların kendisinde bulunduğunu ileri sürerek, yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler veya sözler söyleyerek işçinin işvereni yanıltması.
  • b) İşçinin, işveren yahut bunların aile üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak sözler sarf etmesi veya davranışlarda bulunması, yahut işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnadlarda bulunması.
  • c) İşçinin işverenin başka bir işçisine cinsel tacizde bulunması.
  • d) İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması veya 84 üncü maddeye aykırı hareket etmesi.
  • e) İşçinin, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan davranışlarda bulunması.
  • f) İşçinin, işyerinde, yedi günden fazla hapisle cezalandırılan ve cezası ertelenmeyen bir suç işlemesi.
  • g) İşçinin işverenden izin almaksızın veya haklı bir sebebe dayanmaksızın ardı ardına iki işgünü veya bir ay içinde iki defa herhangi bir tatil gününden sonraki iş günü, yahut bir ayda üç işgünü işine devam etmemesi.
  • h) İşçinin yapmakla ödevli bulunduğu görevleri kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesi.
  • i) İşçinin kendi isteği veya savsaması yüzünden işin güvenliğini tehlikeye düşürmesi, işyerinin malı olan veya malı olmayıp da eli altında bulunan makineleri, tesisatı veya başka eşya ve maddeleri otuz günlük ücretinin tutarıyla ödeyemeyecek derecede hasara ve kayba uğratması.

Yukarıda sayılan maddeler, işverenin işçiyi haklı sebeple ve tazminatsız bir şekilde işten çıkarmasına imkan sağlayan hallerdir.Kanun hükmünde  açıkça işyerinde alkol kullanmak ile ilgili bir düzenleme yer almamış olsa da  maddedin (d) fıkrasında “…84 üncü maddeye aykırı hareket etmesi”ile yasak belli bir şekilde belirtilmiştir.

İş Kanunun 84.maddesi  ise içki veya uyuşturucu madde kullanma yasağına ilişkindir. Bu maddeye göre:

  • a) İşyerine sarhoş veya uyuşturucu madde almış olarak gelmek ve işyerinde alkollü içki veya uyuşturucu madde kullanmak yasaktır.
  • b) İşveren; işyeri eklentilerinden sayılan kısımlarda, ne gibi hallerde, hangi zamanda ve hangi şartlarla alkollü içki içilebileceğini belirleme yetkisine sahiptir.

İşyerinde Alkollü İçki Kullanma Yasağı İstisnaları;

  • a) Alkollü içki yapılan işyerlerinde çalışan ve işin gereği olarak üretileni denetlemekle görevlendirilen,
  • b) Kapalı kaplarda veya açık olarak alkollü içki satılan veya içilen işyerlerinde işin gereği alkollü içki içmek zorunda olan,
  • c) İşinin niteliği gereği müşterilerle birlikte alkollü içki içmek zorunda olan,

İşçiler için uygulanmaz”. Düzenlemesi ile, bu kapsama giren kişilerin işyerinde alkol kullanmasının yasak olmadığı düzenlenmiştir.

Unutulmaması gereken diğer husus ise işverenin işçinin alkollü olduğunu doktor raporu, işçinin veya müşterilerin yazılı beyanı ile tutanak tutarak belgelemesidir. Sadece işyerinde çalışan işçilerin tanıklık beyanları işçinin itirazı halinde yeterli olmayabilir. İşveren, iş sözleşmesini fesih yetkisini bu olayı öğrendiği tarihten itibaren 6 işgünü içinde kullanmalıdır. Hukuki  danışmanlık almak veya süreçle ilgili daha fazla bilgi edinmek için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Kiraya Verenin Hapis Hakkı

Kiraya Verenin Hapis Hakkı

Kiraya Verenin Hapis Hakkı | İzmir Avukat

Hapis hakkı, alacaklıya fiili hakimiyeti bulunan ve geri verilmesi gerekli olan borçluya ait taşınır mallar ve kıymetli evrağı vermeyerek, bunları borç ödeninceye kadar alacağın teminatı olarak alıkoyma ve paraya çevirme yetkisi veren haktır. Kira sözleşmelerinde kiraya vereni ( kira bedeli alacağını tahsil edebilmesi konusunda ) korumak için bazı hukuki düzenlemeler mevcuttur. Bunlara örnek, Türk Borçlar Kanunu’nda kiralayana hapis hakkı adı altında tanınan rehin hakkıdır.

Kiracının, kira borcu bakımından zaten kişisel sorumluluğu bulunduğundan hapis hakkının konusunu  kiracıya ait taşınırlar oluşturur. Hapis hakkı ile, kiraya veren bunlara el koyabilmektedir. Bu durum hapis hakkının ayni hak olduğunu, ayni haklardan da teminat amaçlı rehin hakkı olduğu ve yasa koyucu tarafından kiraya verene özel bir hak tanıdığı sonucunu ortaya koymaktadır.

Kiraya verenin hapis hakkı Türk Borçlar Kanunu (TBK) Madde 336‘da düzenlenmiştir. Buna göre:  

  1. Taşınmaz kiralarında kiraya veren, işlemiş̧ bir yıllık ve işlemekte olan altı aylık kira bedelinin güvencesi olmak üzere, kiralananda bulunan ve kiralananın döşenmesine veya kullanılmasına yarayan taşınırlar üzerinde hapis hakkına sahiptir.
  2. Kiraya verenin hapis hakkı, alt kiracının asıl kiracıya olan kira borcunu asmamak üzere, alt kiracının kiralanana getirdiği aynı nitelikteki taşınırları da kapsar.
  3. Hapis hakkı, kiracının haczedilemeyen malları üzerinde kullanılamaz.

TBK m. 336/1’de hapis hakkıyla güvence altına alınan alacaklar; kiralayan, geçmiş bir yıllık ve işleyecek altı aylık kira alacağının teminatını teşkil etmek üzere; kiralananın döşenmesine veya kullanılmasına yarayan taşınırlar üzerinde hapis hakkı vardır. Kiralayanın bu hakkı yukarıda açıklanan dönem içinde doğmuş ve doğacak kira alacaklarını teminat altına almak üzere her zaman kullanılabilir.

Borçlar Kanunu’nun yanı sıra İcra İflas Kanunu’nda da(İİK) Ayrıca  m.270 ve 271 maddeleri hükümleri de kiraya verenin hapis hakkına ilişkin diğer düzenlemedir. Hapis hakkı, kira alacağının teminatı olarak kiralanana getirilen haczi kabil taşınır eşya üzerinde kullanılabilir. Kiraya veren hapis hakkına dayanarak, kira alacağı ödenene kadar kiralanandaki taşınır eşyaya el koyabilir ve bu eşyanın paraya çevrilmesi yoluyla alacağının karşılanmasını talep edebilir. Bu kanun maddesi, bütün taşınmaz kiralarında uygulanabilir.

Hapis Hakkı Kapsamına Giren Mallar

Kiraya veren hapis hakkını, TBK m. 336/1 açık hükmü uyarınca, kiralanan taşınmazda bulunan ve kiralananın döşenmesine veya kullanılmasına yarayan taşınırlar üzerinde kullanabilir demektedir. Bu anlamda, kiralanan konutta bulunan koltuk, masa vb. taşınırlar ile kiralanan işyerinde bulunan işyeri faaliyetine yönelik makine gibi mallar, doktrin ve uygulamada çoğunluklu olarak kabul edildiği üzere hapis hakkının konusunu oluştururlar. Burada konut ve işyeri bakımından ayrım yapılması mümkün ise de, temel olarak hapis hakkının konusunu konut veya işyerinde kullanılan eşyalar oluşturacaktır. Örnekleyecek olursak :

Mesken (Konut) Bakımından

TBK 336. madde hükmünde bahsi geçen döşeme ve kullanma unsurlarını kapsayan halı, koltuk, masa, kütüphane, vitrin, dolap, raf, sehpa, sandalye, buzdolabı, çamaşır makinası ve bulaşık makinası gibi beyaz eşyalar ve televizyon, müzik seti,, uydu alıcısı gibi elektronik eşya haczi kabil olmak kaydıyla Türk Borçlar Kanununun 336. maddesinin 3. fıkrası uyarınca hapis hakkı kapsamına girer.

Buna karşın Eski Borçlar Kanunu m. 267/1’den farklı olarak yeni Borçlar Kanununun m. 336/1’de hapis hakkı konusu edilmeyen taşınmazın süslenmesine yani kiralananın daha güzel daha hoş görünmesini sağlamak üzere meskende bulunan eşyalar hapis hakkı kapsamında değildir. Bu kapsamda örneğin, duvara asılı tablo, gümüş şamdan, değerli süs eşyaları, resim çerçeveleri evin döşenmesi ve kullanılması için “gerekli” eşyalar olmayıp, sadece ortamın daha güzel ve hoş görünmesini sağlamak amacıyla bulundurulan eşyalar olduğu için artık hapis hakkı kapsamında değerlendirilemeyecektir.

İşyeri Bakımından

İşyerinde gerçekleştirilen ticari veya sınai faaliyette kullanılmak üzere kiralananı döşemek ve kullanmak amacıyla bulunan masa, sandalye, raf, makine, kasa, buzdolabı, bilgisayar, telefon, yazıcı gibi mallar haczi kabil olmak kaydıyla TBK m. 336 uyarınca hapis hakkı kapsamındadır.

Hapis Hakkı Nasıl Kullanılır?

Kiraya verenin hapis hakkını nasıl kullanacağı, TBK m. 338’de düzenlenmiştir. Söz konusu maddede, “Kiracı, taşınmak veya kiralananda bulunan taşınırları başka bir yere taşımak istediği takdirde kiraya veren, alacağını güvence altına almasını sağlayacak miktardaki taşınırı, sulh hâkiminin veya icra müdürünün kararıyla alıkoyabilir. Alıkoyma kararının konusu olan eşya, gizlice veya zorla götürülürse götürülmelerinden başlayarak on gün içinde kolluk gücünün yardımıyla kiralanana geri getirilir. ”

Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere kiraya verenin seçimlik bir hakkı olup ister Sulh hâkiminden, isterse de icra dairesinden defter tutulması yolu ile taşınırlar üzerinde hapis hakkının uygulanmasını talep edebilir.

Ayrıca hapis hakkın uygulamasında göz önüne alınması gereken İİK m.270 hükmünde; “Kiralayan evvelce yapılması lazım gelen icra takibi yapmadan haiz olduğu hapis hakkının muvakkaten muhafazası için icra dairesinin yardımını isteyebilir. Teahhurunda tehlike varsa zabıtanın yahut nahiye müdürünün de yardımı istenebilir. İcra dairesi üzerlerinde hapis hakkı bulunan eşyanın bir defterini yapar ve rehinleri paraya çevirme yoluyla takip talebinde bulunması için kiralayana on beş günü geçmemek üzere münasip bir mühlet verir.” ifadeleri yer almaktadır.

 Dolayısıyla kiraya verenin hapis hakkını nasıl kullanacağı konusu incelenirken her iki hükmün de dikkate alınması ve hangi yol ile hapis isteneceğinin belirlenmesi gerekmektedir.

İcra Mahkemesi’nce yapılan yargılamaya ve toplanan delillere göre; davacının icra takibinden sonra 14.05.2002 tarihinde hapis hakkının tesisi için talepte bulunduğu, ne var ki icra müdürlüğüne başvurarak bu malların defterini tutturmadığı ve rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip başlatmadığı, hapis hakkı kullanılmadan başlatılan kira alacağına ilişkin takiplerin öncelikli olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacı şirket vekili tarafından temyiz edilmiştir.

YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ, E. 2004/9522 , K. 2005/3781

”Borçlar Kanunu’nun 267 nci maddesine göre kiralayan, geçmiş bir yıllık ve işleyecek altı aylık kira alacağının teminatını teşkil etmek üzere; kiralanan taşınmazın tefrişatı, tezyinatı ve kiralanandan yararlanmayı kolaylaştırmak üzere hasredilmiş taşınır malları üzerinde hapis hakkını haizdir. Kiralayanın bu hakkı yukarıda açıklanan dönem içinde doğmuş ve doğacak kira alacaklarını teminat altına almak üzere her zaman kullanılabilir. Aynı yasanın 269 ncu maddesindeki şartların olayda bulunmadığı da dikkate alındığında davacı yanın bedeli paylaşıma konu olan mallar üzerindeki hapis hakkının korunması ve sıra cetvelinde öncelikle yer alması gerekir. Mahkemece malların defterinin tutulmadığı gibi yasada yer almayan bir şartın bulunmadığından bahisle davanın reddinde isabet olmadığı gibi, rehin ve hapis haklarında alacak, söz konusu teminat kapsamında rüçhanlı olup, hiç takibe girişilmese dahi öncelikle ödenmelidir. Açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararının bozulması gerekmiştir.”

Hapis Hakkının Sona Ermesi

Teslime bağlı rehni sona erdiren sebepler hapis hakkının sona ermesine de yol açar. Alacaklıdaki zilyetliğin son bulması halinde hapis hakkı son bulur. Alacaklı, zilyetliği rızası olmadan kaybetmişse; malı dava yoluyla elde edinceye kadar hapis hakkı askıda kalır. Sürecin en etkin şekilde ve davacının haklarını koruyacak şekilde ilerlemesi için, bu davaların alanında uzman avukat aracılığı ile takibinde hukuki yarar vardır. İletişime geçmek için buraya tıklayabilirsiniz.

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Cinsiyet Değiştirme Davası

Cinsiyet Değiştirme Davası

Cinsiyet Değiştirme Davası | İzmir Avukat

Cinsiyet değiştirme ameliyatı, kadından erkeğe ya da erkekten kadına dönüşmek için yapılan tıbbi uygulamadır. Cinsiyet davaları da, bu tıbbi uygulamaya izin verilmesi ve tıbbi uygulamadan sonra nufüs kayıtlarının düzeltilmesi amacıyla açılan davalara verilen genel isimdir.

İçerisine doğduğu biyolojik cinsiyetten farklı bir cinsel kimlik taşıyan bireylere Transseksüel birey denir. Transseksüel kişiler kendilerini tanımlandıkları cinsiyete kalıcı geçiş yaparken tıbbi yardım alırlar. Bu geçiş sürecinde hormon terapisi ve cinsiyet ameliyatı gibi uygulamalarla bedenlerinin tanımladıkları cinsiyete uyum sağlaması amaçlanır.

Cinsiyet değişikliği Türk Medeni Kanunu 40. Madde ile düzenlenmiştir.

TMK 40. Uyarınca: ”Cinsiyetini değiştirmek isteyen kimse, şahsen başvuruda bulunarak mahkemece cinsiyet değişikliğine izin verilmesini isteyebilir. Ancak, iznin verilebilmesi için, istem sahibinin onsekiz yaşını doldurmuş bulunması ve evli olmaması; ayrıca transseksüel yapıda olup, cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunluluğunu ve üreme yeteneğinden sürekli biçimde yoksun bulunduğunu bir eğitim ve araştırma hastanesinden alınacak resmi sağlık kurulu raporuyla belgelemesi şarttır.”

Kanun maddesi uyarınca kişilerin ülkemizde cinsiyet değiştirme davasını açması için gereken şartları sıralayalım;

  1. 18 yaşını doldurmuş olmak
  2. Mahkemenin izin vermesi
  3. Bekar olmak
  4. Cinsiyet değişikliğinin ruh sağlığı açısından zorunlu olması

Dava aşamalarından en önemlisi alınacak eğitim ve araştırma hastane raporları sonucunda geçiş işleminin ruhen ve bedenen zorunlu olmasını (transseksüel) gösterir raporudur. ”Cinsel Kimlik Konseyi” adı verilen konseyde psikiyatr,  plastik cerrah, kadın doğumcu, ürolog ve genetikçi, endokrinolog ve bir de hukukçu yer alır.  Cinsiyet değişikliği ameliyatına izin verilmesi için bu konsey tarafından düzenlenecek olumlu rapora ihtiyaç vardır. Yukarıdaki dört temel şartı sağlayan kişiler, cinsiyet değişikliği için gerekli sağlık muayenelerini olarak raporunu da aldıktan sonra cinsiyet değiştirmeye izin verilmesi için dava açabilir.

Burada açılacak cinsiyet değiştirme davası, nüfus müdürlüğüne karşı açılmaktadır. Dava sonunda cinsiyet değişikliği izni alan kişilerin, tıbbi yöntemlere uygun bir cinsiyet değiştirme ameliyatı gerçekleştirildiğinin resmi sağlık kurulu raporuyla doğrulanması halinde de mahkemece nüfus sicilinde gerekli düzeltmenin yapılmasına karar verilir.

Yukarıda özetlenen haliyle anlaşılacağı gibi; cinsiyet değiştirme davası iki aşamalı bir davadır.

1. Bu davanın ilk aşaması ve önkoşulu, ”cinsiyet değişikliğine izin davası”dır. Mahkemece yapılacak yargılama sonrasında, koşulların bulunduğunun belirlenmesi halinde cinsiyet değiştirme izni verilmektedir.

2.Bu aşamadan sonra verilen izne bağlı olarak amaç ve tıbbi yöntemlere uygun bir cinsiyet değiştirme ameliyatı gerçekleştirildiğinin resmi sağlık kurulu raporuyla doğrulanması halinde ise nüfus kayıtlarında cinsiyet değişikliği için ikinci bir dava açılması gerekecektir. Bu davada yapılacak yargılama sonucunda, Mahkemece yasada aranan tüm koşulların gerçekleştiği tespiti halinde nüfus kayıtlarında cinsiyet değişikliği yönünde karar verilebilecektir.

Bununla birlikte, trans bireylerin cinsiyet değişikliği ile birlikte isim değişikliği de gündeme gelecektir. Nasıl ki aidiyet duyulmayan nüfusta yazılı cinsiyetin değişikliği isteniyorsa, yine aidiyet duyulmayan nüfustaki ismin de değiştirilmesi transseksüel birey tarafından istenebilir. Cinsiyet değiştirme davasının ikinci aşaması olan ”nüfusta cinsiyet değişikliği davasının isim değişikliği talepli” de açılması mümkündür. Ancak isim değişikliği için uygulamada bazı mahkemeler hastane raporları temelinde cinsiyet değişikliğini yeterli görmekte ise de çoğu mahkeme isim değişikliği için tanık deliline de başvurmaktadır.

Cinsiyet değiştirme davası, nüfus davaları içinde bir alan olmakla birlikte anlatılanlarda görüleceği üzere kendine has özellikleri olan sürecin takibinde hukuki bilgi gerektiren davalardandır. Sürecin en etkin şekilde ve davacının haklarını koruyacak şekilde ilerlemesi için, bu davaların alanında uzman avukat aracılığı ile takibinde hukuki yarar vardır. İletişime için buraya tıklayabilirsiniz.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Görevli Mahkeme Nedir?

Görevli Mahkeme Nedir? | İzmir Avukat

Görevli mahkeme, dava şartı olup bir davaya bakmakta görevli olan mahkemenin adına verilen isimdir. Dava açılacağı zaman dikkat edilmesi gereken iki temel usuli şart vardır. Bunlardan biri uyuşmazlığa hangi mahkemenin bakacağı yani hangi mahkemenin görevli olduğu; diğeri ise hangi yer mahkemesinin bakacağı yani hangi mahkemenin yetkili olduğu hususudur.

Örneğin İzmir’de bulunan bir taşınmaza ilişkin ortaklığın giderilmesi konulu dava açılacaksa, usul kuralları uyarınca İzmir’deki(yetki) Sulh Hukuk mahkemeleri(görev) görevli ve yetkili olacaktır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda görevin belirlenmesi ve niteliği düzenlenmiştir. Buna göre: MADDE 1- (1) ”Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir.”  Denilmiştir.

Asliye hukuk mahkemelerinin görevi

MADDE 2- (1) Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir. (2) Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.

 Sulh hukuk mahkemelerinin görevi

MADDE 4- (1) Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın; a) Kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları, b) Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davaları, c) Taşınır ve taşınmaz mallarda, sadece zilyetliğin korunmasına yönelik olan davaları, ç) Bu Kanun ile diğer kanunların, sulh hukuk mahkemesi veya sulh hukuk hâkimini görevlendirdiği davaları görürler.” şeklinde düzenlenmiştir.

Görev, dava olunan şeyin değerine göre belirtilmiş ise, görevli mahkemenin tespitinde, davanın açıldığı gündeki değer esas tutulmak üzere, aşağıdaki maddeler hükümleri uygulanır. Faiz, icra tazminatı ve giderler görevin tespitinde hesaba katılmaz.

Görev Kurallarının Hukuki Niteliği

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ilk maddesine göre görev kurallarının kamu düzeninden olduğunu belirtmiştik. Bu sebeple mahkemelerin görevli olması dava şartıdır. Mahkeme yargılamanın her aşamasında görevli olup olmadığını resen inceleyebilir. İdari birtakım işlemlerle işlerin başka mahkemelerin görev alanına sokulması veya kanunen mahkemelerin görev alanına giren bir hususun idari makamlara bırakılması mümkün değildir.

Bununla ilgili olarak mahkemeler açılan davanın görevli mahkemede açılıp açılmadığını re’sen incelediği gibi; taraflar da açılan davada görevli mahkemeye ilişkin hata yapılmışsa yargılamanın her aşamasında mahkemeye görevsiz olduğu yönünde itirazda bulunabilir. İstinaf ve temyiz aşamalarında ilk derece mahkemesinin görevli olup olmadığı kendiliğinden incelenir. Görev kurallarına aykırılık mutlak bir istinaf ve temyiz sebebidir.

Görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olmasının bir sonucu da, görev konusunda tarafların sözleşme (görevli mahkemeye ilişkin sözleşme) yapamamalarıdır. Dava şartlarının yargılama esnasından ileri sürülmesine ve incelenmesine ilişkin genel düzenleme görev bakımından da uygulanmaktadır. Buna göre görevsiz olduğunu resen veya taraflardan birinin buna ilişkin itirazı üzerine tespit eden mahkeme davayı, usule ilişkin nihai karar ile görevsizlik kararı vererek reddeder.

 Mahkeme tarafların görev yönünden yaptığı itirazını reddederse davanın esasına dair incelemeye başlar. Görev itirazının reddine karşı tek başına istinaf yoluna başvurulamaz. Görevsizlik itirazının reddine karşı, esas hükümle birlikte istinaf yoluna başvurulabilir.

Görevsizlik Kararı İncelenmesi

Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler kanunun 20. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre:

MADDE 20- (1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise tebliğ tarihinden, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde dava açılmamış sayılır ve görevsizlik veya yetkisizlik kararı veren mahkemece bu konuda resen karar verilir. (2) Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir.

Bazı durumlarda da görev ve yetki konusunda mahkemeler birbiri ile çelişebilir veya davaya bakması gereken mahkemenin bir sebeple davayı yürütmesinde engel meydana gelebilir. Bu durumlarda yargı yerinin tespit edilerek görev veya yetki yönünden davanın yönetilmesi gerekir .

 Yargı yerinin belirlenmesini gerektiren sebepler kanunda aşağıdaki şekilde sayılmıştır:

MADDE 21- (1) Aşağıdaki hâllerde, davaya bakacak mahkemenin tayini için yargı yeri belirlenmesi yoluna başvurulur: a) Davaya bakmakla görevli ve yetkili mahkemenin davaya bakmasına herhangi bir engel çıkarsa b) İki mahkeme arasında yargı çevrelerinin sınırlarının belirlenmesi konusunda bir tereddüt ortaya çıkarsa c) İki mahkeme de görevsizlik kararı verir ve bu kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşirse ç) Kesin yetki hâllerinde, iki mahkeme de yetkisizlik kararı verir ve bu kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşirse yargı yolunun belirlenmesi talep edilmelidir.

Yukarıda Görevsizlik kararı üzerine izlenecek adımlara ilişkin anlatımlarımızı  kanun maddeleri ile sıralayacak olursak:

 Görevsizlik kararı veren mahkeme dosyanın talep üzerine görevli mahkemeye gönderilmesine karar verebilir. Ancak görevsizlik kararı kesinleşmeden, dosya görevli mahkemeye gönderilmez. Görevsizlik kararı kesinleştiği tarihten itibaren iki hafta içinde görevsizlik kararı veren mahkemeye başvuran davacı dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesini talep etmelidir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir (HMK m.20/1). Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir.

Davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hallerde, hâkim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmeder (HMK m.331/1)

Görevsizlik, yetkisizlik veya gönderme kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmesi halinde, yargılama giderlerine o mahkeme hükmeder. Görevsizlik, yetkisizlik veya gönderme kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmemiş ise talep üzerine davanın açıldığı mahkeme dosya üzerinden bu durumu tespit ile davacıyı yargılama giderlerini ödemeye mahkûm eder (HMK m.331/2).

Davanın açılmamış sayılmasına karar verilen hallerde yargılama giderleri davacıya yükletilir (HMK m.331/3).

Görevsizlik Kararı Üzerine Yapılacak İşlemler

Esasa ilişkin verilen nihai kararlar bakımından istinaf yolunun açık olduğu davalarda verilen görevsizlik kararlarına karşı istinaf yolu açıktır. Görevsizlik kararının istinaf incelemesi sonucunda doğru bulunması durumunda bu karar kesinleşir. Görevsizlik kararı aynı zamanda süresi içinde istinaf yoluna müracaat edilmemesi veya kanun yolundan feragat edilmesi üzerine de kesinleşir.

 Görevsizlik kararı verilmesi durumunda taraflardan birinin süresi içinde kanun yoluna başvurmaması ya da başvuramaması üzerine kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten eğer kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi tarihinden itibaren iki hafta içerisinde kararı veren mahkemeye başvuru yapılarak dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesinin talep edilmesi gerekir. Aksi takdirde bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.

Görevsizlik kararı kesinleşmesinden iki hafta içinde yapılan bu talep yeni bir dava açmak anlamına gelmez. Bu talep görevsiz mahkemede açılmış bulunan davanın devamına yöneliktir. Dosya kendisine gönderilen mahkemede davaya devam edilmesi durumunda taraf usul işlemleri geçerlidir ve tekrar yapılması gerekmez. Ancak görevsiz mahkemede yapılmış olan mahkeme usul işlemleri kural olarak geçersizdir. Davaya bakmakta olan görevli mahkemenin bu işlemleri tekrarlaması gerekir. Bu işlemlere örnek olarak keşif, tanık dinlenmesi, bilirkişi raporunun değerlendirilmesi verilebilir.

Görevli Mahkemenin Tespitinde Yargıtay Kararı Örnekleri

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi – Karar: 2016/7946

4721 Sayılı Türk Medenî Kanununun uyarınca, haklı bir sebebe dayanmak kaydıyla, adın değiştirilmesi hâkimden istenebilir. Diğer yandan 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. maddesinin 1/a bendinde 1/a bendinde, nüfus kayıtlarına dair düzeltme davalarının düzeltmeyi isteyen şahısların yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılacağı hükme bağlanmıştır. Aynı Kanunun ( b ) fıkrasında ise ad ve soyada dair düzenleme bulunmaktadır.

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi – Karar: 2016/6743

Antalya 10. Asliye Hukuk Mahkemesi taraflar arasındaki ihtilafın 6502 Sayılı TKHK kapsamında kaldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Antalya 1. Tüketici Mahkemesi uyuşmazlık konusu bağımsız bölümün konut veya tatil amaçlı taşınmaz niteliğinde olmayıp, depolu dükkan olduğu ve 6502 Sayılı Kanun kapsamında mal vasfında olmayıp davacının yasa kapsamında tüketici konumunda bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.

Dosya kapsamından; davacı vekilinin, davacının davalı taraftan daire satın aldığı, ancak davalı yüklenicinin sözleşmede belirtilen tarihte bağımsız bölümü teslim etmediği, gecikme olması ve oturma izni alınamaması sebebiyle taşınmazın kiraya da verilemediği, bu sebeplerle davacının uğradığı gelir kaybının tahsili amacıyla yapılan icra takibine davalının itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptalini talep ettiği anlaşılmıştır.Somut olayda, davacı, davalı ile aralarında taşınmaz alım satımına dair düzenlenen sözleşme gereğince taşınmazların zamanında teslim edilmediği iddiasıyla, uğradığı gelir kaybının tazminini talep ettiği ve tüketici sıfatı taşımayan davacının, tacir de olmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre uyuşmazlığın, genel hükümler çerçevesinde asliye hukuk mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079