Yazar arşivleri: Av. Dilek Yavuz Uysal

İstirdat Davası

İstirdat Davası

İstirdat Davası Nedir?

İcra takibi esnasında esasında borçlu olmadığı halde takip yapılan kişinin, kaybettiği maddi kıymeti olan unsurların iadesini talep etmesi için açılan, İcra İflas Kanunu kapsamında düzenlenen davaya istirdat davası denir. Kişiler, bu dava ile haksız yere ödemiş olduğu tutarın kendine iade edilmesini talep edebilmektedir.

Koşulları:

1-Borç Olmayan Bir Paranın Ödenmiş Olması Gerekmektedir.

Borçlunun, maddi hukuk bakımından borçlu olmadığı bir parayı ödemiş olması gerekmektedir. Zamanaşımına uğramış bir borç ödendikten sonra ödenen paranın geri alınması için sebepsiz zenginleşme hükümlerine dayanılması gereklidir.

2-Para İcra Takibi Sırasında İcra Tehdidi Altında Ödenmiş Olmalıdır.

Borçlunun icra takibine itiraz etmemiş olması veya itirazı sonucu açılan itirazın iptali veya itirazın kaldırılması davası ile icra takibinin kesinleşmiş olması nedeniyle mallarının satılması sonucunda icra borcunu ödemek zorunda kalmış olması gerekir. İcra borcu yedi günlük itiraz süresi içinde ödenmişse, istirdat davası açılamaz.

3-Davanın Bir Yıl İçinde Açılmış Olması Gerekir.

İstirdat davasının açılması bir yıllık hak düşürücü süreye bağlıdır. Bir yıllık süre paranın icra veznesine tamamen ödenmesi ile işlemeye başlayacaktır.İstirdat davası soncunda icra inkar tazminatına hükmedilmez. İstirdat davası kesinleşmeden takibe konulabilir. Bu dava türünde ispat yükü davacıdadır.

Tespit Davasından Farkı Nedir?

Dava öncesinde borçlu olmayan bu kişilerin menfi tespit davası açması da mümkün kılınmıştır.  Eğer icra takini yapılan kişi böyle bir borcun hiç olmadığını tespit etmek istiyorsa tespit davası açabilir. Fakat icra takibi yapılan kişi borcunu ödedikten sonra icra takibi ile karşı karşıya gelmişsse artık tespit davası değil, istirdat davası açmalıdır. Zira menfi tespit davasının asıl amacı kişinin borçlu olmadığının kanıtlanmasıdır. Burada hatırlatmakta fayda vardır; sadece menfi tespit davasının açılması ne takip aşamasını engelleyecek ne de icranın yapılmasına engel oluşturacaktır.

İstirdat Davası Yerine Sebepsiz Zenginleşme Davası Açılabilir Mi?

İstirdat davasında normal koşullarda kişilerin bir sene içerisinde dava açması gerekmektedir.  Bu minvalde, istirdat davası açmak için sürenin kaçırılmış olması durumunda sebepsiz zenginleşmeye dayalı dava açılabilir.

Yargılama Esasları

İstirdat davalarında arabuluculuk zorunlu olan unsurlar arasında karşımıza çıkmaktadır. Arabuluculuk zorunlu olduğu için bu aşamayı atlamadan direkt olarak dava açılmasına olanak bulunmamaktadır.

Menfi tespit ve istirdat davasında görevli mahkeme ise asliye hukuk mahkemeleridir. Dava açılacak olan mahkemenin belirlenmesi hususunda eğer alacaklı ve borçlu arasındaki ilişki farklı bir kategoride ise yetki ve görev kuralları değişkenlik gösterebilir.

İlaveten, dava açma aşamasında tabi ki kısmi dava açılmasına da olanak verilmektedir. Bu noktada borcun bir kısmının kendinin olduğunu kabul eden borçlu tarafın ödemek zorunda bırakıldığı bir kısım borcun da kendine ait olmadığını kanıtlaması durumunda davanın kabulüne ve haksız yere ödemiş olduğu tutarın iadesine karar verilecektir.

İstirdat davası sırasında kişilerin ödeme emrine itiraz etmesine de olanak verilmektedir. Tüm bu itirazların ilerleyen aşamalarda itiraz davası açma sürecine de etki edeceğinin belirtilmesi gerekir. İstirdat davasının sonucu olarak hapisle tazyik kararının çıkabileceğinin de unutulmaması gerekir. gerekli olan geri ödeme sağlanmazsa bu cezanın hükme dönüşmesi sağlanır.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Kardeşlerin Miras Hakkı

Kardeşlerin Miras Hakkı

Kardeşlerin Miras Hakkı | İzmir Avukat

Yasal mirasçılar, miras bırakanın vefatından önce yaptığı miras hakkını ortadan kaldıran tasarruflara karşı kanun tarafından özel olarak korunmaktadır. Kanunun koruduğu bu paylara “saklı pay”, korunan miras payına sahip mirasçılara ise “saklı pay sahibi mirasçılar” denir. Saklı pay sahibi mirasçılar alt soy, ana- baba ve sağ kalan eştir. Medeni Kanun’ da 10.05.2007 tarihinde yürürlüğe giren değişiklik ile kardeşlerin saklı payı kaldırılmıştır. Fakat kardeşler, saklı pay sahibi olmasalar da belirli şartlarda mirasçı olarak mirastan pay hakkı alabilmektedir. Bu pay hakkı, miras bırakarak vefat eden kişinin alt soyunun ( çocuklarının ) olup olmamasına göre değişmektedir. İnceleyecek olursak:

Zümre Esası: Mirastan pay alacak kişiler, zümre esası sistemi denen bir sisteme uygun olarak belirlenir. Bu sisteme göre 3. zümreye kadar olan akrabalar mirastan pay alma hakkına sahip olmaktadır. Söz konusu zümrelerde 1. zümre, miras bırakanın alt soyundan oluşur. Bu kategoriye, miras bırakan kişinin çocukları ve torunları girer. 2. zümre ise miras bırakan kişinin annesi, babası, kardeşleri ve yeğenleri olarak belirtilir. Mirasın 2. Zümreye kalması için, 1. Zümreden kimsenin olmaması yani vefat eden kişinin altsoyunun bulunmaması gerekir. 3. zümre de miras bırakanların büyükanneleri ve büyükbabalarıdır. Mirasın 3. Zümreye kalması için 1. Ve 2. Zümreden kimsenin olmaması gerekir.

Bir başka anlatımla: İkinci zümre, miras bırakanın anne-babası ile bunların alt soyundan ( kardeşleri, kardeş çocukları, kardeş torunları) oluşur. Bunların mirastan pay alabilmesi için birinci zümreden mirasçı olmaması şarttır. Burada tereke, anne ve babaya 1/2, 1/2 şeklinde ikiye bölünür. Anne- babadan biri vefat etmişse onun payı alt soya, yani kardeşe; eğer kardeş de ölmüşse onun yerini varsa kardeşin alt soyu olan yeğenler alır.

Söz konusu zümreler dışında kalanların düzenlenen bir vasiyetname olmadan mirastan pay almaları mümkün olmamaktadır. Miras dağıtımı sırasında kanuni sıralama birinci zümreden başlar. Eğer birinci zümre hayatta ise ikinci zümre mirastan pay alamaz. Bu durumda, kardeşlerin mirastan pay alabilmesi için mirasın 2. zümreye kalması gerektiğini söyleyebiliriz. Yani, vefat eden kişinin altsoyu ( çocukları-torunları) yoksa miras 2. zümreye kalacaktır. Bu halde vefat eden kişinin mirasçıları ise annesi ve babasıdır. Anne veya babadan biri veya ikisi de vefat etmişse, ölen anne babanın yerini o anne babadan olan kardeşler alır.

Vasiyetname Düzenlenmişse: Kardeşler arası miras paylaşımının yapılmasında öncelik, vefat eden kişinin vasiyetidir. Vasiyette bulunan miras paylaşımına göre kardeşlerin payları verilir. Vefat eden kişinin vasiyeti yoksa yukarıda belirtilen şekilde miras paylaşımı yapılır.

Karmaşık bir yapıya sahip olan miras hukukunda kimlerin mirastan ne kadar pay alacağı, mirasın nasıl bölüneceği, hileli satış gibi durumlar söz konusu olduğunda diğer mirasçıların haklarını nasıl alabileceği, kardeşler arasında miras paylaşımı, mirasta yaşanan anlaşmazlıklar üzerine mirasın satışı ile ilgili işlemler, mirasçıların saklı pay oranları, mirasın reddi gibi davalar, mirasın borçlu olması, vefattan önce yapılmış sözleşmeler, vasiyetname hazırlanması gibi pek çok farklı konu bulunmaktadır. Bu konular hakkında mutlaka miras hukuku konusunda uzman bir avukat ile işbirliği içinde çalışılması icap eder. Konuya ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Miras Hukukuna İlişkin İlginizi Çekebilecek Diğer Çalışmalarımız;

İzmir Miras Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Uyuşturucu Ve Uyarıcı Madde Kullanma Suçu

Uyuşturucu Ve Uyarıcı Madde Kullanma Suçu

Uyuşturucu Ve Uyarıcı Madde Kullanma Suçu | İzmir Ceza Avukatı

Tanım ve Kanuni Düzenleme: Uyuşturucu madde ticareti suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak imal, ithal veya ihraç eden kişi cezalandırılır. Bu ceza, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adlî para cezasıdır.

Türk Ceza Kanunu madde 188’in gerekçesi incelendiğinde : “Burada uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin nelerden ibaret bulunduğu tanımlanmadığı gibi, bunların teker teker gösterilmesi yoluna da gidilmemiştir. Bunun nedeni, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin ve aynı etkiyi yapan ilâç ve sentetiklerin kötüye kullanılmalarının yaptırım altına alınarak güçlü bir sosyal savunmanın sağlanmasıdır. Böylece, psikotrop madde olarak, uyuşturucu veya uyarıcı etkisi yapan ve kişilerde bağımlılık meydana getiren bütün maddelerin, bu suçun konusunu oluşturacağı kabul edilmiştir.” Denilmektedir.

Türk Ceza Kanunu Madde 191 : ‘Uyuşturucu maddeyi kişisel kullanım amacıyla satın alan, herhangi bir surette uyuşturucu maddeyi kabul eden ve kullanma amacıyla bulunduran kişi uyuşturucu madde kullanma veya bulundurma suçunu işlemiş olur.’ İşlenen fiilin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma mı yoksa uyuşturucu madde ticareti mi olduğunun tespiti için sanığın amacının değerlendirilmesi gerekir.’ Şeklindedir.

Bu durumda söz konusu suçun kullanma, bulundurma ve ticaretini yapma şeklinde 3 şekli olduğunu söylemek mümkündür.

Kullanma: Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanma; bir kişinin uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi ağız ya da burun yoluyla ya da damarına veya deri altına şırınga ederek veya ettirerek ya da başka bir biçimde vücuduna alması olarak tanımlanmaktadır.

Bulundurma: Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurma, bir kimsenin kendisine veya başkasına ait uyuşturucu veya uyarıcı maddeyi, kullanmak amacıyla fiili ve/veya hukuki egemenliği altında tutmasıdır. Bulundurma, uyuşturucu veya uyarıcı madde üzerinde fiili egemenlik ilişkisinin devam ettirilmesi anlamına gelmektedir. Burada kesintisiz suç söz konusu olduğundan, uyuşturucu veya uyarıcı madde bulundurmanın kısa veya uzun süreli olmasının suçun oluşumu açısından bir önemi bulunmamaktadır.(YCGK-K.2020/102).

Ticaretini Yapma :Kişisel ihtiyacı aşacak ölçüde uyuşturucu madde bulundurulması halidir. Bu halde fail, uyuşturucu madde ticareti suçu ile cezalandırılmaktadır. Kişinin kişisel ihtiyaç sınırını aşacak uyuşturucu madde bulundurması, uyuşturucu maddeyi kişisel kullanım amacı dışında  bulundurduğunun göstergesidir. Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında esrar kullananların her defasında 1-1,5 gram olmak üzere günde üç kez esrar tüketebildikleri bildirilmektedir. Buna göre yıllık kullanım miktarının üzerinde uyuşturucu madde bulunduran sanığın, uyuşturucu maddeyi kullanma amacı dışında bulundurduğu kabul edilmektedir.

Uygulamadan örnek vermek gerekirse, eroin maddesi için günlük kullanım miktarı 150 miligram, kokain maddesi için günlük kişisel kullanım miktarı 60 miligram, sentetik haplar için ise 3-4 adet kabul edildiği Yargıtay uygulamalarında sıkça görülmektedir. Bunun yanı sıra bu miktarlardan daha az olsa dahi birden fazla çeşit maddenin bulundurulmasında kullanım çeşitliliği aşılarak uyuşturucu ticareti suçundan kurulan hükümler ile de karşılaşılması mümkündür. Dolayısıyla kastın belirlenmesinde her somut olayın özelliklerine göre değerlendirme yapılması ve yargılama sürecinde Adli Tıp Kurumundan rapor alınması faydalı olacaktır.

Gözaltı Hükümleri Uygulanır mı ?

Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde İmal ve Ticareti Suçu kanun koyucu tarafından toplumsal düzenin korunması için üzerinde durulan ve sıkı düzenleme getirilen suçlardandır. Suçun konusunu ve hukukini yararını da toplum sağlığı oluşturur. Dolayısıyla bu suçu fail veya iştirak sıfatıyla işlediği şüphesi bulunan kişiler hakkında, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun madde 91/4-b.7 hükmü gereğince gözaltı hükümleri uygulanabilir.

İlk Kez Uyuşturucu Kullanımında Erteleme Verilir Mi?

Uyuşturucu madde kullanma sebebiyle verilen erteleme cezasında, erteleme süresi zarfında şüpheli hakkında asgari 1 yıl süreyle denetimli serbestlik tedbiri uygulanır. Bu süre Cumhuriyet savcısının kararı ile 3’er aylık sürelerle en fazla 1 yıl daha uzatılabilir. Hakkında denetimli serbestlik tedbiri verilen kişi, gerek görülmesi hâlinde denetimli serbestlik süresi içinde tedaviye tabi tutulabilir.

Kişinin, erteleme süresi zarfında;

  • a) Kendisine yüklenen yükümlülüklere veya uygulanan tedavinin gereklerine uygun davranmamakta ısrar etmesi,
  • b) Tekrar kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması,
  • c) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması, hâlinde, hakkında kamu davası açılır.

Erteleme süresi zarfında kişinin kullanmak için tekrar uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması, ihlal nedeni sayılır ve ayrı bir soruşturma ve kovuşturma konusu yapılmaz. Burada bir önceki eylemle birlikte ve ihlalle yinelemekle 2 farklı eylem konusu oluşsa da cezalandırma tek olacaktır.  Bunun yanında, ihlalden dolayı kamu davası açılmasından sonra madde 191’de tanımlanan suçu tekrar işlemesi halinde artık kamu davası açılmasının ertelenmesi kararı verilemeyecektir. Hakkında denetimli serbestlik tedbiri verilen kişi, gerek görülmesi hâlinde denetimli serbestlik süresi içinde tedaviye tabi tutulabilir.

Uyuşturucu Veya Uyarıcı Madde Kullanımında Cezayı Arttıran Haller:

TCK madde 188/4,5,8’de cezayı artıran nedenler sayılmıştır.

  •  a) Uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin eroin, kokain, morfin, sentetik kannabinoid ve türevleri veya bazmorfin olması,
  • b) Suçun; okul, yurt, hastane, kışla veya ibadethane gibi tedavi, eğitim, askerî ve sosyal amaçla toplu bulunulan bina ve tesisler ile bunların varsa çevre duvarı, tel örgü veya benzeri engel veya işaretlerle belirlenen sınırlarına iki yüz metreden yakın mesafe içindeki umumi veya umuma açık yerlerde işlenmesi, hâlinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.

Yukarıdaki fıkralarda gösterilen suçların, üç veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi hâlinde verilecek ceza yarı oranında, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek ceza bir kat artırılır.

Bu maddede tanımlanan suçların tabip, diş tabibi, eczacı, kimyager, veteriner, sağlık memuru, laborant, ebe, hemşire, diş teknisyeni, hastabakıcı, sağlık hizmeti veren, kimyacılıkla veya ecza ticareti ile iştigal eden kişi tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

Etkin Pişmanlık Hükümleri:

Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi, resmi makamlar tarafından haber alınmadan önce bu maddeyi kimden, nerede ve ne zaman temin ettiğini merciine haber vererek suçluların yakalanmalarını veya uyuşturucu veya uyarıcı maddenin ele geçirilmesini kolaylaştırırsa hakkında cezaya hükmolunmaz.

Uygulamada yakalanan kişilerin etkin pişmanlıktan yararlanma amacıyla verdikleri ifadelerinde çokça ‘’…. sokağının köşesinde tanımadığım bir kişiden aldım’’ gibi soyut ifadelere dayanması indirimden faydalanması için yeterli değildir. Ancak kişi gerçekten böyle bir durum ile temin etmiş ise paylaştığı yer, zaman ve eşkal ile bu kişi yakalanabildiyse veya varlığına ait somut deliller elde edilmekle kimliği belirlenebilir ise bu durumda indirimden faydalanması gerekir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu 03.03.2015 523/28). Ayrıca kanun maddesi ele geçirilmesi sonucunu öngörmeyip kolaylaştırmanın yeterli olduğunu belirtmiştir.

Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2013/732 E.  , 2014/270 K. sayılı kararında ise etkin pişmanlıktan yararlanabilme koşullarını saymıştır. Şöyle ki :

“1- Fail 5237 sayılı TCK’nun 188 ve 191. maddesinde düzenlenen suçlardan birini işlemiş olmalıdır. Diğer bir anlatımla etkin pişmanlıkta bulunan, uyuşturucu ve uyarıcı maddeyi veya uyuşturucu veya uyarıcı etki doğurmamakla birlikte, uyuşturucu ve uyarıcı madde üretiminde kullanılan ve ithal ve imali resmi makamların iznine bağlı olan maddeyi ruhsatsız ve ruhsata aykırı olarak imal, ithal, ihraç, ülke içinde satma, satışa arzetme, başkalarına verme, sevketme, nakletme, depolama, satın alma, kabul etme veya bulundurma ya da 191. maddede düzenlenen kullanmak amacıyla uyuşturucu ve uyarıcı madde satın alma, kabul etme ve bulundurma suçlarından birinin faili olmalıdır.

2- Hizmet ve yardım bizzat fail tarafından yapılmalıdır.

3- Hizmet ve yardım soruşturma ya da kovuşturma makamlarına yapılmalıdır.

4- Hizmet ve yardım, suçun resmi makamlar tarafından haber alınmasından sonra, ancak mahkemece hüküm verilmeden önce gerçekleşmelidir. 5271 sayılı CMK’nun 158. maddesinde gösterilen, bir suç hakkında soruşturma yapmakla yetkili olan adli ve idari merciler, Adalet ve İçişleri Bakanlıkları, savcılıklar, emniyet ve jandarma teşkilatı, suçları savcılıklara iletmekle yükümlü olan vali ve kaymakamlıklar, elçilikler ve konsolosluklar resmi makamlar kapsamında değerlendirilmelidir.

5- Fail kendi suçunun ya da bir başkasının suçunun ortaya çıkmasına önemli ölçüde katkı sağlamalı, bilgi aktarımı ile suçun meydana çıkmasına ya da diğer suç ortaklarının yakalanmasına hizmet ve yardım etmelidir.

6- Failin verdiği bilgiler doğru, yapılan hizmet ve yardım sonuca etkili ve yararlı olmalıdır.”

Cezasızlık Hali:

Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi, hakkında kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmaktan dolayı soruşturma başlatılmadan önce resmi makamlara veya sağlık kuruluşlarına başvurarak tedavi ettirilmesini isterse, cezaya hükmolunmaz. Bu durumda kamu görevlileri ile sağlık mesleği mensuplarının 279. ve 280. maddeler uyarınca suçu bildirme yükümlülüğü doğmaz.

Uyuşturucu ve Uyarıcı Madde Kullanma Suçu ve Ticaretinde Uygulamaya İlişkin Görüşler:

Yargıtay kararlarında kişisel kullanımı ve ticareti ayıran hususlar genel olarak 5 ana başlıkta toplanmaktadır. Bunlar: Ele geçirilen uyuşturucu madde miktarı, uyuşturucunun niteliğine göre yıllık kişisel kullanım miktarı, maddenin yakalanış biçimi, maddenin muhafaza şekli ve failin ekonomik durumudur. Yine Hakimler ve Savcılar Kurulu 2013’te yaptığı hukuki müzakere toplantılarında uyuşturucu maddenin kişisel kullanım sınırları için aşağıda yer alan görüşleri bildirmiştir;

Adli Tıp Kurumu’nun da değerlendirmesine göre esrar maddesi için her defasında 1-1,5 gram olmak üzere günde 3 kez tüketilebileceği öngörülmüştür. (Yakalanan sanığın üzerinde taşıdığı poşetin içerisinde ele geçirilen kenevir bitkisi dışında, uyuşturucu madde ticareti yaptığı yolunda teknik ya da fiziki takip, tanık beyanı, iletişimin tespiti vb gibi somut, yeterli, her türlü şüpheden arınmış, kesin ve inandırıcı herhangi bir delil elde edilememesi, uygulamada ilke olarak kabul edilen yıllık uyuşturucu madde kullanım miktarı göz önünde bulundurulduğunda, adli raporda belirtilen 345,510 gramlık esrar maddesinin yıllık şahsi kullanım sınırları içerisinde olması… Yargıtay Ceza Genel Kurulu E: 2012/10-1335 K: 2013/423)

Yukarıda detayları ile bahsedildiği gibi, uyuşturucu veya uyarıcı maddeye ilişkin suçlar her yönüyle farklı kriterler kapsamında değerlendirilmektedir. Bu kriterlere vakıf olabilmek, söz konusu suç bakımından bu konuda uzmanlaşmayı beraberinde getirir.

Konuya ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İlginizi çekebilecek diğer çalışmalarımız;

İzmir Ceza Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Hizmet Tespit Davası

Hizmet Tespit Davası | İzmir Avukat

Hizmet tespit davası, işçinin belli tarihler arasında sigortasız olarak çalışmasından dolayı, sigortasız olarak çalıştığı zamanların tespit edilmesi amacıyla işverene ve SGK’ya karşı açılan davadır. İşçi bu dava ile, belirli bir ücret karşılığında bir iş ilişkisinin mevcut olduğunun tespitinin yapılmasını talep eder.

Hizmet Tespit Davasının Tarafları ve Zamanaşımı:

Hizmet tespit davasını hizmet ilişkisi tespiti istenen kişinin/işçinin bizzat kendisi veya bu kişi ölmüşse hak sahipleri açabilir. Eğer işçi ölmüşse murisin hak sahipleri de bu davayı açabilmektedir. Hizmet tespit davasına dair hak düşürücü süre murisin ölüm tarihinden başlamaktadır. Bu davayı açabilmek için zamanaşımı mevcut olup,  işçinin sigortasız şekilde çalıştığı son yılın bitiminden itibaren beş yıl içerisinde bu davanın açılması gerekir.

Kanuni Düzenleme : 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve GSS Kanunu’nun 86. maddesinin 9. fıkrasına göre; “Sigortalının çalıştığı bir veya birden fazla işte, bu Kanunda yazılı şartları yerine getirmiş olmasına rağmen, kendisi için verilmesi gereken aylık prim ve hizmet belgesinin veya muhtasar ve prim hizmet beyannamesinin işveren tarafından verilmediği veya verilen aylık prim ve hizmet belgesinde veya muhtasar ve prim hizmet beyannamesinde kazançların ya da prim ödeme gün sayılarının eksik gösterildiği Kurum tarafından tespit edilirse, hastalık ve analık sigortalarından gerekli ödemeler yapılır.” Şeklindedir.

Hizmet Tespit Davası Açabilmek İçin Gerekli Şartlar Nelerdir?

  1. İşverenin işçiyi çalıştırmış olduğu işyerini kanuni yükümlülükleri sağlayan iş yerlerinden olması gerekir.
  2. İşçinin, yapmış olduğu bir hizmeti olmalı ve hizmet ilişkisi de işverene ait olan işyerinde gerçekleşmelidir.
  3. Durumun SGK tarafından daha öncesinde tespit edilmemiş olması gerekir.
  4. İşçi davayı beş yıllık süresi içerisinde açmalıdır.

Hizmet Tespit Davasında  Yetkili ve revli  Mahkeme Nedir ?

Hizmet tespit davasında görevli mahkeme İş Mahkemeleridir. İş mahkemelerinin bulunmadığı yerlerde ise Asliye Hukuk Mahkemelerinde tespit davası açılacaktır.

Yetki bakımından ise 7036 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 6. Maddesinin uygulanması gerekmektedir. Maddeye göre yetkinin belirlenmesinde davalının yerleşim yeri, davalılar birden fazla ise birinin yerleşim yeri veya işin yapıldığı yer mahkemesi de yetkilidir.

Hizmet Tespit Davasında Neler Delil Olarak Kullanılabilir ?

Sigortalının iş yeri sicil dosyası, tanık, işveren nezdindeki iş yeri dosyası, işverenin mesleki kuruluş kaydı, dernek ve esnaf sicil kaydı, sanayi ve ticaret odası kayıtları, imzalı ücret bordroları, bilirkişi ve yemin delili ispat için kullanılabilecek olan araçlardır.

Hizmet Tespit Davası Açılmadan Önce Arabulucuya Başvuru Zorunluluğu Var Mıdır?

İş Hukukunda 01.01.2018 tarihinden itibaren; Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Bununla birlikte hizmet tespit davaları niteliği itibariyle kamu düzenini ilgilendirdiği için arabulucuya başvuru zorunluluğu olmadan doğrudan dava açılabilecektir. Yine başka bir istisna olarak hizmet tespit davası açılmadan önce SGK’ya başvuru zorunluluğu da bulunmamaktadır. Kısaca, hak iddia eden işçi, SGK veya arabulucuya başvurmadan doğrudan bu davayı açma hakkına sahiptir.

İlgili Yargıtay Kararları:

   “…İşverence Kuruma verilecek belgeler; işe giriş bildirgesi, aylık sigorta primleri bildirgesi, dönem bordrosu vs. şeklinde sıralanmıştır. Bu belgelerden birisinin dahi Kuruma verilmiş olması veya Kurumca, fiilen ya da kayden sigortalı çalışma olgusunun tespiti halinde hak düşürücü süreden söz edilemeyecektir…” (Yargıtay 21. HD. 2008/9842 E., 2009/7830 K.)

 “…Kuruma bildirilmeyen hizmetlerin sigortalı hizmet olarak değerlendirilmesine ilişkin davanın, tespiti istenen hizmetin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içinde açılması gerekir. Sigortalıya ilişkin olarak işe giriş bildirgesi, dönem bordrosu gibi yönetmelikte belirtilen belgelerin Kuruma verilmesi ya da çalışmaların Kurumca tespit edilmesi halinde; Kurumca öğrenilen ve sonrasında kesintisiz biçimde devam eden çalışmalar bakımından hak düşürücü sürenin geçtiğinden söz edilemez. Ne var ki; sigortalının Kuruma bildiriminin işe giriş tarihinden sonra yapılması, bir başka ifade ile sigortalının hizmet süresinin başlangıçtaki bir bölümünün Kuruma bildirilmeyerek sonrasının bildirilmesi ve Kuruma bildirimin yapıldığı tarihten önceki çalışmaların, bildirgelerin verildiği tarihide kapsar biçimde kesintisiz devam etmiş olması halinde, Kuruma bildirilmeyen çalışma süresi yönünden hak düşürücü sürenin hesaplanmasında; bildirim dışı tutulan sürenin sonu değil, kesintisiz olarak geçen çalışmaların sona erdiği yılın sonu başlangıç alınmalıdır…” (Yargıtay 10. HD. 2015/17274 E., 2015/18794 K.)

   Yargıtay müstekar kararlarıyla işe giriş bildirgesinin kuruma verilmiş olmasının tek başına eylemli çalışmayı ispatlamadığını bunun yanında işçinin (davacının) işveren (davalı) yanında fiilen çalışmasının bulunup bulunmadığının araştırılmasını, davacının talep ettiği tarihteki çalışmasının mevcut tanıklar ve gerektiğinde komşu işyerleri çalışanları olduğu kayıtlarla veya kolluk/zabıta marifetiyle yapılacak araştırmalar sonucunda belirlenen kişilerin beyanlarına başvurulması gerektiğini ifade etmiştir. Hatta davanın niteliği ve kabulü halinde davacıya sağlayacağı haklar göz önüne alındığında kamu düzenini ilgilendirdiğinden araştırmanın genişletilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiği hususuna vurgulamıştır. (Yargıtay 21. HD. 2019/615 E, 2019/7992 K., Yargıtay 21. HD. 2019/1642 E., 2019/7952 K.)

Yukarıda paylaşan yargıtay yerleşik uygulamarına göre tespit davaları açılırken işçinin fiilen çalışmasının olup olmadığının tespiti açısından; işçinin özellikle işyerinde ne iş yaptığı, başka çalışan olup olmadığı, idarecilerin kim veya kimler  olduğu, işyerinin nerede olduğu belirtilmiş olmalıdır. Bu davanın lehinize ve daha kısa sürede sonuçlanması için bir avukattan hukuki yardım almak yararınıza olacaktır.

Konuya ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Boşanma Sonrası Çocuğun Soyadı

Boşanma Sonrası Çocuğun Soyadı

Boşanma Sonrası Çocuğun Soyadı | İzmir Boşanma Avukatı

Av. Dilek Yavuz Uysal

Çocuğun soyadı incelemesi yapılırken çocuğun evlilik birliği içinde veya evlilik birliğinin dışında doğması,  doğan çocuğun soyadına etki edecektir. Bu sebeple boşanınca çocuğun soyadı meselesi incelenirken kısaca  bu hususlara değinilecek, ardından boşanınca çocuğun soyadı durumu detayları ile birlikte bu yazımızda ele alınacaktır.

1. Evlilik Birliği İçinde Çocuğun Soyadı

Evlilik birliği içinde doğmuş olan çocuğun taşıyacağı soyadı Türk Medeni Kanunu’nda (“TMK”) düzenlenmiştir. İnceleyecek olursak;

  • TMK m. 321: “Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin … soyadını taşır.“
  • TMK m. 321′in açık hükmü gereğince çocuk evlilik içinde doğmuş ise aile soyadını taşıyacaktır. TMK m. 187 gereğince aile soyadı kavramı ise kocanın soyadına karşılık gelmektedir.

Kadın m. 187’de belirtilen şekilde kocanın soyadından önce kendi kızlık soyadını ve hatta sadece bekarlık soyadını da kullanabilir ise de çocuklar için böyle bir çift soyadı taşıma durumu söz konusu değildir. Bu durumdaki çocuk, m. 321 gereği aile soyadı olarak babanın soyadını taşır. İzah edilen hususlar sebebi ile, evlilik birliği devam ederken çocuğun yalnızca annenin bekarlık soyadını kullanması mümkün değildir.

2. Evlilik Birliği Dışında Doğan Çocuğun Soyadı

Evlilik birliği dışında doğan çocukların miras, velayet, soyadı gibi hususları soybağına ilişkin yazımızda detaylı olarak bahsedilmiştir. Yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.

Özetlemek gerekirse; çocuk, anne ve baba evli ise babasının, evli değiller ise annesinin (doğuran kadının) soyadını alır. Çocuk ile anne arasında soybağı doğumla kurulur. Evlilik dışı doğan çocuk annenin başvurusu ile annenin kütüğüne kaydedilir ve çocuk annenin soyadını alır. Evlilik dışı doğan çocuğun velayeti de sadece anneye ait olur.

3. Boşanma Sonrası Çocuğun Soyadı

Uygulamada en çok merak edilen hususlardan biri boşanınca çocuğun soyadının ne olacağı, velayet hakkına sahip olan kişinin soyadını taşıyıp taşıyamayacağı hususudur. Boşanma davalarında tarafların müşterek çocukları mevcutsa her zaman temel amaç, çocukların üstün menfaatidir. Örneğin velayet hususunda anne veya babanın maddi durumu önemli bir husus olsa da, çocuğun psikolojik ve fizyolojik yönden rahatı için üstün yararı gözetilerek hüküm verilir.

Boşanan çiftlerin çocuklarının soyadı hakkında da son zamanlarda esasında üstün yarar ilkesi gözetilmeye başlanmıştır. Yukarıda bahsettiğimiz üzere, evlilik birliğinde doğan bir çocuğun soyadının babasının soyadı olacağı şüphesizdir. Fakat bazı durumlarda taraflar boşandığında çocuğa annenin soyadı da verilebilir. Burda yine temel gözetilen ilke ”çocuğun üstün yararıdır”. Zira, babanın çocukla kişisel ilişki kurmaması, görüşmemesi gibi durumlarda velayeti annede olan bu çocuğun annenin soyadını taşımasında üstün yarar söz konusu olur.

Yine uygulamada genel olarak eşinden boşanan kadınların farklı sebeplerle çocuğun babaya ait soyadını kullanmasını istemedikleri görülmektedir. Kadının farklı sebeplerle bu talepte bulunmasının yanında, çocuğun anne ile soyadı farklılığını anlamlandıramaması, resmi işlemler esnasında anne ile çocuğun soyadlarının farklı olmasının birçok probleme sebep olması, çocuğun söz konusu farklılık sebebiyle ruhsal ve kişisel gelişiminin olumsuz etkilenmesi gibi sebepler de meselenin hukuki boyutta önemini de göstermektedir. Nitekim uygulamada özellikle de çocuklar açısından çevrelerindeki insanlara bu durumu açıklamakta yaşanılan sıkıntılar, bazı durumlarda çocuk baba ile görüşmediğinden dolayı babanın soyadını taşımayı reddetmesi gibi durumlar şüphesiz ki çocuğun ruhsal gelişimini olumsuz yönde etkilemektedir.

4. Anayasa Mahkemesi Kararı

Anayasa Mahkemesi 2011 yılında vermiş olduğu bir karaarla, boşanan ve velayete sahip olan kadına, çocuğuna kendi soyadını verebilme hakkı tanımıştır. Anayasa Mahkemesi, çocuğa sadece babanın soyadının verilebilmesi durumunu eşitlik ilkesine aykırı bulduğunu belirterek 1934 tarihli 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun (“Soyadı Kanunu”) 4. maddesini iptal etmiştir. Yüksek mahkeme ilgili düzenlemeyi iptal ederek boşanmadan sonra çocuğun velayeti kendisine tevdi edilmiş annenin, kendi soyadını çocuğa verebilmesinin yolunu açmıştır.

Soyadı Kanunu’nun 4. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “…Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” şeklindeki düzenleme Anayasa Mahkemesi’nin 8.12.2011 tarihli ve E. 2010/119, K. 2011/165 sayılı kararı ile iptal edilmiştir. İlgili iptal kararı gerekçesinde; kadın ve erkeğin evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmaları gereğine yer veren uluslararası sözleşme hükümlerine de atıf yapılmak ve eşlerin evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda oldukları, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını seçme hakkının kadına tanınmamasının velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete göre ayrım yapılması sonucunu doğuracağı belirtilmek suretiyle, itiraz konusu kuralın, Anayasa’nın 10. ve 41. maddelerine aykırı görülmesi nedeniyle iptaline karar verildiği belirtilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin 25.06.2015 ve 2013/3434 numaralı, 11.11.2015 tarih ve 2013/9880 numaralı, 20.07.2017 tarih ve 2014/1826 numaralı bireysel başvuru kararlarında ise; velayet hakkı tevdi edilen çocuğun soyadının kendi soyadı ile değiştirilmesi yönündeki talebin, velayet hakkı ve bu kapsamdaki yetkilerin kullanımı ile ilgili olması sebebiyle Anayasa’nın 20. maddesi kapsamında ele alınması gereken bir hukuki değer olduğunu, koruma, bakım ve gözetim hakkı veya benzer terimlerle ifade edilen velayet hakkı kapsamında, çocuğun soyadını belirleme hakkının da yer aldığını, eşlerin evliliğin devamı boyunca ve boşanmada sahip oldukları hak ve yükümlülükler bakımından aynı hukuksal konumda olduğunu, erkeğe velayet hakkı kapsamında tanınan çocuğun soyadını belirleme hakkının kadına tanınmamasının, velayet hakkının kullanılması bakımından cinsiyete dayalı farklı bir muamele teşkil ettiğini, başvurulara konu yargısal uygulamaların ölçülü olduğunun kabul edilemeyeceğini belirterek, eldeki somut olaya benzer nitelikteki başvurulara konu yargısal kararlarda Anayasa’nın 20. maddesi ile birlikte değerlendirilen Anayasa’nın 10. maddesinde güvence altına alınan ayrımcılık yasağının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Böylece, velayet hakkına sahip olan kadınlar, boşanınca çocuğun soyadının değişmesi yönünde şartları mevcutsa hak talebinde bulunabilir.

5. Kadının Çocuğuna Kendi Soyadını Vermesinin Şartları

  • Boşanma sonrasında çocuğun annesinin bekarlık soyadını kullanabilmesi,
  • Çocuğun velayetinin annesinde olması,
  • Çocuğun annesinin soyadını alması için haklı sebeplerin varlığı,
  • Soyadındaki değişikliğin çocuğun üstün yararına aykırı olmaması şartlarının birlikte varlığı halinde mümkün olabilecektir.

Sonuç olarak; yukarıda açıkladığımız nedenler Anayasa Mahkemesi kararı ile velayetin annede olması, çocuğun annesinin soyadını alması konusunda geçerli sayılabilir sebeplerin varlığı ve çocuğun annesinin soyadını almasının yararına olması durumlarında mahkemelerce çocuğun annenin bekarlık soyadını kullanmasının önünde yasal bir engel bulunmamaktadır.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

İş Hukukunda İbraname

İş Hukukunda İbraname

İş Hukukunda İbraname | İzmir Avukatı

İş sözleşmesinin tarafları anlaşarak sözleşmeyi her zaman sona erdirebilirler. Fesih, sözleşmenin taraflarından birinin sözleşmeyi sona erdirmeye ilişkin irade açıklamasıdır. Bir diğer ifade ile sözleşme, taraflardan birinin  irade açıklamasıyla geleceğe yönelik olarak ve karşı tarafın kabulüne gerek olmadan ortadan kalkar.  İşte bu noktada iş sözleşmesinin sona ermesi ile, ibraname imzalanması gündeme gelecektir. Bu yazımızda ibraname nedir, ibranamenin geçerlilik şartları nelerdir, hangi durumlarda ibraname geçersiz sayılır gibi başlıkların üzerinde duracağız.

1. İbraname Nedir?

Hukukta ibra; aklanma, temize çıkma gibi anlamlara gelmektedir. İş hukuku anlamında ibraname ise alacaklı durumunda bulunan işçinin veya işverenin borçlu durumundaki işçi veya işverene  karşı sahip olduğu bir veya birden fazla alacağını ortadan kaldıran; onu geçmişe dönük olarak ibra ettiğini gösteren belgedir.

Bir başka anlatımla ibraname, işçi ile işveren arasındaki iş ilişkisi sebebiyle doğan borçların sözleşme ile sona erdirilmesidir. Buna ”ibra sözleşmesi” denir. İbraname imzalayan işçi dava açabilir ve kıdem tazminatı ile eksik ödenen işçilik alacakları varsa bunları daha sonra da alabilir. İbra sözleşmesi, borç ilişkisinden doğan belirli bir borca ilişkin yapılır. Örneğin iş sözleşmesinde işverenin işçiye ücret ödeme borcu varsa, işveren işçiyle ödenmeyen ücret alacaklarına ilişkin ibraname imzalayabilir ve bu durumda belirlenen borçlar ortadan kalkar. Ancak, bu durum işçinin kıdem tazminatını veya fazla mesai alacaklarını etkilemez.

2. İbranamenin Geçerlilik Koşulları Nelerdir?

İbranamenin geçerliliği TBK 420/2 maddesinde düzelenmiştir. Buna göre düzenlenecek ibranamenin hüküm doğurabilmesi için belli başlı şartları sağlaması gerekir. İnceleyecek olursak:

  • İbraname yazılı olmalıdır. Bunun anlamı, yazılı bir metnin olması gerektiği ve bu metnin altında işçinin imzasının yer alıyor olmasıdır. İşçinin herhangi bir ortamda alacaklarını aldığını beyan etmesi sms, telefon kamera kaydı vs. hukuken bir anlam ifade etmez.
  • İş sözleşmesinin sona erdiği tarihi takip eden bir aylık süre sonrasında imzalanmış olmalıdır. Yani, işçinin işten ayrılması ile ibraname vermesi arasında en az bir ay olmalıdır. Bunun amacı, işçinin ibra sözleşmesi yaptığı sırada işverene olan muhtaçlık durumunun sona ermiş olmasıdır.
  • İbranameye konu olan alacağın türü ve miktarı ilgili metinde açık ve net bir şekilde yer almalıdır. Örneğin ‘çalıştığım süre boyunca her türlü hakkımı aldım, hiçbir hak ve alacağım yoktur. Şeklindeki beyanlar geçerli sayılmayacaktır. Her hak türü, kalem kalem ve miktar miktar yazılmalıdır.

İşçiye yapılması gereken ödemeler hak tutarına nazaran eksiksiz ve banka aracılığıyla yapılmış olmalıdır. Banka hesabı metinde yazdığı şekli ile bizzat işçi adına açılmış bir hesap olmalıdır. Bu özellikleri taşımayan ödemelerin ibraname ile ödenmiş sayılması mümkün olmaz. Bütün şartlar sağlandığı taktirde, ibra sözleşmesinde aksine bir hüküm de yoksa asıl alacak ile faiz, rehin, ceza koşulu gibi fer’i haklar da sona erer. Ancak alacaklı, işlemiş faiz veya gerçekleşmiş cezai şart alacağını saklı tutmuşsa, ibraya rağmen bunlar varlıklarını sürdürür.

3. İbraname İmzalayan İşçi Ne Yapabilir?

Yukarıda sayılan şartlarda eksiklik olması durumunda, ibraname imzalayan işçi ibraname ile bağlı değildir. İbranamenin tutar içermesi ancak belirtilen tutarın gerçek alacağı göstermemesi hâlinde ise ibraname içerdiği miktarla sınırlı olarak makbuz niteliğinde sayılacaktır. İşçinin hak ettiği tutarın tam olarak ödenmemesi hâlinde makbuz niteliğindeki ibraname, işçinin ödenmeyen veya eksik ödenen tutarı talep etmesine engel teşkil etmeyecektir. Bu kapsamda işçi, yasal haklarını işverenden talep edebilir. Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve diğer işçilik alacakları için noterden ihtarname çekerek ödeme için makul bir süre verilmeli, tanınan mühlet içinde işveren ödeme yapmazsa iş mahkemesinde dava açılmalıdır.

4. İlgili Yargıtay Kararları:

A. İş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkündür (Yargıtay 9. H.D. 13.01.2014, E. 2011/51524, K.)

B. İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez (Yargıtay 9. H.D. 13.01.2014, E. 2011/51524, K.)

Tüm bu açıklamalar ve kanun hükümleri ışığında iş hukukunda borcun sadece ibra imzalamak ile sona eremeyeceği, her şekilde ifanın gerektiği ve dolayısıyla ibranamelerin çoğunlukla kanuna aykırı şekilde düzenlendiğini görmekteyiz. İbraname sadece ispat açısından bir belge niteliğindedir. İbranın iş hukukunda kullanılabilmesi için şartlarının buna uygun hale getirilmesi gerekmektedir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Doğum İzni & Süt İzni

Doğum İzni & Süt İzni | İzmir Avukat

Av. Dilek Yavuz Uysal

Kadın işçiler, hamile olması ile birlikte hukuk sistemimizde kanuni düzenlemeler çerçevesinde korunmaktadır. Anayasa m.50/2’de “Küçükler ve kadınlar ile bedeni ve ruhi yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar.” Şeklinde getirilen düzenleme ile kadın işçilere ilişkin özel düzenleme getirilebileceğinin temeli oluşturulmuştur. Akabinde ise, 4857 s. İş Kanunun m.74 ile “Analık Halinde Çalışma ve Süt İzni” maddesince kadınlara getirilen ücretsiz izin hakkı süresi artırılmıştır.

4857 s. İş Kanunun m.74 hükmüyle işçilerin doğuma bağlı çalıştırılmamaları, hangi sürelerde ne zaman çalışmayacaklarına ilişkin esaslar, erken doğum hali, doğum anında ölüm, evlat edinme durumu, doğumdan sonra istenilebilecek ücretsiz izni, süt iznini ve maddenin kişi bakımından uygulama alanı düzenlenmiştir. İlgili kanun maddeleri aşağıda sıralanmıştır.

Kanuni Düzenlemeler

(İşK. M.74/1) Kadın işçilerin hamile kalması ile birlikte doğum öncesi ve sonrası çalışmaması gereken süreler kanunda düzenlenmiştir. Kadın işçilerin doğumdan önce sekiz ve doğumdan sonra sekiz hafta olmak üzere toplam on altı haftalık süre için çalıştırılmamaları esastır. Çoğul gebelik halinde doğumdan önce çalıştırılmayacak sekiz haftalık süreye iki hafta süre eklenir. Ancak, sağlık durumu uygun olduğu takdirde, doktorun onayı ile kadın işçi isterse doğumdan önceki üç haftaya kadar işyerinde çalışabilir. Bu durumda, kadın işçinin çalıştığı süreler doğum sonrası sürelere eklenir.

(İşK. M.74/3)Bu süreler işçinin sağlık durumuna ve işin özelliğine göre doğumdan önce ve sonra gerekirse artırılabilir.

(İşK. M.74/1) Kadın işçinin erken doğum yapması halinde ise doğumdan önce kullanamadığı çalıştırılmayacak süreler, doğum sonrası sürelere eklenmek suretiyle kullandırılır. Doğumda veya doğum sonrasında annenin ölümü hâlinde, doğum sonrası kullanılamayan süreler babaya kullandırılır. Anne ile çocuğun ölümünde ise babaya mezkur izin kullandırılmaz.

(İşK. M.74/1)Doğumla kullanılan izinler sadece kadın işçiye tanınmamış olup evlat edinen kadın ya da erkeklere de hak tanınmıştır. Üç yaşını doldurmamış çocuğu evlat edinen eşlerden birine veya evlat edinene çocuğun aileye fiilen teslim edildiği tarihten itibaren sekiz hafta analık hâli izni kullandırılır.

(İşK. M.74/2)Doğum sonrası analık hâli izninin bitiminden itibaren çocuğunun bakımı ve yetiştirilmesi amacıyla ve çocuğun hayatta olması kaydıyla kadın işçi ile üç yaşını doldurmamış çocuğu evlat edinen kadın veya erkek işçilere istekleri hâlinde birinci doğumda altmış gün, ikinci doğumda yüz yirmi gün, sonraki doğumlarda ise yüz seksen gün süreyle haftalık çalışma süresinin yarısı kadar ücretsiz izin verilir. Çoğul doğum hâlinde bu sürelere otuzar gün eklenir. Çocuğun engelli doğması hâlinde bu süre üç yüz altmış gün olarak uygulanır. Bu fıkra hükümlerinden yararlanılan süre içerisinde süt iznine ilişkin hükümler uygulanmaz.

(İşK. M.74/4)Hamilelik süresince kadın işçiye periyodik kontroller için ücretli izin verilir.

(İşK. M.74/5)Hekim raporu ile gerekli görüldüğü takdirde, hamile kadın işçi sağlığına uygun daha hafif işlerde çalıştırılır. Bu halde işçinin ücretinde bir indirim yapılmaz.

(İşK. M.74/6)İsteği halinde kadın işçiye, on altı haftalık sürenin tamamlanmasından veya çoğul gebelik halinde on sekiz haftalık süreden sonra altı aya kadar ücretsiz izin verilir. Bu izin, üç yaşını doldurmamış çocuğu evlat edinme hâlinde eşlerden birine veya evlat edinene verilir. Bu süre, yıllık ücretli izin hakkının hesabında dikkate alınmaz.

Doğum İzni Uzatılabilir Mi?

Anne adayları, doktorunun izni dahilinde doğum öncesi 8 haftalık izninin 5 haftasını doğumdan sonra kullanabilir. Ancak doğuma 3 hafta kala izne çıkmak zorunludur.

Hiçbir hamile kadın, doğuma kadar çalıştırılamaz. Doktorun verdiği, “37. gebelik haftasına kadar daha 5 hafta süre ile çalışmasında gebeliği yönünden sakınca bulunmamaktadır” yazılı rapor ile anne adayı, 5 haftalık iznini doğum sonrasına aktarabilir. Bu durumda anne adayı 8+5 yani toplamda 13 haftalık izin süresi kullanma hakkına sahip olur, bu süre de 91 güne eş değerdir. Çalışan kadınlara, 16 haftalık izin süresi tamamlandıktan sonra 6 aya kadar ücretsiz izin verilebilir. Ancak bu süre, işçinin yıllık ücretli izin hakkının hesabında dikkate alınmaz.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2007/27521 E. 2008/25157 K. 26.09.2008 T. Kararında; “4857 sayılı İş Kanunu’nun 74. maddesinin 5. fıkrasında “isteği halinde kadın işçiye on altı haftalık sürenin tamamlanmasından veya çoğul gebelik halinde on sekiz haftalık süreden sonra altı aya kadar ücretsiz izin verilir” hükmü mevcuttur. Maddenin içeriğine ve düzenleniş biçimine bakıldığında “izin verilir” şeklinde emredici mahiyette olduğu, işçinin talep etmesi halinde yasal ücretli doğum izinlerinin kullanılmasından sonra işverence 6 aya karar ücretsiz izin verilmesinin zorunlu olduğu sonucu çıkmaktadır. İznin verilmesi işverenin takdirine bırakılmamıştır. Kadın işçi yasal doğum izinlerini kullandıktan sonra talepte bulunmak şartıyla 6 aya kadar ücretsiz izin kullanabilecektir.

Süt İzni

Kadın işçilere bir yaşından küçük çocuklarını emzirmeleri için günde toplam bir buçuk saat süt izni verilir. Bu süt izni sürelerinin hangi saatler arasında ve kaça bölünerek kullanılacağını kadın işçi kendisi belirler. Bu süre günlük çalışma süresinden sayılır.Kısmi zamanlı ücretsiz izin hakkını kullanan kadın işçiye süt izni kullandırılmaz. Süt izninin haftalık ya da aylık olarak kullanılması yasalara aykırıdır ancak 4857 Sayılı İş Kanunu’na göre, iznin kanuna uygun olarak kullanılmaması durumunda hiçbir cezai yaptırım uygulanamaz.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 13.06.2016 T. 2015/12878 E., 2016/17527 K. sayılı kararında ; Kadın işçilere bir yaşından küçük çocuklarını emzirmeleri için günde toplam bir buçuk saat süt izni verilir. Bu sürenin hangi saatler arasında ve kaça bölünerek kullanılacağını işçi kendisi belirler. Bu süre günlük çalışma süresinden sayılır. Süt izni verilmeyip kadının çalıştırılması halinde fazla çalışmanın varlığının ve karşılığının da buna göre ödeneceği hükme bağlamıştır.

Ücretsiz İzin Kullanma Hakkı

Yukarıda anlatılan sürelerin bitiminde, çocuğun bakımı ve yetiştirilmesi için kadın işçi kısmi veya tam süreli ücretsiz izin kullanabilir. Kadın işçinin ne kadar süre ile ücretsiz izne ayrılabileceği kanunda detaylı şekilde düzenlenmiştir. Doğum izni sonrasında kısmi süreli ücretsiz izin hakkı ya da tam süreli ücretsiz izin hakkı çalışana bağlı olarak planlanır.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Kefile Karşı Haciz Uygulanması

Kefile Karşı Haciz Uygulanması

Kefile Karşı Haciz Uygulanması | İzmir Avukat

Kefalet Sözleşmesi

Kefil ile borcun alacaklısı arasında yapılan; asıl borçlunun borcunu ödeyemediği durumlarda alacaklıya borcu ödeyecek ikinci kişi güvencesi sağlayan, asıl sözleşmeden bağımsız bir sözleşmedir.

Kefilin Sorumluluğu

Kefilin Sorumluluğu TBK madde 589/1’de düzenlenmiştir. İlgili düzenlemeye  göre; ‘’Kefil, her durumda kefalet sözleşmesinde belirtilen azami miktar kadar sorumludur.’’

Kefilin sorumluluğundan anlaşılan her zaman için sadece borçlunun ödemediği borç olarak anlaşılsa da kefilin, imzalanan kefalet sözleşmesinden ve kanundan kaynaklanan başkaca sorumlulukları da vardır. Kefil, kefil olunan borcun aslı ile sorumludur. Asıl borç miktarını aşan bir sorumluluktan bahsedilemez. Asıl borçta meydana gelen azalma ve artma kefilin sorumluluğunu da etkiler.Kefil, borçlunun borcunu ödememesinden kaynaklanan müspet zarardan sorumludur fakat eğer asıl borçlunun kusuru ile borcu gereği gibi ifa etmemesi sonucunda cezai şart ortaya çıkarsa kefil bundan sorumlu olmaz.Kefil, alacaklının borçlu aleyhine açtığı davanın giderlerini ve takip masraflarını ödemekle sorumludur.

TBK madde 589/3’e göre kefil; ‘’İşlenmiş bir yıllık ve işlemekte olan yıla ait akdi faizler ile gerektiğinde tahvil karşılığında ödünç verilen anaparanın işlemiş bir yıllık ve işlemekte olan yıla ait faizlerinden sorumludur.’’

Kefilin asıl borçtan sorumluluğu borcun vadesinin gelmesiyle başlar.

Borcun muaccel hale gelmesi için ihbar çekilmesi gerekli olan hallerde kefile de ihbar çekilmesi gerekir. Kefil için de borcun muaccel hale gelmesi yapılacak ihbarla gerçekleşir. Bu ihtar ile borçlu dururken kefile haciz yapılabilir.

TBK madde 155’e göre ‘’Zamanaşımı asıl borçluya karşı kesilince kefile karşı da kesilmiş olur. Zamanaşımı kefile karşı kesilince asıl borçluya karşı kesilmiş olmaz.’’

Kefilin takibi üst başlığı altında düzenlenmiş olan Türk Borçlar Kanunu’nun 590.maddesinde : “ Borçlunun iflası sebebiyle asıl borç daha önce muaccel olsa bile, belirlenen vadeden önce kefile karşı takibat yapılamaz.

Bütün kefalet türlerinde kefil, ayni güvence karşılığında hakimden, mevcut rehinler paraya çevrilinceye ve borçlu aleyhine yapılan takip sonucunda kesin aciz belgesi alınıncaya veya konkordato kararına kadar kendisine karşı yöneltilen takibin durdurulmasına karar verilmesini isteyebilir.

Asıl borcun muaccel olması, alacaklı veya borçlunun önceden süre içeren bildirimde bulunmasına bağlıysa kefalet borcu için bu süre, bildirimin kefile yapıldığı tarihte işlemeye başlar.

Kefil olmak, Borçlar Kanunu ‘nda asıl borçlu ile aynı vasıfta yer almaktadır. Bu kapsamda ödenmeyen bir borçtan dolayı icra takibi başlatıldığında alacaklı belli kurallar içerisinde alacağı tahsile yönelik her türlü işlem yapma hakkına sahiptir. Yalnızca alışveriş veya kredi kefilliği değil çek ve senetten dolayı da aynı sıfat kazanılabilir. Ödenmeyen borca karşı, borçlu dururken kefile haciz yapılabilir.

Kefaletin Sona Ermesi

Kefalet sözleşmesi asıl borca bağlı bir borç olduğundan, asıl borcun herhangi bir sebeple sona ermesi (borcun ödenmesi, borcun üstlenilmesi, ibra vb) halinde kefalet sözleşmesi de sona erer. Gerçek kişilerin yaptığı kefalet sözleşmesi kural olarak 10 yıl geçerli olduğundan, 10 yıllık sürenin dolmasıyla veya kefalet sözleşmesi süreli yapılmışsa bu sürenin dolmasıyla da sona erer. Bunlar dışında kefaletten dönülmesi (TBK m.599), süresiz kefaletin belirli şartlarla sona ermesi (TBK m.601-602), alacaklının ödemeyi kabulden kaçınması (TBK m.593), kefilin alacaklıyı ibra etmesi gibi sebeplerle de kefalet sözleşmesi sona erer.

Kefilin İcra Takibinin Durdurabilmesi İçin Uygulanması Gereken Koşullar

Takibin durdurulmasını isteyen kefil, itirazını icra dairesine değil mahkemeye yapmalıdır. Kefile karşı icra takibi başlatıldıktan sonra ve ( iflasın açılışına ya da haciz yapılmışsa elde edilen tutarın bölüştürülmesine kadar) bunun her safhasında itiraz yapılabilir. Kefilin kendisine yöneltilmiş bir icra takibi bulunmuyorsa, borçlu adına takibin durdurulmasını isteme hakkı bulunmamaktadır.

Türk Borçlar Kanunu ile kefalet sözleşmelerinin geçerliliği bazı şartlara bağlanmıştır. Buna göre kefil, sorumlu olduğu azami borç miktarını, kefalet tarihini ve eğer müteselsil kefil oluyorsa bu anlama gelen ifadeyi kendi el yazısı ile sözleşmeye yazmalıdır. Bu koşulları taşımayan kefalet sözleşmeleri geçersiz olup kefil yönünden hüküm ifade etmemektedir. Bu durumlarda, kefilin geçersizliği ileri sürmesi gerekmektedir.

Kefile karşı başlatılmış olan icra takibin durdurulabilmesi için kefilin ayni güvencede bulunması da gerekmektedir. Ayni güvence; taşınmaz rehinleri, teslimi gerekli menkul rehni, kıymetli evrakın güvence olarak gösterilmesi olabilir. Ne tür bir ayni güvencenin takibin durdurulması için gösterileceğini kefil kendisi belirleyecektir. Hakim ancak ileri sürülen ayni teminatın ya da teminat miktarının yeterli olup olmadığına karar verecektir. Ancak gösterilen ayni teminatın kefilin azami sorumluluğu ile sınırlı olmak üzere ana para, takip boyunca işlemiş olan faiz miktarı ve masrafları da kapsaması gerekmektedir. Aksi takdirde alacaklının bu husustan doğan bir zararı söz konusu olacaktır. Yasanın açık hükmü gereği kişisel teminatlar, kefaletler, banka teminat mektupları kefil tarafından icra takibinin durdurulması için gösterilemeyecektir.

Ayni teminatın değeri, muhtemel faizlerle giderler dikkate alınmak suretiyle icra takibine konulan sorumluluk tutarı dikkate alınarak belirlenecektir. Buna göre adi kefil, yalnızca kendi payına düşen borç miktarı için ayni güvence gösterecekken müteselsil kefil de de eğer bölme def’isi var ise durum bu şekilde olacaktır. Aksi takdirde asıl borcun tamamını kapsayacak şekilde teminat gösterilmelidir.

Bazı durumlarda da kefiller için olumlu sonuçlar da çıkmaktadır. Öyle ki çeşitli yargıtay kararlarıyla borcun kefilden tahsil edilemeyeceği yönünde olan kararların yanı sıra, alacağa dair sözleşmelerde kefilin sorumluluklarını engelleyen detaylar da olaya göre olabilmektedir. Bu minvalde, sözleşmenin bir avukat aracılığı ile düzenlenmesi elzemdir. Zira, alacaklı alacağından ötürü dilerse direkt olarak borçluya haciz yapabileceği gibi, borçlu dururken kefile haciz de yapabilir. Bu tür bir durumla karşılaşmamak adına, kefalet sözleşmesi imzalanırken kefaletin süresi, miktarı ve kefaletin türü sözleşmede detaylı olarak belirtilmelidir.

Konuya ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Yabancıların Çalışma İzni

Yabancıların Çalışma İzni

Yabancıların Çalışma İzni | İzmir Avukat

1. Yabancıların Çalışma İzni Nedir?

6735 sayılı Uluslararası İşgücü Kanunu’na göre, Türkiye’nin taraf olduğu ikili ya da çok taraflı sözleşmelerde aksi öngörülmedikçe, yabancıların Türkiye’de bağımlı veya bağımsız çalışmaya başlamadan önce izin alması gerekir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca resmi bir belge olarak düzenlenen ve geçerlilik süresi içinde yabancılara Türkiye’de çalışma ve ikamet hakkı veren izin belgesine çalışma izni denir.

Türkiye’de geçerli çalışma izni olmadan çalışan yabancılar hakkında cezai ve idari işlem uygulanır. İzinsiz çalıştığı belirlenen yabancıların Türkiye’ye girişi, pasaport, vize ve ikamet izni konuları tetkik edilerek, durumları yasal olmayanlar sınır dışı edilmektedirler.

2. Çalışma İzni, İkamet İzni Anlamına Gelir Mi?

6735 sayılı Kanuna göre verilen yabancıların çalışma izni, ikamet izni yerine geçer. Ancak, uluslararası koruma sebebi ile başvuru sahibi, şartlı mülteci ve geçici koruma statüsünde bulunan yabancılar için düzenlenen çalışma izinleri ikamet izni yerine geçmez. Bir başka anlatımla, yalnıza yukarıdaki statülerde bulunmayan kişiler için çalışma izni ikamet izni için yeterlidir.

3. Yabancıların Çalışma İzni Alma Süreci

YABANCILARIN ÇALIŞMA İZİNLERİ HAKKINDA KANUNUN UYGULAMA YÖNETMELİĞİ

  • Madde 4 – Başvurular, yurt dışında Türkiye Cumhuriyeti temsilciliklerine, yurt içinde doğrudan Bakanlığa yapılabilir.
  • Madde 5- Kanun kapsamında Bakanlığa yapılacak başvuruların elektronik ortamda yapılması ve kağıt ortamında imzalanarak Yönetmelik ekinde belirlenen diğer belgelerle birlikte Bakanlığa ulaştırılması gerekir. Çalışma izinleri Bakanlıkça, kağıt kullanılarak veya elektronik belge olarak verilir.

Başvuruları sistem üzerinden yabancı işçiyi çalıştıracak olan işverenler E devlet üzerinden başvuru linkine tıklayıp giriş yaparak talep oluşturabilir. Link: https://ecalismaizni.csgb.gov.tr/eizin

Yönetmeliğin 9-11. maddeleri arasında da işleyişten bahsedilmektedir. Buna göre, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, başvuru akabinde gerekli hallerde ilgili Bakanlık ve mercilerin görüşlerini de almak suretiyle çalışma izni başvurusunu sonuçlandırır. Usulüne uygun olarak yapılan çalışma izni başvuruları, belgelerin tam ve eksiksiz olması kaydıyla Bakanlık tarafından en geç otuz (30) gün içinde sonuçlandırılır. Başvurunun eksik evrak ile yapıldığının Bakanlıkça tespiti halinde, eksik evrakların tamamlanması istemiyle başvuru sahibine bilgi verilir. Bu durumda otuz günlük süre eksik evrakların Bakanlığa intikal ettiği tarih itibariyle başlar.

Bakanlık çalışma izin başvurusuna ilişkin (olumlu veya olumsuz) kararını, yurt dışından yapılan başvurularda; başvuruyu yapan yabancıya bildirmek üzere (Dışişleri Bakanlığı kanalıyla) ilgili T.C. dış temsilciliğine de bildirir. Yurtiçinden yapılan başvurularda ise yabancıya veya işverene bildirilir.

4. Muhacir, Göçmen, Mülteci Statüsündeki Kişiler Çalışma İzni Alabilir Mi?

2510 sayılı İskan Kanununa göre muhacir, mülteci veya göçebe olarak kabul edilen yabancıların çalışma izni talebinde bulunmaları halinde durumlarını belgelemek koşuluyla çalışma izinleri istisnai olarak verilebilir.

6458 sayılı Kanun md. 89-4/a uyarınca ise, uluslararası koruma başvuru sahibi yabancılar ile şartlı mülteci statüsü alan yabancılar için uluslararası koruma başvurusu tarihinden altı ay sonra bu kişileri çalıştırmak isteyen işverenler tarafından Bakanlığa çalışma izni için başvuru yapılabilir.

 Bu kapsamdaki yabancıların ikamet izni aldıkları iller dışındaki çalışma izin talepleri İçişleri Bakanlığınca olumlu görüş verilmesi halinde sonuçlandırılmaktadır. Mülteci ya da ikincil koruma statüsü sahibi yabancılar çalışamayacağı iş ve mesleklere ilişkin diğer mevzuatta yer alan hükümler saklı kalmak kaydıyla statü alınmasından itibaren bağımlı veya bağımsız olarak çalışabilmektedir. Mülteci veya ikincil koruma statüsü sahibi kimlik belgesi, çalışma izni yerine de geçer ve bu durum kimlik belgesine yazılmaktadır.

5. Türk Vatandaşı İle Evlilik Durumunda Yabancıların Çalışma İzni

Madde 44 – (Değişik:RG-28/4/2011-27918) e göre: ” Bir Türk vatandaşı ile evli olan ve eşiyle Türkiye’de evlilik birliği içinde yaşayan yabancıların çalışma izin başvurularında ikamete ilişkin süre koşulu aranmaz. ”

En az üç yıl süreyle Türk vatandaşı ile evlilik birliği içinde yaşayan yabancıların başvurularında bu Yönetmeliğin 13 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan kriterler uygulanmaz. Ancak, evliliğin aile birliği kurmak amacıyla yapılmadığının tespit edilmesi halinde çalışma izin belgesi geçerliğini kaybeder. Üç yıldan sonra tarafların boşanması durumunda ise,  yerleşmiş olan (Türkiye’de ikametine devam eden) yabancıların çalışma izinleri Türkiye’de kanuni olarak bulunmaları kaydıyla istisnai olarak verilebilir.

Konuya ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Belgede Sahtecilik Suçu

Belgede Sahtecilik Suçu

Belgede Sahtecilik Suçu | İzmir Ceza Avukatı

Av. Dilek Yavuz Uysal

1. Belge ve Sahtecilik Kavramı:

Belge, arapçada evrak karşılığı olarak kullanılmıştır. Evrak yazılı kağıt, kağıtlar anlamına gelir. Sahtecilik ise bir şeyi (konumuz bakımından evrakları) bilinçli olarak başkasını yanıltmak için bozma, değiştirme, olduğundan farklı göstermeye yönelik davranışa verilen isimdir.

2. Belgelerde Bulunması Gereken Ortak Özellikler:

  • a.  Belge Yazılı Olmalıdır : Yazı, irade beyanı veya açıklamasını saptamaya elverişli araçtır.
  • b. Belgenin Kanıt Oluşturabilmesi Gerekir : Herhangi bir yazılı metnin belge niteliğini taşıması için bir olay veya hakkın kanıtı olmalıdır.
  • c. Belgenin Aidiyetinin Saptanması Gerekir : Yazılı irade beyanının sahibinin , belirli bir kişi ya da makam olduğunun anlaşılması gerekir. Kişi aidiyeti imza ya da imza içeriğinden de analaşılabilir.
  • d. Hukuki Sonuçlar Doğurması Gerekir: Yazının belge olarak kanıt oluşturması için biçim ve içerik bakımından sakatlık içermemesi gerekir.

3. Kanuni Düzenleme:

Türk Ceza Kanunu‘nun 207. maddesi ve devamında düzenlenen (özel) belgede sahtecilik suçunun kanuni düzenlemeleri aşağıdaki şekildedir:

 Madde 207- (1) Bir özel belgeyi sahte olarak düzenleyen veya gerçek bir özel belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren ve kullanan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Bir sahte özel belgeyi bu özelliğini bilerek kullanan kişi de yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır.

Madde 208 – (1) Gerçek bir özel belgeyi bozan, yok eden veya gizleyen kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Madde 209- (1) Belirli bir tarzda doldurulup kullanılmak üzere kendisine teslim olunan imzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kağıdı, verilme nedeninden farklı bir şekilde dolduran kişi, şikayet üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.İmzalı ve kısmen veya tamamen boş bir kağıdı hukuka aykırı olarak ele geçirip veya elde bulundurup da hukuki sonuç doğuracak şekilde dolduran kişi, belgede sahtecilik hükümlerine göre cezalandırılır.

4. Belgede Sahtecilik Suçunun Konusunu Oluşturan Evraklar:

 TCK Madde 210– (1) Özel belgede sahtecilik suçunun konusunun, emre veya hamile yazılı kambiyo senedi, emtiayı temsil eden belge, hisse senedi, tahvil veya vasiyetname olması halinde, resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümler uygulanır. Gerçeğe aykırı belge düzenleyen tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire veya diğer sağlık mesleği mensubu, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Düzenlenen belgenin kişiye haksız bir menfaat sağlaması ya da kamunun veya kişilerin zararına bir sonuç doğurucu nitelik taşıması halinde, resmi belgede sahtecilik hükümlerine göre cezaya hükmolunur.

Özetlemek gerekirse;

  • Suçun kanun maddesine bakıldığında birinci fıkrada “özel belgede sahtecilik” ikinci fıkrada “sahte özel belgeyi bilerek kullanmak” suç olarak tanımlanmıştır. Bu durumda, özel belge sahteciliği suçundan bahsedilebilmesi için belge üzerinde ekleme, çıkarma yapmak veya belge kazıma yoluyla değiştirilerek kullanılmalıdır. Suçun işlenmesinde kast unsuru aranmaktadır. Kişi bilerek ve isteyerek suçu işleyebilmektedir ve suçun taksirle işlenmesi mümkün değildir.
  • Suça konu olan belge özel belge olup resmi olmayan ve ayrıca yazılı belge üzerinden düzenlenebilir. Özel belgenin başkalarını aldatacak şekilde sahte olarak düzenlenmesi veya değiştirilmesi halinde suç işlenmiş olacaktır.
  • Özel belgede sahtecilik suçuna konu olan belge herkes tarafından düzenlenebilir ve suça konu edilebilir. Bu nedenle suçun faili herkes tarafından işlenebilmektedir, suç kişiye özgü değildir.
  • Belgenin mutlaka zarar ihtimali olması gerekmektedir. Özel belge üzerinden yapılan sahtecilik işleminin kamuya yönelik olarak zarar verme ihtimalinin olması gerekmektedir. Önemli olan zarar verme ihtimalinin olmasıdır, zarar verme ihtimali olmayan durumlarda suç işlenmiş olmayacaktır.

 5. Suç Nasıl Oluşur?

Belgeye yapılan eklemeler veya çıkarmalar belgenin hukuki delil değerini değiştirmelidir. Yapılan bu değişikliklerle, özel belgedeki hukuki durumun veya hakkın değişecek olması gerekir. Özel evrakta yer alan yazının değiştirilmesi veya yeni yazı eklenmesi, imza ve tarihin silinmesi veya değiştirilmesi, özel belgenin değiştirilmesi ve kullanılması bu suçu oluşturakcak hallere örnektir.

Özel belgeler de hukuki sonuç doğurması bakımından resmi belgeler gibidir. Ancak kanun resmi belgede sahtecilik suçu için daha ağır yaptırım öngörmüştür. Bunun nedeni ise resmi belgenin önem derecesini özel belgeden üstün tutmaktadır. İlaveten resmi belgede sahtecilik suçunu yalnızca kamu görevlileri işleyebilirken, (özel) belgede sahtecilik suçunun faili herkes olabilir.

6. Zamanaşımı  Hükümleri:

Özel belgede sahtecilik suçu şikayete bağlı suçlardan değildir. Bu sebeple herhangi bir şikayet süresi yoktur. Ancak, özel belgede sahtecilik suçunun dava zamanaşımı süresi sekiz yıl olduğundan, suçun sekiz yıl içinde savcılığa bildirilmesi halinde savcılık soruşturma başlatır. Şikayet hangi aşamada yapılırsa yapılsın, müşteki ceza davasına müdahil sıfatıyla katılabilecektir.

7. Yargıtay Kararları:

  • Özel Belgede Sahtecilik ve Resmi Belgede Sahtecilik Suçunun Birlikte İşlenmesi

Sanık, mağdur olan Turkcell ve Türk Telekom şirketlerinden cep telefonu, sabit telefon ve internet hatları için sahte abonelik sözleşmesi düzenletmiştir. Bunun yanında sanık, katılan adına sahte nüfus cüzdanıyla bankada kredili mevduat hesabını kullanarak ihtiyaç kredisi çektirmiştir. Bunun yanında katılan adına vergi dairesinde mükellefiyet tesis ettirmek ve 2 adet motosikleti tescil ettirmek suretiyle vergi tahakkuklarını sağlamıştır.

Sanık hakkında ağır ceza mahkemesi tarafından banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması, resmi belgede sahtecilik ve özel belgede sahtecilik suçlarından yargılama yapılmıştır. Sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmiş, karara karşılık sanık, katılan ve mağdur vekili tarafından temyiz başvurusunda bulunulmuştur.

Yargıtay, mahkemenin sanığın eyleminin Elektronik Haberleşme Kanunu’nun 56. maddesindeki suçu oluşturup oluşturmadığına dair tartışılmadan karar verildiği belirtilmiştir. Bunun yanında sanığın eylemlerinin bütün halinde mağdur sayısınca ayrı suçları oluşturacağı gözetilmeden karar verildiği de tespit edilmiştir. Mahkemenin yetersiz gerekçeyle verilen karara karşılık bozma yönünde karar verilmiştir. (Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2018/9065 Esas, 2019/6094 Karar)

  • Özel Belgede Sahtecilik Suçundan Beraat

Katılan, olayın olduğu tarihlerde … PTT Başmüdürlüğünde çalışmaktadır. Katılan, eşi adına üç adet sağlık karnesi almış, her birinin sayfaları bittiğinde tutanak karşılığında çalışmış olduğu kuruma teslim etmiş, yenisini alarak kullanmaya devam etmiştir. Katılan sağlık karnesinin sayfalarının bitmesiyle ikinci karneyi de almış, kuruma hitaben üçüncü karne olarak sağlık karnesi verilmiştir. Katılan son aldığı üçüncü karneyi de gecikmeli olarak kuruma teslim etmiştir.

Katılan teslim etmiş olduğu sağlık karnesinin fotoğraflı olan birinci sayfasını kullanarak vefat eden eşi adına … Özel Gelişim Tıp Merkezinde dahiliye uzmanı olan doktor sanık tarafından muayene edilmiş gibi reçete düzenlendiği, tahliller yapıldığı ve 100,11 TL’lik fatura tanzim edildiği tespit edilmiştir. Söz konusu fatura katılanın çalışmış olduğu kuruma gönderilmiştir. Kurum yetkilileri tarafından inceleme yapılmış, ölüm sonrasında muayene ve tahlil işlemlerinin yapıldığı tespit edilmiştir.

Sanık hakkında ağır ceza mahkemesi tarafından nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından yargılama yapılmıştır. Sanıklar savunmasında hastanın muayene gelmesiyle kabul edildiğini, kimlik sorma gibi bir görevi olmadığı ve suç işleme kastı bulunmadığı belirtilmiştir. Sanık hakkında beraat kararı verilmiş, karara karşılık katılan vekili tarafından temyiz başvurusunda bulunulmuştur.

Yargıtay, vefat eden kişinin sağlık karnesinin sanıklar tarafından bilerek kullanıldığına dair yeterli delil olmadığını, sanık savunmasının aksine delil elde edilemediğinden mahkemenin vermiş olduğu kararda isabetsizlik bulunmamıştır. Bu nedenle mahkemenin vermiş olduğu karara karşılık onama yönünde karar verilmiştir. (Yargıtay 15. Ceza Dairesi 2017/4274 Esas, 2019/4117 Karar)

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için iletişime geçebilirsiniz.

İlginizi çekebilecek diğer çalışmalarımız;

İzmir Ceza Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079