Yazar arşivleri: Av. Dilek Yavuz Uysal

İşten Ayrılma Dilekçesi

İşten Ayrılma Dilekçesi
İşten Ayrılma Dilekçesi

İşten Ayrılma Dilekçesi | İzmir Avukat

İstifa, işten ayrılma kararının işyerine yazılı olarak bildirilmesidir. İşten ayrılma dilekçesinin verilmesindeki amaç;  resmi bir bildirimde bulunmak, olası bir dava durumunda da hukuki dayanak oluşturmaktır.

İşten ayrılmaya karar verildiği noktada işçilik alacakları ve hak edişlerden mahrum kalmamak için öncelikle iş sözleşmesinin işçinin lehine bir şekilde sonlandırılması büyük önem arz etmektedir. Zira, iş sözleşmesi haklı ve geçerli nedenle olmak üzere iki şekilde sona erdirilebilir.

 Haklı sebeple iş sözleşmesini sona erdiren işçi işçi alacaklarına hak kazanırken; iş sözleşmesini geçerli sebebe dayandırarak sona erdiren işçinin çalışmış olduğu sürelere göre kanunda belirlenen ihbar sürelerine uyması gerekmektedir. İşçinin ihbar süresini uyumaması ve işten hemen çıkması durumunda işçilik alacaklarına hak kazanamayacağı gibi işverene ihbar tazminatı ödemesi de söz konusu olacaktır. Bu sebeple istifaya ilişkin bir dilekçe yazmadan önce, iş sözleşmesi nasıl sona erdirilmesi gerektiği ile ilgili hukuki görüş almak önemlidir.

Bu süreçte faydalı olacağını düşünüdüğümüz diğer konu başlıklarına aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz.

  • Ücreti Ödenmeyen İşçinin Hakları başlıklı yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.
  • İş Hukukunda İbraname başlıklı yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.
  • UBGT Nedir? başlıklı yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.
  • Kıdem Tazminatı Nedir? başlıklı yazımıza buradan ulaşabilirsiniz.

Tüm bu anlatılanlardan sonra , iş sözleşmesinin sona erdirilme şekline karar verildikten sonra işten ayrılma dilekçesi yazılacaktır. Şimdi sırasıyla dikkat edilmesi gereken hususları inceleyelim:

1. Hangi sebeple iş sözleşmesinin sona erdirildiği açıkça yazılmalıdır: Yazılacak olan istifa dilekçesinde hukuki bir dil kullanılmalı iş sözleşmesinin hangi sebeple sona erdirildiği açıkça; mümkünse kanun maddesi ile birlikte yazılmalıdır.

2. İstifa sonrası sosyal hak ve güvencelerin ödenmesi gerekiyorsa dilekçede belirtilmelidir: Kıdem tazminatı, ücret alacağı, fazla mesai, yıllık izin alacağı gibi bir çok ödeme kaleminde alacağı olan işçinin istifa dilekçesinde bu hususları bildirerek talep etmesi gereklidir.

3. İstifa işverene doğrudan veya ilgili birime yapılmalıdır: Burada ilgili birimden kasıt muhasebe birimi veya insan kaynakları müdürlüğü olabileceği gibi doğrudan işverenin kendisine de yapılabilir.

4. İstifa yazılı olmalıdır: İleride bir hukuki uyuşmazlık çıkmaması adına istifa mutlaka yazılı bir dilekçeyle yapılmalıdır. Hatta ispat hususunda ve istifanın tarihine ilişkin sorun yaşanmaması adına söz konusu istifanın mutlaka noter aracılığıyla yapılmasını tavsiye ederiz. Zira bazı durumlarda işverenler işçinin yazılı olan istifa dilekçesini yırtarak noterden ihtar çekerek sözleşmesini ben fesih ettim ve şu sebeplerle haklıyım diyerek dava açabilmektedir. Bunun örneklerine uygulamada sıkça rastlamaktayız. Bu sebeple ileride hiçbir sorun yaşamamak adına gerek istifa dilekçesinin içeriğini, gerekse istifa dilekçesinin ulaştığı tarihin resmi kayıtlarda olması açısından noter kanalı ile istifa dilekçesini göndermek önemlidir.

Yukarıda yazılan hususlar, işten ayrılma dilekçesinde bulunması zorunlu olan unsurlar değildir. Fakat dilekçede dikkat edildiği taktirde hukuki uyuşmazlık konusunda işçi lehine olacaktır.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Kentsel Dönüşüm Harç Muafiyeti

Kentsel Dönüşüm Harç Muafiyeti

Kentsel Dönüşüm Harç Muafiyeti | İzmir Avukat

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte, afet riski taşıyan alanların belirlenip, sağlıklı ve yaşanılabilir hale getirilmesi amacıyla, ekonomik ömrünü tamamlamış ve yıkılma riski taşıyan binalar, devletin sağladığı kredi, kira yardımı, harç, vergi ve ücretlerden muafiyet gibi imkânlardan yararlanılarak, yeniden yapılmaya ve yenilenerek iyileştirilmeye başlanmıştır. Kentsel dönüşüm adı verilen bu uygulamayla birlikte birçok bina yenilenerek veya yıkılıp yeniden yapılarak afetlere karşı daha dirençli hale getirilmiştir.

6306 sayılı Kanun, kentsel dönüşümün maliyetini azaltmak için çeşitli teşvikler içermektedir. Söz konusu teşviklerden en önemlilerinden birisi Kanun’un 7 maddesinin 9. bendinde düzenlenen vergisel teşviklerdir. Maddenin ilk halinde, kentsel dönüşümde yapılacak olan işlem, sözleşme, devir ve tesciller ile uygulamalar, noter harcı, tapu harcı, belediyelerce alınan harçlar, damga vergisi, veraset ve intikal vergisi, döner sermaye ücreti ve diğer ücretlerden; kullandırılan krediler sebebiyle lehe alınacak paralar ise banka ve sigorta muameleleri vergisinden muaftır denilmektedir.

6306 Sayılı Kanun’un Uygulama Yönetmeliği’nin 16. maddesinde harç ve vergi muafiyeti şu şekilde düzenlenmiştir;

  • (9) (Ek:RG-2/7/2013-28695) (Değişik:RG-21/6/2019-30808)  Kanun kapsamındaki vergi, harç ve ücret muafiyetleri, uygulama alanındaki mevcut yapıların imar mevzuatına uygun olup olmadığına bakılmaksızın, Kanunun 7 nci maddesinin dokuzuncu ve onuncu fıkraları ile bu maddenin on ila on ikinci fıkralarında belirtilen şartlar dahilinde uygulanır.
  •  (10) (Ek:RG-21/6/2019-30808) Riskli alanlarda, rezerv yapı alanlarında ve riskli yapıların bulunduğu parsellerde, gerçek kişilerce ve özel hukuk tüzel kişilerince uygulamada bulunulması halinde, fonksiyon değişikliğine bakılmaksızın mevcut inşaat alanının bir buçuk katına kadar olan yeni inşaat alanı için belediyelerce harç ve ücret alınmaz. Yeni inşaat konut ve işyerinden oluşuyor ise, muaf olunan inşaat alanı, yeni inşa edilen binadaki konut ve işyerinin bina içindeki metrekare cinsinden oranları çerçevesinde uygulanır.
  •  (11) (Ek:RG-21/6/2019-30808) Riskli yapının bulunduğu parselin boş parsellerle tevhit edilerek uygulamada bulunulması durumunda, tapu harç ve ücret muafiyetlerinden, riskli yapının bulunduğu parselin alanının tevhid neticesinde oluşan yeni parselin alanına oranı nispetinde faydalanılır.
  •  (12) (Ek:RG-21/6/2019-30808) Kanunun 7 nci maddesinin dokuzuncu ve onuncu fıkralarında belirtilen şartlar dahilinde alınmaması gereken harç, vergi ve ücretler şunlardır:
    •  a) 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanununun 38 inci maddesi uyarınca alınan noter harçları.
    •  b) Harçlar Kanununun 57 nci maddesi uyarınca alınan tapu ve kadastro harçları.
    •  c) 26/5/1981 tarihli ve 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun 79 uncu, mükerrer 79 uncu,
    •  80 inci ve ek 1 inci maddeleri uyarınca belediyelerce alınan harçlar.
    •  ç) 1/7/1964 tarihli ve 488 sayılı Damga Vergisi Kanunu uyarınca damga vergisine tâbi kâğıtlar sebebiyle alınan damga vergisi.
    • d) 8/6/1959 tarihli ve 7338 sayılı Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu uyarınca alınan veraset ve intikal vergisi.
    •  e) Kullandırılacak kredilerden dolayı lehe alınacak paralar sebebiyle 13/7/1956 tarihli ve 6802 sayılı Gider Vergileri   Kanunu uyarınca alınması gereken banka ve sigorta muameleleri vergisi.
    •  f) Kurum ve kuruluşlarca döner sermaye ücreti adı altında alınan bütün ücretler ile riskli olarak tespit edilen yapı ile bu yapının yerine yapılacak yeni yapıya ilişkin olarak belediye meclisi kararı ile belirlenen ve alınan her türlü ücret.

Kimler Harç Muafiyetinden Faydalanabilir?

  • Daire satın alan tüketiciler
  • Arsasını müteahhite vermiş olan arsa malikleri
  • Müteahhitler

Harç Ne Kadar Sonra İade Alınabilir?

Vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından itibaren 5 yıl içinde dava veya diğer başvuru yolları ile iade alınabilir.

Harç İadesi İçin Gerekli Belgeler Nelerdir?

Kentsel dönüşüm kapsamında harç, vergi veya ücret iadesi için vergi dairesine veya gelir idaresi başkanlığına yapılacak başvurularda, başvuru ekine aşağıdaki belgelerin eklenmesi gerekmektedir.

  • Vergi tahsil alındısı
  • Tapu senedi fotokopisi
  • Riskli yapı belgesi
  • Riskli yapı muafiyet belgesi
  • Sözleşme örneği

HARÇ İADESİ İÇİN SÜREÇ NASIL İŞLER?

  • İlgili vergi dairesi müdürlüğüne, haksız tahsil edilen harcın iadesini içerir başvuru dilekçesi verilmeldir.
  • Vergi dairesi müdürlüğünün açık veya zımni red kararına karşılık hazine ve maliye bakanlığına bağlı gelir idaresi başkanlığına düzeltme istemli şikayet dilekçesi verilmelidir.
  • Yine gelir idaresi başkanlığından gelen açık veya zımni red kararına karşılık ise 30 gün içinde vergi mahkemelerinde dava yolu süreci başlatılmalıdır.

Danıştay 9. Dairesinin verdiği 2020/6224 E., 2021/2347 K. sayılı kararında, kentsel dönüşüme uğramış taşınmazını üçüncü kişiye satan başvurucunun ödediği tapu harcını düzeltme şikayet yoluyla İdare’den geri isteğinin reddi üzerine açtığı davada, ilk derece vergi mahkemesinin 6306 sayılı Kanun çerçevesinde yıkılıp yeniden yapılan yapıdaki bağımsız bölümlerin hak sahibi dışındaki üçüncü kişilere satılması işleminin söz konusu kanunda belirtilen istisna kapsamındaki satış olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, bu nedenle de bu devir işleminde tahsil edilen tapu harcının hukuka uygun olduğu yönündeki kesin kararını incelemiş ve kentsel dönüşüm uygulaması sonrasında inşa edilen konutların üçüncü kişilere ilk satış işlemlerinin de 6306 sayılı Kanun kapsamında olduğunu ve Kanun’un 7/9. maddesi uyarınca vergi ve harçtan istisna olduğunu belirtip dava konusu olayda verginin mevzuunda hata olduğu sonucuna ulaşmıştır.

Konuya ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Kişinin Dokunulmazlığı, Anayasa Madde 17

Kişinin Dokunulmazlığı, Anayasa Madde 17

Anayasa Madde 17 | İzmir Avukat

Kişi dokunulmazlığı hakkı bireyin sahip olduğu en temel haklardandır. Kişinin rızası olmadan vücut bütünlüğüne dokunulamaz. Kişinin rızası durumu ise yapılan müdahaleyi hukuka uygun hale getirecektir. Bazı durumlarda ise rıza olmaksızın kişinin zorla tıbbi müdahaleye tabi tutulduğu ya da rızasının varsayıldığı kabul edilmektedir.

Anayasa Madde 17 – ”Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”

 Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması  veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.

Beden Muayenesi ve Vücuttan Örnek Alma İşlemleri:

Suç işlediğinden şüphe edilen kişi hakkında, kişilik değerlerine özellikle de vücut bütünlüğü değerine doğrudan etki eden birtakım önlemlerin alınması gerekmektedir. Bu önlemler Ceza Muhakemesi Kanunu’ndan kaynaklanan kişiler üzerinde beden muayenesi yapılması ve vücudundan örnek alınması işlemleridir. CMK m. 75’te şüpheli veya sanığın beden muayenesi ve vücudundan örnek alınması, m. 76’da da diğer kişilerin beden muayenesi ve vücudundan örnek alınması hükme bağlanmıştır. Vücuttan örnek alma işlemi, vücut bütünlüğüne bir müdahale oluşturduğundan, şüpheli veya sanığa yüklenen suçun ağırlığı ile başvurulacak işlem arasında bir dengenin, bir oranın bulunması gerekli olup, 75. maddede üst sınırı iki yıldan az hapis cezası öngörülen suçlarda, şüpheli veya sanığın vücudundan kan, saç, tırnak, tükürük ve benzeri biyolojik örnekler alınamayacağı düzenlenmiştir.

Bunun uygulamadaki bir başka örneği ise DNA testleridir. Özellikle soy bağına ilişkin davalarda -örneğin babalık davası gibi- DNA testinin zorunlu olup olmadığı sorusu sıkça sorulmaktadır. Türk Medeni Kanunu 284/2’ye göre: “Taraflar ve üçüncü kişiler soy bağının belirlenmesinde zorunlu olan ve sağlıkları yönünden tehlike yaratmayan araştırma ve incelemeleri rıza göstermekle yükümlüdür. Davalı, hâkimin öngördüğü araştırma ve incelemeye rıza göstermezse hakim durum ve koşullara göre bundan beklenen sonucu onun aleyhine doğmuş sayabilir.” Şeklinde düzenlenmiştir. İlaveten Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 18.10.2018 tarihli kararında açıkça soy bağının tespiti için yapılacak inceleme hakkında tarafların kan ve doku alınmasına katlanma zorunluluğu olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Hal böyle olunca kamu düzenine ilişkin olan babalık iddiası hakkında doğru sonucun elde edilebilmesi için örnek verecek taraflar hakkında, artık vücut dokunulmazlığının ihlali olduğundan bahsedilemeyecektir.

Konuya ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

İştirak Nedir?

İştirak Nedir?

İştirak Nedir? | İzmir Avukat

İştirak nedir? Katılma, ortak olma olarak bilinen iştirak, ceza hukukunda düzenlenen uygulamalardan biridir. Ceza hukuku alanında suça iştirak etmek ise  en temel hali ile suçun birden çok kişi ile birlikte işlenmesi olarak ifade edilebilir. Bu durumda suçu işleyen faillere, müşterek ( birlikte hareket eden,sorumlu olan) fail denilmektedir.

Müşterek faillik, 5237 sayılı TCK’nın 37 nci maddesinde düzenlenen bir faillik türüdür. Maddenin gerekçesinde yer alan “Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra, fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurulduğu için, her bir suç ortağı fail statüsündedir” şeklindeki açıklama, maddenin ilk fıkrasında düzenlenen iştirak türünün müşterek faillik olduğunu göstermektedir. Müşterek faillik birden çok kişinin kanunda tanımlanan suçu , müştereken yani ortaklaşa gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir ki burada tanımlanan müştereken ifadesi fiil üzerinde iştirak anlamında ciddi oranda anlaşma zorunluluğu olarak anlaşılmalıdır. Müşterek hareketlerin, iki veya daha fazla kişi tarafından üzerinde mutabık kalınan ve belirli bir suçu işleme anlamında karşılıklı bir anlaşmaya dayanan ortak bir suç işleme kararı gerektirdiğini ifade etmek gerekir. Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır .

Suça iştirakin söz konusu olması için, suça iştirak eden kişinin bu suça katılma irade ve bilinciyle hareket etmesi gerekmektedir.Ancak kast için bilme ve isteme unsurlarının bulunmasının gerektiği gibi, suça iştirak bakımından da yalnızca suça katılma bilinci yeterli olmayıp, aynı zamanda suça katılma iradesi de gerekir. Suç tamamlandıktan sonra suça iştirak söz konusu olamayacağı için, iştirak iradesi, icra hareketlerinden önce veya en geç icra hareketleri esnasında gerçekleşmiş olmalıdır. İştirak iradesi açık olarak ortaya konulabileceği gibi zımni olarak da iştirak iradesinin varlığı ortaya konulabilir. Örneğin; kasten yaralama suçu bakımından, suçun faili mağdura müessir fiil uygularken, hiçbir şey söylemeyip mağdurun kollarını tutarak faile yardımcı olan kişi, kasten yaralama suçuna iştirak etmiş olur.

TCK md.37’de düzenlenen faillik, “müşterek faillik” ve “dolaylı faillik” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kanun tanımına bakacak olursak:

Müşterek Faillik Suretiyle Suça İştirak (TCK m.37/1): Müşterek faillik, suçun vücut bulması için suçun işlenmesine katılan her bir failin eyleminin zorunlu katkısına ihtiyaç duyulması halinde söz konusu olur. Müşterek faillik açısından kilit nokta suça katılanların fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurmasıdır. Örneğin, hırsızlık suçu işlemek üzere anlaşan iki kişiden biri olay yerinde gözcü olmuş, diğeri de malları çalmışsa, müşterek faillik suretiyle suça iştirak ettiklerinden her bir fail işlenen suçun ceza miktarı ile cezalandırılacaktır.

Dolaylı Faillik Suretiyle Suça İştirak (TCK m.37/2): Dolaylı faillik, kişinin başkasını araç olarak kullanarak suç işlemesi halinde söz konusu olur. Dolaylı fail, asıl fail gibi cezalandırılır. Örneğin, yaşı küçük çocuğu kullanarak kasten adam öldürme suçunun işlenmesinin sağlanması halinde, dolaylı fail, asıl fiili işleyen kişi gibi cezalandırılır.

Faillik dışında diğer suça iştirak hali de 5237 sayılı TCK’nın 38. maddesinde “azmettirme” ve 39. maddesinde “yardım etme şeklinde düzenlenmiştir. Bu kişilerin suçtan sorumluluğu faillikte olduğu gibi doğrudan kendi fiilinden kaynaklanmamaktadır. İnceleyecek olursak:

Suça Azmettirme Suretiyle İştirak (TCK m.38): Suça azmettirme, belli bir suçu işleme konusunda henüz bir düşüncesi olmayan bir kişinin başkası tarafından ikna, telkin veya diğer bir suretle bu suçu işlemeye karar vermesinin sağlanmasıdır. Suça azmettirme, “şeriklik” biçimlerinden biridir. Azmettiren kişi, suç teşkil eden fiili işleyecek kişinin karar almasında önemli bir rol üstlendiğinden azmettiren de işlenen suçun cezası ile cezalandırılır.

Azmettiren olma için için aşağıdaki iki fiilden birinin  gerçekleşmiş olması gerekir:

1. Hiç suç işleme düşüncesi olmayan birine telkinde bulunarak o suçu işleme kararı almasını sağlamak bunlardan biridir. Failde suç işleme düşüncesi olmamalı yahut kesinleşmemelidir. Yani kişi zaten suç işleme konusunda ciddi bir düşünceye varmışsa bu kişinin azmettirilmesi söz konusu olmaz.

2. Henüz bir suçu işleme konusunda kesin karar almamış ama kafasında da bir miktar bu konuda düşünce bulunan bir kişiyi düşüncelerini pekiştirmek suretiyle ikna etmek. Failin suçu işlemesi için azmettirilmesi yani ikna edilmesi gerekir. O suçu işlemeye sevk etme davranışları bulunmalıdır. Bu davranışlar açıktan veya örtülü olabilir.

Suça Yardım Etme Suretiyle İştirak (TCK m.39): Suça yardım etme, suç işleme kararını vermiş olan kişinin suçu işlemesine maddi veya manevi katkıda bulunmayı ifade eder. Suça yardım etme de “şeriklik” biçimlerinden biridir. Örneğin, kişinin suçu işlemesi kararının doğru ve gerekli olduğunu söyleyerek suçu işleyene teşvik etme, kasten adam öldürme veya kasten yaralama suçu için silah temin etme veya olaydan sonra faili saklayacağını söylemek tipik suça yardım etme şekilleridir. Suça yardım etme hükümleri uygulanan fail TCK md. 39’a göre işlenen suçun cezası üzerinden belli oranlarda ceza indiriminden yararlanır.

Bir suçun işlenmesinde fail derecesinde olmayıp fakat faile yardım etme şeklinde suça katılmaya suça yardım ve yataklık denir.

Suça yardım etme yani suça yardım ve yataklık şu hallerde söz konusu olur:

  1. Kişiyi suç işlemeye teşvik etmek (manevi yardım)
  2. Kişide zaten olan suç işleme kararını kuvvetlendirmek (manevi yardım)
  3. Kişiye suçu işlenmesi halinde sonrasında yardımda bulunacağı vaadinde bulunmak (manevi yardım)
  4. Suçun nasıl işleneceği ile ilgili yol – yöntem göstermek (manevi yardım)
  5. Suçun işlenmesinde kullanılan araç gereçleri kişiye sağlamak (maddi yardım)
  6. Suçun öncesinde veya sonrasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak (maddi yardım)

İştirakle İlgili Yargıtay Kararlarını İnceleyecek Olursak:

1. Yağma Suçunu Birlikte İşleme

“Sanıklar ……..ların eylemin gerçekleştirilmesi sırasında sanık M… K… ile birlikte mağdurun etrafını sardıkları, sanık M…’nın bıçakla tehdit ederek cep telefonunu aldığı sırada el ve işbirliği ile hareket etmek suretiyle yağma suçunun işlenmesine katıldıkları ve bu şekilde fiili birlikte gerçekleştirdiklerinin anlaşılması karşısında; haklarında 5237 sayılı TCK’nın 37/1. maddesi ile uygulama yapılması gerektiği gözetilmeden, yazılı gerekçe ile aynı Yasanın 39/2-c. maddesi ile cezalarından indirim yapılması, karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır” (Yarg. 6.CD., 28.05.2012, 2008/22543, 2012/11237).

2. Suçun İşlenmesi Sırasında Failin Yanında Bulunup Manevi Destek Verme

“Sanık H… Y…’in, dayısı mağdur A…’yi öldürmeye karar verdiği bu yönde sanık E… ile birlikte mağdurun bulunduğu kahvehaneye gittikleri, araçtan inen sanıklardan H… Y…’in önde ve silahlı, E…’ın ise H…’ın arkasında ve silahsız olduğu, içeriye giren sanık H… Y…’in, tabancayla mağdur A…’ye ateş ettiği ve sol uyluğundan yaraladığı, mağdurun kendisini masanın altına saklanması üzerine sanığın ateş etmeye devam ettiği, ancak atışlardan bir kısmının o sırada arkadaşlarıyla oyun oynayan maktul V… ve mağdur Ş…’ye isabet ettiği, sonrasında sanıkların geldikleri araçla birlikte kaçtıkları olayda; Sanık E…’ın, sanık H… Y…’e suçun işlenmesi sırasında yanında bulunup manevi destek vermek suretiyle yardım ettiği anlaşıldığı halde, TCK’nın 39/2-c maddesi uyarınca cezalandırılması yerine, eyleme TCK’nın 37/1.maddesi kapsamında katıldığının kabulüyle yazılı şekilde hüküm kurulması yasaya aykırıdır” (Yarg. 1.CD, 08.05.2012, 2011/4702, 2012/3681).

3. Suçun İşlenişine Doğrudan Katılma

“Sanıklar S… ve E…’in sanık O…’la birlikte mağdurenin direncinin kırılmasına hizmet edecek bir şekilde mağdureyi zorla arabaya bindirip, hepsinin iştirak ettiği araba yolculuğunu da birlikte gerçekleştirerek iki ayrı eve uğradıktan sonra mağdurenin en son tutulduğu eve götürmek şeklindeki eylemleri ile sanık M… A…’nın mağdurenin evden ayrılma yönündeki iradesini bertaraf edip direncini kırmak için tutulduğu evde mağdureyi dövmek ve kötü muamelede bulunmak suretiyle ortaya çıkan eyleminden TCK’nın 37/1. maddesi anlamında doğrudan birlikte fail olarak sorumlu tutulmalarının gerektiği gözetilmeksizin TCK’nın 39/2-e maddesi uygulanmak suretiyle eksik ceza tayini yapıldığı görülmüştür” (Yarg. 14.CD., 10.10.2011, 2011/413, 2011/606).

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Islah Nedir?

Islah Nedir?

Islah Nedir? | İzmir Avukat

Islah etme: iyileştirme, düzeltme, daha iyi duruma getirme anlamındadır. Hukuki anlamda davanın ıslahı ise, yine tanımındaki gibi yorumlanabilir. Taraflardan birinin yaptığı usul işlemin bir kısmının veya tamamının düzeltilmesi ıslah olarak tanımlanır. Yani, ıslah karşı taraf ve mahkemenin uygun bulması gerekmeksizin tek taraflı irade açıklamasıyla dava ile ilgili unsurlar üzerinde değişiklik yapılması anlamına gelmektedir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 176. Maddesinde ‘Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir’ hükmü ile yer almaktadır. Davanın ıslahı ile dava dilekçesine eklemek istediği bir şeyi eklemeyi unutan bir kişi bunu ekleme imkânı bulmaktadır. Bunun yanı sıra usul işlemlerinin düzeltilebilmesi imkânın sağlanması veya eksikliklerin tamamlanabilmesi davanın ıslahı ile sağlanabilmektedir. Böylece yargılama içerisinde usul eksiklikleri gibi, hatalar gibi nedenlerin oluşturabildiği hak kayıplarının engellenmesi sağlanmaktadır.

Islahın Şartları;

  1. Islaha elverişli bir işlem bulunmalı,
  2. Taraflarca öne sürülmüş bir ıslah talebi olmalı,
  3. Islah talebi süresi içinde gerçekleştirilmelidir.

(HMK m.176/2 uyarınca taraflar yalnızca bir kez ıslah yoluna başvurabilir.)

Islah Süresi;

1.   Mahkemece verilecek süre içerisinde ıslah yapılarak gerekli harç tamamlanmalıdır.  Verilen süre içerisinde ilgili işlemler yapılmadığı takdirde ıslah talebinden vazgeçilmiş sayılacağı ihtarı yapılmış ise, hem ıslah talebi hem de gerekli masrafların yatırılması verilen süre içerisinde gerçekleştirilmelidir. Talepte bulunulmasına rağmen harç yatırılmadığı takdirde de ıslah yapılmamış gibi geçersiz hale gelir.

6100 Sayılı HMK’nun 181. maddesinde, “(1) Kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık süre verilir. Bu süre içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir.” hükmü bulunmaktadır. Bu yasa maddesine göre ıslahın 1 haftalık sürede yapılması gerekmekte olup yasa maddesindeki 1 haftalık süre kanundan kaynaklanan kesin süredir.

Yargıtay Kararı İle İnceleyecek Olursak:

Somut olayda, mahkeme, kısmi dava olarak açılan davada, davacı vekiline ıslah için 10.01.2014 tarihinde süre vermiş, ıslah ise 1 haftalık süre geçtikten sonra 10.02.2014 tarihinde yapılmıştır. Bu itibarla süresinde yapılmayan ıslaha değer verilmesi hatalı olmuştur.’ (Yargıtay 22. HD, 6.7.2017 tarih 2015/16593 Esas, 2017/16240 Karar sayılı ilamı)

 “Mahkemece, dava konusu edilen işçilik alacaklarının miktarının tespiti ile ilgili bilirkişi hesap raporu alınmıştır. Davacı vekili bilirkişi raporunun dosyaya sunulmasından sonra 20.09.2012 tarihli duruşmada rapora bir itirazının olmadığını, ıslah için süre talep ettiğini belirtmiştir. Bunun üzerine mahkemece aynı tarihli duruşmada;

“1-Davacı vekiline dava dilekçesini ıslah etmesi harçlandırması ve karşı yana tebliğ ettirmesi hususunda duruşma gününden 5 gün öncesine kadar kesin süre verilmesine,

2- Davalı vekilinin rapora karşı itirazlarının davacı vekilinin ıslah dilekçesini sunduktan sonra karar verilmesine,

Duruşmanın bu nedenle 26/12/2012 günü saat 10.00’a bırakılmasına karar verildi.” şeklinde oluşturulan ara kararı ile davacı vekiline ıslah yapmak üzere bir sonraki duruşma günü olan 26.12.2012 tarihinden beş gün öncesine kadar süre vermiştir.

Bu ara karar gereği davacı vekili, 02.10.2012 harç ve havale tarihli ıslah dilekçesi ile dava konusu ettiği alacakların miktarını bilirkişi raporu doğrultusunda arttırmıştır. Islah dilekçesi davalı … vekiline 12.10.2012 tarihinde tebliğ edilmiş; davalı vekili 23.10.2012 havale tarihli dilekçesi ile ıslaha karşı itirazlarını sunmuştur.

…….Bu hâlde, davacı vekili mahkemece kendisine verilen süre içinde kısmen ıslaha başvurup harcını yatırdıktan sonra ıslah dilekçesinin karşı tarafa tebliğini de sağladığına göre, artık bu şekilde mahkeme ara kararına uygun biçimde gerçekleştirilen ıslaha değer verilmesi gerekir. Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı onanmalıdır.” ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2015/3666 Esas, 2018/244 Karar sayılı ilamı)

2.  Islah, kural olarak tahkikatın sonuna kadar yapılabilir. (HMK m.177/1) Yani mahkeme açılan dava ile ilgili karar verinceye dek her aşamada ıslah yapılabildiği söylenebilir.

Kısmen Islah Nedir?

HMK Madde 181: ‘’Kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık süre verilir. Bu süre içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir.’’

Davanın kısmen ıslah edilmesi, genellikle iş davalarında karşımıza çıkar. Örneğin, belirsiz alacak talebi ile açılan bir iş davasında bilirkişi raporunun alınması ile birlikte işçi açısından artık alacaklar belirlenebilir hale gelmektedir. Bu durumda işçi, taleplerini kısmen ıslah ederek arttırabilir. Başka bir anlatımla, aslında hukuki sebep ve deliller hala aynı olmakla birlikte; talep edilen miktar ıslah sureti ile arttırılır. Yani verilen süre içerisinde gerekli harçların yatırılması halinde davanın kısmen ıslahı da mümkündür.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirisiniz.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Ses Kayıtlarının Delil Niteliği

Ses Kayıtlarının Delil Niteliği | İzmir Avukat

Delil: Delil, hukuki işlemlerde bir şeyi teyit etmeye yönelik kullanılan ipuçlarıdır. Bu ipuçları, karara varılırken hangi ispatların dikkate alınması veya hangilerinin dikkate alınmaması gerektiğini belirler. Delillerle yapılan somut olayı soyut kanun hükmüne uydurma faaliyetine ise ispat denir.

Ses Kayıtlarının Delil Niteliği:

Bir dava esnasında, iddiada bulunan taraf iddiasını ispat etmek için usule ve yasaya uygun her türlü delile başvurabilir. Buna göre ses, video vb. kayıtlar da dava dosyasına delil olarak sunulabilir. Burada önemli olan dava dosyasına sunulan ses, video vb. kayıtların “usule ve yasaya uygun” olarak elde edilip edilmediğidir. Ses kayıtlarının delil niteliği, usule ve yasaya uygun şekilde elde edilmesi, casus yazılımlar, hukuksuz dinlemeler, tehdit veya baskı altında alınması gibi hallerin bulunmamasını gerektirir. Hukuki sınırlar içerisinde elde edilen ses kaydı, video kaydı ve benzeri kayıtlar, boşanma davaları da dâhil tüm davalarda delil olarak kullanılabilir.Burada en çok sorulan sorulardan biri whatsapp yazışmalarının delil olup olamayacağı hususudur. Tıpkı ses kayıtları gibi, sosyal medyadaki yazışmalar, whatsapp yazışmaları da usulüne uygun olarak elde edilmişse delil niteliği vardır.

Ne var ki, Yargıtay yapmış olduğu değerlendirmelerde yalnızca bir ses, video ve benzeri kayıtlar ile bir vakıanın ispat edilebilmesinin mümkün olamayabileceğini ifade etmiştir. Buna göre sunulan ses ve görüntü kayıtlarının başkaca deliller ile de desteklenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu sebeple, alınan bı kayıtların davayı tek başına ispata yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir.

Bir delilin hukuka aykırı olarak yaratılması halinde bu delilin bir iddianın ispatında delil olarak kullanılması mümkün değildir. Bu çerçevede ses veya video kayıtlarının, birbirine eklenmesi, değiştirilmesi, bazı bölümleri çıkartılması veya içeriklerinin farklılaştırılması, tehdit ve baskı içerisinde alınması hallerinde ses kayıtlarının delil niteliğinden bahsetmek mümkün olamayacaktır. İlaveten, söz konusu ses veya görüntü kaydına ilişkin delillerin belli başlı şartlarda alınmasında hukuka uygunluk olduğunu söylemekte fayda vardır. Bu şartlar aşağıda detaylı olarak bahsedilecektir. Bunun dışında kalan, iki kişinin normal telefon görüşmesinin bir dava dosyasına sunulması delil niteliği taşımayacağı gibi suç oluşturacağını hatırlatmakta da fayda görüyoruz. Zira teknolojinin ilerlemesi ile birlikte özelikle cep telefonlarına ses kayıt programları indirerek görüşmeleri kayıt altına almanın suç olduğunu söylememiz gerekmekte.

Yargıtay uygulamasında göre, aşağıdaki şartların tümü bir arada gerçekleştiği takdirde elde edilen delil hem özel hukuk hem de ceza hukuku anlamında ses kayıtlarının delil niteliğinin olduğu yani hukuka uygun delil olarak kabul edildiği anlamına gelecektir. Bunlar;

  1. Suç veya haksız saldırı, “tesadüfen” veya “ani gelişen bir olay” şeklinde cereyan etmelidir. Tesadüfi veya ani gelişmeyen bir olay nedeniyle sistematik ve planlı bir şekilde delil oluşturmak amacıyla yapılan ses, fotoğraf veya video kayıtları suç teşkil eder.
  2. İşlenen suç nedeniyle o anda kolluk güçlerine başvurma imkânından yoksun olması gerekir. Kolluk güçlerine başvurarak kanıtların elde edilmesi mümkünse yapılan kayıtlar hukuka aykırı hale gelir.
  3. Kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını engelleme ve yetkili makamlara sunarak güvence altına almak amacıyla bu kayıtlar yapılmalıdır. Kayıtların üçüncü kişilerle paylaşılması veya bu amaçla yapılması suç teşkil eder.
  4. Ses, görüntü veya video kaydı yapan kişinin kendisine veya yakınlarına karşı işlenmekte olan (cinsel taciz, cinsel saldırı, hakaret, tehdit, iftira veya şantaj gibi) bir suç söz konusu olduğunda ya da kendisine veya aile birliğine yönelen, onurunu zedeleyen, haksız bir saldırıyı önlemek için kayıt yapması gerekir. Kendisine veya bir yakınına karşı işlenen herhangi bir suç veya suç teşkil etmese de haksız saldırı yokken yapılan her türlü kayıt hukuka aykırı olup ses kayıtlarının delil niteliği yoktur.

Yargıtay Kararlarından Örnekler:

  • 8. Ceza Dairesi, 2009 tarihli bir kararında “Sanığın tanıklık yaptığı dosyadaki hazırlık ve mahkeme beyanları arasında çelişki bulunmadığı, katılan ile yaptığı konuşmanın katılan tarafından gizli olarak kasete kaydedildiğinden hukuka aykırı delil niteliğinde olup, hükme esas alınamayacağı” yönündeki ilk derece mahkemesinin gerekçesini yerinde bulmuştur. Söz konusu kararın, suçun aydınlatılması sürecinde gizli olarak yapılan iletişim kayıtların hukuka aykırılığına vurgu yaptığı söylenmelidir.
  • Diğer taraftan, 2. Ceza Dairesi, dinleme kararı olmaksızın sövme ve tehdit içeren telefon görüşmesinin şikâyetçi tarafından kayda alınmasını hukuka aykırı bulan ilk derece mahkemesi kararını bozarak, böyle bir durumda şikâyetçinin gizlice kayıt yapabileceği ve sanığa ait olduğu ortaya konulduğu müddetçe kayıtların hukuka uygun bir delil olarak kabul edilebileceği yönünde bir sonuca varmıştır.
  • Ceza Genel Kurulu 21.6.2011 tarihli emsal kararında , iletişimin diğer tarafını oluşturan kimselerce yapılan telefon kaydının, “özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı bir suç oluşturmadığı, nitekim eylemin bir başkasının özel hayatına müdahale niteliğinde olmadığını” belirtmiştir. Öncelikle mağdur tarafından yapılan iletişim kaydının özel hayata müdahale niteliği taşımamasının, “suçun” oluşmamasına bağlanması kanımızca eksikliktir. Nitekim, bu şekilde gerçekleştirilen iletişim kayıtlarının “kişilik hakları ve haberleşme hürriyeti” karşısında, kural olarak “haksız bir fiil” olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

O halde Yargıtay, kendisine karşı işlenmekte olan suça ilişkin delil elde etmek amacıyla yapılan kaydın hukuka uygunluğunu iki temel koşula bağlamıştır bunları aşağıdaki şekilde belirtmek mümkündür.

  • Bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmaması ve
  • Yetkili makamlara başvurma imkânının olmadığı ani gelişen durumların varlığı.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, dedektiflik bürolarının sistematik ve planlı bir şekilde özel hayatı ihlal edecek şekilde fotoğraf çekmesi, ses kaydı alması veya video kaydı yapması da suç teşkil eder. Suç işlenerek elde edilen materyaller ise hiçbir şekilde delil olarak kullanılamaz.

Konuya ilişkin hukuki danışamanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Müteahhidin / Yüklenicinin Temerrüdü

Müteahhidin / Yüklenicinin Temerrüdü

Müteahhidin / Yüklenicinin Temerrüdü | İzmir Efes Hukuk

Kat karşılığı inşaat sözleşmelerine uygulamada sıkça rastlanmaktadır. Sözleşme ile müteahhit iş sahibinin arsasına bina yapmayı, arsa sahibi de kararlaştırılan bağımsız bölümleri müteahhide devretmeyi taahhüt etmektedir.

Kat karşılığı inşaat sözleşmesinde müteahhidin işi süresinde bitirememesi yüklenicinin / müteahhidin temerrüdü olarak adlandırılmaktadır. Müteahhidin sözleşmeden doğan borçlarını yerine getirmemesi durumunda, müteahhit temerrüde düşecek ve arsa sahibi TBK madde 125’e göre seçimlik haklarından birini kullanabilecektir. Müteahhidin temerrüdü halinde arsa sahibi, aynen ifa ve gecikme tazminatını, ifadan vazgeçerek müspet zararının tazminini, sözleşmeden dönerek menfi zararının tazminini talep edebilir.

Temerrüt Nedir?

Genel olarak temerrüt; ifası imkânsız olmayan bir borcun muaccel olmasına ve talep edilmesine rağmen borçlunun borcu ifa etmemesi sonucu ortaya çıkan hukuki bir durumdur. Bir başka ifadeyle, borçlunun borcunu zaman bakımından gereği gibi ifa edememesidir. Kat karşılığı inşaat sözleşmesinde temerrüde ilişkin özel hüküm bulunmadığı için TBK’nın ilgili genel hükümleri uygulama alanı bulur. Müteahhidin inşaatı belirlenen süresinde bitirememesi de temerrüt olarak karşımıza çıkar. Koşullarını inceleyecek olursak:

  • Borcun Muaccel Olması

Muacceliyet, alacaklının edimin ifasını talep edebilmesi anlamına gelir. Kat karşılığı inşaat sözleşmelerinde işin bitirileceği süre genelde yazılır. Bu süreler genelde inşaat ruhsatının alındığı tarihten başlar. Kat karşılığı inşaat sözleşmesinde belirlenen inşaat süresinin tamamlanma günü geldiğince muacceliyet şartı sağlanır.

  • Edimin İfasının Mümkün Olması

Edimin ifası mümkün değilse müteahhidin temerrüdü söz konusu olmayacaktır. İmkansızlık mevcut ve devamlı olmalıdır. İfa imkansızlığına; imar durumu kesinleşmeyen bir yere inşaat yapılmasını öngörme, iştirak halinde mülkiyete konu olan arsa üzerinde oybirliği olmadan inşaat sözleşmesine konu olması örnek olarak verilebilir. Borcun ifasının mümkün olması şartı sözleşme kurulduktan sonra aranır.

  • İhtar

İhtarı, alacaklının borçluya yönelmiş bir irade beyanı ile alacağını talep etmesi şeklinde tanımlamak mümkündür. İhtarın hukuksal niteliği ise “hukuki işlem benzeri bir fiil”dir86. İhtar hukuki bir işlem sayılmadığı için hukuki işlemlerde aranan şekil şartları, ihtar için aranmaz. Bu nedenle arsa payı karşılığı kat yapım sözleşmesinin bağlı olduğu şekil şartı, ihtar için gerekli değildir. Ancak özel hüküm bulunan hallerde ihtarın aranan geçerlilik şekline uygun olarak yapılması gerekmektedir. Türk Ticaret Kanunu 18’ nci maddesinin 3’ ncü fıkrasına göre; tacirler arasında yapılacak olan ihtarın geçerli olabilmesi için noter aracılığıyla, taahhütlü mektupla veya telgraf aracılığıyla yapılması şarttır. İhtar içeriğinden, ihtarın borçluyu temerrüde düşürmek amacıyla gönderildiğinin duraksamaya yer vermeyecek şekilde anlaşılmalıdır.

Temerrüt için TBK’nın 117. maddesi gereğince kural olarak ihtarda bulunulmalıdır. Arsa sahibi ihtarla birlikte müteahhide gecikmeye düştüğünü bildirir ve belli tarihe kadar edimin yerine getirilmesini ister. Yine arsa sahibi müteahhide uygun süre verebilir yahut verilmesini isteyebilir.

Bazı durumlarda ise ihtarda bulunmaya gerek dahi yoktur, bu haller TBK m. 124’te düzenlenmiştir. İlki süre vermenin yararsız olduğu hallerdir. Örneğin; müteahhidin inşaata zamanında başlamaması, açıkça inşaatı tamamlamayacağını bildirmiş olması, terk etmesi vb. durumlardır. Bir diğeri ifanın arsa sahibi bakımından yararsız kalması halidir. Sonuncusu da borcun kesin vadeye bağlandığı haldir. Bu hallerde arsa sahibi ihtarda bulunmadan temerrütten kaynaklanan haklarını kullanılabilir. Bir başka anlatımla inşaat için öngörülen sürenin aşılması müteahhit bakımından teslim vadesi gününün aşılmasıdır.

  • Arsa Sahibinin İfaya Hazır Olması

Arsa sahibi ifaya hazır olmalı, kendisi temerrüt halinde bulunmamalıdır. Arsa sahibi, örneğin arsa paylarının devrini taahhüt ettiği halde yerine getirmediyse, müteahhitten bağımsız bölümün teslimini isteyemez.

Müteahhidin Kısmi Temerrüdü Nedir?

Kısmi temerrüdün gerçekleşebilmesi için edimin bölünebilir olması yahut kararlaştırılan birden çok edimden bir kısmının yerine getirilmiş olması gerekir. Arsa sahibi kısmı ifayı kabule zorlanamamakla birlikte kendi çıkarları doğrultusunda kabul etmesinde herhangi bir engel yoktur. Bununla birlikte, edimin tümüyle yerine getirilmesinde arsa sahibinin menfaati yoksa ve müteahhit için büyük zorluklara sebep olacaksa, teklif edilen kısmi ifa da borcun tümüne yakınsa, arsa sahibinin bunu reddetmesi objektif iyi niyet kurallarına aykırı olacaktır. Böyle bir durumda ifa edilmeyen kısım bakımından temerrüt ve buna bağlı sonuçlar uygulama alanı bulacaktır. Ancak arsa sahibi kabul ettiği kısmi ifanın karşılığını müteahhide iade edecektir. Yani arsa payını devir borcu bölünebilir borç olduğundan ifa edilen kısma karşılık gelen oranda arsa sahibi, arsa payını devretmelidir.

Müteahhidin Temerrüdünün Arsa Sahibi Bakımından Sonuçları

Müteahhidin temerrüde düşmesi sonucunda arsa sahibi kendisine tanınan seçimlik haklarından birini kullanabilecektir. Bunlar;

Aynen İfa ve Gecikme Tazminatı Talebi

TBK’nın 113. Maddesi doğrultusunda arsa sahibi inşaatın tamamlatılmasını talep edebilir, zararın giderilmesini talep hakkı ayrıca saklıdır.

Bunun dışında, müteahhit borcunu ifa etmezse arsa sahibi mahkemeye başvurarak kendisinin yetkili kılınmasını talep edebilir. Böylece arsa sahibi ilk sözleşmeye uygun olarak yeni bir yüklenici bulur ve inşaatı ona tamamlattırabilir. İnşaatın arsa sahibince veya üçüncü kişiye tamamlatılabilmesi için işin yapımında müteahhidin kişisel özelliklerinin önem taşımaması, şahsen ifa etmesinin gerekli olmaması gerekir, aksi halde arsa sahibinin sözleşmeden dönmesi gerekecektir. Gecikme tazminatı bakımından müteahhidin kusurlu olması bunun arsa sahibinin malvarlığını zarara uğratmış olması ve zararla gecikme arasında illiyet bağının olması gerekmektedir. Öyle ki Yargıtay kararları ve mahkeme uygulamalarına göre gecikme tazminatının sözleşmede kararlaştırılmış olması dahi gerekmez. Arsa sahibinin gecikmeden doğan zararları; fiili zarar ve yoksun kalınan kazançtır. Fiili zarar arsa sahibinin edimini vaktinde elde edeceği inancıyla doğrudan doğruya uğradığı zararlardır. Yoksun kalınan kazançsa elde edilmesi planlanan menfaattir. Hukuk Genel Kurulu’nun gecikme tazminatına ilişkin verdiği kararlara göre gecikme tazminatında bir üst sınır olmamalıdır.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Yabancıların Sınır Dışı Edilmesi

Yabancıların Sınır Dışı Edilmesi

Yabancıların Sınır Dışı Edilmesi | İzmir Avukat

Deport kararı/sınır dışı edilme kararı Türkiye’de bulunan bir yabancının belirli sebeplerle  ülke sınırlarından çıkarılması anlamına gelir. Bu karar, valilik tarafından verilir. Sınır dışı etmesi düşünülen yabancı hakkındaki durumun değerlendirilmesi ve karar aşaması en fazla 48 saat sürer.

Sınır dışı etme kararı, gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilir. Hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirilir.

Sınır dışı etme süreci, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun(YUKK) Yabancılar başlıklı İkinci Kısmının Sınır Dışı Etme başlıklı Dördüncü Bölümünde, 52 ila 60 ıncı maddeleri arasında düzenlenmiştir.

Hakkında Sınır Dışı Etme Kararı Alınacaklar:

Kanunun 54 üncü maddesinde yer alan durumlardan birinin veya bir kaçının oluşması durumunda, YUKK’nun 55 inci maddesi hükümleri saklı kalmak kaydıyla, valiliğin sınır dışı etme kararı alması zorunludur.

Aşağıda sayılanlar YUKK’nun 54 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan bazı örnekler olup, sınır dışı edilmelerine karar verilir. Bu kişilerin yapacağı itirazlar ise kanun uyarınca reddedilecektir. Örnek vermek gerekirse:

  • Terör örgütü veya çıkar amaçlı suç örgütü yöneticisi, üyesi veya destekleyicisi olanlar (m.54/1-b),
  • Türkiye’ye giriş, vize ve ikamet izinleri için yapılan işlemlerde gerçek dışı bilgi ve sahte belge kullananlar (m.54/1-c),
  • Türkiye’de bulunduğu süre zarfında geçimini meşru olmayan yollardan sağlayanlar (m.54/1-ç),
  • Kamu düzeni veya kamu güvenliği ya da kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar (m.54/1-d),
  • Vize veya vize muafiyeti süresini on günden fazla aşanlar veya vizesi iptal edilenler (m.54/1-e),
  • İkamet izinleri iptal edilenler (m.54/1-f),
  • İkamet izni bulunup da süresinin sona ermesinden itibaren kabul edilebilir gerekçesi olmadan ikamet izni süresini on günden fazla ihlal edenler (m.54/1-g),
  • Çalışma izni olmadan çalıştığı tespit edilenler (m.54/1-ğ),
  • İkamet izni uzatma başvuruları reddedilenlerden, on gün içinde Türkiye’den çıkış yapmayanlar (m.54/1-j)

Hakkında Sınır Dışı Kararı Verilenlerin İzleyeceği Yasal Süreç:

Sınır dışı etme kararı alınanlara, sınır dışı etme kararında belirtilmek kaydıyla, Türkiye’yi terk edebilmeleri için on beş günden az olmamak üzere otuz güne kadar süre tanınır. Aşağıdaki kişiler ise, Türkiye’yi terke davet edilmez ve kendilerine yukarıda bahsi geçen süre uygulanmaz:

  • a) Kaçma ve kaybolma riski bulunanlar,
  • b) Yasal giriş veya yasal çıkış kurallarını ihlal edenler,
  • c) Sahte belge kullananlar,
  • d) Asılsız belgelerle ikamet izni almaya çalışanlar veya aldığı tespit edilenler,
  • e) Kamu düzeni, kamu güvenliği veya kamu sağlığı açısından tehdit oluşturanlar.

Yukarıda bahsedilen kanunun 55. maddesinde bulunmamasına rağmen hakkında sınır dışı kararı verilen kişiler veya verilen kararda hata olduğunu düşünenler, kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde idare mahkemesine başvurabilir. 55.madde kapsamına giren kişilerin ise sınır dışı edilecekleri açık kanun hükmünde belirtilmiş olup yapılan itiraz başvuruları usulden reddedilecektir. Usulüne uygun bir şekilde Mahkemeye yapılan başvurular ise yaklaşık olarak on beş gün içinde sonuçlandırılır. Bu yargılama neticesinde Mahkemenin vereceği kararlar kesindir. Süreç hakkında belirtmek gerekir ki, yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar yabancı sınır dışı edilmez.

Sınır Dışı Etme Kararının Yerine Getirilmesi

İdari gözetim altına alınan yabancıların barındırılmaları ve kontrol altında tutulmaları amacıyla kurulan ve doğrudan işletilen veya kamu kurum ve kuruluşlarıyla, Türkiye Kızılay Derneği veya kamu yararına çalışan derneklerden göç alanında uzmanlığı bulunanlarla protokol yapılarak işlettirilen merkezlere geri gönderme merkezi adı verilir. Geri gönderme merkezindeki yabancılar, kolluk birimi tarafından sınır kapılarına götürülür. Geri gönderme merkezlerine sevk edilmesine gerek kalmadan sınır dışı edilecek olan yabancılar, Genel Müdürlük taşra teşkilatının koordinesinde kolluk birimlerince sınır kapılarına götürülür. Genel Müdürlük sınır dışı işlemleriyle ilgili olarak uluslararası kuruluşlar, ilgili ülke makamları ve sivil toplum kuruluşlarıyla da iş birliği yapabilir.

Konuy ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Terk Sebebiyle Boşanma

Terk Sebebiyle Boşanma

Terk Sebebiyle Boşanma | İzmir Avukat

Terk, eşlerden birinin, evlilik birliğinin kendisine yüklediği yükümlülükleri yerine getirmemek amacıyla, isteyerek ve sürekli olarak ortak yaşamı terk etmesi ve haklı bir neden olmadan ortak yaşama dönmemesi olup Türk Medeni Kanunumuza göre özel  ve mutlak boşanma nedenlerindendir.

Terk nedeniyle boşanma, Medeni Kanun’un 164. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddeye göre; “Eşlerden biri, evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmemek maksadıyla diğerini terk ettiği veya haklı bir sebep olmadan ortak konuta dönmediği takdirde ayrılık, en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ve istem üzerine hâkim tarafından yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise; terk edilen eş, boşanma davası açabilir. Diğerini ortak konutu terk etmeye zorlayan veya haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmesini engelleyen eş de terk etmiş sayılır.”

“Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine hâkim, esası incelemeden yapacağı ihtarda terk eden eşe iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi hâlinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunur. Bu ihtar gerektiğinde ilân yoluyla yapılır. Ancak, boşanma davası açmak için belirli sürenin dördüncü ayı bitmedikçe ihtar isteminde bulunulamaz ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe dava açılamaz.” Şeklindedir.

Kanun maddesindeki koşulları inceleyecek olursak,

Terke dayalı dava açılabilmesi için:

  1. Evlilik birliğinden doğan yükümlülükleri yerine getirmemek amacıyla ortak hayata son verilmiş olmalıdır.
  2. Ortak hayatı bırakıp gitme/dönmeme niyeti olmalıdır.
  3. Ortak hayatı bırakıp gitmenin haksız olması gereklidir.
  4. Terkin en az altı ay sürmüş olması gerekir.
  5. Eve dönüş için ihtar gönderilmiş olmalıdır.
  6. İhtarın geçerli ve haklı olması gerekir.
  7. ihtarla davet edilen konutun hazır olması gerekir.

 Terk Eden Eşe Gönderilecek İhtar İçeriği;

  • İhtar gönderen eşin ad, soyad ve adresini,
  • İhtar gönderilen eşin ad, soyad ve adresini,
  • Davet edilen ortak konutun adresini,
  • Davet edilen eş ve yanında çocukları varsa bunların ortak konuta dönmesi için gereken giderler ile konuta kabul edilmemesi halinde dönüş için yol ve konaklama giderlerini karşılayacak yeterli paranın konutta teslim şeklinde gönderilmesi durumunda buna ilişkin açıklamayı,
  • Davet edilen konuta ait anahtarın bulunduğu yeri,
  • İki ay içinde dönmesi gerektiğini, dönmemesi halinde hakkında Türk

Medeni Kanunu’nun 164. maddesine göre boşanma davası açılabileceği hususlarını kapsayacaktır.  Davaya hakkı olan eşin istemi üzerine terk eden eşe yukarıda anılan içerikte yapılan bir ihtarla, iki ay içinde ortak konuta dönmesi gerektiği ve dönmemesi halinde doğacak sonuçlar hakkında uyarıda bulunulacaktır. Gerektiği taktirde terk ihtarının ilan yoluyla yapılması da mümkündür. (TMK m.164 II c.2)

Terk sebebiyle boşanma davası açılabilmesi için terk eden eşe, terkin gerçekleştiği tarihin üzerinden dört ay geçtikten sonra ihtar çekilir ve ihtardan sonra iki ay geçmedikçe boşanma davası açılamaz. Eşlerden biri, diğer eşi terk ettiği takdirde, ayrılık en az altı ay sürmüş ve bu durum devam etmekte ise ve yapılan ihtar sonuçsuz kalmış ise terk edilen eş boşanma davası açabilir. Terk nedeniyle boşanma davası, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer aile mahkemesinde açılır.

Boşanma davasına bakan hâkim, terk için aranan bütün şartların mevcut olup olmadığını kendiliğinden araştırmak zorundadır. Hâkim, incelemesi sonucunda Medeni Kanun’un 164. maddesinin aradığı şartların tümünün mevcut olmadığını görürse, boşanma davasını reddedecek; mevcut olduğunu tespit ederse boşanmaya karar verecektir. Hâkimin yukarıda değindiğimiz üzere ayrıca ortak hayatın temelinden sarsılmış olup olmadığını araştırma yetkisi ise yoktur.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Yurtdışında Vekalet Çıkarma

Yurtdışında Vekalet Çıkarma

Yurtdışında Vekalet Çıkarma | İzmir Avukat

Yurtdışında bulunan bir kişinin Türkiye’de görülmekte olan bir davada temsil edilebilmesi için Türkiye’den bir avukata vekalet vermesi gerekmektedir. Aynı şekilde, kamu kurumlarından biri ile ilgili (sgk, hastane, adli merciiler gibi) bir işlemde de yurtdışında yaşayan kişinin işlerinin aksamaması için Türkiye’de vekille temsili şarttır. Kimi zaman ise, Türkiye’de bulunan bir taşınmazının kiraya verilmesi, tapu işlemlerinin sorunsuz gerçekleştirilmesi, kiracı ile iletişimin sağlanması için bir avukata ihtiyaç duyulmaktadır.

Kurulan vekalet ilişkisinde, vekalet veren kişiye müvekkil,  vekalet verilene de vekil denir. Yurtdışında olmak vekalet vermeye engel değildir. Zira yurt dışındaki noterlik işleri, konsoloslar tarafından görülür. Yurt dışında vekalet çıkartacak olan kişilerin ilgili ülkenin Türk Konsolosluğu’na şahsen başvurmaları ve konsolosluk aracılığıyla vekalet çıkartmaları gerekmektedir. Bunun için öncelikle konsolosluktan randevu alınması gerekir.

Gerekli evrakları belirtecek olursak; yurt dışında yaşayan bir kişinin Türkiye’de bulunan bir kişiye vekalet verebilmesi için bulunduğu ülkedeki en yakın Türk Konsolosluğuna nüfus cüzdanı, pasaport ve 2 adet fotoğrafla başvurması gereklidir. Tapuda işlem yapılmasını gerektiren vekaletnameler için ise  tapu örneğinin veya tapuya ilişkin bilgilerin de bulundurulması uygun olacaktır.

Burada Türkiye’de temsil için kullanılmak üzere düzenlenecek olan vekaletnamenin dili Türkçe’dir.  Türkiye’de yaşayan bir kişinin vekil olarak tayini isteniyorsa, Türkçe bilmeyenlerin konsolosluktaki işlemler esnasında yanlarında tercüman bulundurmaları gerekmektedir. Vekaletname düzenlenirken bütün noterlik işlemlerinde olduğu gibi kişinin nüfus cüzdanını (yabancı uyrukluysa kimlik belgesi, ayrıca varsa mavi kart) ibraz etmesi gerekmektedir.

Yurt dışından vekalet verilirken dikkat edilmesi gereken hususlar şunlardır;

  1. Konsolosluktan randevu alınmalıdır. (Teşkilat Listesi)
  2. Tapu, boşanma gibi davalar için vekaletnamenin fotoğraflı olması gerekir.
  3. Vekaletnamede her sayfa vekaleti veren kişi tarafından imzalı olmalıdır.
  4. Düzenlenen yetkilerin açık bir dil ile belirtilmesi gerekir.
  5. Son olarak düzenlenen vekaletin vekil edilen kişiye posta yolu ile ulaştırılması gerekir.

Konuya ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079