Yazar arşivleri: Av. Dilek Yavuz Uysal

Gözaltına Alma

Gözaltına Alma
Gözaltına Alma

Gözaltına Alma – İzmir Avukat

Yakalama : Kamu güvenliğine, kamu düzenine veya kişinin vücut veya hayatına yönelik var olan bir tehlikenin giderilmesi için denetim altına alınması gereken veya suç işlediği yönünde hakkında kuvvetli delil bulunan kişinin gözaltına veya muhafaza altına alma işlemlerinden önce özgürlüğünün geçici olarak ve fiilen kısıtlanarak denetim altına alınmasını ifade eder.

Gözaltına Alma: Yakalanan kişinin hakkındaki işlemlerin tamamlanması amacıyla, yetkili hâkim önüne çıkarılmasına veya serbest bırakılmasına kadar kanunî süre içinde sağlığına zarar vermeyecek şekilde özgürlüğünün geçici olarak kısıtlanıp alıkonulmasını ifade eder.

Yakalama Usulü Nasıldır?

Kolluk görevlileri, tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahiptir. Kolluk, yakalandığı sırada kaçmasını, kendisine veya başkalarına zarar vermesini önleyecek tedbirleri aldıktan sonra yakalanan kişiye kanunî haklarını derhal bildirir.

Yakalanıp kolluğa teslim edilen veya görevlilerce yakalanan kişi ve olay hakkında Cumhuriyet savcısına hemen bilgi verilerek, emri doğrultusunda işlem yapılır. Yakalama emrine konu işlemin yerine getirilmesi nedeniyle yakalama emrinin çıkarılma amacının ortadan kalkması durumunda mahkeme, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından yakalama emrinin derhâl iadesi istenir.

Yakalanan kişi, Cumhuriyet Savcılığınca bırakılmazsa, soruşturmanın tamamlanması için gözaltına alınmasına karar verilebilir. Gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren yirmi dört saati geçemez. Yakalama yerine en yakın hâkim veya mahkemeye gönderilme için zorunlu süre on iki saatten fazla olamaz.

Gözaltına Alma Usulü Nasıldır?

Cumhuriyet savcısının şüpheli hakkında gözaltına alma kararı verebilmesi için şu iki şartın bir arada bulunması gerekir:

1.Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına,

2.Şüphelinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır (CMK 91/2) Savcılık her iki şartın bir arada bulunmadığı hallerde gözaltına alma kararı veremez. Her iki şartın bir arada bulunmadığı hallerde savcılık şüpheliyi gözaltına almak yerine davetiye ile ifade alma veya diğer işlemlere çağırabilir. Şüpheli kendiliğinden gelmediğinde gözaltı işlemi yerine şüpheli hakkında zorla getirme kararı verilebilir.

Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır. Gözaltına alınma tedbiri sadece suç şüphesi altında fiilen yakalanan kişiler için değil, haklarında yakalama kararı verilen kişiler için de uygulanabilir.

Gözaltına alma nedeninin ortadan kalkması hâlinde veya işlemlerin tamamlanması üzerine derhâl ve her hâlde en geç yukarıda belirtilen sürelerin sonunda Cumhuriyet savcısına, yapılan işlemler hakkında bilgi verilerek talimatı doğrultusunda hareket edilir. Kişi serbest bırakılmazsa yukarıda anlatıldığı şekilde işlem yapılır. Ancak kişi en geç kırk sekiz saat, toplu olarak işlenen suçlarda dört gün içinde hâkim önüne çıkarılır.

Gözaltı Kararına veya Gözaltı Süresinin Uzatılmasına İtiraz

Savcılığın gözaltına alma veya gözaltı süresinin uzatılması kararları kişi özgürlüğüne müdahale eden tedbirler olduğundan, bu tedbirlere maruz kalan şüpheli veya bazı yakınlarının itiraz hakkı vardır. Gözaltına alma ve gözaltı süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine karşı, şu kişiler itiraz edebilir:

  1. Yakalanan şüpheli kişi,
  2. Şüphelinin müdafii (avukatı),
  3. Şüphelinin kanunî temsilcisi (Örneğin, yaş küçüklüğü) nedeniyle anne/baba veya vesayet halinde vasi).
  4. Şüphelinin eşi,
  5. Şüphelinin birinci veya ikinci derecede kan hısımı (anne, baba, kardeş, nine, dede, torun) hemen serbest bırakılmayı sağlamak için sulh ceza hâkimine itiraz edebilir. (CMK m.91/5).

Sulh ceza hâkimi gözaltına itiraz üzerine incelemeyi evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet 24 saat dolmadan başvuruyu sonuçlandırır. Yakalamanın veya gözaltına alma veya gözaltı süresini uzatmanın yerinde olduğu kanısına varılırsa başvuru reddedilir ya da gözaltına alınanın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet Savcılığında hazır bulundurulmasına karar verilir (CMK m.91/5)

Gözaltına Alınan Kişiye Hangi Hallerde Kelepçe Takılır?

Gözaltına alınarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere kelepçe takılması zorunlu değildir. Gözaltındayken adliyeye veya başka bir yere nakledilen şüphelilere şu hallerde kelepçe takılır:

  1. Kaçacaklarına ilişkin belirti olması ile
  2. Kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir. (CMK m.93).

Gözaltı süresinin dolması veya sulh ceza hâkiminin kararı üzerine serbest bırakılan kişi hakkında, yakalamaya neden olan fiille ilgili yeni ve yeterli delil elde edilmedikçe ve Cumhuriyet savcısının kararı olmadıkça bir daha aynı nedenle yakalama işlemi uygulanamaz. Yakalanan veya gözaltına alınan kişi yabancı ise, durumu vatandaşı olduğu devletin konsolosluğuna bildirilir.

İlginizi çekebilecek diğer çalışmalarımız;

İzmir Ceza Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

İş Kazası Nedeniyle Tazminat

İş Kazası Nedeniyle Tazminat

İş Kazası Nedeniyle Tazminat – İzmir Avukat

İş kazası nedeniyle tazminat davası; bir işverenin işyerinde çalışan işçinin iş ilişkisi nedeniyle yaralanması veya ölümü halinde, kendisine veya yakınlarına işveren tarafından tazminat ödenmesi istemiyle açılan bir maddi ve manevi taleplerin ileri sürüldüğü tazminat davası türüdür.

İş Kazası Bildirimi : İş kazası bildirimini yasanın öngördüğü kurum ve kuruluşlara kanuni süresi içerisinde yapmak işçinin çalıştığı işverenliğin yapması gereken bir yükümlülüktür. İşverenliği iş kazası bildirimlerini yapması işçi yönünden ispat kolaylıkları sağlayacaktır.

Gerçekleşen iş kazası kurumlara mutlaka bildirilmelidir. İşveren tarafından kolluk kuvvetlerine derhal bildirim yapılmalıdır. Bunun dışında iş kazasının meydana gelmesi ile üç gün içerisinde de SGK ya bildirim yapılmalıdır.

İşçi tarafından ise,  hastanede muayene olurken iş kazası olduğunun özellikle bildirilmesi, işveren tarafından götürülen özel hastanede hasta yatış işlemlerinin hukuka uygun bir şekilde yapıldığını kontrol edilmesi, iş kazası kaydının oluşturulup oluşturulmadığını kontrol edilmesi, taburcu olurken hasta dosyasından bir suret alınması önemlidir.

İş Kazası Nedeni İle Tazminat Davasında Yargılama Usulü : İş kazası nedeniyle açılacak tazminat davalarında ilk olarak sigorta bildiriminin yapılmış olması beklenir. İş kazası SGK ya bildirilmemişse hakim tarafından uygun bir süre verilerek gerekli bildirimin yapılması istenir. Akabinde tam teşekküllü eğitim ve araştırma hastanesinden işçinin muayene edilmesi ve rapor alması talep edilir. Rapora itiraz edilmesini gerektirecek hususlar mevcutsa dosyanın adli tıp kurumunca incelenmesi davacı vekili tarafından istenir. Dosyada işçinin sağlık rapor ve muayeneleri tamamlandıktan sonra ise, dosya kusur derecelerinin hesaplanması için hesap bilirkişisine gönderilir. Burada bilirkişi, iş kazasının meydana gelmesindeki işçi ve işverenin kusur derecelerini olayın meydana geliş şekline, işçiye işveren tarafından gerekli eğitimlerin verilip verilmemesine, gerekli önlemlerin alınıp alınmamasına göre titizlikle inceleyecektir. Dosyada kusur oranları da tespit edildikten sonra dosya hesap bilirkişisine gönderilerek talep edilen tazminat tutarı ve maddi , manevi kayıplar incelenir daha sonra da karara çıkar.

Gerçekleşen Kazanın İş Kazası Sayılmanın Koşulları :

  1. Sigortalının İşyerinde yahut işyeri sayılan yerde bulunması sırasında,
  2. Kazanın işveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle meydana gelmesi,
  3. Kaza ile sonuç arasında illiyet ( Nedensellik ) bağının bulunması,
  4. Kaza sonucu bedence ve ruhça bir zarara uğraması gerekmektedir.

Maddi ve Manevi Tazminat Davasında İstenebilecek  Zararlar

1. Manevi Tazminat: Kanunda, manevi tazminat miktarının teknik olarak hesaplanmasını sağlayan bir metot yoktur. Manevi tazminat miktarı, bazı kriterler değerlendirilerek somutlaştırılır. Manevi tazminat miktarını belirleyen kriterler şunlardır (BK md. 47): Somut durumun özellikleri, tarafların mali durumları, tarafların olaydaki kusurlarının ağırlığı (kusur oranları),meydana gelen manevi zararın büyüklüğü (Örneğin, ölüm, yaralanma veya sadece üzüntü duyulması), olay tarihi itibariyle paranın satın alma gücü belirleme kriterleri olarak örneklenebilir.

2.  Maddi Tazminat: Maddi tazminat miktarının hesaplanmasında iş kazası geçiren işçinin yaşı, aylık ücreti, iş gücü kayıp oranı, SGK tarafından sağlanan yardımlar, iş kazası geçiren işçinin kusur oranı, işverenin kusur oranı ve sair hususlar göz önünde bulundurulmaktadır.

Geçici iş göremezlik nedeniyle oluşan kayıplar; kişinin olay nedeniyle kalıcı bir sakatlığı olmadığı halde geçici bir şekilde, iyileşinceye kadar “çalışamadığı süre” nedeniyle uğradığı maddi zarardır.Tedavi giderleri ve tedavi boyunca yapılan her türlü masraflar ile ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan maddi kayıplar maddi talepler olarak örneklenebilir.

İş Kazası Sayılan Haller Nelerdir?

5510 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 13. maddesine göre iş kazası sayılan ve tazminat davası açılabilecek örnek haller şunlardır:

  1. İşçinin işverene ait işyerinde bulunduğu sırada uğradığı her türlü bedensel veya ruhsal zararlar iş kazası sayılır. İşçinin ne şekilde yaralandığı veya öldüğünün önemi yoktur. İşçinin maruz kaldığı olay işyerinde gerçekleşmişse, iş kazası olarak kabul edilir ve tazminat davasına konu edilebilir. Örneğin, kalp krizi işyerinde gerçekleştiği takdirde Yargıtay tarafından, sadece bu nedenle iş kazası olarak kabul edilmektedir.
  2. Bir işverene bağlı olarak çalışan işçinin görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda işçinin maruz kaldığı fiiller iş kazası olup tazminat davasına konu olabilir.
  3. İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle işçi kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle gerçekleşen her türlü olay iş kazası olarak tazminat davasına konu olabilir.
  4. İşçinin, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında meydana gelen her türlü kaza iş kazasıdır. Uygulamada, bu tarz kazalara trafik iş kazası denilmektedir.

İş Kazası Tazminat Davası için Uygulanan Faiz : İş kazası nedeniyle  tazminat davası genel olarak haksız fiil sorumluluğuna dayanmaktadır. Bu nedenlerle haksız fiillere uygulanacak faiz uygulanacaktır. Kısaca ifade edilmesi gerekirse iş kazası tarihinden başlamak üzere kanuni faiz uygulanacaktır.

Örnek Yargıtay Kararları Şu Şekildedir:

Ehliyeti olmayan işçinin işverenin talimatı ile kullandığı araç ile trafik kazası geçirmesi sonucu yaralanması ( Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2015/5642 Esas ve 2016/7323 karar sayılı Kararı )

İşçinin bahçe düzenlemesi işini yaparken iş kazası nedeniyle sol gözünün kör olması ( Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 2018/6589 Esas ve 2019/4013 Karar sayılı Kararı )

İş yeri tarafından tahsis edilmiş servis aracı ile işe giderken kaza geçirmesi sonucu yaralanması ( Yargıtay 21. Hukuk Dairesi 2010/7930 Esas ve 2010/10884 Karar sayılı Kararı)

İş yeri tarafından tahsis edilmiş servis aracı ile işe giderken kaza geçirmesi sonucu yaralanması ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2011/21-290 Esas ve 2011/361 Karar sayılı kararı)

İş Kazası Sonucu İşçinin Parmaklarının Kopması ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2015/21-2228 Esas ve 2019/256 Karar Sayılı Kararı )

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

İhbar Tazminatı Nedir

İhbar Tazminatı Nedir

İhbar Tazminatı Nedir – İzmir Avukat

İhbar Tazminatı Nedir?

İş sözleşmesinin, 4857 Sayılı İş Kanunu‘nun 17.maddesinde belirlenen sürelere uyulmaksızın feshedilmesi durumunda  iş sözleşmesini fesheden tarafın ihbar sürelerine ait ücret miktarında karşı yana ödemekle sorumlu olduğu tazminat türüne ihbar tazminatı denir.

İhbar Süreleri Nelerdir?

İhbar tazminatına ilişkin süreler çalışma süresine, kıdeme göre değişiklik gösterir.

İşçinin kıdemi 6 aya kadar ise 2 hafta , 

kıdem süresi 6 ay ile 18 ay arasında ise 4 hafta , 

18-36 ise 6 hafta , 

36 aydan fazla kıdem söz konusu ise 8 haftalık ihbar süreleri öngörülmüştür. Bu süreler kesintisiz ve bölünmezdir.

İhbar Tazminatı Ödeme Yükümlülüğü Nasıl Ortaya Çıkar?

İş sözleşmesini fesih etmek isteyen taraf; feshi yazılı olarak ve çalışma süresinin gerektirdiği bildirim süresine bağlı kalarak diğer tarafa iletmekle yükümlüdür. İş sözleşmesini belirlenen bildirim sürelerine uymaksızın fesih eden taraf, söz konusu sürenin ücretini ihbar tazminatı olarak diğer tarafa ödemek durumundadır. Bildirim süreleri bölünemez, kısmen uygulanamaz. Böylesi bir uygulama halinde, tüm bildirim süresi esas alınarak ihbar tazminatı ödenmesi gerekecektir.

İhbar Tazminatına Hak Kazanma Esasları Nelerdir?

4857 sayılı İş kanunu 17. madde uyarınca iş sözleşmelerinin feshinden önce durumun diğer tarafa yazılı olarak bildirilmesi esastır. İş sözleşmesini performansa, işçinin davranışlarına, işin, işletmenin veya işyerinin gereklerine dayalı olarak fesih etmek isteyen işveren, feshi yazılı olarak ve bu sürelere bağlı kalarak işçiye iletmekle yükümlüdür. İş sözleşmesini bildirim süresi vermeksizin fesih eden işveren, bu sürenin ücretini ihbar tazminatı olarak ödemekle yükümlüdür. 

Öte yandan; İş sözleşmelerinin işçi tarafından feshi, işveren tarafından deneme süresi içinde veya 4857/25 ile belirlenen esaslar çerçevesinde feshi halinde işçiye herhangi bir ihbar tazminatı ödenmeyecektir. İş sözleşmesinin işçi tarafından haklı nedenle fesih esasları dışında bir nedenle feshi halinde aynı bildirim süreleri işçi içinde geçerli olup, buna aykırı iş sözleşmesi fesihlerinde işverenin ihbar tazminatı talebi de gündeme gelebilecektir.

İşçi Önceden Haber Vermeksizin İşten Ayrılırsa İşveren İşçiden İhbar Tazminatı Talep Edebilir Mi?

İşçi önceden haber vermeksizin işten ayrılırsa işveren işçiden ihbar tazminatı talep edebilir.  İşçinin işten ayrılması haklı bir nedene dayanmıyor ise, işverenin de işçiden ihbar süresine ilişkin ücret tutarında tazminatı talep etmesi yasal olarak mümkündür.

Belirli Süreli İş Sözleşmelerinde İhbar Tazminatı Olabilir Mi?

İş Kanununun 17. maddesindeki ihbar önel süreleri belirsiz süreli iş sözleşmeleri için düzenlendiğinden, belirli süreli iş sözleşmelerinde ihbar tazminatı bulunmamaktadır.

İhbar Süresinde İş Arama İzni Var Mıdır?

İhbar süresi içinde çalışan işçiye günde en az iki saat iş arama izni verilmesi yasal bir zorunluluktur. İşçi isterse iş arama iznini birleştirebilir. İşçiye iş arama izni kullandırılmazsa ücreti %100 zamlı ödenir. Ayrıca bu sürenin kullanılmaması ihbar süresine etki etmez.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Velayet Hangi Durumlarda Anneye Verilmez

Velayet Hangi Durumlarda Anneye Verilmez

Velayet Hangi Durumlarda Anneye Verilmez – İzmir Avukat

Velayete Nasıl Karar Verilir?

Velayet konusunda en önemli husus; çocuğun üstün yararıdır. Çocuk maddi manevi kimin yanında daha iyi şartlara sahip olacaksa velayeti ona verilir. Çocuğun üstün menfaati derken genellikle küçük ve bakıma muhtaç çocuklarda çocuğun bedensel ve sosyal gelişimi, ahlakı, eğitimi, üstün menfaati gözetilerek gerekirse uzman bir pedagog görüşü alınarak çocuğun velayet durumu düzenlenir. Toplanan deliller ve alınacak uzman raporları doğrultusunda velayete ilişkin karar verecek olan kişi davayı yürüten hakimdir.  Boşanma Davasında Çocuğun Velayeti Kime Verilir? Başlıklı yazımızı buradan inceleyebilirsiniz.

Çocuğun Velayeti Hangi Durumlarda Anneye Verilmez?

Velayet hususunun olay ve şartlara göre çocuğun üstün yararı gözetilerek düzenlendiğini belirtmiştik. Yukarıdaki sorunun cevabını birkaç örnekle açıklayalım :

  • Mahkeme velayete ilişkin kararında çocuğun bakım ve gözetiminin hangi ebeveynin daha iyi yerine getireceği, okulu, sağlığı gibi durumlara bakarak vermektedir. Çocuğun üstün yararı gözetilerek karar verecektir. Anne bakımına muhtaç yaşta olsa dahi çocuğun baba yanında kalması psikolojik ve fiziksel olarak daha iyi olacaksa mahkeme velayet hakkını babaya verecektir.
  • Annenin aldatma (zina) veya güven sarsıcı hareketlerde bulunması, eşe olan sadakat yükümlülüğünü ihlal etmiş anlamına gelmektedir. Evlilik birliğinin sona ermesine neden olan ve diğer eşe olan yükümlülüğün ihlal edilmesi çocuğun velayet hakkını almasına doğrudan etki etmemekte ise de olumsuz kanaat oluşturacaktır. Mahkeme sonuç olarak çocuğun bakım ve gözetimini ihlal etmeyen eşe velayet hakkını verecektir.
  • Çocuğun velayeti annede iken; annenin yeniden evlendiği kişinin çocuğa fiziksel ya da psikolojik zarar vermesi durumunda velayetin değiştirilmesi davası açılırsa çocuğun velayeti babaya verilecektir.
  • Annenin kısıtlılığı, tutukluluğu, cezaevine girmesi gibi olağanüstü durumlar söz konusu olursa çocuğun velayeti babaya verilir.
  • Annenin sağlık durumu kötü ise velayet babaya verilir.
  • Anne çocuğa bakmaktan aciz ise annenin çocuğa zarar vermesi, bakımıyla ilgilenmemesi, annenin gözetimindeyken çocuğun başına sürekli kaza gelmesi, çocuğun her anlamda şiddete maruz kalması, annenin psikolojik rahatsızlığının olması ve bu hastalığın bir çocuğun bakımını engelleyecek boyutta olması gibi durumlarda velayet babaya verilir.
  • Velayet hakkını kötüye kullanan taraftan velayet alınır. Annenin çocuğu baba ile görüştürmemesi velayet hakkının kötüye kullanımına örnektir.
  • Anne çocuğa şiddet uyguluyor ise, ahlaka aykırı bir yaşam tarzı mevcutsa velayet babaya verilir.

Çocuğun Velayeti Anneden Nasıl Alınır?

Velayet hakkını kötüye kullanan, çocuk ile babanın görüşmesine engel olan, bakım ve gözetim sorumluluğunu ihmal eden, psikolojik veya fiziksel olarak şiddet gösteren anneye karşı velayetin değiştirilmesi davası açan baba, velayet hakkının kendisine verilmesi talebinde bulunabilir. Çocuğun üstün yararına göre velayet hakkının babada kalması yararlı ise velayet hakkı babaya verilecektir.

Velayetin Değiştirilmesi Davası Nasıl Açılır?

Velayet hakkının, değişen koşullar nedeniyle el değiştirme ihtimali, kanun koyucu tarafından da ön görülmüş ve bu durum TMK md.183’de düzenleme alanı bulmuştur.

 Buna göre; “Ana veya babanın başkasıyla evlenmesi, başka bir yere gitmesi veya ölmesi gibi yeni olguların zorunlu kılması halinde hakim, re’sen veya ana ve babadan birinin istemi üzerine gerekli önlemleri alır.” Hükmü amirdir.

TMK’nın 183. maddesinde, velayetin el değiştirebilmesi için belli sebepler sayılmıştır. Buna göre, aşağıdaki şartların gerçekleşmesi halinde velayet hakkının sahibinin değişmesi söz konusu olabilecektir. Yukarıda örneklenen durumlar halinde çocuğun üstün yararının zedelendiği tespit edilirse çocuğun velayeti değiştirilebilmektedir.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Borcunu Ödemeyen Kişilere Hapis Cezası Var Mı?

Borcunu Ödemeyen Kişilere Hapis Cezası Var Mı?

İcra Borcunu Ödemeyen Kişilere Hapis Cezası Var Mı? – İzmir Avukat

Borçluların en çok merak ettiği konulardan bir tanesi borçları yüzünden haklarında tutuklama kararının verilip verilmeyeceğidir. Bununla birlikte borçlular, icra borcunu ödeyememeleri sebebi ile herhangi bir yaptırımla karşılaşıp karşılaşmayacakları konusunda da tedirgindir. Öncelikle hiçbir borçtan dolayı hakkınızda hapis veya tutuklama kararı verilemeyeceğini belirtelim. Anayasamızın 38. maddesi gereği hiç kimsenin bir sözleşmeden dolayı özgürlüğünün kısıtlanması mümkün değildir. Tutuklama kararının çıkması için farklı sebeplerin oluşması gerekmektedir. Bu sebeplere de icra ve iflas kanununda yer verilmiştir. Borçludan alacağını tahsil edemeyen alacaklı, alacağını zorla tahsil hakkına sahiptir. İcra İflas Kanunuda düzenlenen bu cebri icranın etkili kılınması için ayrıca yasada borçluya birtakım yükümlülükler getirilmiştir. Borçlunun yükümlülüklerini yasada öngörülen biçim ve kapsamda yerine getirmemesi halinde de birtakım yaptırımlar getirilmiştir. Bunlara icra iflas suçları denilmektedir. Kanun maddesi ile inceleyecek olursak :

İcra Suçları Nelerdir?

  1. Alacaklısını zarara sokmak kastıyla malvarlığını eksiltme (md. 331)
  2. Kendi eylemiyle aczine neden olma veya durumunu bilerek ağırlaştırma (md. 332)
  3. Ticaret Şirketlerinde yönetim yetkisine sahip olanların alacaklıları zarara uğratmak kastıyla ticari işletmenin borçlarını ödemeyerek alacaklıları zarara sokma (md. 333/a)
  4. Üzerinde kiralayanın hapis hakkı bulunan eşyanın kaçırılması ve tahliyesi gereken yerin başkasına işgal ettirilmesi (md. 335)
  5. Mal beyanında bulunmama (md. 337/1)
  6. Ticareti terk hükümlerine aykırı davranma (md. 337/a)
  7. Gerçeğe aykırı beyanda bulunma (md. 338)
  8. Mal beyanından sonra mal ve kazançta meydana gelen artışı bildirmeme (md. 339)
  9. Taahhüdü ihlal (md. 340)
  10. Çocuk tesliminden kaçınma (md. 341)
  11. Hükmen teslim edilen taşınmaza ve gemiye tekrar girme (md.342)
  12. İlam hükümlerinin infazına karşıı koyma (md. 343)
  13. Nafaka borcunu ödememe (md. 344)
  14. Gerektiği halde sermaye şirketinin iflasını istememe (345/a)
  15. Yarar sağlamak için artırmadan çekilme (345/b)

B. 338/2. md: Hakkında aciz vesikası alınan borçlu asgari ücretin üzerinde bir geçim sürdüğünün mahkeme kararıyla tespitinden itibaren aciz vesikasına bağlı borcunu bir ay içinde borç ödeninceye kadar icra dairesine yatırmaz ise bir yıla kadar tazyik hapsine karar verilir.

C. 340. md: lll. madde gereğince ya da alacaklının rızasıyla icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme koşulunu geçerli bir nedeni olmaksızın yerine getirmeyen borçlunun üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir.

Bunları uygulamadaki hali ile örnekleyecek olursak :

  • Haciz geleceği için yanlış mal beyanında bulunarak mal varlığını eksik göstermek ve bu sebeple alacaklının mağdur edilmesi durumunda da hapis cezası verilecektir.
  • Borçluların, borçlarını ödemek için kendilerine sunulmuş olan şartları mazeret
  • belirtmeksizin ihlal etmesi durumunda hapis cezası verilecektir.
  • Boşanma sonrası doğan nafaka kararına uymayarak zamanında ödeme gerçekleştirmeyenlere tazyik hapsi verilir.
  • Çocukların velayetlerini ellerinde bulunduran kişilere çocukların teslimi sırasında sıkıntı çıkarılması ve karar uyulmaması durumunda da yine hapis cezası verilir.
  • Kiracının borcunu ödememesi ve ev sahibinin mağdur edilmesi durumunda hapis kararı çıkarılır.
  • Yaptıkları iflas ve konkordato faaliyetlerinde kişisel menfaat gözetenlere de mahkumiyet cezası verilecektir.
  • Belirlenmiş olan ticari usullere aykırı hareket edenlere özgürlüğü kısıtlayıcı cezalar verilir.
  • Konkordato faaliyetlerinde kasten ve hile yapmak sureti ile tarafları zarara uğratanlara da mahkumiyet cezası verilecektir.

Salt icra borcu sebebi ile özgürlüğü kısıtlayıcı ceza verilemeyeceğini söylesek de bazı durumlarda, icra borcunu ödemeyen kişilere hapis cezası verilebileceğini söylemek mümkündür.

Peki Tutukluluk ve Cezaevi Süreci Nedir?

Tazyik hapsi borçlunun borcunu ödeme görevini ifa etmesi adına zorlayıcı bir nitelik taşımaktadır. Borçlular için hapis cezasını doğuran iki temel sebep vardır :

  1. Mal beyanında bulunmaması ya da beyanının gerçeği yansıtmıyor olması : Borçluların, alacaklı ya da icra görevlileri karşısında borcunu ödemeyi yazılı bir şekilde beyan etmesi ancak bu beyanı yerine getirmemesidir.
  2. Vaktinde ödeme gerçekleştirmeyenlere, ya da sebep göstermeden ödeme görevini yerine getirmeyenlere alacaklı şahsın şikayetiyle 3 aya kadar tazyik hapsi verecektir. 3 aylık hapis süresi dahilinde icra dairesinde bulunan vezneye borcunu yatıran şahıs tahliye edilecektir.

Mahkumiyetten kurtulmak adına borcunun kalan kısmını ödemezse kendisine yine tazyik hapsi verilecektir. Hapis yatınca borcun silinmesi gibi bir durum ise söz konusu değildir. hapis yatılan süre içerisinde borcunuzu ödediğinizde hapisten çıkma hakkına sahip olursunuz. Hatta borcun ödenmediği bu dönemde borç için faiz işlemeye devam edecektir. Disiplin yükümlülüğü olarak düzenlenen tazyik hapsi, sicile işlemez.İcra İflas kanundaki tazyik hapsine ilişkin verilen kararlar kararın kesinleştiği tarihten itibaren 2 yıl içinde infaz edilmemesi halinde ceza zamanaşımına uğrar ve bu cezalar yerine getirilmez. İcra İflas Kanununda düzenlenen ve müeyyide olarak hapis ve adli para cezası öngörülen fiillerde ise ceza zamanaşımı 10 yıldır.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Ceza Yargılamasında Takdiri İndirim

Ceza Yargılamasında Takdiri İndirim

Ceza Yargılamasında Takdiri İndirim – İzmir Avukat

Halk arasında iyi hal indirimi olarak da bilinen ceza yargılamasında takdiri indirim, 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesinde yer alan cezanın belirlenmesi prosedürüne uygun bir şekilde ortaya çıkan süreli hapis cezası veya adli para cezası miktarı üzerinden 1/6 oranında yapılır. Suçun karşılığı olarak belirlenen temel cezada tüm arttırım ve indirimler yapıldıktan sonra kalan ceza miktarı üzerinden en son 1/6 oranında iyi hal indirimi (takdiri indirim) uygulanır.Ancak müebbet veya ağırlaştırılmış müebbetye iyi hal indirimi söz konusu değildir. Türk Ceza Kanunu suç ve cezaları düzenlerken hapis cezalarını her suç için ayrı ayrı alt ve üst sınır belirterek hükme bağlamıştır. Örneğin hırsızlık suçu cezası bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıdır. Ceza hakimi, somut olayın özelliklerine göre bu aralıkta bir ceza verecektir. Bu cezaya artırıcı veya azaltıcı olarak etki eden bir takım nedenler olacak ve duruma göre cezada indirme – arttırma yapılacaktır.

Ceza Yargılamasında Takdiri İndirim Nedenleri Nelerdir?

Failin geçmişi, failin sosyal ilişkileri, verilecek cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri, falin fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları gibi hususları göz önünde bulundurabilir . Takdiri indirim uygulanmaması halinde mahkeme kararında bunun gerekçesi yazılmalıdır. Takdiri indirim uygulanmışsa, hangi takdiri indirim nedenlerinin uygulandığı da mahkeme kararının gerekçesinde gösterilmelidir. Takdiri indirim nedenleri yasada sınırlı bir şekilde sayılmamıştır. Takdiri indirim nedenlerinin kanunda yer alan nedenlere benzeyen sınırsız sayıda nedenle uygulanabileceği kabul edilmiştir. Bu sayılanlar sınırlı sayıda değildir. Yani bir kişi takdiri indirim talep ederken; bunlardan başka bir nedene de dayanabilir. Mahkeme de bunlardan başka bir nedene bağlı olarak iyi hal indirimi uygulayabilir. Ancak genel olarak uygulamada en çok görülen takdiri indirim nedenleri bunlardır.

Ceza Yargılamasında Takdiri İndirim Uygulaması Şartları Nelerdir?

1. Hakimin takdiri indirim uygulanması konusundaki takdir yetkisi sınırsız değildir, takdiri indirimin uygulanmamasına dair kararlar denetime elverişli olacak şekilde gerekçeli olarak verilmek zorundadır. ( Hakim takdir yetkisini kullanırken suçun alt ve üst sınırları dışına çıkmamalıdır.

2. Takdiri indirime ilişkin kanuni nedenler değerlendirilmeden takdiri indirimin uygulanmamasına karar verilemez. ( Failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar)

3. Sanığın suçu inkar etmesi, takdiri indirim nedenlerinin uygulanmaması gerekçesi olarak kabul edilemez. ( İddianamenin düzenlenmesi ile birlikte suçun varlığı veya yokluğunun tespitine girişilir. Suçun varlığı sabitse ve indirim halleri olayda mevcutsa sanığın suçu inkar etmesi tek başına indirim uygulanmasına engel teşkil etmeyecektir.)

4. Sanğın lehe hükümlerin uygulanması talebi takdiri indirimi de kapsar. ( Ceza yargılamasında sanık lehine olan hükümlerin uygulanması talebi bu prosdürü de kapsar.)

5. Önceden hakkında herhangi bir suç kaydı ve sabıkası bulunmayan ve dosyaya yansıyan olumsuz bir davranışı tespit edilemeyen sanık hakkında takdiri indirim uygulanmalıdır. ( Suç kaydı ve sabıkanın olmaması sanığın suçu tekrar işlemeyeceği zira bunu alışkanlık edinmediği yönünde kanaat oluşturur. Bu sebeple takdiri indirim uygulanabilir.)

6.Takdiri indirim uygulanan sanığa diğer kişiselleştirme kurumları da uygulanmalıdır. Aksi takdirde, kişiselleştirme kurumlarının neden uygulanmadığının gerekçeli bir şekilde izah edilmesi gerekir.

7. Suç teşkil eden olaydan sonra olumlu davranışlar sergileyen, pişmanlığını dile getiren sanığa iyi hal indirimi uygulanmalıdır.

Örnek vermek gerekirse: TCK 86 Kasten yaralama suçunda iyi hal indirimi uygulanabilir. Bu suçta eğer haksız tahrik söz konusu ise öncelikle haksız tahrik indirimi, ardından iyi hal indirimi yapılır. Kasten yaralamanın cezası 1 yıl ile 3 yıl arasında değişen hapis cezasıdır. Haksız tahrik indirimi 1/4 ile 3/4 oranları arasında hakimin takdiri ile belirlenir. İyi hal indirimi de 1/6 oranına kadar hakim tarafından belirlenir. Somut olayda 2 yıl ceza hükmüne 1/4 haksız tahrik indirimi uygulanırsa bu ceza 18 aya düşer. Bunun üzerinden de 1/6 oranında saygınlık indirim, uygulanırsa 15 aylık bir ceza hükmü söz konusu olur.

İyi hal indirimi, TCK madde 62 düzenlemesinde de belirtildiği üzere takdiri bir durumdur. Tamamen hakimin gözlemine göre verilir. Bu indirimin uygulanmamış olması da tek başına istinaf veya temyiz için yeterli görülmez. Ancak bir hükmün istinaf edilmesi ile birlikte buna ilişkin itiraz da dilekçeye eklenebilir. Belirtmemiz gerekir ki bu indirim her ne kadar takdiri olsa da sonuç itibariyle Türk Ceza Kanununda düzenlenmiştir. Bu şartlara uyan kişi için bu azaltımın yapılması gerekir. Yani hakimin takdir hakkı keyfi bir kullanım değildir. Bu doğrultuda iyi hal indiriminin uygulanmamış olması dolaylı olarak itiraza konu edilebilir.

İlginizi çekebilecek diğer çalışmalarımız;

İzmir Ceza Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Boşanma Davasında Kusur

Boşanma Davasında Kusur

Boşanma Davasında Kusur – İzmir Avukat

Boşanma sebepleri kanunumuzda özel ve genel sebepler halinde sıralanmaktadır. Zina, hayata kast ve pek kötü muamele,akıl hastalığı, terk, suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme gibi sebepler özel sebeplere örnektir. Özel sebeplerin varlığı halinde açılacak olan boşanma davası bu sebeplerle açılmalıdır. Uygulamada en sık yapılan hataların başında bu gelmektedir. Şiddet gören veya aldatılan eşin, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasını sebep göstererek boşanma davası açası usuli bir hatadır. Zira, özel sebeplerin varlığı halinde sosyal inceleme raporu (sir raporu), darp raporu, fotoğraf videolar, gsm operatör kayıtları vb. pek çok husus davaya delil olarak dahil edilmeli karşı tarafın kusuru ispatlanmalıdır. Kusurun tespiti, nafakadan tazminata kadar pek çok husu için belirleyici olmaktadır. Evlilik birliğinin temelinden sarsılması konu başlıklı yazımızı okumak için buraya tıklayabilirsiniz.

Boşanma davasında kusur durumunun önemi başta boşanma davasının kabulü olmak üzere, maddi manevi tazminat ve nafaka taleplerinde kendini gösterir. Örneğin, Medeni Kanun 175. Maddeye göre; “Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.” Hükmü amirdir. Dolayısıyla kadın ya da erkeğin ağır kusurlu olması halinde nafakaya hükmedilmez. Bununla birlikte Medeni Kanun 174. Maddeye göre; “Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddî tazminat isteyebilir.” Yani ağır kusurlu eş için maddi tazminata hükmedilmez. Tarafların eşit kusurlu olması halinde manevi tazminata hükmedilemez. Görüldüğü üzere bu sebeple nafaka ve tazminatlar açısından kusurun ispatı önemlidir.

Velayet açısında çocuğun üstün yararı önemli olup kusur değerlendirmesi yapılmamaktadır. Örneğin; eşini aldatan kadın ya da hayat kadını olan anneye çocuğun üstün yararı gerektiriyorsa velayet verilecektir. Ayrıca boşanma yüzünden ekonomik durumu bozulacak eşe karşı yoksulluk nafakası ödenmesine de hükmedilebilir. Ancak bunun için bahsettiğimiz gibi eşin kusursuz veya daha az kusurlu olması gerekir.

Kanunda kusur sayılan haller belirli olarak sayılmamıştır ancak Yargıtay kararlarına göre toplum vicdanını rahatsız eden birçok davranış kusur olarak değerlendirilmiştir. Aşağıda kusurlu davranışlara örnekler şu şekildedir:

Boşanma Davalarında Kusurlu Davranışlar ( Yargıtay Kararlarından Örnekler)

  • 1.Sadakat yükümlülüğünün ihlali, aldatma, zina,
  • 2.Eşe veya aile fertlerine hakaret etmek, hor görmek, aşağılamak,
  • 3.Eşe karşı ya da diğer aile bireylerine karşı fiziksel, psikolojik veya cinsel şiddet,
  • 4.Eşe karşı ilgisiz davranmak, üzerine düşen vazifeleri yerine getirmemek,
  • Ayrı ev tahsis etmeyerek anne ile birlikte oturmaya zorlamak ya da eşi başka birinin evine bırakmak,
  • 5.Eşin kendi ailesi ile görüşmesine engel olmak, aileyi eve kabul etmemek,
  • 6.Uyuşturucu madde kullanmak ya da satmak, madde etkisi altında iken eşe ya da çocuklara zarar vermek,
  • 7.Eşi ölümle tehdit etmek,
  • 8.Şans oyunları kumar vs. oynamak,
  • 9.Maddi gücü olmasına rağmen borçlarını ödememek savsaklamak,
  • 10.Eşe sürekli olarak yalan söylemek,
  • 11.Eşi evden kovmak, baba evine bırakmak,
  • 12.Haysiyetsiz yaşam sürmek, küçük düşürücü davranışlarda bulunmak,
  • 13.Akıl hastalığına yakalanmak,
  • 14.Eşten habersiz kredi çekmek ödememek,
  • 15.Çocuk istememek, eşi doğum kontrole zorlamak,
  • 16.Erkeğin maddi manevi evin sorunlarıyla ilgilenmemesi vs.

Boşanma davalarında kusurlu davranışlar bunlarla sınırlı olmayıp, görüldüğü gibi aslında toplum nezdinde de hoş karşılanmayan, kamu vicdanını rahatsız eden çoğu davranış boşanma davalarında kusur olarak değerlendirilir. Önemli olan tarafların hangisinin asli kusurlu yani ağır kusurlu olduğu, hangisinin hafif kusurlu olduğu ya da eşlerin ortak kusurlu olup olmamasıdır.

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2020/6184 E. , 2021/781 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-karşı davalı erkek tarafından kusur belirlemesi, tazminatlar, nafakalar, velayet ve kadının kabul edilen ziynet alacağı davası yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Bölge adliye mahkemesi, davacı-karşı davalı erkeğe annesi ile birlikte kadının yaptığı ev işlerini, halini ve tavrını beğenmeyip eleştirdiği, küçümseyip manevi baskı kurduğu, kadının ortak çocuğa bakmasına müsaade etmedikleri, tartışma sonrası kadını dedesinin evine bıraktığı, dönmek isteyen kadını eve almadığı, bir gün sonra da kıyafetlerini dedesinin evinin bahçesine bıraktığı; davalı-karşı davacı kadına da kişisel bakımını yerine getirmediği ve eşine hakaret ettiği vakıalarını kusur olarak yükleyip boşanmaya sebebiyet veren olaylarda erkeğin ağır, kadının az kusurlu olduğuna hükmetmiştir.

Dosyanın tetkikinden, tarafların bölge adliye mahkemesi tarafından kabul edilen ve gerçekleşen kusurlu davranışları yanında, davalı-karşı davacı kadının birlik görevlerini yeterince yerine getirmediği anlaşılmıştır. Bu itibarla boşanmaya sebebiyet veren ve gerçekleşen kusurlu davranışlara göre; annesi ile birlikte kadını beğenmeyip eleştiren, küçümseyip manevi baskı kuran, kadının ortak çocuğa bakmasına müsaade etmeyen, tartışma sonrası kadını dedesinin evine bırakarak dönmek isteyen kadını eve almayan ve bir gün sonra da kıyafetlerini dedesinin evinin bahçesine bırakan erkek ile kişisel bakımını yapmayan, eşine hakaret eden ve birlik görevlerini yeterince yerine getirmeyen kadın eşit kusurludur. Bu itibarla, erkeğin ağır, kadının az kusurlu olduğuna hükmedilmesi doğru bulunmamış ve kararın bozulmasını gerektirmiştir.

Yukarıda 3. bentte açıklandığı üzere, tarafların boşanmaya sebebiyet veren olaylarda eşit derecede kusurlu oldukları anlaşılmaktadır. Boşanma sonucu maddi ve manevi tazminata hükmedilebilmesi için tazminat yükümlüsünün kusurlu, tazminat talep eden eşin ise kusursuz veya diğerine göre daha az kusurlu olması gerekir (TMK m. 174). Bölge adliye mahkemesince davacı-karşı davalı erkeğin, davalı-karşı davacı kadına nazaran ağır kusurlu olduğunun kabulü ve bu hatalı kusur belirlemesine göre kadın yararına maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi isabetsiz olmuş ve bozmayı gerektirmiştir.

Özetle: Boşanma davasında hakim eşler arasındaki kusuru belirlemeden boşanmaya, tazminata ve nafakaya karar veremez. Yani kusur kavramı, davanın tüm seyrini etkileyecektir. Bu nedenle karşı tarafın kusurlu olduğu iddia ediliyorsa bunun ispatı (boşanmada kusur ispatı) için tüm delillerin en doğru şekilde sunulması gerekmektedir. Davanızın alanında uzman bir boşanma avukatı ile takip edilmesi de bu nedenle önem taşımaktadır. Aksi takdirde haklı olmanıza rağmen kusurun tespit edilememesi veya boşanma sebebinin doğru ifade edilememesi nedeniyle davanızın reddi bile gündeme gelebilecektir

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Askerlik Nedeniyle İşten Ayrılma

Askerlik Nedeniyle İşten Ayrılma | İzmir Avukat

Muvazzaf askerlik, askerlik dönemine verilen isimdir. Bunun dışında da kısa süreli silah altına alınma durumları da söz konusu edilebilmektedir. Pratikte pek rastlanmasa da askerliğini yapmış, belli bir yaşı aşmamış olan işçinin kısa süreli bir tatbikata çağrılması, muvazzaf askerlik dışındaki ödeve örnektir. Bedelli askerlik uygulaması da kanunun bu maddesinden yararlanma imkanı sunmaktadır. İş Kanunu’nun 31. Maddesinin son paragrafında, ‘’ herhangi bir askeri ve kanuni ödev dolayısıyla’’ denilerek askerlik hizmeti nedeniyle işten ayrılma tanımlanmıştır. Bu nedenle düzenleme muvazzaf askerliği de kapsamaktadır.

4857 sayılı Kanun md. 9/1 ‘e göre, işçiler ve işverenler kural olarak bir iş sözleşmesi yapıp yapmama, bu sözleşmeyi ihtiyaçlarına uygun türde düzenleyebilme hakkına sahiptir. Ancak iş hukukunda iş akdini kurma özgürlüğü bu hukuk dalının sosyal amacına uygun olarak işçileri koruma kaygısıyla önemli sınırlamalara tabi tutulmuştur. Bu sebeple aşağıda sayılan sınırlı hallerde sözleşme yapma zorunluluğu mevcuttur. Bunlar: Engelli ve eski hükümlüler, işyerinden malulen ayrılanlar, askerlik ya da yasal ödev nedeni ile işten ayrılanlar, toplu işten çıkarılanlar, hastalık nedeniyle işten çıkarılan gazeteciler , işçi kuruluşları yönetiminde görev alanlar şeklinde sıralanabilir.

Görüldüğü üzere askerlik sebebi ile çalışma ve işten ayrılma sözleşme özgürlüğünü sınırlayan hallerden biridir. Askerlik ve Kanundan doğan çalışma, sosyal tarafların çalışma özgürlüğünü sınırlar. Kanun maddesini inceleyecek olursak:

Askerlik Ve Kanundan Doğan Çalışma Madde 31 – Muvazzaf askerlik ödevi dışında manevra veya herhangi bir sebeple silah altına alınan veyahut herhangi bir kanundan doğan çalışma ödevi yüzünden işinden ayrılan işçinin iş sözleşmesi işinden ayrıldığı günden başlayarak iki ay sonra işverence feshedilmiş sayılır. İşçinin bu haktan faydalanabilmesi için o işte en az bir yıl çalışmış olması şarttır. Bir yıldan çok çalışmaya karşılık her fazla yıl için, ayrıca iki gün eklenir. Şu kadar ki bu sürenin tamamı doksan günü geçemez.

İş sözleşmesinin feshedilmiş sayılabilmesi için beklenilmesi gereken süre içinde işçinin ücreti işlemez. Ancak özel kanunların bu husustaki hükümleri saklıdır. Bu süre içinde iş sözleşmesinin kanundan doğan başka bir sebebe dayanılarak işveren veya işçi tarafından feshedildiği öteki tarafa bildirilmiş olsa bile, fesih için kanunun gösterdiği süre bu sürenin bitiminden sonra işlemeye başlar. Ancak iş sözleşmesi belirli süreli olarak yapılmış ve sözleşme yukarıda yazılı süre içinde kendiliğinden sona eriyorsa bu madde hükümleri uygulanmaz. Herhangi bir askeri ve kanuni ödev dolayısıyla işinden ayrılan işçiler bu ödevin sona ermesinden başlayarak iki ay içinde işe girmek istedikleri takdirde işveren bunları eski işleri veya benzeri işlerde boş yer varsa derhal, yoksa boşalacak ilk işe başka isteklilere tercih ederek, o andaki şartlarla işe almak zorundadır. Aranan şartlar bulunduğu halde işveren iş sözleşmesi yapma yükümlülüğünü yerine getirmezse, işe alınma isteğinde bulunan eski işçiye üç aylık ücret tutarında tazminat öder.

Kanun maddesini inceleyecek olursak: İşçinin iş akdinin, askerlik nedeniyle sona ermesi, işçinin, askerliğin bitiminden sonra 2 ay içinde işverene başvurması, işçinin eski işi ya da benzeri işe boş yer varsa derhal yahut boşaldığı ilk anda alınması, o andaki şartlarla işe geri alma ve aykırılığın yaptırımı olarak işçiye tazminat ödenmesi başlıkları karşımıza çıkmaktadır.

Burada belirtilen 2 aylık süre hak düşürücü nitelikte olup işçinin 2 ay içerisinde başvurusunun yapılmadığı durumlarda işverenin işçiyi geri işe alma veya tazminat ödeme yükümlülüğünden bahsetmek mümkün olmayacaktır. İşçi tarafından yapılacak başvuru için herhangi bir şekil şartı öngörülmemiştir. Bununla birlikte ileride çıkabilecek uyuşmazlıklarda ispat kolaylığı sağlayacağı düşüncesi ile yazılı yapılması önemlidir.

Düzenleme, işverene eski işçisini işe alma konusunda yükümlülük getirmiş, işe alma konusunda tercihte bulunma şansı vermemiştir. İşveren eski işçisini işe alınma zamanındaki şartlara göre çalıştıracaktır. Bu yükümlülüğe uymaz ise işveren eski işçisine üç aylık tutarında tazminat ödemek zorunda kalacaktır. Askerlik nedeniyle kıdem tazminatı almak isteyen bir kişi öncelikle gerçekten askere gideceğini ispat etmek zorundadır. Bu gerekçeyle fesih bildirim ihtarının ekine kurumdan alınmış olan “Askerlik Sevk Belgesi” eklenmelidir. Askerlik sevk belgesi ve fesih ihbarnamesi işverene yazılı olarak iletilmelidir. Bu ihbarnamenin noter kanalıyla ve avukat vasıtasıyla yapılmasında işçi açısından fayda bulunmaktadır.

Askerlik Nedeni İle İşten Ayrılacak İşçinin Bildirimi Nasıl Olmalıdır?

Askerlik nedeniyle işten ayrılmak isteyen işçinin bir dilekçe ile durumu işverene bildirmesi gerekir. Dilekçenin ekine askerlik sevk belgesinin veya askerlik nedeniyle ayrıldığını belgeleyen bir belgenin konulması gereklidir. İşçinin 1 tam yıl ve üzeri hizmeti varsa kıdem tazminatını da alması mümkündür. Ancak işçi askerlik dönüşünde aynı iş yerinde çalışmayı düşünüyorsa kıdem tazminatını almadan da işten ayrılabilir. Çünkü askerlik dönüşünde yukarıda bahsedildiği üzere, işçinin aynı işyerinde işe başlatılması gerekmektedir. İşçinin askerliğinin bitiminden sonra aynı işyerinde yeniden işe başlaması durumunda askerlik öncesi çalışması da kıdeminden sayılacaktır.

Askerlik Nedeniyle İşten Ayrılan İşçi, İşsizlik Ödeneğinden Yararlanabilir Mi?

İşsizlik ödeneğinden faydalanabilmenin şartları şu şekildedir:

  • 1. Kendi istek ve kusuru dışında işsiz kalmak,
  • 2. Hizmet akdinin sona ermesinden önceki son 120 gün hizmet akdine tabi olmak, (18.01.2019 tarihi ve sonrasında hizmet akdi sona erenler için, aynı işverenle olup olmadığına ve eksik gün nedenlerine bakılmaksızın hizmet akdinin feshinden önceki son 120 günlük dönemde hizmet akdinin bulunması
  • halinde son 120 gün şartının sağlanması bakımından yeterlidir. Prim ödenmesi şart değildir.)
  • 3. Hizmet akdinin feshinden önceki son üç yıl içinde en az 600 gün süre ile işsizlik sigortası primi ödemiş olmak,
  • 4. Hizmet akdinin feshinden sonraki 30 gün içinde en yakın İŞKUR birimine şahsen ya da elektronik ortamda başvurmak.

Kural olarak istifa eden işçilere işsizlik maaşı ödenmemektedir. Ancak işçinin askerlik nedeniyle işten ayrılması bir çeşit istifa olarak görülse de ayrı bir durum söz konusudur. İşsizlik maaşı/ödeneği alabilmenin esaslı şartı işçinin kendi istek ve kusuru dışında işsiz kalmış olmasıdır. Askerlik nedeniyle işten ayrılmada da zorunlu ve kendi isteği dışına bir ayrılma söz konusu olduğu için işçiler bu kodla yani kod 12- askerlik kodu ile işten ayrılırlarsa ve işsizlik maaşı almak için gerekli diğer şartları (son 3 yılda 600 gün prim / son 120 gün hizmet akdi ile çalışma ve başvuru) taşırlarsa işsizlik maaşı/ödeneği almaya hak kazanırlar.

Yargıtay 9. H.D. ,03.05.2010, 2008/24783E -2010/12033K Sayılı İlamı

“Dairemizin istikrar kazanmış kararlarında da belirtildiği üzere muvazzaf askerlik hizmeti nedeni ile işten kendisi ayrılan işçinin, İş Kanununun 31/son maddesindeki koşulların varlığı halinde 3 aylık ücreti tutarında tazminata hak kazanacağı yasa gereğidir.”

Yargıtay 9 HD ,2006/31653 Karar Sayılı İlamı

‘’4857 sayılı İş Kanunu’nun 31. maddesi, işverene askerlik sonrası işçiyi işe alma konusunda bir yükümlülük getirmiş ve başlatılmaması halinde cezai yaptırım olarak tazminat ödenmesini öngörmüştür. Bu yükümlülük ve yaptırım, askerlik sonrası işe alınmayan işçinin, iş sözleşmesinin işveren tarafından feshedildiği anlamına gelmemektedir.’’

Yargıtay 9.Hukuk Dairesi’nin1991/17410 Esas, 1992/3138 Karar sayılı ilamı

‘’İşten kendi isteğiyle ayrıldıktan bir yıl bir ay sonra askere giden işçi, işten bu nedenle ayrıldığını belirterek kıdem ödencesi talebinde bulunmuştur. Aradaki süre ayrılış nedenini askere gitmek olarak kabul için makul bir süre değildir. Talebin reddi gerekir.”

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 1993/10594 Esas, 1994/3038 Karar sayılı ilamı

İşten ayrılışından üç ay sonra zorunlu askerlik hizmetine başlayan işçinin, işten askerlik nedeniyle ayrıldığının kabulü ve bu şekillerde biten sürenin kıdem tazminatı hesabında dikkate alınması gerekir.”

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

İşverenin Eşit Davranma Yükümlülüğü

İşverenin Eşit Davranma Yükümlülüğü | İzmir Avukat

İşverenin Eşit Davranma Yükümlülüğü Nedir? İş Kanunu’nda işçi ve işverene pek çok yükümlülük yüklenmiştir. Bu yükümlülüklerin amacı, iş ilişkisinin devamını sağlamak ve tarafların haklarını ve menfaatlerini gözetmektir. Bunlardan biri olan eşit davranma ikesi ise mevcut bulunan bütün hukuk alanlarında geçerli olup İş Hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında ücret, mesai saatleri , dini inanç, engellilik durumu, siyasi düşüncesi gibi hususlarda farklı davranmama borcu yüklemektedir.

İş Hukuku, ekonomik yönden zayıf, güçsüz olan işçinin daha güçlü olan işverenin keyfi sayılabilecek davranışlarına karşı korunması ihtiyacından doğan bir hukuk dalıdır. Bu koruma işverenlerin işçileri arasında ayrımcılık yapmama ve eşit davranma borcuna uygun davranarak eşitlik ilkesini hayata geçirmeleriyle de yakından ilişkilidir. Genel bir hukuk ilkesi olarak eşitlik ilkesi, İş Hukuku bakımından da işverene, işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu temel ilke İş Hukuku alanında eşit işlem, eşit davranma ilkesi olarak işverenin yönetim yetkisini sınırlayan ve biçimlendiren bir kurum olarak somutlaşmaktadır.

Eşit davranma ilkesi 4857 Sayılı İş Kanunun 5. Maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde eşit davranma borcunu ‘’İş ilişkisinde dil, ırk, renk, cinsiyet, engellilik, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayrım yapılamaz.’’ Şeklinde düzenlenmiştir.

· Madde hükmü ile işveren esaslı sebepler olmadıkça, tam süreli çalışan işçi karşısında kısmî süreli çalışan işçiye, belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz.

· İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı uygulama yapamaz.

· Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz. İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz. Bu örnekleri arttırmak mümkün olup, somut olaya göre değerlendirmek gerekmektedir.

İşverenin Eşit Davranma Yükümlülüğüne Aykırılık :

Eşit davranma ilkesinin ihlalini öne süren ve bunu kanıtlayan işçi yasal bakımdan korunmuştur. İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka, yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir. Söz konusu fıkra metni emredici nitelikte olduğundan, anılan hükme aykırı olan sözleşme kuralları geçersizdir. Görüleceği üzere burada ayrıma uğradığının düşünen işçi üzerinde ispat yükü bulunmaktadır.

Kısaca, yaptırımlar şöyle sıralanabilir:

  • Yoksun bırakıldığı hakları talep edebilir,
  • İşçi için haklı fesih nedeni ortaya çıkar,
  • İşçi bu maddede öngörülen tazminata hak kazanır (4 aya kadar ücreti tutarında tazminat)
  • İş K m.99/a uyarınca, bu Kanunun “5 inci maddesinde öngörülen ilke ve yükümlülüklere aykırı davranan işveren veya işveren vekiline bu durumdaki her işçi için” bir idarî para cezası verilir.

Eşit Davranma İlkesinin Uygulanabilmesi İçin Gerekli Olan Şartlar Nelerdir?

Eşit davranma ilkesi her iş yerinde ve her durumda uygulanması mümkün olmayan bir sorumluluktur. Eşit davranma ilkesinin söz konusu olabilmesi için belli unsurların gerçekleşmiş olması gerekir. Eşit davranma ilkesinin uygulanabilmesi için Yargıtay kararlarında ifade edildiği şekliyle;

  • İşçilerin aynı iş yerinin işçileri olması,
  • İşyerinde topluluk olması,
  • Kolektif bir uygulamanın varlığı,
  • Zamanda birlik olması,
  • İşçilerin iş sözleşmesiyle çalışıyor olması gerekmektedir.

İşverenin Eşit Davranma Yükümlülüğünün İstisnası :

Bu borcun istisnası yapılacak işin niteliğine göre değişebileceği için her olaya özgü ayrı ayrı incelenmelidir. Örneğin işverenin ağır işte çalışan işçisine daha azla ücret ödemesi eşit davranma borcuna aykırılık teşkil etmeyecektir. Bir başka örnekle de, hamile olan işçiye daha esnek sağlanan çalışma saatleri, diğer işçiler açısından da bu konuda talep hakkı doğurmayacaktır. Bu hususa örnek olan Yargıtay uygulamasına bakacak olursak:

Yargıtay Kararlarından bazılarını incelediğimizde de; belli bazı durumlarda işverenin eşit davranma borcunun varlığından söz edilmiş, ancak “ esaslı nedenler olmadıkça” ve “ biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça” bu yükümlülüğün bulunmadığı vurgulanmıştır (Yargıtay 9.HD. 25.7.2008 gün 2008/ 27310 E, 2008/ 22095 K.).

Yargıtay 9.HD. 2.12.2009 gün, 2009/33837 E, 2009/ 32939 K :
‘’İşverence, işçiler arasında farklı uygulamaya gidilmesi yönünden nesnel nedenlerin varlığı halinde eşit işlem borcuna aykırılıktan söz edilemez.’’ Şeklindedir.

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2016/24041 E. 2017/15069 K. sayılı ilamında;

Aynı durumdaki işçilere objektif ve farklı davranmayı haklı kılacak nedenler bulunmadıkça eşit davranılması zorunludur. Kısaca aynı durumdaki işçiler arasında farklılık yaratılmamalıdır. İşçilerin kişisel niteliklerinden bağımsız olarak önceden belirlenmiş bir esasa göre ücret ödemesi yapılıyor ise, bu göreve atanan işçilere önceden belirlenen esasa göre öngörülen ücretin ödenmesi gerekir. Aynı nitelikteki işçilerden bir kısmını koruyucu hükümler dışında tutmak hem Anayasa’nın eşitlik ilkesine, hem de 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 5. maddesindeki temel kurala uygun düşmez.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Engelli Ve Eski Hükümlü Çalıştırma Zorunluluğu

Engelli Ve Eski Hükümlü Çalıştırma Zorunluluğu

Engelli Ve Eski Hükümlü Çalıştırma Zorunluluğu | İzmir Avukat

İş mevzuatımızda eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu öngörülmekle birlikte, eski hükümlünün hukuken tanımı yapılmamıştır. Hükümlü, Ceza Hukukunun temel kavramlarından biridir ve şu şekilde tanımlanmaktadır: Hükümlü, işlemiş olduğu herhangi bir suçtan dolayı, suçu sabit görülen ve mahkumiyet kararı kesinleşerek ceza infaz kurumlarında söz konusu cezası infaz edilen kimsedir. Eski hükümlü ise, tahliye edilen hükümlüye verilen isimdir.

Önceki yaşamında kötü bir sabıkası bulunan bu kimselerin istihdamının, özellikle işyerinde ve işçi-işveren ilişkilerinde güvensizliğe, tedirginliğe ve tereddüde yol açtığı sosyal bir gerçektir. Ancak tüm olumsuzluklara karşın, iş bulmakta güçlük çeken bu kişilerin, ellerine geçen her fırsatı en iyi şekilde değerlendirmek ve haklarındaki önyargılardan kurtulabilmek için, sadakat ve özen borcunu diğer çalışanlara nazaran daha iyi şekilde yerine getirmeye çalışacaklardır. Öte yandan eski hükümlülerin çalışma hayatında yer almaları, ulusal ekonomiye katkıda bulunacağı gibi, böyle bir imkanın sağlanması, onları topluma yük olmaktan kurtaracaktır.

Önemle belirtmek gerekir ki, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 30. maddesi en son 5763 sayılı Kanun ile ciddi bir değişikliğe uğramıştır. Yapılan değişiklikle, işgücü piyasasında dezavantajlı gruplar arasında sayılan eski hükümlü ve terör mağdurları için özel sektördeki işverenlere yüklenen çalıştırma zorunluluğu kaldırılmıştır. Şöyle ki; daha önce özürlü, eski hükümlü ve terör mağduru çalıştırma zorunluluğu başlığını taşıyan bu madde başlığı, yapılan yeni düzenleme ile “özürlü ve eski hükümlü çalıştırma zorunluluğu” olarak değiştirilmiştir. Ancak, yeni madde hükmünde 50 veya daha fazla işçi çalıştıran özel sektöre ait iş yerlerinde eski hükümlü ve terör mağduru çalıştırılma zorunluluğu tamamen kaldırılmış, sadece özürlü işçi çalıştırma oranı % 3 olarak hükme bağlanmıştır. Buna karşılık kamu işyerlerinde % 4 oranında özürlü ve % 2 oranında da eski hükümlü işçi çalıştırma zorunluluğu benimsenmiştir. Sonuç itibariyle, eski hükümlü işçi çalıştırma zorunluluğu tamamen kamu kurum ve kuruluşlarının yükümlülüğüne bırakılmıştır.

Yapılan değişiklik sonrası İş Kanunu’nun 30. maddesine göre,

Kamu işverenleri, 50 veya daha fazla işçi çalıştırdıkları, kamu kurum ve kuruluşlarında (kamu işyerlerinde) % 2 oranında eski hükümlü işçiyi, mesleklerine uygun işlerde çalıştırmakla yükümlüdürler. Aynı il sınırları içinde birden fazla işyeri bulunan işverenin bu kapsamda çalıştırmakla yükümlü olduğu işçi sayısı, toplam işçi sayısına göre hesaplanır.

Özel düzenlemeler:

  • İşyerinin işçisi iken sakatlanan, eski hükümlü ya da terör mağduru olanlara öncelik tanınır.
  • İşverenler çalıştırmakla yükümlü oldukları işçileri Türkiye İş Kurumu aracılığı ile sağlarlar.
  • Bu kapsamda çalıştırılacak işçilerin nitelikleri, hangi işlerde çalıştırılabilecekleri, bunların işyerlerinde genel hükümler dışında bağlı olacakları özel çalışma ile mesleğe yöneltilmeleri, mesleki yönden işverence nasıl işe alınacakları, Adalet Bakanlığı ile
  • Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca birlikte çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.
  • Yer altı ve su altı işlerinde özürlü işçi çalıştırılamaz ve yukarıdaki hükümler uyarınca işyerlerindeki işçi sayısının tespitinde yer altı ve su altı işlerinde çalışanlar hesaba katılmaz.

Engellilerin Çalışması : Tanımlamadan anlaşılacağı üzere, bir engellinin gerek kamuda gerekse özel sektörde işçi olarak zorunlu istihdam kontenjanından yararlanabilmesi için maddede sayılan engel durumlarından dolayı en az yüzde kırk oranında tüm vücut fonksiyon kaybının olması ve bunun sağlık kurulu raporu ile belgelendirilmiş olması gerekmektedir.

“Engelli Kamu Personel Seçme Sınavı ve Engellilerin Devlet Memurluğuna Alınmaları Hakkında Yönetmelik” 4/ç Maddesinde Kamu Personeli Olarak Çalıştırılacak Engelli Tanımı : Doğuştan veya sonradan; bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal ve sosyal yetenekleri bakımından engel oranının yüzde kırk veya üzerinde ve çalışabilir durumda olduğunu mevzuat hükümlerine göre alınacak sağlık kurulu raporu ile belgeleyenleri” şeklinde yapılmaktadır.

Kamu kurum ve kuruluşlarında çalıştırılacak işçilerin, 18 yaşını doldurmuş Türk vatandaşı olması, affa uğramış olsa bile bazı suçlardan dolayı mahkumiyeti bulunmaması, kamu kurum ve kuruluşunun özel kanunlarındaki şartları taşıyor olması da gerekmektedir (Kamu Kurum ve Kuruluşları Yönetmelik m. 4)

Özel işyerlerinde istihdam edilecek engellilerin Türkiye İş Kurumu’na kayıt yaptırmaları ve engellilikle ilgili belgelerini sunması gerekmektedir. Kamu işyerleri için ise ayrıca Engelli Kamu Personeli Seviye Sınavı uygulanmaktadır. “Engelli Kamu Personel Seçme Sınavı ve Engellilerin Devlet Memurluğuna Alınmaları Hakkında Yönetmelik” gereği, devlet memuru olarak istihdam edilecek engelliler EKPSS veya kura ile memurluğa yerleştirileceklerdir. Devlet memurluğuna yerleştirmede ortaöğretim, ön lisans ve lisans mezunu engellilerde EKPSS’den alınan puan; ilk, orta, ilköğretim ve özel eğitim iş uygulama merkezi veya okulu mezunu engellilerde ise kura usulü uygulanacaktır (Yönetmelik m. 13.)

Bahsi geçen maddeler birlikte değerlendirildiğinde, gerek İş Kanunu’na göre, gerekse Deniz İş Kanununa göre özel sektör işverenleri elli ve üzerinde işçi çalıştırdıkları işyerlerinde yüzde üç oranında engelli işçi çalıştırmak zorundadırlar. Kamuya ait işverenler ise elli ve üzerinde işçi çalıştırdıkları işyerlerinde yüzde dört oranında engelli işçi çalıştırmak durumundadırlar. Ayrıca kamu kurum ve kuruluşları da yüzde üç oranında engelliyi devlet memuru statüsünde çalıştırmak zorundadır.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile iletişime geçebilirsiniz.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079