Category Archives: Hukuk Sözlüğü

Müteselsil Ne Demek?

Müteselsil Ne Demek?

müteselsil

sıfat, eskimiş, Arapça

Zincirleme.

Müteselsil Sorumluluk Ne Demek?

Zincirleme anlamına gelmekte olan müteselsil kelimesi, hukuki metinlerde ağırlıklı olarak birden fazla kişinin aynı borçtan sorumlu olduğunu anlatan “müteselsil sorumluluk” ifadesi ile karşımıza çıkmaktadır. Müteselsil sorumluluk, kimi yargıtay kararlarında dayanışmalı sorumluluk olarak da ifade edilmektedir. Müteselsil sorumluluk kanunda yer alan bir düzenleme sebebi ile veya taraflar arasındaki bir anlaşmadan kaynaklı olabilir. Aşağıda kanundan kaynaklı taraflarında “dayanışmalı sorumlu” olduğu bir kısım düzenlemelere yer verdik.

Türk Borçlar Kanunu

Madde 61– Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsilen sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.
Madde 69– Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. İntifa ve oturma hakkı sahipleri de, binanın bakımındaki eksikliklerden doğan zararlardan, malikle birlikte müteselsilen sorumludurlar. Sorumluların, bu sebeplerle kendilerine karşı sorumlu olan diğer kişilere rücu hakkı saklıdır.
Madde 71– Önemli ölçüde tehlike arzeden bir işletmenin faaliyetinden zarar doğduğu takdirde, bu zarardan işletme sahibi ve varsa işleten müteselsilen sorumludur.
Madde 162– Birden çok borçludan her biri, alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse, müteselsil borçluluk doğar. Böyle bir bildirim yoksa, müteselsil borçluluk ancak kanunda öngörülen hâllerde doğar.
Madde 163– Alacaklı, borcun tamamının veya bir kısmının ifasını, dilerse borçluların hepsinden, dilerse yalnız birinden isteyebilir. Borçluların sorumluluğu, borcun tamamı ödeninceye kadar devam eder.

Karayolları Trafik Kanunu

Madde 85 – Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.
Madde 88 – Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur.

Yargıtay Kararları

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2018/3914 E. 2019/9897 K.

Önemle vurgulanmalıdır ki 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda eksik ve tam teselsül ayırımına son verilmiş, 61. maddede, birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanacağı, 62. maddede, tazminatın aynı zarardan sorumlu müteselsil borçlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğunun göz önünde tutulacağı, tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişinin, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip ve zarar görenin haklarına halef olacağı bildirilmiştir.


Hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Gayrikabili Rücu Nedir?

Gayrikabili Rücu Nedir?

Gayrikabili Rücu Nedir? | İzmir Avukat

gayri

(ga’yri), Arapça

Olmayan

kabil

sıfat, (ka:bil), Arapça

Olabilir, Mümkün

rücu

(rücu:), Arapça

isim, eskimiş Geri dönme, sözünü geri alma, cayma, tersinme.

Gayr kelimesi Arapça kökenli bir kelime olup; başına eklendiği kelimenin olumsuz anlama gelmesini sağlamaktadır. Kabil ise “olabilir”, “mümkün” gibi anlamlara gelmektedir. Bu çerçevede gayrikabili, mümkün olmayan anlamına gelecek olup; rücu kelimesinin ise geri dönme anlamına geldiği göz önünde bulundurulduğunda “gayrikabili rücu” kelimeleri bir arada “geri dönüşü mümkün olmayan” anlamına gelmektedir.

TBB Disiplin Kurulu Kararı E. 2014/747 K. 2015/13

Dosyanın incelenmesinde; şikâyetli avukatlar tarafından dosyaya sunulan fotokopi ibranamede “… 1. İcra Müd. 2012/ 428 ve 2012/ 429 E. sayılı dosyalardan kaynaklanan alacağın tamamını tüm ferileri ile birlikte Av. E.D.’dan aldım. Ayrıca Tarım İl Müdürlüğü ile ilgili dosyada Vergi Dairesi tarafından yatırılan paramı da teslim aldım. İş bu dosyalar ile ilgili Av. E.– M. D.’ın gayrikabil rücu ibra ederim.”  sözlerinin yazılı olduğu H.İ.K.ismi altında imza bulunduğu görülmüştür. 

Davalı vekilin dayandığı ibraname bu açıklamalar doğrultusunda incelendiğinde, güven verici gerekli açıklıkta, anlaşılabilir değildir. Bir defa vekilin ne miktar para tahsil ettiği, ne kadar masraf, vekâlet ücreti kesip davacıya ne miktar ödediği belli olmadığı gibi, davacının bunları bildiği hususu da kanıtlanmamıştır. Öyle olunca böyle bir ibranameye itibar edilemez. Davalı avukat tahsil ettiği paranın ne kadar olduğunu, bu paradan ne şekilde ve miktarda davacıya ödediğini ispat etmek zorundadır. Davalı ibraz ettiği delillerle tahsil ettiği kamulaştırma bedelinin ve davacıdan aldığı masraf avanslarının hesabını vermemiş paranın tamamını ödediğini kanıtlayamamıştır.

Hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Sanık Ne Demek?

Sanık Ne Demek

Sanık Ne Demek? | İzmir Ceza Avukatı

Sanık Ne Demek?

sanık

isim, hukuk

Suçlu olduğu sanılarak mahkemeye sevk edilmiş kimse, maznun:

Sanık ceza yargılaması süreçlerinde, savcılık tarafından hazırlanan iddianamenin mahkeme tarafından kabul edilmesinden sonra hakkında suç işlediği şüphesi duyulan kişiye verilen isimdir. İddianamenin kabulü öncesinde bu kişiye şüpheli ismi verilmekte iken, iddianamenin kabulü ile birlikte sanık adını alır.

Sanığın Hakları Nelerdir?

YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ E. 2016/7026 K. 2017/3341

“Savunma hakkı ile ilgili yasal düzenleme, tarafı olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve yerleşik yargısal uygulamalara bakıldığında;

CMK’nın 176. maddesinde, iddianamenin sanığa tebliği ve duruşmaya çağrılmasına yer verilmiş olup, “çağrının tebliği ile duruşma günü arasında en az bir hafta süre bulunması gerekir.” Şeklinde, sanıklara savunma için en az bir haftalık süre öngörülmüştür. Bu süreye riayet edilmemesi halinde CMK 190/2 maddesi uyarınca sanığa ve müdafiine “duruşmaya ara verilmesini” isteme hakkının olduğu bildirilecektir. Sanığın mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi veya geçerli bir nedene dayalı olmaksızın sorgusunun yapılamaması halinde, delillerin ortaya konulmasına engel teşkil etmeyecektir.( CMK 206/1 m)

Deliller ortaya konulduktan sonra tartışmada söz, sırası ile katılana, vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa, müdafiine veya kanuni temsilcisine verilir. Hükümden önce son söz sanığa aittir.” ( CMK 216. m) Bu düzenleme ile delillerin ne şekilde tartışılacağı ve söz alma sırası gösterilmiştir.

Anayasanın 36/1 maddesinde, “herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilerek, savunma hakkı vurgulanmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” kenar başlıklı 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında: “Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini isteme hakkına sahiptir.

Sözleşmesinin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise:

“Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:

  1. Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
  2. Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;
  3. Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek…” şeklinde adil yargılama ilkelerine yer verilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarına göre adil yargılama ilkelerine dair kriterler aşağıdaki başlıklar halinde toplanabilir.

  1. Yargılamanın makul süre içinde sonuçlandırılabilmesi ve kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde yargılanma hakkının tanınması,
  2. Yargılamanın istisnalar hariç aleni olarak yapılması,
  3. Hakkaniyete uygun yargılama yapılması,
  4. Suçsuzluk karinesine riayet edilmesi,
  5. İsnadı öğrenme hakkının sağlanması,
  6. Savunmayı hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı, bu hakkın kullanımının sağlanmasında dosyanın hacmine ve delillerin çeşitliliğine bağlı olarak makul bir sürenin verilmesini gerektirmektedir. Savunmayı hazırlamak için gerekli kolaylıklara sahip olma dava dosyasının içeriğinde yer alan delillere erişebilme imkanını içermektedir. Bu hak sadece müdafiiye değil sanığa da tanınmalıdır.
  7. Kendi kendine savunma veya bir müdafiinin hukuki yardımından yararlanma hakkı,
  8. Duruşma sırasında tanıklara soru sorabilme ve delilleri Cumhuriyet savcısı ile eşit koşullarda tartışabilme imkanının sağlanmasıdır. Bu hakkın kullanılmasında sınırlandırılmalar sözkonusu olabilmektedir. Sanığın duruşma salonunda bulunmasının sakıncalı olması (CMK. 200. md.), önceden dinlenen tanığın duruşma sırasında tekrar dinlenememesi (CMK. 211. md.), gizli belge incelenmesi (CMK. 125. md.), açık olarak dinlenilmeleri kendileri ve Devlet açısından tehlike oluşturan tanıkların gizli olarak dinlenmeleri (CMK. 47, 58. md.) sayılabilir.

Adil yargılama ilkelerinden tartışma konusu olan savunma hakkının üzerinde durmak gerekecektir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi “hakkaniyete uygun yargılama” kavramından hareket ederek adil yargılamanın zımni gereklerini saptamıştır. Bu gereklerden en önemlisi Anayasanın 36. maddesinde de açıkça ifade edilmiş olan “savunma hakkı“dır. Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir. Bu sebeple Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine göre, Ludi/İsviçre ve Artico/İtalya davalarında verilen kararlarda da belirtilmiş olduğu üzere, hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesi için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik olacak şekilde yorumlanması gerekmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yer alan “hakkaniyete uygun yargılama” kavramı, aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında yer alan “suç isnat edilmiş kişi“nin asgari haklarıyla doğrudan bağlantılıdır. Hakkında bir suç isnadı olan kişiye tanınmış anılan fıkradaki haklar, numaralı fıkrada yer alan hakkaniyete uygun yargılama ilkesinin somut görünümleridir. Fakat hakkaniyete uygun yargılama çerçevesindeki haklar ve ilkeler, (3) numaralı fıkradaki kapsamlı olmayan listedeki minimum haklarla sınırlı değildir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Asadbeyli ve Diğerleri/Azerbaycan kararında belirtilmiş olduğu üzere, (3) numaralı fıkrada yer alan asgari şüpheli/sanık hakları, (1) numaralı fıkrada koruma altına alınmış olan daha genel nitelikteki “hakkaniyete uygun yargılanma” hakkının özel görünüm şekilleridir. Bu sebeple Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasında yer alan özel güvencelerin, (1) numaralı fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun yargılanma hakkı” ışığında değerlendirilmesi gerekir. Diğer taraftan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Pélissier ve Sassi/Fransa kararında da belirtildiği üzere, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a-e) bentlerinde düzenlenen güvenceler arasında da bağ bulunmakta olup bunlardan her biri yorumlanırken diğerleri de dikkate alınmalıdır. Bu sebeple yalnızca (3) numaralı fıkrada sayılan haklara uygun olarak yapılan bir ceza yargılamasının, (1) numaralı fıkrada yer alan “hakkaniyete uygun yargılanma hakkı” ışığında değerlendirilmeden, hakkaniyete uygun ve dolayısıyla adil olduğu söylenemez.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendinde hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden ayrıntılı olarak haberdar edilmek” hakkı, kişinin savunmasını hazırlayabilmesi için getirilmiş bir güvencedir. 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasında güvence altına alınmış olan hakkaniyete uygun yargılanma hakkı ışığında, (3) numaralı fıkranın (a) bendi, cezai konularda hakkaniyete uygun bir yargılama yapılmasının temel ön koşulu olarak şüpheli veya sanığa detaylı bilgi verilmesini öngörmektedir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (a) bendi, bilgilendirmenin şekline dair herhangi bir yükümlülük içermemekle birlikte bu güvence, şüpheliye veya sanığa hakkındaki “suçlamayı bildirme” konusunda özel bir çaba gösterilmesi gerekliliğine işaret etmektedir. Bu sebeple (a) bendi uyarınca sanığa verilecek bilgi, kendisinin hangi fiil sebebiyle suçlandığını ve bu fiilin hukuki nitelemesinin ne olduğunu içermeli ve detaylı olmalıdır. Ceza kovuşturmasında esaslı bir yeri olan iddianamenin tebliğ edilmesiyle, sanığın, yazılı bir biçimde, suçlamaların maddi ve hukuki temelinden resmi olarak haberdar olduğu kabul edilmektedir.

Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinin (a) bendi ile hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak” hakkına yer verilen (b) bentlerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu; suçlamanın nedeni ve niteliği hakkında bilgilendirilme hakkının, şüphelinin veya sanığın savunmasını hazırlama hakkı ışığında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Savunmanın hazırlanması için gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasanın 36. maddesinde belirtilen “meşru vasıta ve yollardan yararlanmak” kavramının kapsamındadır. Bu hak gereğince sanığa ve müdafiine savunma için gerekli hazırlıkları yapabilecekleri zamanın verilmesi gerekmektedir.”

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Other works that may be of interest to you;

Izmir Criminal Lawyer

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

İdari İzin Nedir?

İdari İzin Nedir

İdari İzin Nedir? | İdari İzinden Kimler Faydalanabilir? | İş Hukuku Avukatı | İzmir Hukuk Bürosu

İdari İzin Nedir?

Uygulamada sıklıkla karşılaşılan idari izin, devlet memurlarına yönelik düzenlenmiş bir izin türüdür. Söz konusu izin 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu‘na tabii devlet memurlarına tanınmıştır. İdari izin, yıllık izinden farklı olarak devlet memuru tarafından değil; Bakanlar Kurulu kararı neticesinde kullandırılmaktadır. İdari izin, özel sektör çalışanlarını kapsamamaktadır. Bu kapsamda resmi tatillerden farklılık teşkil etmektedir.

Mahkeme Kararları

YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ E. 2013/4569 K. 2013/12140

Davalı işveren davacının iş sözleşmesinin devamsızlık sebebiyle haklı sebeple feshettiğini savunmuştur. Gerçekten davacı iddiası ile de sabit olduğu üzere davacı 30 Eylül 2008 Salı, 1 Ekim 2008 Çarşamba ve 2 Ekim 2008 Perşembe tarihlerinde olan R. Bayramı sonrası 3 Ekim 2008 Cuma günü normal çalışma olmasına rağmen memurlara idari izin verildiği, kendisinin de idari izinli olduğunu zannettiği için işe gelmediğini kabul etmektedir. Yine davacının da kabulünde olduğu gibi davalı işveren davacıyı ertesi gün olan cumartesi günü işe gelmesi konusunda uyarmış ancak davacı şehir dışında olduğu için işe gelemeyeceğini beyan etmiştir. Devletin almış olduğu idari izin memur çalışanlara yönelik olup özel işyerlerinde çalışan işçileri kapsamaz. Davacı, işverenin cuma günü için idari izin verdiğini de kanıtlamış değildir. Bütün bu olgularla davacının izinsiz ve mazeretsiz iki gün üst üste devamsızlık yaptığı sabittir. Böyle olunca devamsızlığa dayanan işveren feshi haklı olup davacının kıdem ve ihbar tazminatı isteğinin reddine karar vermek gerekirken kabulü bozmayı gerektirmiştir.

YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ E. 2017/2560 K. 2017/4157

İdari izinli günler resmi tatil olmadığından sürelerin durması ya da ilk iş gününe kadar uzaması sözkonusu değildir.

YARGITAY CEZA GENEL KURULU E. 2013/5-17 K. 2013/372

Öte yandan Ceza Genel Kurulunun 22.6.2010 gün ve 119-155 Sayılı kararında da belirtildiği üzere. Başbakanlık genelgesi uyarınca 12 Aralık 2008 Cuma günü hizmetlerin aksamaması açısından gerekli tedbirin alınması ve asgari seviyede personelin bulundurulması kaydıyla idari izin günü olarak belirlenmiş ise de, bu günün resmi tatil olmaması sebebiyle süreler ve bu bağlamda temyiz süresi işlemeye devam etmektedir.

Konuya ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Tekerrür Ne Demek?

Tekerrür Ne Demek? | Av. Dilek Yavuz Uysal

Tekerrür Ne Demek?

Tekerrür, kelime anlamı olarak “tekrarlama” anlamına gelmektedir. 

Daha önceden işlemiş olduğu bir suçtan dolayı kesin bir hükümle mahkûm olmuş bir kimsenin, bu mahkûmiyetin kesinleş­mesinden sonra kanunda öngörülen süre geçmeden yeni bir suçu işle­mesi halidir. Burada ikinci suçu işleyen şahsa mükerrir denir.

Kişilerin ilk kez suç işledikten sonra, iki veya daha fazla suç işle­melerinin birçok sebepleri bulunmaktadır. Bu sebepler özel ve genel olarak ikiye ayrılabilir. Suçluluğun sebeplerinden olan sefalet, serseri­lik vb. gibi durumlar aynı zamanda tekerrürün genel sebeplerini oluş­tururlar. Bunların yanında, cezaevlerinin durumu, suçluların tam ola­rak ıslah edilememeleri, cezaevinden çıkan kişilerin sosyal hayata ka­rışmakta zorluk çekmeleri, cezaevinden sonra mahkûmlara psikoloji, sosyal ve ekonomik yardımların yapılamaması gibi nedenler ise, te­kerrürün özel sebepleri arasında sayılabilir.

Tekerrürün Koşulları

  • Tekerrürün ilk koşulu suçun işlenmesinden önce kesinleşmiş bir ceza mahkumiyeti olmasıdır. 

Dolayısıyla, suç işlenmeden önce kesinleşmiş bir hapis cezası veya adli para cezasının bulunması gerekir. İşlenen suçun cezasının infaz edilmiş olmasının önemi bulunmamaktadır.

  • Tekerrürün ikinci koşulu mahkumiyetin kesinleşmesinden sonra, tekerrür süreleri içerisinde bir suç işlenmesidir. 

Tekerrür süresi beş yıldan fazla süreyle hapis cezasına mahkûmiyet halinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren beş yıl, beş yıl veya daha az süreli hapis ya da adlî para cezasına mahkûmiyet halinde, bu cezanın infaz edildiği tarihten itibaren üç yıldır. İşlenen suçun bahsettiğimiz süreler içerisinde işlenmesi gerekir.

  • Üçüncü koşul ise tekerrür yasağının bulunmamasıdır. 

Bu bakımdan taksirle işlenen suçlar ile kasten işlenen suçlar arasında, sırf askeri suçlarla diğer suçlar arasında ve istisnalar dışında yabancı ülkede verilen hükümlerde tekerrür hükümleri uygulanmaz (TCK 58/3). Ayrıca suçu işlediği sırada on sekiz yaşını doldurmamış olanlar bakımından tekerrür hükümleri uygulanmaz (TCK 58/5).

Tekerrünün Sonuçları

Tekerrürün ilk sonucu tekerrür halinde, sonraki suça ilişkin kanun maddesinde seçimlik olarak hapis cezasıyla adli para cezası öngörülmüşse, hapis cezasına hükmolunmasıdır. İkinci sonucu ise tekerrür halinde sanığa tekerrürlere özgü infaz rejimi uygulanır. Bu durumda ise tekerrür halinde, işlenen suçtan dolayı mahkûm olan kimsenin koşullu salıverilme süresi, ilk defa suç işleyenlere göre daha uzundur. Üçüncü sonucu ise tekerrür halinde cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbiri uygulanması zorunludur. Bu denetimli serbestlik süresi, cezanın infazından sonra başlamak üzere 1 yıldan az olamaz. Duruma göre bu sürenin 5 yıla kadar uzatılması da söz konusu olabilir. Eğer belirtilen hükümlere uyulmazsa, bu kez de 3 aya kadar zorlama hapsi tatbik edilebilir. Hâkim kararında sanığın mükerrir olduğunu ve sanık hakkında denetimli serbestlik uygulanacağını belirtmek zorundadır.   

İlk suçu kesinleşmiş olan biri için suçta tekerrür hükümlerinin uygulanması için mükerrirlere özgü infaz rejimi bulunur. Bunun en büyük özelliği şartla salıverilme koşullarında kendisini gösterir. Bu kapsamda hükümlünün toplam cezasının 2/3’ünü değil, 3/4’ünü ceza infaz kurumunda geçirmesi gerekir. Ancak ikinci kez tekerrür hükümleri uygulanmış ise koşullu salıverme düzenlemesinden yararlanmak mümkün olmaz.

Özetlemek gerekirse, tekerrürün sonuçlarından ilki hapis cezasıyla adli para cezasının seçimlik olması durumunda hapis cezasının seçilmesi zorunluluğudur. İkinci sonucu ise mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanmasıdır. Üçüncü sonucu ise, hükümlü hakkında denetimli serbestlik tedbiri uygulanması olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Tekerrüre Esas Olmayan Mahkûmiyetler

765 sayılı TCK’nın 87. maddesinde tekerrüre esas olmayan mah­kûmiyetler sayılmıştır. Bu maddeye karşılık olarak 5237 sayılı TCK’nın 58/4. maddesi düzenlemesi yapılmıştır. Bu maddede sayılanlar sınırlı sayıdadır, genişletilmesi olanağı bulunmamaktadır. 

– Kabahatler: Kabahatler Kanunu’nda tekerrür hü­kümlerine yer verilmemiştir. O halde kabahatler, hem kendi araların­da tekerrüre esas teşkil etmezler, hem de TCK’da düzenlenen suç ile tekerrüre esas olmazlar. Daha açık bir deyişle, sanığın işlediği eylem kabahat ise veya daha sonradan kabahate dönüştürülmüş ise, tekerrü­re esas olmayacaktır. Örneğin saldırgan sarhoşluk önceden 765 sayılı TCK’da düzenlenmiş bir suç idi. Şimdi kabahat olarak düzenlenmiştir, bu nedenle yeni düzenlemede kabahat olduğundan tekerrür hüküm­lerinin uygulanması söz konusu olmayacaktır. 765 sayılı TCK döne­minde kabahat olarak düzenlenen bir eylemin, YTCK döneminde suç olarak düzenlenmesi durumunda, anılan mahkûmiyetin de tekerrüre esas alınamayacağını söylemek mümkündür.

– Yabancı ülke mahkemelerinden verilen hükümler tekerrüre esas alınamaz: Bu sistemin esası yabancı mahkeme kararına tekerrür bakımından etki tanınmasının mülkilik ilkesine aykırı olup, bu etki­yi tanıyan ülkenin egemenlik haklarını zedeleyeceği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Ancak uluslararası yükümlülükler nedeniyle bi­lişim çağıyla birlikte bu ilkenin katı olarak uygulanması hususu kaldırılmış; bu akım doğrultusunda 5237 sayılı Kanun’la bu kuralın istisna­ları da genişletilmiştir. 

Yabancı ülke mahkemesinin verdiği ka­rarın, tekerrüre esas olmayacağı kuralının istisnalarını sayarsak;

  • Kasten öldürme suçları,
  • Kasten yaralama suçları,
  • Yağma suçları,
  • Dolandırıcılık suçları,
  • Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçları,
  • Parada veya kıymetli damgada sahtecilik suçları

Buna göre, yabancı bir ülkede işlenen yukarıda sayılan suçlar, Türkiye’de tekerrüre esas alınabilecektir. Bu suçlara teşebbüs edilme­si halinde veya bu suçların nitelikli hallerinin işlenmesi durumunda da, Türk mahkemelerince tekerrüre esas alınacaklardır.

Bazı durumlarda ise Türk Ceza Kanunu verilen mahkumiyet kararlarını tekerrüre esas almaz. Şöyle ki;

  • Kabahatler
  • Yabancı mahkemelerde verilen hükümler: Kasten öldürme, kasten yaralama, yağma, dolandırıcılık, uyuşturucu ve uyarıcı madde imal ve ticareti suçları, parada ve kıymetli evrakta sahtecilik hariç işlenen suçlar tekerrüre esas alınmayacaktır.
  • Kasıtlı suçlar kasıtlı suçlara, taksirli suçlar taksirli suçlara tekerrür yönünden esas olabilir: Deyim yerindeyse önceki suç kasıtlı bir suçsa sonraki suçta kasıtlı bir suç olmalı, önceki suç taksirli bir suçsa sonraki suç da taksirli bir suç olmalıdır.
  • Türk Ceza Kanunu’ nun tekerrürü esas alan kanun hükmü uyarınca fiili işlediği sırada 18 yaşını doldurmamış olan kimselerin işlediği suçlar dolayısıyla tekerrür hükümleri uygulanmaz.
  • Sırf askeri suçlarla askeri olmayan suçlar arasında tekerrür hükümleri uygulanmaz.

Yukarıda değinilen tekerrür çeşidi genel anlamıyla tekerrürdür. Ancak bir suçu ikinci kezden daha fazla işleme durumu olduğunda farklı bir tekerrür durumundan bahsedilmektedir. Şöyle ki; sanık hakkında ikinci suçu işledikten sonra tekerrür hükümleri uygulandıktan sonra ve bu tekerrür hükümleri uygulandıktan sonra kişi yeniden bir suç işlerse bu duruma “ikinci tekerrür” adı verilmektedir. Bu suç ikinci suçun infazından itibaren tekerrür süresi içinde işlenmelidir. Bu durumda artık hükümlü hakkında koşullu salıverme hükümleri uygulanamayacaktır.

Konuya ilişkin uzman ekibimizden danışmanlık almak için tarafımız ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Nihai Karar Ne Demek?

Nihai Karar Ne Demek? | Hukuk Sözlüğü | İzmir Hukuk Bürosu | İzmir Avukat

1. isim Herhangi bir konuda alınan son karar.

2. isim, hukuk Yargılama sonunda verilen karar.

Nihai karar, hukuk yargılama süreçlerinde sıklıkla karşılaşabilecek olduğunuz ifadelerden olup; mahkeme tarafından iddia ve savunmaların dinlenmiş olduğu, gerekli incelemelerin tamamlandığı ve akabinde karar verilmiş olduğunu ifade edilmektedir. Hüküm olarak da ifade edilmesi mümkündür. Bu kapsamda yerel mahkeme kararları örnek gösterilebilir.

Yasal Mevzuat

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu

MADDE 294- (1) Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür.

Mahkeme Kararları

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi E. 2014/22690 K. 2016/1147

“Hüküm, iş mahkemesinden verilmiştir. 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7. maddesine göre, iş mahkemelerinde şifahi yargılama usulü uygulanır. 8. maddesine göre, iş mahkemelerinden verilmiş bulunan nihai kararların 8 gün içinde temyizinin yapılması gerekir ise de…”

Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2016/15673 E.,  2017/7515 K.

Hüküm, HMK’nun 294. maddesinin 1. fıkrasında da tanımlandığı gibi yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karardır. Diğer bir deyişle davayı esastan çözen, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sona erdiren bir karardır. Hükmün anlamı, verilmesi ve tefhimi, kapsamı, yazılması, imza edilmesi, korunması ve ilamın alınması 6100 sayılı HMK’nun 294 – 302. maddelerinde düzenlenmiştir. Yargılamaya son veren ve hakimin davadan elini çekmesi sonucunu doğuran kararları nihai karar olup, hakim davadan elini çeker ve verdiği karardan dönemez, onu değiştiremez. Nihai kararlar kanun yoluna götürülebilir, kanun yoluna götürülüp üst mahkemece bozulmadıkça hakimin, nihai kararla sonuçlandırmış olduğu davaya tekrar bakması mümkün değildir.

Nihai Karar ve Kesin Karar

Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta da kesin karar kavramı ile karıştırılmaması gerektiğidir. Nihai karar akabinde, kanunen bir engel bulunmaması durumunda taraflar olağan kanun yollarına başvuruda bulunulabilir (örneğin istinaf kanun yolu veya temyiz başvurusu). Fakat kesin karar akabinde olağan kanun yollarına başvuruda bulunulması mümkün değildir.

Hukuki danışmanlık için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Layihalar Teatisi Nedir?

Layihalar Teatisi Nedir? | Hukuki Bilgi | Hukuk Sözlüğü | Hukuk Bürosu | İzmir Avukat

Layihalar Teatisi Ne Demek?

layiha

(la:yiha, l ince okunur), Arapça lāyiḥa

1. isim, eskimiş Herhangi bir konuda bir görüş ve düşünceyi bildiren yazı:
      “Yazılacak raporlarım, layihalarım var gibi bahanelerle İstanbul’a bile inmezmiş.” – Abdülhak Şinasi Hisar

2. isim, eskimiş, hukuk Tasarı.


teati

isim, eskimiş, (tea:ti:), Arapça teʿāṭī

Karşılıklı alıp verme.

Karşılıklı dilekçe alıp verme aşaması olarak da ifade edebileceğimiz, uygulamada dilekçe teatisi olarak da ifade edilen layihalar teatisi, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu kapsamında davacı ve davalı taraflar arasındaki dilekçe süreçlerini ifade etmektedir. Bu süreç dava dilekçesi ile başlamakta, cevap dilekçesi arsından replik ve düplik dilekçelerinin de sunulması ile tamamlanmaktadır. Layihalar teatisinin tamamlanması ile ön inceleme süreci başlamaktadır.

İddia ve Savunmanın Genişletilmesi

Hukuk Muhakemeleri Kanunu Madde 141 kapsamında iddia ve savunmaların layihalar teatisi kapsamında genişletilebileceği ifade edilmiştir. Dilekçelerin sunulması sürecinin tamamlanması ile birlikte iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı söz konusu olacaktır. Bu kurala istisna olarak layihalar teatisinin tamamlanması akabinde ıslah yolu ile veya karşı tarafından açık muvafakati ile de iddia ve savunmanın genişletilmesi mümkündür.

Madde 141- (1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır

Hukuk Muhakemeleri Kanunu

Davanın Temel Aşamaları

  • Davanın Açılması
  • Dilekçelerin Teatisi
  • Ön İnceleme
  • Tahkikat
  • Sözlü Yargılama
  • Hüküm
  • Kanun Yollarına Başvuru
  • Kesin Hüküm

Mahkeme Kararları

Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararı E: 2014/13-856, K: 2016/523

“Yargılamanın etkin ve makul bir süre içinde bitirilmesi için delil gösterilmesi dilekçelerin teatisi (dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap) aşamasına hasredilmiştir. buna göre, dilekçelerin teatisi aşamasında herhangi bir delil bildirmeyen davacı veya davalıya ön inceleme duruşmasında delillerini bildirmesi için yeni bir süre verilmesine imkân bulunmamaktadır.”

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2016/16711 E.,  2019/1338 K.

Bir davada haklı çıkabilmek için soyut veya genel hatlarıyla bir iddiayı ortaya koymak yeterli değildir. Aynı zamanda bu iddiaların, ispata elverişli hale getirilerek zaman, mekân ve içerik olarak somutlaştırılması gerekir. En azından iddianın araştırılabilmesine yönelik somut bilgi ve açıklamaların sunulması gerekir. İddia somutlaştırıldıktan sonra hâkim ve karşı taraf, bunun üzerinden savunma ve yargılama yapabilecektir. Soyut iddialar ve vakıalar üzerinden değerlendirme yapılması mümkün değildir. Somutlaştırma yükü, genel anlamda tarafların açıklama ödevinin bir parçası ve layihalar teatisi aşamasındaki tezahür şeklidir. Somutlaştırma yükü, basit yargılama ve kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda da geçerlidir.

Hukuki uyuşmazlıklarınıza ilişkin uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Teksif İlkesi Nedir?

Teksif İlkesi Nedir?

Teksif İlkesi Nedir? | Hukuki Bilgi | Hukuk Bürosu | İzmir Avukat

teksif

isim, eskimiş, (teksi:fi), Arapça teks̱īf

Yoğunlaştırma, sıklaştırma, koyulaştırma.

Taraflar, yargılama kapsamında dayanmakta oldukları vakıaları, iddia ve savunma nedenlerini yasal mevzuat kapsamında belirtili sınırlar içerisinde belirli bir süre içerisinde ileri sürmelidir. Söz konusu zaman dilimi dışında ileri sürülen vakıa ve deliller kural olarak mahkeme tarafından yargılamada delil olarak kabul edilmez. Cevaba cevap dilekçesinden sonra davacı, davalının rızası olmaksızın davasını genişletemez ve değiştiremez. Davalı ise ikinci cevap dilekçesini mahkemeye sunduktan sonra, davacının rızası olmaksızın iddia ve savunmasını genişletemez ve değiştiremez. Bu hususun bir istisnası ıslah makamıdır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu

Madde 25- (1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. (2) Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.

Madde 141- (1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.

YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ E. 2017/109 K. 2017/64

6100 sayılı HKM’nın 25. maddesine göre Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamayacağından (teksif ilkesi- maddi vakıa ile bağlılık) davacının iddaa etmediği “hergün 1,5 saat daha fazla çalışma” olduğunun kabulü anılan ilkeye aykırıdır.” gerekçesi ile bozulmuştur.

Hukuki uyuşmazlıklarınız için bizim ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Fiil Ehliyeti Nedir?

Fiil Ehliyeti Nedir

Fiil Ehliyeti Nedir | Fiil Ehliyeti Ne Demektir? | İzmir Hukuk Bürosu | İzmir Avukat | Hukuki Bilgi

Fiil Ehliyeti Nedir?

Fiil Ehliyeti Nedir? Fiil ehliyeti, kişinin bizzat fiil ve işlemleriyle lehine haklar, aleyhine ise borçlar oluşturabilme yeteneğidir. Aktif bir ehliyettir. Hakların kullanılmasını ifade eder. Yani bir kişi tam ve sağ doğarak kanunun öngördüğü hukuki haklarını elde eder; hak ehliyetine sahip olur. Fiil ehliyeti ise bu hakları bizzat kullanabilmek  anlamına gelir. Her ne kadar tam ve sağ doğum hak ehliyeti için yeterli olsa da, fiil ehliyeti bazı durumlarda kısıtlanabilir, kaldırılabilir. Yani bir kişinin fiil ehliyetine sahip olması için kanun koyucu tarafından bu hakkın kullanılmasına engel teşkil edecek bir hukuki durumda olmaması şartı aranmıştır.

Fiil ehliyetine sahip olmanın üç temel şartı vardır.

Gerçek kişilerin dava ehliyetini incelerken, medeni hakları kullanma ehliyetine uygun olarak bir ayrım yapmak gerekir. Ayırt etme gücüne sahip, ergin olan ve kısıtlı bulunmayan her gerçek kişi tam dava ehliyetine sahiptir. Tam dava ehliyetine sahip olanlar bizzat dava açabilir ve açtığı davayı yürütebilir; kendilerine karşı açılan davayı takip edebilir. Fiil ehliyetine sahip olan kişilerin kısıtlı olmaması gerektiğinden yukarıda da bahsetmiştik. Bu hali ile, fiil ehliyetine dava ehliyeti de diyebiliriz.

Dava ehliyeti, kişinin kendisinin veya yetkili kılacağı bir temsilci (vekil) aracılığı ile bir davayı takip etme ve usul işlemlerini yapabilme yeteneğidir (HMK m. 71; AK m. 36/3). Zira dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir. Yani fiil (medeni hakları kullanma) ehliyetine sahip olan bütün gerçek ve tüzel kişiler, dava ehliyetine de sahiptir (m. 51) Denilmektedir.

  1. Ayırt Etme Gücüne Sahip Olmak: Kişinin davranış ve işlemlerinin neden sonuç ilişkisini bilebilme ve etkilerini önceden görebilme yeteneğidir. (12 yaş ve üstü)
  2. Ergin Olmak: Kanunda belirtilen yaş sınırını atlamaktır. Buna yasal erginlik denir.
  3. Kısıtlı Olmamak: Kısıtlılık; Bir kimsenin medeni kullanma yetkisinin (Fiil ehliyetinin) mahkeme tarafından kaldırılmasıdır. Kısıtlılık hali mahkeme kararı ile olur. Yukarıdaki üç şartı sağlayan kişiler tam ehliyetli kabul edilir.

Peki Ergin Olma Halleri ve Kısıtlılık Halleri Nelerdir?

Ergin Olmak: Dört şekilde gerçekleşir.

  1. Yasal Erginlik: Kişilerin 18 yaşını doldurması halinde kazanılan erginliktir.
  2. Evlilik Yoluyla Erginlik: 17 yaşını doldurmuş kişilerin anne ve babalarının izniyle evlenmeleri halinde. (Mahkeme kararı gerekmez)
  3. Zorunlu Evlilik Yoluyla Erginlik: 16 yaşını doldurmuş olanların mecburiyet karşısında evlenmeleri halinde. (Mahkeme kararı gereklidir)
  4. Yargı Yoluyla Erginlik: 15 yaşını doldurmuş kişilerin anne ve babanın istemesi ile mahkeme kararı ile ergin olmaları. (Yaşın büyütülmesi)

Kısıtlılık Halleri Nelerdir?

Kısıtlılık; Bir kimsenin medeni kullanma yetkisinin (Fiil ehliyetinin) mahkeme tarafından kaldırılmasıdır. Kısıtlılık hali mahkeme kararı ile olur.

Fiil Ehliyetini Sınırlayan Halleri Aşağıdaki Şekilde Özetleyebiliriz:

a) Yaş Gereği Medeni kanunda kişilerin bazı haklara yaşları gereği ehil olmayacağı düzenlenmiştir.

  • Türk Medeni Kanunu Madde 124.- Erkek veya kadın on yedi yaşını doldurmadıkça evlenemez. 
  • Türk Medeni Kanunu Madde 502.- Vasiyet yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip ve on beş yaşını doldurmuş olmak gerekir.
  • Türk Medeni Kanunu Madde 503.- Miras sözleşmesi yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip ve ergin olmak, kısıtlı bulunmamak gerekir.
  • Türk Medeni Kanunu Madde 307.- Evli olmayan kişi otuz yaşını doldurmuş ise tek başına evlat edinebilir.
  • Yine, kişinin kendi dinini tayin edebilmesi için ergin olması istenir. Vasi olmak için de ergin olunmalıdır.
  • Türk Medeni Kanunu Madde 413.- Vesayet makamı, bu görevi yapabilecek yetenekte olan bir ergini vasi olarak atar.
  • Miras sözleşmesi ve vasiyet arasındaki fark : İkisi de ölüme bağlı tasarruftur. Biri sözleşmedir diğeri tek taraflı hukuki işlemdir.

b) Cinsiyet

Türk Medeni Kanunu Madde 132.- Evlilik sona ermişse, kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün geçmedikçe evlenemez. Buna iddet müddeti denir . Bu düzenlemenin nedeni neseb karışıklığının engellenmesidir. Babalık karinelerinin çatışmasını önlemek amaçlanmıştır. Bu üç yüz gün, evlilik boşanma ile sona ermişse hakimin kararından sonra , ölümle sonlanmışsa ölüm tarihi itibariyle , evliliğin hakim tarafından iptali verilmişse iptal kararı verildiği günden sonra sayılmaya başlanır. Gaiplikte ise kişiden son haberin alındığı veya ölüm tehlikesi içinde kaybolduğu günden sonra üç yüz günlük süre hesaplanmaya başlar. Bu üç yüz günlük süre doğmadan kadın doğum yaparsa veya kendisi eski eşiyle evlenmek isterse bu üç yüz günlük iddet süresi zaten ortadan kalkar . Kadının gebe olmadığını bugün basit bir kan testi ile saptayabiliyoruz . Kadının hekim raporuyla gebe olmadığı saptanırsa bu durumda hakime müracaat ederek bu sürenin kaldırılması istenebilir .

Başka bir fark da soy bağının reddinin sadece kocaya ait olmasıdır.Kadın için böyle bir durum söz konusu değildir. Çünkü çocuğu doğuran kadın , anadır. Bu mutlak bir ilkedir.

Anayasa madde 41 der : ” Evlilikte kadın ve erkek eşittir. ”

Türk Medeni Kanunu Madde 185.- Evlenmeyle eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur. Eşler, bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamak ve çocukların bakımına, eğitim ve gözetimine beraberce özen göstermekle yükümlüdürler. Eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadırlar.

Türk Medeni Kanunu Madde 186.- Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler.Birliği eşler beraberce yönetirler.Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar.

Bunun istisnasını da madde 187 de görüyoruz : Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir. Veya dilerse dava açarak kendi kızlık soyadını kullanmaya da devam edebilir.

Evlilik dışı doğan çocuğun velayeti annededir. Çocukla babası arasında soybağı bulunsa dahi bunun verilmesi mümkün değildir. Evlilik içi doğan çocuğun velayetine hem annesi he babası birlikte sahiptirler.

c) Yabancılık Türk vatandaşı olmama bazı sınırlamalara tabi olur . En önemlisi yabancıların gönüllerince Türkiye’de taşınmaz mal sahibi olamamasıdır. Buna müsaade edilirse devletlerden daha zengin olan şirketler gelir ve ülkeyi bir şekilde komple satın alırlar . Bu yüzden Tapu Kanunumuzda ve çeşitli kanunlarımızda sınırlandırmalar mevcuttur.

d) Ayırt Etme Gücü Bu güce sahip olmayan kişiler şahsen kullanılması gereken hakları kullanamazlar . Bu hakları onlar adına yasal temsilcileri de kullanamazlar . Ancak bu sıkı sıkıya kişiye bağlı hakları kullanamaması onun çok aleyhine bir durum yaratıyorsa bu durumda elbette yasal temsilcisi onun adına bu hakkı kullanabilmelidir. Evlenen bir kişinin daha sonra ayırt etme gücünü kaybetmesi ile birlikte kocası da bunu bahane edip eşi aldatma , dövme , sövme gibi durumlara maruz bırakıyorsa bu durumda yasal temsilci bu kişi adına bir boşanma davası açabilmektedir.

e) Akıl Hastalığı Madde 133.- Akıl hastaları, evlenmelerinde tıbbi sakınca bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporuyla anlaşılmadıkça evlenemezler.Bu kişilerin velayet hakkı kaldırıldığı gbi vasilik sfatı da sona erer.

f) Haysiyetsiz Hayat Sürme Bu kişiler, vasi olarak atanamaz.

g) Bir suçtan dolayı mahkumiyet  Bu kişiler, resmi bir vasiyetnamenin düzenlenmesine tanık olarak katılamaz .

h)Yabancı Mahkeme Kararlarının Uygulanması Türkiye’de meydana gelmiş bir olaya yabancı bir hukuk uygulanabilir. Bu da bazı farklar yaratabilir.

For more detailed information you can visit our Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Hak Ehliyeti Nedir?

Hak Ehliyeti Nedir? | Hak Ehliyeti Ne Demek? | İzmir Avukat | İzmir Hukuk Bürosu | Efes Hukuk Bürosu

Hak Ehliyeti Nedir

Hak Ehliyeti: Medeni Kanun’da bir insanın sağ ve tam doğmak şartıyla hak ve borç sahibi olabilme iktidarı olarak tanımlanmaktadır. Nitekim Türk Medeni Kanunu m.8/1, “her insanın hak ehliyeti vardır.” hükmüne amirdir.

 İnsanlar tam ve sağ doğmak kaydıyla anne karnına düştüğü andan itibaren hak ehliyeti kazanır. Tam ve sağ doğmak olarak kanun koyucu bunu özellikle belirtmiş olduğu için henüz anne karnındaki ceninin hakları olmadığını söylemek mümkündür. Bu ayrım, sağlık hukukunda karşımıza çıkmaktadır. Örneğin annenin doğum esnasında doktor hatası ile bebeğini kaybetmesi durumunda sadece anne tarafından bir hak talebi söz konusu olur. Zira cenin tam ve sağ olarak henüz dünyaya gelmediği için hak ehliyeti dolayısı ile haklarını kullanma yetisi yoktur. Hak ehliyeti kanunen vazgeçilemeyen bir ehliyet türüdür. Kısaca anlam olarak, hukuki hakların kazanılmasını ifade eder.

Hak Ehliyeti Hangi Hallerde Sınırlanır?

Türk Medeni Kanunu’ndaki bazı hükümler bazı haklara sahip olabilmeyi, yaş, cinsiyet, evlilik, yabancılık, ayırt etme gücüne sahip olup olmama, akıl hastalığının olması, mahkumiyet gibi durumlar açısından sınırlandırmıştır.

Yaş bakımından yapılan sınırlamalara örnek olarak;

  • Evlenme ehliyetinin erkek ve kadın ayrımı yapılmaksızın 17 yaşını doldurmakla kazanılması (TMK m.124),
  • Vasiyetname yapma ehliyetinin 15 yaşını doldurmuş kişilere tanınması (TMK m.502),
  • Evlat edinme hakkına 30 yaşını tamamlamış kişilerin sahip olması (TMK m.307),
  • Vasi olmak için ergin olmanın gerekmesi (TMK m.413) verilebilir.

Cinsiyet bakımından yapılan sınırlamalara örnek olarak;

  • Kadının önceki evliliğinin herhangi bir sebeple sona ermesinden itibaren 300 gün geçmeden yeniden evlenmesi yasaklanmıştır. (TMK m.132)
  • Soybağının reddi sadece kocaya tanınmış bir hak olup, anaya böyle bir hak tanınmamıştır. (TMK m.286)

Hak Ehliyeti Sınırlamalarında Diğer Özel Durumlar

Evlilikte evlenen kadın, aksini talep etmedikçe kocasının soyadını almak zorundadır.

Yabancıların taşınmaz mülkiyeti kazanmaları özel bazı kayıt ve şartlara bağlıdır.

Ayırt etme gücü bulunmayanlar, kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan yararlanamadıkları için bu haklara sahip olma ehliyeti kısıtlanmış bulunmaktadır.

Akıl hastaları, ayırt etme gücüne sahip olsalar dahi evlenmelerinde tıbbi sakınca bulunmadığı resmi sağlık kurulu raporlarıyla da anlaşılmadıkça evlenemezler.

Bir cezaya mahkum olup da kamu hizmetinden yasaklanan mahkûm, resmi vasiyetname düzenlenmesinde tanıklık yapamaz.(TMK m.536/1)

Görüldüğü üzere hak ehliyetine, sağ olarak doğmuş olan her insanın sahip olmasına karşın hak ehliyeti bazı hallerde sınırlanabilmektedir.

Konuya ilişkin detaylı bilgi için tarafımız ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079