Category Archives: Hukuk Sözlüğü

Maktu Vekalet Ücreti Nedir?

Maktu Vekalet Ücreti Nedir?

Maktu Vekalet Ücreti Nedir?

maktu

(maktu:), Arapça maḳṭūʿ

1. sıfat, eskimiş Kesik.

2. sıfat, eskimiş Kesin olarak değeri biçilmiş.

3. sıfat, eskimiş Ölçü ile satılmayan, götürü.

Maktu kelimesi Türk Dil Kurumu tarafından kesin olarak değeri biçilmiş olarak tanımlanmatadır. Yasal süreçlere ilişkin sıklıkla duymakta olduğumuz maktu vekalet ücreti de aslında değeri belirli olan vekalet ücreti anlamında kullanılmaktadır.

Yargılama süreçlerinde vekalet ücreti maktu ve nisbi olarak ikiye kategoride incelenmekte olup; maktu vekalet ücreti özellikle yargılama değerinin para ile ölçülemediği veya yargılama konusunun parasal bir karşılığı olmadığı durumlarda söz konusu olmaktadır. Nisbi vekalet ücretine ilişkin yazımızı buraya tıklayarak inceleyebilirsiniz.

Maktu vekalet ücretleri Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ile düzenlenmektedir.

Ayrıca altı çizilmesi gereken bir husus da vekalet ücreti belirlenirken nisbi vekalet ücretine tabii dosyalarda vekalet ücretinin maktu ücretin altında olmaması gerektiğidir.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Sınırlı Ayni Haklar

Sınırlı Ayni Haklar

Sınırlı Ayni Haklar | İzmir Avukat

ayni hak, 

isim, hukuk

Taşınır veya taşınmaz üzerinde doğrudan doğruya egemenlik yetkisi veren ve herkese karşı ileri sürülebilen haklar.

Sınırlı ayni haklar, kişiye eşya üzerinde sınırlı yetkiler sağlayan ayni haklardır. Sınırlı ayni haklar mülkiyeti sınırlayıcı bir özelliği sahiptir. Sınırlı ayni haklar eşya üzerinde sağladığı yetkilere göre 3 gruba ayrılır.

a. İrtifak Hakları

Malikin eşya üzerinde kullanma ve yararlanmayla ilgili yetkilerinin bir kısmını veya tamamını hak sahibine sağlayan ya da malikin mülkiyetin içeriğindeki yetkilerden bazılarını kullanmasını hak sahibi yararına yasaklayan haklardır.

b. Rehin Hakları

Hak sahibinin bir alacağını güvence altına alan ve alacak ödenmediği takdirde rehin verilen malın satılması suretiyle elde edilecek paradan alacağın karşılanması yetkisini sağlayan haklardır.

c. Taşınmaz Yükü

Taşınmaz yükü, bir taşınmaz malikinin taşınmazı dolayısıyla, o taşınmaza karşılık olmak üzere diğer bir kimse lehine bir şey vermek veya yapmakla yükümlü tutulmasıdır.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Ayni Hak Nedir?

Ayni Hak Nedir?

Ayni Hak Nedir? | İzmir Avukat

ayni hak, 

isim, hukuk

Taşınır veya taşınmaz üzerinde doğrudan doğruya egemenlik yetkisi veren ve herkese karşı ileri sürülebilen haklar.

Ayni Hak Nedir?

Mal anlamına gelen ayn kelimesi ile üretilen, ayni hak kavramı eşyalara ilişkin kişilerin sahip olduğu hakları ifade etmek için kullanılmaktadır. Özet ile eşyaya ilişkin haklar olarak ifade edilebilir.

Hukukumuzda ayni hakların üç temel özelliği mevcuttur.

  • Ayni hak eşya üzerinde kurulur.
  • Ayni hak eşya üzerinde doğrudan hakimiyet sağlar.
    TMK m. 683/1 hükmüne göre, ‘Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.’
  • Ayni hak herkese karşı ileri sürülebilen bir haktır.
    TMK m. 683/2 hükmüne göre, ‘Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.’

Sınırlı Ayni Haklar

Sınırlı ayni haklar, kişiye eşya üzerinde sınırlı yetkiler sağlayan ayni haklardır. Sınırlı ayni haklar mülkiyeti sınırlayıcı bir özelliği sahiptir. Sınırlı ayni haklar eşya üzerinde sağladığı yetkilere göre 3 gruba ayrılır.

  • İrtifak Hakları
  • Rehin Hakları
  • Taşınmaz Yükü

Sınırsız Ayni Haklar

Kişiye eşya üzerinde en geniş yetkiler sağlayan ayni haktır. TMK m. 683/1’ e göre, ‘ Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.’

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Gabin Nedir?

Gabin Nedir?

Gabin Nedir? | İzmir Avukat

Tanım olarak gabin nedir? “Aşırı yararlanma” anlamına gelmektedir. Bir sözleşmede karşılıklı olarak ifa edilen edimler arasındaki açık bir şekilde olan oransızlığı anlatmaktadır. Gabin durumunda taraflardan birinin zayıf durumundan kaynaklı olarak diğer tarafın bu durumdan yararlanmak istemesi sebebiyle aşırı yararlanma gerçekleşen tarafa oransızlığın giderilmesini isteme hakkı veren hukuki bir düzenlemedir. Bu şekilde sözleşmedeki tarafların edim dengesini sağlanmaya ve sözleşme özgürlüğünün kötüye kullanılmasının önüne geçilmeye çalışılır.

Sözleşme Özgürlüğü ve Sınırları:

Borçlar hukukunda kabul edilen genel ilke sözleşme serbestisidir. Bu ilke uyarınca kişiler, aralarındaki sözleşme içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içerisinde serbestçe belirleyebilirler. Sözleşme hükümlerini istedikleri şekilde oluşturabilir, karşılıklı olarak istedikleri borcu yüklenebilirler. BK. 27. Maddesine göre;

kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veyakonusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür. Sözleşmenin bir kısmının bu nedenlerle hükümsüz olması, tüm sözleşmeyi hükümsüz hale getirmez. Ancak, hükümsüz kalan kısımlar sözleşmenin temellerini oluşturuyorsa, yani bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılıyorsa, sözleşme tamamen hükümsüz olur.

Gabinin Unsurları:

Gabinin unsurları kanunda sınırlı sayıda sayılmıştır. Bunlar sözleşmede taraflardan birinin zor durumda kalması, deneyimsizliği iken karşı tarafın bundan yararlanmaya çalışması da diğer bir unsurudur. Bununla birlikte, bu zor durumda kalma, kişinin şahıs veya malvarlığını tehdit eden bir durumla karşımıza çıkmaktadır.

Gabinin Oluşması İçin;

  1. Edimler arasında açık orantısızlık bulunması
  2. Bu orantısızlık, taraflardan birinin zor durumda kalmasından, düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden kaynaklanmalı,
  3. Diğer taraf, zarar gören tarafın bu halinden yararlanmış olmalıdır.

Kanun Maddesini İnceleyeccek Olursak:

Türk Borçlar Kanunu III. Aşırı yararlanma

MADDE 28- Bir sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa, bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde, zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir. Zarar gören bu hakkını, düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği; zor durumda kalmada ise, bu durumun ortadan kalktığı tarihten başlayarak bir yıl ve her hâlde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir.

Gabinin Sonuçları:

Bir sözleşmede gabin söz konusu ise, sözleşme iptal olacak, edimler yerine getirilmeyecek ve varsa alınanlar da iade edilecektir. Bazı durumlarda ise örneğin kişinin malvarlığının artık elden çıkması gibi; bu durumlarda da gabine dayalı olarak dava açılacaktır.  Örnekle açıklayacak olursak, bir tapu iptal ve tescil davası için taşınmazın bulunduğu yer olan asliye hukuk mahkemesine başvurulacaktır. Gabin davası açılırken talebin tam ve doğru bir şekilde belirtilmesi, kanun maddeleri ve Yargıtay kararları ile desteklenmesi gerekmektedir.

Kanunumuzda gabin için bir ve beş yıllık süreler hak düşürücü süre olarak öngörülmüştür. Bir yıllık sürenin başlangıcı deneyimsizliğinden yararlanan kişinin bunu öğrenmesinden itibaren başlamakla birlikte her halükarda sözleşmenin kurulduğu andan itibaren beş yıl içinde gabin iddiası öne sürülmelidir.

Gabin ile İlgili Yargıtay Kararları:

T.C. YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ E. 2012/10938 K. 2012/10436 T. 01.10.2012:

Gabinden söz edilebilmesi için objektif unsur olan aşırı orantısızlıkla birlikte bir tarafın darda kalma, tecrübesizlik, düşüncesizlik hallerinin bulunması ve diğer tarafın da yararlanmak, sömürmek kastını taşıması şeklinde iki subjektif unsurun gerçekleşmesi gerekmektedir. Gabinin varlığı sömürülene 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşmeyle bağlı olmadığını bildirmek ve iptal davası açmak hakkı tanıyıp iddiasını her türlü delille ispat ile verdiklerini geri isteme hakkı tanır. Bununla birlikte gabin davası sürecinde öncelikle objektif unsurların üzerinde durulmalı, objektif unsur ispatlandığı takdirde kişilik, yaş, sağlık durumu, ekonomik gücü gibi subjektif unsurlar derinliğine araştırılmalıdır.

T.C. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi Esas No:2014/2376 Karar No:2015/3233 K. Tarihi:4.3.2015:

Miras bırakanın ölüm tarihine bakıldığında terekesi elbirliği mülkiyetine tabiidir. Davada davacı dışında başka mirasçılar da bulunmaktadır. Terekeye karşı açılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğindeki ehliyetsizlik, vekaletin kötüye kullanılması, hata, hile, gabin gibi davalarda tüm mirasçıların bir arada hareket etmesi, davayı birlikte açmaları yahut mirasçılardan birinin terekeye aide şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçıların davada temsil edilmesi gerekmektedir. Ancak somut olayda davacılar hata-hile-gabin nedenlerine dayalı dava açmış olsa da davanın dinlenme olanağının bulunduğunu söylemek mümkün değildir.

T.C. Yargıtay 4.Hukuk Dairesi 25.1.1949 T. 1949/611 E. 1949/231 K.:

“Dava: Gabin, hata ve hile sebebi ile sözleşmenin feshi talebinden ibaret bulunmasına göre her biri Borçlar Kanunu’nun başka başka hükümlerine tabi gabin, hata ve hileden hangisine istinat ettiği davacıdan sorularak davası tavzih ettirilmek ve ondan sonra duruşma yapılmak lazımdır. Hükmün BOZULMASINA,”

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

İştirak Nedir?

İştirak Nedir?

İştirak Nedir? | İzmir Avukat

İştirak nedir? Katılma, ortak olma olarak bilinen iştirak, ceza hukukunda düzenlenen uygulamalardan biridir. Ceza hukuku alanında suça iştirak etmek ise  en temel hali ile suçun birden çok kişi ile birlikte işlenmesi olarak ifade edilebilir. Bu durumda suçu işleyen faillere, müşterek ( birlikte hareket eden,sorumlu olan) fail denilmektedir.

Müşterek faillik, 5237 sayılı TCK’nın 37 nci maddesinde düzenlenen bir faillik türüdür. Maddenin gerekçesinde yer alan “Müşterek faillikte, birlikte suç işleme kararının yanı sıra, fiil üzerinde ortak hâkimiyet kurulduğu için, her bir suç ortağı fail statüsündedir” şeklindeki açıklama, maddenin ilk fıkrasında düzenlenen iştirak türünün müşterek faillik olduğunu göstermektedir. Müşterek faillik birden çok kişinin kanunda tanımlanan suçu , müştereken yani ortaklaşa gerçekleştirmesi anlamına gelmektedir ki burada tanımlanan müştereken ifadesi fiil üzerinde iştirak anlamında ciddi oranda anlaşma zorunluluğu olarak anlaşılmalıdır. Müşterek hareketlerin, iki veya daha fazla kişi tarafından üzerinde mutabık kalınan ve belirli bir suçu işleme anlamında karşılıklı bir anlaşmaya dayanan ortak bir suç işleme kararı gerektirdiğini ifade etmek gerekir. Suça iştirak için kasten ve hukuka aykırı işlenmiş bir fiilin varlığı yeterlidir. Suçun işlenişine iştirak eden her kişi, diğerinin cezalandırılmasını önleyen kişisel nedenler göz önünde bulundurulmaksızın kendi kusurlu fiiline göre cezalandırılır .

Suça iştirakin söz konusu olması için, suça iştirak eden kişinin bu suça katılma irade ve bilinciyle hareket etmesi gerekmektedir.Ancak kast için bilme ve isteme unsurlarının bulunmasının gerektiği gibi, suça iştirak bakımından da yalnızca suça katılma bilinci yeterli olmayıp, aynı zamanda suça katılma iradesi de gerekir. Suç tamamlandıktan sonra suça iştirak söz konusu olamayacağı için, iştirak iradesi, icra hareketlerinden önce veya en geç icra hareketleri esnasında gerçekleşmiş olmalıdır. İştirak iradesi açık olarak ortaya konulabileceği gibi zımni olarak da iştirak iradesinin varlığı ortaya konulabilir. Örneğin; kasten yaralama suçu bakımından, suçun faili mağdura müessir fiil uygularken, hiçbir şey söylemeyip mağdurun kollarını tutarak faile yardımcı olan kişi, kasten yaralama suçuna iştirak etmiş olur.

TCK md.37’de düzenlenen faillik, “müşterek faillik” ve “dolaylı faillik” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Kanun tanımına bakacak olursak:

Müşterek Faillik Suretiyle Suça İştirak (TCK m.37/1): Müşterek faillik, suçun vücut bulması için suçun işlenmesine katılan her bir failin eyleminin zorunlu katkısına ihtiyaç duyulması halinde söz konusu olur. Müşterek faillik açısından kilit nokta suça katılanların fiil üzerinde müşterek hakimiyet kurmasıdır. Örneğin, hırsızlık suçu işlemek üzere anlaşan iki kişiden biri olay yerinde gözcü olmuş, diğeri de malları çalmışsa, müşterek faillik suretiyle suça iştirak ettiklerinden her bir fail işlenen suçun ceza miktarı ile cezalandırılacaktır.

Dolaylı Faillik Suretiyle Suça İştirak (TCK m.37/2): Dolaylı faillik, kişinin başkasını araç olarak kullanarak suç işlemesi halinde söz konusu olur. Dolaylı fail, asıl fail gibi cezalandırılır. Örneğin, yaşı küçük çocuğu kullanarak kasten adam öldürme suçunun işlenmesinin sağlanması halinde, dolaylı fail, asıl fiili işleyen kişi gibi cezalandırılır.

Faillik dışında diğer suça iştirak hali de 5237 sayılı TCK’nın 38. maddesinde “azmettirme” ve 39. maddesinde “yardım etme şeklinde düzenlenmiştir. Bu kişilerin suçtan sorumluluğu faillikte olduğu gibi doğrudan kendi fiilinden kaynaklanmamaktadır. İnceleyecek olursak:

Suça Azmettirme Suretiyle İştirak (TCK m.38): Suça azmettirme, belli bir suçu işleme konusunda henüz bir düşüncesi olmayan bir kişinin başkası tarafından ikna, telkin veya diğer bir suretle bu suçu işlemeye karar vermesinin sağlanmasıdır. Suça azmettirme, “şeriklik” biçimlerinden biridir. Azmettiren kişi, suç teşkil eden fiili işleyecek kişinin karar almasında önemli bir rol üstlendiğinden azmettiren de işlenen suçun cezası ile cezalandırılır.

Azmettiren olma için için aşağıdaki iki fiilden birinin  gerçekleşmiş olması gerekir:

1. Hiç suç işleme düşüncesi olmayan birine telkinde bulunarak o suçu işleme kararı almasını sağlamak bunlardan biridir. Failde suç işleme düşüncesi olmamalı yahut kesinleşmemelidir. Yani kişi zaten suç işleme konusunda ciddi bir düşünceye varmışsa bu kişinin azmettirilmesi söz konusu olmaz.

2. Henüz bir suçu işleme konusunda kesin karar almamış ama kafasında da bir miktar bu konuda düşünce bulunan bir kişiyi düşüncelerini pekiştirmek suretiyle ikna etmek. Failin suçu işlemesi için azmettirilmesi yani ikna edilmesi gerekir. O suçu işlemeye sevk etme davranışları bulunmalıdır. Bu davranışlar açıktan veya örtülü olabilir.

Suça Yardım Etme Suretiyle İştirak (TCK m.39): Suça yardım etme, suç işleme kararını vermiş olan kişinin suçu işlemesine maddi veya manevi katkıda bulunmayı ifade eder. Suça yardım etme de “şeriklik” biçimlerinden biridir. Örneğin, kişinin suçu işlemesi kararının doğru ve gerekli olduğunu söyleyerek suçu işleyene teşvik etme, kasten adam öldürme veya kasten yaralama suçu için silah temin etme veya olaydan sonra faili saklayacağını söylemek tipik suça yardım etme şekilleridir. Suça yardım etme hükümleri uygulanan fail TCK md. 39’a göre işlenen suçun cezası üzerinden belli oranlarda ceza indiriminden yararlanır.

Bir suçun işlenmesinde fail derecesinde olmayıp fakat faile yardım etme şeklinde suça katılmaya suça yardım ve yataklık denir.

Suça yardım etme yani suça yardım ve yataklık şu hallerde söz konusu olur:

  1. Kişiyi suç işlemeye teşvik etmek (manevi yardım)
  2. Kişide zaten olan suç işleme kararını kuvvetlendirmek (manevi yardım)
  3. Kişiye suçu işlenmesi halinde sonrasında yardımda bulunacağı vaadinde bulunmak (manevi yardım)
  4. Suçun nasıl işleneceği ile ilgili yol – yöntem göstermek (manevi yardım)
  5. Suçun işlenmesinde kullanılan araç gereçleri kişiye sağlamak (maddi yardım)
  6. Suçun öncesinde veya sonrasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak (maddi yardım)

İştirakle İlgili Yargıtay Kararlarını İnceleyecek Olursak:

1. Yağma Suçunu Birlikte İşleme

“Sanıklar ……..ların eylemin gerçekleştirilmesi sırasında sanık M… K… ile birlikte mağdurun etrafını sardıkları, sanık M…’nın bıçakla tehdit ederek cep telefonunu aldığı sırada el ve işbirliği ile hareket etmek suretiyle yağma suçunun işlenmesine katıldıkları ve bu şekilde fiili birlikte gerçekleştirdiklerinin anlaşılması karşısında; haklarında 5237 sayılı TCK’nın 37/1. maddesi ile uygulama yapılması gerektiği gözetilmeden, yazılı gerekçe ile aynı Yasanın 39/2-c. maddesi ile cezalarından indirim yapılması, karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır” (Yarg. 6.CD., 28.05.2012, 2008/22543, 2012/11237).

2. Suçun İşlenmesi Sırasında Failin Yanında Bulunup Manevi Destek Verme

“Sanık H… Y…’in, dayısı mağdur A…’yi öldürmeye karar verdiği bu yönde sanık E… ile birlikte mağdurun bulunduğu kahvehaneye gittikleri, araçtan inen sanıklardan H… Y…’in önde ve silahlı, E…’ın ise H…’ın arkasında ve silahsız olduğu, içeriye giren sanık H… Y…’in, tabancayla mağdur A…’ye ateş ettiği ve sol uyluğundan yaraladığı, mağdurun kendisini masanın altına saklanması üzerine sanığın ateş etmeye devam ettiği, ancak atışlardan bir kısmının o sırada arkadaşlarıyla oyun oynayan maktul V… ve mağdur Ş…’ye isabet ettiği, sonrasında sanıkların geldikleri araçla birlikte kaçtıkları olayda; Sanık E…’ın, sanık H… Y…’e suçun işlenmesi sırasında yanında bulunup manevi destek vermek suretiyle yardım ettiği anlaşıldığı halde, TCK’nın 39/2-c maddesi uyarınca cezalandırılması yerine, eyleme TCK’nın 37/1.maddesi kapsamında katıldığının kabulüyle yazılı şekilde hüküm kurulması yasaya aykırıdır” (Yarg. 1.CD, 08.05.2012, 2011/4702, 2012/3681).

3. Suçun İşlenişine Doğrudan Katılma

“Sanıklar S… ve E…’in sanık O…’la birlikte mağdurenin direncinin kırılmasına hizmet edecek bir şekilde mağdureyi zorla arabaya bindirip, hepsinin iştirak ettiği araba yolculuğunu da birlikte gerçekleştirerek iki ayrı eve uğradıktan sonra mağdurenin en son tutulduğu eve götürmek şeklindeki eylemleri ile sanık M… A…’nın mağdurenin evden ayrılma yönündeki iradesini bertaraf edip direncini kırmak için tutulduğu evde mağdureyi dövmek ve kötü muamelede bulunmak suretiyle ortaya çıkan eyleminden TCK’nın 37/1. maddesi anlamında doğrudan birlikte fail olarak sorumlu tutulmalarının gerektiği gözetilmeksizin TCK’nın 39/2-e maddesi uygulanmak suretiyle eksik ceza tayini yapıldığı görülmüştür” (Yarg. 14.CD., 10.10.2011, 2011/413, 2011/606).

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Islah Nedir?

Islah Nedir?

Islah Nedir? | İzmir Avukat

Islah etme: iyileştirme, düzeltme, daha iyi duruma getirme anlamındadır. Hukuki anlamda davanın ıslahı ise, yine tanımındaki gibi yorumlanabilir. Taraflardan birinin yaptığı usul işlemin bir kısmının veya tamamının düzeltilmesi ıslah olarak tanımlanır. Yani, ıslah karşı taraf ve mahkemenin uygun bulması gerekmeksizin tek taraflı irade açıklamasıyla dava ile ilgili unsurlar üzerinde değişiklik yapılması anlamına gelmektedir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 176. Maddesinde ‘Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir’ hükmü ile yer almaktadır. Davanın ıslahı ile dava dilekçesine eklemek istediği bir şeyi eklemeyi unutan bir kişi bunu ekleme imkânı bulmaktadır. Bunun yanı sıra usul işlemlerinin düzeltilebilmesi imkânın sağlanması veya eksikliklerin tamamlanabilmesi davanın ıslahı ile sağlanabilmektedir. Böylece yargılama içerisinde usul eksiklikleri gibi, hatalar gibi nedenlerin oluşturabildiği hak kayıplarının engellenmesi sağlanmaktadır.

Islahın Şartları;

  1. Islaha elverişli bir işlem bulunmalı,
  2. Taraflarca öne sürülmüş bir ıslah talebi olmalı,
  3. Islah talebi süresi içinde gerçekleştirilmelidir.

(HMK m.176/2 uyarınca taraflar yalnızca bir kez ıslah yoluna başvurabilir.)

Islah Süresi;

1.   Mahkemece verilecek süre içerisinde ıslah yapılarak gerekli harç tamamlanmalıdır.  Verilen süre içerisinde ilgili işlemler yapılmadığı takdirde ıslah talebinden vazgeçilmiş sayılacağı ihtarı yapılmış ise, hem ıslah talebi hem de gerekli masrafların yatırılması verilen süre içerisinde gerçekleştirilmelidir. Talepte bulunulmasına rağmen harç yatırılmadığı takdirde de ıslah yapılmamış gibi geçersiz hale gelir.

6100 Sayılı HMK’nun 181. maddesinde, “(1) Kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık süre verilir. Bu süre içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir.” hükmü bulunmaktadır. Bu yasa maddesine göre ıslahın 1 haftalık sürede yapılması gerekmekte olup yasa maddesindeki 1 haftalık süre kanundan kaynaklanan kesin süredir.

Yargıtay Kararı İle İnceleyecek Olursak:

Somut olayda, mahkeme, kısmi dava olarak açılan davada, davacı vekiline ıslah için 10.01.2014 tarihinde süre vermiş, ıslah ise 1 haftalık süre geçtikten sonra 10.02.2014 tarihinde yapılmıştır. Bu itibarla süresinde yapılmayan ıslaha değer verilmesi hatalı olmuştur.’ (Yargıtay 22. HD, 6.7.2017 tarih 2015/16593 Esas, 2017/16240 Karar sayılı ilamı)

 “Mahkemece, dava konusu edilen işçilik alacaklarının miktarının tespiti ile ilgili bilirkişi hesap raporu alınmıştır. Davacı vekili bilirkişi raporunun dosyaya sunulmasından sonra 20.09.2012 tarihli duruşmada rapora bir itirazının olmadığını, ıslah için süre talep ettiğini belirtmiştir. Bunun üzerine mahkemece aynı tarihli duruşmada;

“1-Davacı vekiline dava dilekçesini ıslah etmesi harçlandırması ve karşı yana tebliğ ettirmesi hususunda duruşma gününden 5 gün öncesine kadar kesin süre verilmesine,

2- Davalı vekilinin rapora karşı itirazlarının davacı vekilinin ıslah dilekçesini sunduktan sonra karar verilmesine,

Duruşmanın bu nedenle 26/12/2012 günü saat 10.00’a bırakılmasına karar verildi.” şeklinde oluşturulan ara kararı ile davacı vekiline ıslah yapmak üzere bir sonraki duruşma günü olan 26.12.2012 tarihinden beş gün öncesine kadar süre vermiştir.

Bu ara karar gereği davacı vekili, 02.10.2012 harç ve havale tarihli ıslah dilekçesi ile dava konusu ettiği alacakların miktarını bilirkişi raporu doğrultusunda arttırmıştır. Islah dilekçesi davalı … vekiline 12.10.2012 tarihinde tebliğ edilmiş; davalı vekili 23.10.2012 havale tarihli dilekçesi ile ıslaha karşı itirazlarını sunmuştur.

…….Bu hâlde, davacı vekili mahkemece kendisine verilen süre içinde kısmen ıslaha başvurup harcını yatırdıktan sonra ıslah dilekçesinin karşı tarafa tebliğini de sağladığına göre, artık bu şekilde mahkeme ara kararına uygun biçimde gerçekleştirilen ıslaha değer verilmesi gerekir. Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı onanmalıdır.” ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 2015/3666 Esas, 2018/244 Karar sayılı ilamı)

2.  Islah, kural olarak tahkikatın sonuna kadar yapılabilir. (HMK m.177/1) Yani mahkeme açılan dava ile ilgili karar verinceye dek her aşamada ıslah yapılabildiği söylenebilir.

Kısmen Islah Nedir?

HMK Madde 181: ‘’Kısmen ıslaha başvuran tarafa, ıslah ettiği usul işlemini yapması için bir haftalık süre verilir. Bu süre içinde ıslah edilen işlem yapılmazsa, ıslah hiç yapılmamış gibi davaya devam edilir.’’

Davanın kısmen ıslah edilmesi, genellikle iş davalarında karşımıza çıkar. Örneğin, belirsiz alacak talebi ile açılan bir iş davasında bilirkişi raporunun alınması ile birlikte işçi açısından artık alacaklar belirlenebilir hale gelmektedir. Bu durumda işçi, taleplerini kısmen ıslah ederek arttırabilir. Başka bir anlatımla, aslında hukuki sebep ve deliller hala aynı olmakla birlikte; talep edilen miktar ıslah sureti ile arttırılır. Yani verilen süre içerisinde gerekli harçların yatırılması halinde davanın kısmen ıslahı da mümkündür.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact geçebilirisiniz.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Culpa In Contrahendo Nedir?

Culpa In Contrahendo Nedir?

Culpa In Contrahendo Nedir? | İzmir Avukat

Culpa In Contrahendo, latince sözleşme görüşmelerindeki kusurdan doğan sorumluluk anlamına gelmektedir. Dürüstlük kuralına dayanır. Tarafların sözleşmenin kurulması sırasında, sözleşme benzeri güven ilişkisine dayanan özen gösterme, aydınlatma ve koruma yükümlülüklerini ifade eder.

Culpa In Contrahendo ilkesi, Türk Borçlar Kanunu kapsamında düzenlenmemiş olmakla birlikte, doktrinde Türk Medeni Kanunu Madde 2 kapsamında yürürlük alanı bulduğu ifade edilmektedir.

Türk Medeni Kanunu Madde 2 – “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”

İlgili Yargıtay Kararları

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Esas: 2020/4933 Karar: 2021/2006

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.02.2013 tarihli, 2012/13-1220 Esas ve 2013/239 Karar sayılı ilamında ifade edildiği gibi, toplumsal hayatın hızla gelişmesi sonucu ortaya çıkan bazı hukuki sorunların çözümünü, klasik borç doğurucu sorumluluk kaynakları olarak nitelendirilen haksız fiil, sözleşme ve sebepsiz zenginleşme içerisinde bulabilmek her zaman mümkün değildir. Kanunların çözüm öngöremediği bu tür durumlar için öğretide yeni hukuki müessese ve sorumluluk türleri belirlenmesi yoluna gidilmiştir. Bu yeni belirlenen sorumluluk türlerinden olan sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk (culpa in contrahendo), sözleşme görüşmeleri sırasında taraflardan birinin diğerine dürüstlük kuralına aykırı davranması nedeniyle ortaya çıkan sorumluluk olarak tanımlanabilir. Zira sözleşme görüşmelerine başlanmakla taraflar arasında hukuki ilişki, başka bir deyişle bir güven ilişkisi meydana gelmektedir. Bu güven ilişkisi, TMK m. 2’de ifade bulan dürüstlük kuralı uyarınca belli ölçüde karşı tarafın çıkarlarını gözetme, böylece bildirim, aydınlatma, boş yere güven vermeme, güveni boşa çıkarmama gibi birtakım özen yükümlülükleri doğurmaktadır. Bu özen yükümlülüklerine aykırılığa da sözleşmeden kaynaklanan borca aykırılığa ilişkin hükümler uygulanmaktadır.

Eldeki asıl davaya konu somut uyuşmazlığa gelindiğinde davacı-karşı davalı, davalı-karşı davacı ile imzalanacak sözleşmeye güvenerek birtakım yatırımlar yaptıklarını, ancak davalının distribütörlüğü başka bir şirkete verdiğini iddia ederek yapmış oldukları giderler ve yatırımlardan dolayı uğramış oldukları zararların tahsilini istemiştir. Tüm dosya kapsamı ve özellikle taraflar arasındaki e-mail yazışmaları dikkate alındığında, davacı-karşı davalının bir sözleşme akdedileceği güveni ile bazı harcamalar ve yatırımlar yaptığı anlaşılmaktadır. Yukarıdaki açıklamalar bağlamında davacı-karşı davalının taleplerine sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk kurallarıyla bakılması gerekmektedir. Böyle bir durumda davacı-karşı davalı, sözleşme akdedileceği güveni ile yaptığı, doğrudan uygun illiyet bağı içerisinde olup gerekli harcamalardan doğan zararlarını isteyebilir. Karşı dava bakımından da davalı-karşı davacı, davasına dayanak kıldığı alacaklarının varlığını usulüne uygun delillerle ispat etmelidir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Genel İşlem Koşulları Nedir?

Genel İşlem Koşulları Nedir? | İzmir Avukat

Tanımı

Türk Boçlar Kanunu kapsamında genel işlem koşulları, bir sözleşme yapılırken düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmede kullanmak amacıyla, önceden, tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleri olarak tanımlanmaktadır. Bu koşulların, sözleşme metninde veya ekinde yer alması, kapsamı, yazı türü ve şekli, nitelendirmede önem taşımaz. Aynı amaçla düzenlenen sözleşmelerin metinlerinin bire bir aynı olmaması, bu sözleşmelerin içerdiği hükümlerin, genel işlem koşulu sayılmasını engellemez.

Genel işlem koşulları içeren sözleşmeye veya ayrı bir sözleşmeye konulan bu koşulların her birinin tartışılarak kabul edildiğine ilişkin kayıtlar, tek başına, onları genel işlem koşulu olmaktan çıkarmaz.

Genel işlem koşullarıyla ilgili hükümler, sundukları hizmetleri kanun veya yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütmekte olan kişi ve kuruluşların hazırladıkları sözleşmelere de, niteliklerine bakılmaksızın uygulanır.

Yazılmamış Sayılma

Karşı tarafın menfaatine aykırı genel işlem koşullarının sözleşmenin kapsamına girmesi, sözleşmenin yapılması sırasında düzenleyenin karşı tarafa, bu koşulların varlığı hakkında açıkça bilgi verip, bunların içeriğini öğrenme imkânı sağlamasına ve karşı tarafın da bu koşulları kabul etmesine bağlıdır. Yani sözleşme kapsamında tüketici aleyhine düzenlenen hususlara ilişkin tüketiciye açıkça bilgi verilmemesi ve bunu öğrenme imkanı verilmemesi durumunda, genel işlem koşulları yazılmamış sayılır.

Sözleşmenin niteliğine ve işin özelliğine yabancı olan genel işlem koşulları da yazılmamış sayılır. Sözleşmenin yazılmamış sayılan genel işlem koşulları dışındaki hükümleri geçerliliğini korur. Bu durumda düzenleyen, yazılmamış sayılan koşullar olmasaydı diğer hükümlerle sözleşmeyi yapmayacak olduğunu ileri süremez.

Yorumlanması

Genel işlem koşullarında yer alan bir hüküm, açık ve anlaşılır değilse veya birden çok anlama geliyorsa, düzenleyenin aleyhine ve karşı tarafın lehine yorumlanır.

Tek Taraflı Değiştirme Yasağı

Genel işlem koşullarının bulunduğu bir sözleşmede veya ayrı bir sözleşmede yer alan ve düzenleyene tek yanlı olarak karşı taraf aleyhine genel işlem koşulları içeren sözleşmenin bir hükmünü değiştirme ya da yeni düzenleme getirme yetkisi veren kayıtlar yazılmamış sayılır.

İçerik Denetimi

Genel işlem koşullarına, dürüstlük kurallarına aykırı olarak, karşı tarafın aleyhine veya onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte hükümler konulamaz.

Yargıtay Kararları

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2014/855 K. 2016/187

Genel işlem şartları, sözleşme taraflarından birinin, ileride kuracağı sözleşmelerde karşı âkidine değiştirmeden kabul edilmek üzere sunma niyetiyle, önceden, tek yanlı olarak saptadığı sözleşme koşullarıdır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, genel işlem şartlarının varlığını kabul edebilmek için bazı unsurların gerçekleşmiş olması aranır. Genel işlem şartları kural olarak bir sözleşmenin içeriğini düzenlemek üzere hazırlanırlar ve bu faaliyet tek taraflı olarak sözleşmenin kurulmasından önce gerçekleşir. Amaç, birden fazla sözleşme ilişkisinde kullanılacak şartları saptamak ve bunları karşı âkidin müdahalesine imkan tanımadan bir kül olarak sözleşmeye dahil etmektir. Bu şartların nasıl hazırlandığı, kağıda dökülüp dökülmediği, yazı türü, metnin sözleşme metnine dahil olup olmadığı gibi hususlar genel işlem şartı nitelendirmesi açısından önem taşımaz. Genel işlem şartlarının varlığını kabul edebilmek için karşı âkidin bunların içeriğine etki edememiş olması gerekir.

Bu sebeple genel işlem şartlarının unsurları; a) Bir sözleşmenin şartlarını oluşturmaları, b) Sözleşmenin kurulmasından önce düzenlenmeleri, c) Birden fazla sözleşme ilişkisinde kullanılmak üzere düzenlenmeleri, d) Genel işlem şartları kullanan tarafından sözleşmeye dahil edilmek niyetiyle karşı akide sunulmalarıdır (Yeşim M. Atamer, Sözleşme Özgürlüğünün Sınırlandırılması Sorunu Çerçevesinde Genel İşlem Şartlarının Denetlenmesi, 2. Bası, İstanbul 2001, s. 61 vd.).

Somut uyuşmazlığa uygulanması gereken mülga 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK)’nun “Sözleşmedeki haksız şartlar” başlıklı 6. maddesi; “Satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır.

Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı değildir. Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması sebebiyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir.

Sözleşmenin bütün olarak değerlendirilmesinden, standart sözleşme olduğu sonucuna varılırsa, bu sözleşmedeki bir şartın belirli unsurlarının veya münferit bir hükmünün müzakere edilmiş olması, sözleşmenin kalan kısmına bu maddenin uygulanmasını engellemez.

Bir satıcı veya sağlayıcı, bir standart şartın münferiden tartışıldığını ileri sürüyorsa, bunu ispat yükü ona aittir.

6/A, 6/B, 6/C, 7, 9, 9/A, 10, 10/A ve 11/A maddelerinde yazılı olarak düzenlenmesi öngörülen tüketici sözleşmeleri en az oniki punto ve koyu siyah harflerle düzenlenir ve sözleşmede bulunması gereken şartlardan bir veya birkaçının bulunmaması durumunda eksiklik sözleşmenin geçerliliğini etkilemez. Bu eksiklik satıcı veya sağlayıcı tarafından derhal giderilir.

Bakanlık standart sözleşmelerde yer alan haksız şartların tespit edilmesine ve bunların sözleşme metninden çıkartılmasının sağlanmasına dair usul ve esasları belirler.” düzenlemesini içermektedir.

Bu açık hüküm karşısında, standart sözleşmelerde yer alan genel işlem şartlarından haksız olanlarının tüketici için bağlayıcı olmadığı kuşkusuzdur….

Yargıtay 23. Hukuk Dairesi E: 2018/1425, K: 2427

Davacı taraf, Bağlantı Anlaşmasının cezai şarta ilişkin 16. maddesinde uyarı şartının bulunduğunu iddia etmektedir. 31.05.2012 tarihli Sistem Kullanım Anlaşmasında cezai şartları düzenleyen 9. madde ihlalleri için uyarı şartı kaldırılmışsa da cezai şarta ilişkin Sistem Kullanım Anlaşması ve Bağlantı Anlaşmasında uyarı şartına ilişkin çelişik hükümler bulunması halinde hangisine değer verileceği hususu üzerinde durulmalıdır. Davalının hizmet sağlayıcı yönünden tek sağlayıcı konumunda olması, bu nedenle sözleşme içeriğini tek taraflı belirleme gücünün elinde olması nedeniyle 31.05.2012 tarihinde revize edilen sistem kullanım anlamasının cezai şarta ilişkin hükmü TBK’nın 20/1. maddesine göre genel işlem koşulu niteliğinde kabul edilerek, 25. madde gereğince yapılan içerik denetimi gereğince cezai şartın ancak davacı tarafından yapılan ihlalin uyarıya rağmen giderilememesi halinde uygulanabileceği şeklinde kabul edilmesi gerekmektedir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Menfaat Çatışması Nedir?

Menfaat Çatışması Nedir?

Menfaat Çatışması Nedir? | İzmir Avukat

Menfaat Çatışması Nedir?

menfaat

isim, Arapça menfaʿat

Çıkar

Çıkar çatışması, kişisel çıkarlar ile mesleki görev veya sorumluluklar arasındaki çatışma nedeniyle bir kurum veya bireyin güvenilemez hale gelmesi ile ortaya çıkar. Böyle bir çatışma, bir kişinin para, statü, bilgi, ilişkiler veya itibar gibi bir çıkarı olduğunda gerçekleşir. Söz konusu çıkarları sebebi ile çıkar çatışması yaşayan kişinin eylemlerinin tarafsız olup olamayacağını şüpheli hale gelmektedir. Böyle bir durum ortaya çıktığında, genellikle tarafların süreçden ayrılmaları talep edilir. Hatta, menfaat çatışmasının olduğu durumlarda süreçten çıkmak genellikle yasal olarak zorunludur.

Bir başka ifade ile menfaat çatışması, avukatın savunmakta olduğu kişilerin çıkarlarının birbiri ile uyuşmaması ve bir tarafa ilişkin süreçlerinde diğerine zarar verme ihtimali bulunması halinde ortaya çıkan bir durumdur. Avukatlık Kanunu ile düzenlenmiştir.

Menfaat Çatışmasına İlişkin Yasal Mevzuat

Avukatlık Kanunu
Madde 38 –
Avukat;
a) Kendisine yapılan teklifi yolsuz veya haksız görür yahut sonradan yolsuz veya haksız olduğu kanısına varırsa,
b) Aynı işte menfaati zıt bir tarafa avukatlık etmiş veya mütalaa vermiş olursa,
c) (Değişik : 2/5/2001 – 4667/26 md.) Evvelce hâkim, hakem, Cumhuriyet savcısı, bilirkişi veya memur olarak o işte görev yapmış olursa,
d) Kendisinin düzenlediği bir senet veya sözleşmenin hükümsüzlüğünü ileri sürmek durumu ortaya çıkmışsa,
e) (İptal)
f) Görmesi istenilen iş, Türkiye Barolar Birliği tarafından tespit edilen mesleki dayanışma ve düzen gereklerine uygun değilse,
Teklifi reddetmek zorunluğundadır.

Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları

Madde 36- Bir anlaşmazlıkta taraflardan birine hukuki yardımda bulunan avukat, yararı çatışan öbür tarafın vekaletini alamaz, hiçbir hukuki yardımda bulunamaz. Ortak büroda çalışan avukatlar da, yararları çatışan kimseleri temsil etmemek kuralı ile bağlıdırlar.

Türkiye Arabulucular Etik Kuralları

Menfaat İlişkisi veya Çatışması

Madde 4- (1) Arabulucu ile taraflar arasında herhangi bir menfaat ilişkisi veya çatışması bulunmamalıdır. Arabulucu, taraflar ile arasında menfaat ilişkisi veya çatışması bulunduğu görünümü ver mekten kaçınmalıdır. (2) Arabulucu ile taraflar arasındaki menfaat ilişkisi veya çatışması, tarafların arabuluculuğa başvurmasından sonra ortaya çıkabileceği gibi; arabulucu ile taraflar arasındaki mevcut veya geçmişteki, kişisel ya da mesleki herhangi bi r ilişkiden dolayı önceden de var olabilir. (3) Arabulucu, arabuluculuk sürecini yürütmesi bakımından, iyi niyetli üçüncü bir kişinin, taraflar ile arasında doğmuş veya doğabilecek bir menfaat ilişkisi veya çatışması bulunduğunu düşünmesine yol açacak bir olay olup olmadığını belirlemek üzere makul bir araştırma ve ebilir. inceleme yapmalıdır. Arabulucunun, taraflar ile arasında doğmuş veya doğabilecek bir menfaat ilişkisi veya çatışmasını ortaya çıkarmak için yapacağı araştırma, somut olayın koşullarına göre değiş (4) Arabulucu, kendisi tarafından makul koşullarda bilinebilecek ve tarafsızlığı hakkında şüphe uyandırabilecek, doğmuş veya doğabilecek menfaat ilişkisi veya çatışmaları hakkında, mümkün olan en kısa sürede tarafları bilgilendirmelidir. (5) Arabu lucu ile taraflar arasındaki doğmuş veya doğabilecek menfaat ilişkisi veya çatışması, arabulucunun tarafsızlığına ve arabuluculuk sürecine açıkça zarar verecek nitelikteyse; arabulucu, tarafların aksi yöndeki talepleri ve anlaşmasına bakılmaksızın, arabulu reddetmeli ve hangi aşamada olursa olsun arabuluculuktan çekilmelidir. culuk teklifini (6) Arabulucu, bu sıfatla görev yaptığı uyuşmazlık ile ilgili olarak açılan davada, daha sonra, avukat olarak görev üstlenemez. Ancak, taraflar açık ve yazılı onayları i le birlikte talep ederlerse, açılan tahkim yargılamasında hakemlik yapabilir.

Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu Kararları

Avukat bilmeden menfaati zıt taraflara avukat olduğunu öğrendiğinde, makul bir süre içinde derhal iki vekillikten birine usulüne uygun olarak son vermelidir. Doğru olan davranış vekaletten çekilme de değil, tamamen işin reddidir.
• Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu’nun 21.06.2003 gün ve 2003/87 esas, 2003/202 karar sayılı kararı:
“… Şikayetli … Sulh Ceza Mahkemesi’nin 1997/88 esas sayılı dosyasının 9.09.1997 tarihli duruşmasında her iki dosyadaki …’nin aynı şahıs olduğunu öğrenmesine karşın, aradan uzun bir müddet geçtikten sonra 07.04.1999 tarihli duruşmada … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1997/437 sayılı dosyasında vekillikten çekildiğini bildirmiştir. Bu durumda şikayetli avukat, makul bir süre içinde derhal iki vekillikten birine usulüne uygun olarak son vermeli, kamunun avukatlık mesleğine olan güven ve itibarını sarsmamalıdır. Bu nedenle Disiplin Kurulu’nun yaptığı hukuksal değerlendirme isabetli bulunmamış, …disiplin cezası tayini gerekmiştir.”

Avukat, menfaat çatışması olan işte, her iki tarafın da haberdar olması, hatta rıza gösterilmesi halinde bile menfaati zıt olan tarafın vekaletini alamaz.
• Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu’nun 21.01.2006 gün ve 2005/378 esas, 2006/11 karar sayılı kararı:
“… Dosyadaki bilgi ve belgelerden, şikayetli avukatın, … İcra Müdürlüğü’nün 20023/712 esas sayılı icra dosyasında 12.06.2003 tarihli vekaletname ile …’un vekilliğini üstlendiği, … İcra Müdürlüğü’nün 2003/3561 esas sayılı icra dosyasında ise 19.06.2003 tarihi itibariyle … vekilliğini üstlenmiş olduğu, … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2003/228 esas sayılı dosyasın da davalı … vekili olarak 07.10.2004 tarihine kadar vekillik görevini yaptığı, … Aile Mahkemesi’nin 2003/165 esas sayılı dosyasında da 26.05.2003 tarihi itibariyle …’ın vekili olduğu, …’ın yazılı belge ile şikayetli avukatın … vekili olmasına muvafakatinin bulunduğu, böylece şikayetli avukatın, birbirinin devamı niteliğinde olmakla aynı iş niteliğinde olan ve aynı zaman dilimi içindeki başlatılan icra takipleri ve muvazaa nedeniyle açılmış tapu iptali davalarında, menfaati zıt taraflara avukatlık yaptığı anlaşılmıştır.
Menfaati zıt olan diğer tarafın vekaletinin alınması, avukatlık mesleğine duyulan güveni ihlal ettiğinden yasa koyucu böyle bir düzenlemeye gitmek ihtiyacını duymuştur. Avukat, menfaat çatışması olan işte, her iki tarafın da haberdar olması, hatta olayımızdaki gibi rıza gösterilmesi halinde bile menfaati zıt olan tarafın vekaletini alamaz. Aksi takdirde, taraflardan her biri yeterli savunulmadığı duygusuna kapılır ki, bu da avukata duyulması gereken güveni kökten sarsar.

Kaynak: Avukatlık Disiplin Hukuku, Av. M. Haşim Mısır

Yargıtay Kararları

“Aralarında menfaat çatışması bulunan ve birinin savunmasının diğer sanığın savunmasında zaafiyet yaratacağı açık olduğunda, sanıkların aynı müdafi tarafından savunulması hukuka aykırıdır.” ( CGK 14.06.2011, 1-44/122)

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Görevli Mahkeme Nedir?

Görevli Mahkeme Nedir? | İzmir Avukat

Görevli mahkeme, dava şartı olup bir davaya bakmakta görevli olan mahkemenin adına verilen isimdir. Dava açılacağı zaman dikkat edilmesi gereken iki temel usuli şart vardır. Bunlardan biri uyuşmazlığa hangi mahkemenin bakacağı yani hangi mahkemenin görevli olduğu; diğeri ise hangi yer mahkemesinin bakacağı yani hangi mahkemenin yetkili olduğu hususudur.

Örneğin İzmir’de bulunan bir taşınmaza ilişkin ortaklığın giderilmesi konulu dava açılacaksa, usul kuralları uyarınca İzmir’deki(yetki) Sulh Hukuk mahkemeleri(görev) görevli ve yetkili olacaktır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda görevin belirlenmesi ve niteliği düzenlenmiştir. Buna göre: MADDE 1- (1) ”Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir.”  Denilmiştir.

Asliye hukuk mahkemelerinin görevi

MADDE 2- (1) Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir. (2) Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.

 Sulh hukuk mahkemelerinin görevi

MADDE 4- (1) Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın; a) Kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları, b) Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davaları, c) Taşınır ve taşınmaz mallarda, sadece zilyetliğin korunmasına yönelik olan davaları, ç) Bu Kanun ile diğer kanunların, sulh hukuk mahkemesi veya sulh hukuk hâkimini görevlendirdiği davaları görürler.” şeklinde düzenlenmiştir.

Görev, dava olunan şeyin değerine göre belirtilmiş ise, görevli mahkemenin tespitinde, davanın açıldığı gündeki değer esas tutulmak üzere, aşağıdaki maddeler hükümleri uygulanır. Faiz, icra tazminatı ve giderler görevin tespitinde hesaba katılmaz.

Görev Kurallarının Hukuki Niteliği

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ilk maddesine göre görev kurallarının kamu düzeninden olduğunu belirtmiştik. Bu sebeple mahkemelerin görevli olması dava şartıdır. Mahkeme yargılamanın her aşamasında görevli olup olmadığını resen inceleyebilir. İdari birtakım işlemlerle işlerin başka mahkemelerin görev alanına sokulması veya kanunen mahkemelerin görev alanına giren bir hususun idari makamlara bırakılması mümkün değildir.

Bununla ilgili olarak mahkemeler açılan davanın görevli mahkemede açılıp açılmadığını re’sen incelediği gibi; taraflar da açılan davada görevli mahkemeye ilişkin hata yapılmışsa yargılamanın her aşamasında mahkemeye görevsiz olduğu yönünde itirazda bulunabilir. İstinaf ve temyiz aşamalarında ilk derece mahkemesinin görevli olup olmadığı kendiliğinden incelenir. Görev kurallarına aykırılık mutlak bir istinaf ve temyiz sebebidir.

Görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olmasının bir sonucu da, görev konusunda tarafların sözleşme (görevli mahkemeye ilişkin sözleşme) yapamamalarıdır. Dava şartlarının yargılama esnasından ileri sürülmesine ve incelenmesine ilişkin genel düzenleme görev bakımından da uygulanmaktadır. Buna göre görevsiz olduğunu resen veya taraflardan birinin buna ilişkin itirazı üzerine tespit eden mahkeme davayı, usule ilişkin nihai karar ile görevsizlik kararı vererek reddeder.

 Mahkeme tarafların görev yönünden yaptığı itirazını reddederse davanın esasına dair incelemeye başlar. Görev itirazının reddine karşı tek başına istinaf yoluna başvurulamaz. Görevsizlik itirazının reddine karşı, esas hükümle birlikte istinaf yoluna başvurulabilir.

Görevsizlik Kararı İncelenmesi

Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler kanunun 20. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre:

MADDE 20- (1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise tebliğ tarihinden, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde dava açılmamış sayılır ve görevsizlik veya yetkisizlik kararı veren mahkemece bu konuda resen karar verilir. (2) Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir.

Bazı durumlarda da görev ve yetki konusunda mahkemeler birbiri ile çelişebilir veya davaya bakması gereken mahkemenin bir sebeple davayı yürütmesinde engel meydana gelebilir. Bu durumlarda yargı yerinin tespit edilerek görev veya yetki yönünden davanın yönetilmesi gerekir .

 Yargı yerinin belirlenmesini gerektiren sebepler kanunda aşağıdaki şekilde sayılmıştır:

MADDE 21- (1) Aşağıdaki hâllerde, davaya bakacak mahkemenin tayini için yargı yeri belirlenmesi yoluna başvurulur: a) Davaya bakmakla görevli ve yetkili mahkemenin davaya bakmasına herhangi bir engel çıkarsa b) İki mahkeme arasında yargı çevrelerinin sınırlarının belirlenmesi konusunda bir tereddüt ortaya çıkarsa c) İki mahkeme de görevsizlik kararı verir ve bu kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşirse ç) Kesin yetki hâllerinde, iki mahkeme de yetkisizlik kararı verir ve bu kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşirse yargı yolunun belirlenmesi talep edilmelidir.

Yukarıda Görevsizlik kararı üzerine izlenecek adımlara ilişkin anlatımlarımızı  kanun maddeleri ile sıralayacak olursak:

 Görevsizlik kararı veren mahkeme dosyanın talep üzerine görevli mahkemeye gönderilmesine karar verebilir. Ancak görevsizlik kararı kesinleşmeden, dosya görevli mahkemeye gönderilmez. Görevsizlik kararı kesinleştiği tarihten itibaren iki hafta içinde görevsizlik kararı veren mahkemeye başvuran davacı dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesini talep etmelidir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir (HMK m.20/1). Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir.

Davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hallerde, hâkim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmeder (HMK m.331/1)

Görevsizlik, yetkisizlik veya gönderme kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmesi halinde, yargılama giderlerine o mahkeme hükmeder. Görevsizlik, yetkisizlik veya gönderme kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmemiş ise talep üzerine davanın açıldığı mahkeme dosya üzerinden bu durumu tespit ile davacıyı yargılama giderlerini ödemeye mahkûm eder (HMK m.331/2).

Davanın açılmamış sayılmasına karar verilen hallerde yargılama giderleri davacıya yükletilir (HMK m.331/3).

Görevsizlik Kararı Üzerine Yapılacak İşlemler

Esasa ilişkin verilen nihai kararlar bakımından istinaf yolunun açık olduğu davalarda verilen görevsizlik kararlarına karşı istinaf yolu açıktır. Görevsizlik kararının istinaf incelemesi sonucunda doğru bulunması durumunda bu karar kesinleşir. Görevsizlik kararı aynı zamanda süresi içinde istinaf yoluna müracaat edilmemesi veya kanun yolundan feragat edilmesi üzerine de kesinleşir.

 Görevsizlik kararı verilmesi durumunda taraflardan birinin süresi içinde kanun yoluna başvurmaması ya da başvuramaması üzerine kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten eğer kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi tarihinden itibaren iki hafta içerisinde kararı veren mahkemeye başvuru yapılarak dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesinin talep edilmesi gerekir. Aksi takdirde bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.

Görevsizlik kararı kesinleşmesinden iki hafta içinde yapılan bu talep yeni bir dava açmak anlamına gelmez. Bu talep görevsiz mahkemede açılmış bulunan davanın devamına yöneliktir. Dosya kendisine gönderilen mahkemede davaya devam edilmesi durumunda taraf usul işlemleri geçerlidir ve tekrar yapılması gerekmez. Ancak görevsiz mahkemede yapılmış olan mahkeme usul işlemleri kural olarak geçersizdir. Davaya bakmakta olan görevli mahkemenin bu işlemleri tekrarlaması gerekir. Bu işlemlere örnek olarak keşif, tanık dinlenmesi, bilirkişi raporunun değerlendirilmesi verilebilir.

Görevli Mahkemenin Tespitinde Yargıtay Kararı Örnekleri

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi – Karar: 2016/7946

4721 Sayılı Türk Medenî Kanununun uyarınca, haklı bir sebebe dayanmak kaydıyla, adın değiştirilmesi hâkimden istenebilir. Diğer yandan 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. maddesinin 1/a bendinde 1/a bendinde, nüfus kayıtlarına dair düzeltme davalarının düzeltmeyi isteyen şahısların yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılacağı hükme bağlanmıştır. Aynı Kanunun ( b ) fıkrasında ise ad ve soyada dair düzenleme bulunmaktadır.

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi – Karar: 2016/6743

Antalya 10. Asliye Hukuk Mahkemesi taraflar arasındaki ihtilafın 6502 Sayılı TKHK kapsamında kaldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Antalya 1. Tüketici Mahkemesi uyuşmazlık konusu bağımsız bölümün konut veya tatil amaçlı taşınmaz niteliğinde olmayıp, depolu dükkan olduğu ve 6502 Sayılı Kanun kapsamında mal vasfında olmayıp davacının yasa kapsamında tüketici konumunda bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.

Dosya kapsamından; davacı vekilinin, davacının davalı taraftan daire satın aldığı, ancak davalı yüklenicinin sözleşmede belirtilen tarihte bağımsız bölümü teslim etmediği, gecikme olması ve oturma izni alınamaması sebebiyle taşınmazın kiraya da verilemediği, bu sebeplerle davacının uğradığı gelir kaybının tahsili amacıyla yapılan icra takibine davalının itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptalini talep ettiği anlaşılmıştır.Somut olayda, davacı, davalı ile aralarında taşınmaz alım satımına dair düzenlenen sözleşme gereğince taşınmazların zamanında teslim edilmediği iddiasıyla, uğradığı gelir kaybının tazminini talep ettiği ve tüketici sıfatı taşımayan davacının, tacir de olmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre uyuşmazlığın, genel hükümler çerçevesinde asliye hukuk mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079