Category Archives: Genel

Trafik Kazalarında Kusur Oranı

Trafik Kazalarında Kusur Oranı
Trafik Kazalarında Kusur Oranı

Trafik Kazalarında Kusur Oranı | İzmir Avukat

Dilek Yavuz Uysal, Att.

Trafik Kazalarında Kusur Oranı

Kusur, Türk Dil Kurumu’nda “bilerek veya bilmeyerek bir işi gereği gibi yapmamak” şeklinde tarif edilmiştir. Bu tarif, aslında trafik kazalarında yaşanan durumlara birebir uymaktadır. Zira kişiler trafik kurallarına bilerek veya bilmeyerek uymamak suretiyle kusur işlerler ve bunun sonucunda trafik kazalarının meydana gelmesine sebebiyet verirler.

Trafik kazalarında kusur oranı, kaza sonrasında açılacak olan ceza davasında verilecek cezanın miktarının belirlenmesi hususunda oldukça önemlidir. Örneğin bir araç sürücüsünün yayaya çarptığı bir trafik kazası senaryosunu düşünelim. Bu örnekte yaya, yaya geçidini kullanmamışsa kusur oranı yüksek (asli kusurlu) olacaktır. Araç sürücüsü ise tafik seyrine ve trafik kurallarına uygun hareket etmişse yaya, asli kusurlu olacaktır. Bu durumda araç sürücüsünün kusur oranı tali(az kusurlu) veya kusursuz olarak tespit edilirse araç sürücüsü ceza davasında beraat edebilecek; tazminat ödeme yükümlülüğünden kurtulabilecektir.

Aksi senaryoda ise yayanın, yaya geçidini kullanarak yolun kontrolunü sağladıktan sonra karşıdan karşıya geçmiş olması; bu esnada bir aracın trafik kurallarını ihlal ederek kırmızı ışıkta geçerek yayaya çarptığının düşünelim. Bu senayoda ise, trafik kurallarını açıkça ihlal eden araç sürücüsü asli kusurlu olduğu için ceza alacaktır. Ceza almasının akabinde ise tazminat davası açılması durumunda tazminat tutarı , araç sürücüsünün ceza almış olduğu göz önüne alınarak arttırılarak hüküm kurulacaktır.

Trafik Kazalarında Kusur Oranı Süreci:

Meydana gelen trafik kazalarında kazanın olması ile birlikte araç veya araçlar hareket ettirilmeksizin ilk olarak trafik kazası tepit tutanağı tutulur. Bu tutanaktan sonra gerek ceza davasında, gerekse tazminat davasında tekrar bir bilirkişi raporu alınarak raporlar karşılaştırılır, raporlar arasında çelişkiler varsa durum ve deliller incelenerek çelişkiler giderilerek rapor nihai halini alır. Nihai rapor ile birlikte, artık hüküm kurulacaktır.

 Bu süreçte kazanın oluşunun hemen ardından, taraflar anlaşabiliyorlarsa aralarında, anlaşamıyorlar ise polis çağırarak ”trafik kazası tespit tutanağı” düzenler. Bu tutanağın kaza yerinde ve hemen tutulması esastır. Kazaya karışan tarafların tamamı tutanağı imzalamış olmalıdır. Aksi takdirde tutanak geçerli sayılmaz.

Trafik kazası tespit tutanağı: Hava durumu, yol şartlarını, kazanın oluş nedenlerini, tarafların davranış şekillerini ve sürücülere- araca ve diğer yol kullanıcılarına ait bilgiler ve kazanın özeti ile krokisini içeren, adli tahkikata ve sigorta hukukuna esas olmak üzere düzenlenen tutanaktır. Tanımdan da anlaşılacağı gibi, tutulan bu ilk tutanak dava sürecinde sunulacak olan ilk delil niteliğindeki belgedir. Maddi hasarlı trafik kazalarında aracın ve kaza yapılan yerin doğru açıdan çekilmiş fotoğrafları kusur oranlarının tespitinde oldukça önemlidir. Trafik kazalarının çoğunda kusur oranının tespiti için mahkemeye en ayrıntılı değerlendirme imkanı veren belge olmasına rağmen kaza tespit tutanağı, kusurun kimde olduğunun tespiti için yeterli bir evrak değildir.

Kazanın ardından sürücüler doldurdukları kaza tespit tutanaklarını poliçelerini yaptırmış oldukları sigorta şirketlerinin hasar departmanına iletirler.  Sigortalıdan gelen tutanaklar ve fotoğraflar dosya açıldıktan sonra Trafik Sigortaları Bilgi Merkezi (TRAMER) gönderilir. Sigorta şirketi hak kaybına sebebiyet vermemek için bir günde dosyayı açmak ve Tramer’e iletmekle yükümlüdür. Tramer, üç iş günü içerisinde evrakları inceleyip sonuçlandırır ve sigorta şirketine kusur oranını bildirir. Tutanakların, Tramer sistemine girilmesini takip eden üç iş günü içinde her bir sigorta şirketi kendi kusur oranı değerlendirmesi yapar. Eğer tüm şirketler tarafından aynı kusur oranları verilir ise dosya sonuçlanır. Tazminat ödemelerinin yasal süresi ie sekiz iş günüdür.

Ne var ki, uygulamada taraflar fazla sigorta poliçesi ödemek istemedikleri için manevi tazminata ilişkin ödemeleri kapsayan poliçe talep etmemektedir. Hatta, maddi tazminat teminatları da düşürülerek sigortalıya en uyguna poliçe teklifleri sunulmaktadır. Ne var ki yapılan ödemeler yaralanmalı bir trafik kazası meydana geldiği taktirde maddi ve manevi tatmin bir yana, çoğu zaman maddi kayıpları dahi karşılamamaktadır. Bu sebeple sürecin bir avukat vasıtası ile takip edilerek en yüksek tutarlardan tazminat talebi ile dava açılması kazaya karışan tarafar için çok daha mantıklı bir yoldur.

Yüzdelik Kusur Oranları Ne Anlama Gelir?

Kusur oranlarının belirlenmesi esasen yargılama esnasında alanında uzman bir bilirkişi vasıtası ile tam ve doğru olarak tespit edilecek bir husustur. Bu konuda bir standart olmamakla birlikte, anlaşılır olması için aşağıdaki şekile örneklendirebiliriz:

  • %0 kusur, sizin kazada kusursuz, karşı tarafın ise tamamen kusurlu olduğu durumdur. ( kusursuz)
  • %25 kusur, her iki tarafın da kusurlu olduğu; fakat sizin kusurunuzun daha az olması durumudur. ( tali kusurlu)
  • %50 kusur, her iki tarafın da aynı oranda kusurlu olması durumudur. ( eşit kusurlu)
  • %70 kusur, her iki tarafın da kusurlu olduğu; fakat sizin kusurunuzun daha yüksek olması durumudur. ( asli kusurlu)
  • %100 kusur; sizin kazada tamamen kusurlu olduğunuz durumdur. ( tam kusur)

Konuya ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki Çalışmalar İlginizi Çekebilir

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Kefalet Sözleşmesi

Kefalet Sözleşmesi

Kefalet Sözleşmesi | İzmir Avukat

Kefalet sözleşmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 581. maddesinde düzenlenmiştir. İlgili hüküm ‘Kefalet sözleşmesi, kefilin alacaklıya karşı borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşmedir.’ şeklindedir. Buradan hareketle kefil, bir  borcun alacaklısına karşı, borçlunun borcunu ifa etmesinden şahsen sorumlu olarak alacaklının boşa çıkan ifa menfaatine ilişkin beklentisini parasal olarak karşılamayı taahhüt eder. Asıl borçlu ne olursa olsun kefalet sözleşmesinin tarafını oluşturmaz, kefalet sözleşmesinin tarafları kefil ve asıl borç ilişkisindeki alacaklıdır.

Kefalet Sözleşmesinin Geçerlilik Şartları:

  1. Adi Yazılı Şekil Şartı
  2. Kefaletin süresi ve miktarı
  3. Kefil olacak kişi evliyse eşin rızası şeklinde özetlenenilir.

Kefalet sözleşmesinde adi yazılı şekil şartı gerekmektedir. Yazılı olmayan kefalet sözleşmeleri geçersizdir. Yine geçerlilik şartı olarak kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihinin el yazısıyla yazılması 6098 sayılı TBK’nın 583. maddesinde kabul edilmiştir ve işbu hükme göre müteselsil kefalet için bu yazılı şekil şartına ek bir şart daha getirilmiştir. Buna göre kefilin müteselsil kefil olması durumunda bu sıfatla veya bu anlama gelen bir ifadeyle yükümlülük altına gireceğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır. Bu husus TBK m. 583’de düzenlenmiştir.

İlgili madde:  ‘Kefalet sözleşmesi yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin sorumlu olduğu azami miktarı, kefalet tarihi ve müteselsil kefil olması durumunda bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır. Müteselsil kefil olma iradesi kefilin el yazısıyla ortaya koyulmalıdır. Şu halde böyle bir iradenin varlığını kefalet belgesinin dışında kalan ve kefalet belgesinde bir dayanağı bulunmayan olgulara dayanarak ispatlamak mümkün değildir.’ şeklindedir.

Madde metninden anlaşıldığı üzere müteselsil kefaletin söz konusu olması için kefilin mutlaka müteselsil kefil sıfatıyla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girmeyi yüklenmesi gerekmektedir.

Son şart ise TBK 584. madde dzüenlemesidir. İlgili maddeye göre : ”Eşlerden biri mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması şarttır.

Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumlu olacağı miktarın artmasına veya adi kefaletin müteselsil kefalete dönüşmesine ya da kefil yararına olan güvencelerin önemli ölçüde azalmasına sebep olmayan değişiklikler için eşin rızası gerekmez. (Eşin rızasına istisna: Ticaret siciline kayıtlı ticari işletmenin sahibi veya ticaret şirketinin ortak ya da yöneticisi tarafından işletme veya şirketle ilgili olarak verilecek kefaletler, mesleki faaliyetleri ile ilgili olarak esnaf ve sanatkârlar siciline kayıtlı esnaf veya sanatkârlar tarafından verilecek kefaletler, 27/12/2006 tarihli ve 5570 sayılı Kamu Sermayeli Bankalar Tarafından Yürütülen Faiz Destekli Kredi Kullandırılmasına Dair Kanun kapsamında kullanılacak kredilerde verilecek kefaletler ile tarım kredi, tarım satış ve esnaf ve sanatkârlar kredi ve kefalet kooperatifleri ile kamu kurum ve kuruluşlarınca kooperatif ortaklarına kullandırılacak kredilerde verilecek kefaletler için eşin rızası aranmaz. ) Kefillik ilişkisinin müteselsil ve adi olmak üzere iki çeşidi vardır.

Adi Kefalet ve Müteselsil Kefalet Arasındaki Farkları İnceleyecek Olursak:

Aksi kararlaştırılmadığı müddetçe kefalet sözleşmesi adi kefalet olarak değerlendirilmektedir.

  • Ticari borçlara kefalette asıl olan müteselsil kefalettir.
  • İcra dairesinde veya haciz esnasında yapılan icra kefaletlerinde müteselsil kefalet asıldır. ( Kefil müteselsil kefil ise, Türk Borçlar Kanunu 586. madde de belirtildiği üzere alacaklı borçluya karşı icra takibi başlatmadan önce ya da alacağı güvence altına almak için verilmiş olan taşınmaz rehnini paraya çevirmeden önce müteselsil kefile karşı icra takibi başlatabilir)
  • TKHK m.4/6 ‘da Tüketici işlemlerinden, tüketicinin edimlerine karşılık olarak alınan şahsi teminatlar, her ne isim altında olursa olsun adi kefalet sayılırken tüketicinin alacaklarına ilişkin karşı tarafça verilen şahsi teminatlar diğer kanunlarda aksine hüküm bulunmadıkça müteselsil kefalet sayılır.
  • Müteselsil kefaleti, adi kefaletten ayıran en önemli özellik ise adi kefalette kefilin en önemli savunma defi olan tartışma def-inin olmamasıdır. Gerçekten de adi kefalet ile müteselsil kefalet arasında özellikle de kefilin öne sürebileceği def-i’ler bakımından farklılıklar vardır. Müteselsil kefil, adi kefilin savunmalarının çoğundan mahrumdur.
  • Müteselsil kefalette kefil , borçlu ile birlikte borcun tamamından birinci derecede sorumludur. Adi kefalette ise alacaklı borçluya başvurduktan ve borcunu tahsil edemedikten sonraki seçenek olarak adi kefile gidebilir. Bir başka anlatımla adi kefalette alacaklı, borçluya başvurmadıkça, kefile takip talebi yöneltemez. Ancak, aşağıdaki hallerde doğrudan doğruya kefile başvurabilir:

Borçlu aleyhine yapılan takibin sonucunda kesin aciz belgesi alınması, Borçlu aleyhine Türkiye’de takibatın imkansız hale gelmesi veya önemli ölçüde güçleşmesi, Borçlunun iflasına karar verilmesi, Borçluya konkordato mehli verilmiş olması. Sözleşmede, bu durumlarda alacaklının önce asıl borçluya başvurmak zorunda olduğu da taraflarca  kararlaştırılabilir.

Konua ilişkin danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Culpa In Contrahendo Nedir?

Culpa In Contrahendo Nedir?

Culpa In Contrahendo Nedir? | İzmir Avukat

Culpa In Contrahendo, latince sözleşme görüşmelerindeki kusurdan doğan sorumluluk anlamına gelmektedir. Dürüstlük kuralına dayanır. Tarafların sözleşmenin kurulması sırasında, sözleşme benzeri güven ilişkisine dayanan özen gösterme, aydınlatma ve koruma yükümlülüklerini ifade eder.

Culpa In Contrahendo ilkesi, Türk Borçlar Kanunu kapsamında düzenlenmemiş olmakla birlikte, doktrinde Türk Medeni Kanunu Madde 2 kapsamında yürürlük alanı bulduğu ifade edilmektedir.

Türk Medeni Kanunu Madde 2 – “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”

İlgili Yargıtay Kararları

Yargıtay 11. Hukuk Dairesi Esas: 2020/4933 Karar: 2021/2006

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.02.2013 tarihli, 2012/13-1220 Esas ve 2013/239 Karar sayılı ilamında ifade edildiği gibi, toplumsal hayatın hızla gelişmesi sonucu ortaya çıkan bazı hukuki sorunların çözümünü, klasik borç doğurucu sorumluluk kaynakları olarak nitelendirilen haksız fiil, sözleşme ve sebepsiz zenginleşme içerisinde bulabilmek her zaman mümkün değildir. Kanunların çözüm öngöremediği bu tür durumlar için öğretide yeni hukuki müessese ve sorumluluk türleri belirlenmesi yoluna gidilmiştir. Bu yeni belirlenen sorumluluk türlerinden olan sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk (culpa in contrahendo), sözleşme görüşmeleri sırasında taraflardan birinin diğerine dürüstlük kuralına aykırı davranması nedeniyle ortaya çıkan sorumluluk olarak tanımlanabilir. Zira sözleşme görüşmelerine başlanmakla taraflar arasında hukuki ilişki, başka bir deyişle bir güven ilişkisi meydana gelmektedir. Bu güven ilişkisi, TMK m. 2’de ifade bulan dürüstlük kuralı uyarınca belli ölçüde karşı tarafın çıkarlarını gözetme, böylece bildirim, aydınlatma, boş yere güven vermeme, güveni boşa çıkarmama gibi birtakım özen yükümlülükleri doğurmaktadır. Bu özen yükümlülüklerine aykırılığa da sözleşmeden kaynaklanan borca aykırılığa ilişkin hükümler uygulanmaktadır.

Eldeki asıl davaya konu somut uyuşmazlığa gelindiğinde davacı-karşı davalı, davalı-karşı davacı ile imzalanacak sözleşmeye güvenerek birtakım yatırımlar yaptıklarını, ancak davalının distribütörlüğü başka bir şirkete verdiğini iddia ederek yapmış oldukları giderler ve yatırımlardan dolayı uğramış oldukları zararların tahsilini istemiştir. Tüm dosya kapsamı ve özellikle taraflar arasındaki e-mail yazışmaları dikkate alındığında, davacı-karşı davalının bir sözleşme akdedileceği güveni ile bazı harcamalar ve yatırımlar yaptığı anlaşılmaktadır. Yukarıdaki açıklamalar bağlamında davacı-karşı davalının taleplerine sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk kurallarıyla bakılması gerekmektedir. Böyle bir durumda davacı-karşı davalı, sözleşme akdedileceği güveni ile yaptığı, doğrudan uygun illiyet bağı içerisinde olup gerekli harcamalardan doğan zararlarını isteyebilir. Karşı dava bakımından da davalı-karşı davacı, davasına dayanak kıldığı alacaklarının varlığını usulüne uygun delillerle ispat etmelidir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Genel İşlem Koşulları Nedir?

Genel İşlem Koşulları Nedir? | İzmir Avukat

Tanımı

Türk Boçlar Kanunu kapsamında genel işlem koşulları, bir sözleşme yapılırken düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmede kullanmak amacıyla, önceden, tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleri olarak tanımlanmaktadır. Bu koşulların, sözleşme metninde veya ekinde yer alması, kapsamı, yazı türü ve şekli, nitelendirmede önem taşımaz. Aynı amaçla düzenlenen sözleşmelerin metinlerinin bire bir aynı olmaması, bu sözleşmelerin içerdiği hükümlerin, genel işlem koşulu sayılmasını engellemez.

Genel işlem koşulları içeren sözleşmeye veya ayrı bir sözleşmeye konulan bu koşulların her birinin tartışılarak kabul edildiğine ilişkin kayıtlar, tek başına, onları genel işlem koşulu olmaktan çıkarmaz.

Genel işlem koşullarıyla ilgili hükümler, sundukları hizmetleri kanun veya yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütmekte olan kişi ve kuruluşların hazırladıkları sözleşmelere de, niteliklerine bakılmaksızın uygulanır.

Yazılmamış Sayılma

Karşı tarafın menfaatine aykırı genel işlem koşullarının sözleşmenin kapsamına girmesi, sözleşmenin yapılması sırasında düzenleyenin karşı tarafa, bu koşulların varlığı hakkında açıkça bilgi verip, bunların içeriğini öğrenme imkânı sağlamasına ve karşı tarafın da bu koşulları kabul etmesine bağlıdır. Yani sözleşme kapsamında tüketici aleyhine düzenlenen hususlara ilişkin tüketiciye açıkça bilgi verilmemesi ve bunu öğrenme imkanı verilmemesi durumunda, genel işlem koşulları yazılmamış sayılır.

Sözleşmenin niteliğine ve işin özelliğine yabancı olan genel işlem koşulları da yazılmamış sayılır. Sözleşmenin yazılmamış sayılan genel işlem koşulları dışındaki hükümleri geçerliliğini korur. Bu durumda düzenleyen, yazılmamış sayılan koşullar olmasaydı diğer hükümlerle sözleşmeyi yapmayacak olduğunu ileri süremez.

Yorumlanması

Genel işlem koşullarında yer alan bir hüküm, açık ve anlaşılır değilse veya birden çok anlama geliyorsa, düzenleyenin aleyhine ve karşı tarafın lehine yorumlanır.

Tek Taraflı Değiştirme Yasağı

Genel işlem koşullarının bulunduğu bir sözleşmede veya ayrı bir sözleşmede yer alan ve düzenleyene tek yanlı olarak karşı taraf aleyhine genel işlem koşulları içeren sözleşmenin bir hükmünü değiştirme ya da yeni düzenleme getirme yetkisi veren kayıtlar yazılmamış sayılır.

İçerik Denetimi

Genel işlem koşullarına, dürüstlük kurallarına aykırı olarak, karşı tarafın aleyhine veya onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte hükümler konulamaz.

Yargıtay Kararları

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E. 2014/855 K. 2016/187

Genel işlem şartları, sözleşme taraflarından birinin, ileride kuracağı sözleşmelerde karşı âkidine değiştirmeden kabul edilmek üzere sunma niyetiyle, önceden, tek yanlı olarak saptadığı sözleşme koşullarıdır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere, genel işlem şartlarının varlığını kabul edebilmek için bazı unsurların gerçekleşmiş olması aranır. Genel işlem şartları kural olarak bir sözleşmenin içeriğini düzenlemek üzere hazırlanırlar ve bu faaliyet tek taraflı olarak sözleşmenin kurulmasından önce gerçekleşir. Amaç, birden fazla sözleşme ilişkisinde kullanılacak şartları saptamak ve bunları karşı âkidin müdahalesine imkan tanımadan bir kül olarak sözleşmeye dahil etmektir. Bu şartların nasıl hazırlandığı, kağıda dökülüp dökülmediği, yazı türü, metnin sözleşme metnine dahil olup olmadığı gibi hususlar genel işlem şartı nitelendirmesi açısından önem taşımaz. Genel işlem şartlarının varlığını kabul edebilmek için karşı âkidin bunların içeriğine etki edememiş olması gerekir.

Bu sebeple genel işlem şartlarının unsurları; a) Bir sözleşmenin şartlarını oluşturmaları, b) Sözleşmenin kurulmasından önce düzenlenmeleri, c) Birden fazla sözleşme ilişkisinde kullanılmak üzere düzenlenmeleri, d) Genel işlem şartları kullanan tarafından sözleşmeye dahil edilmek niyetiyle karşı akide sunulmalarıdır (Yeşim M. Atamer, Sözleşme Özgürlüğünün Sınırlandırılması Sorunu Çerçevesinde Genel İşlem Şartlarının Denetlenmesi, 2. Bası, İstanbul 2001, s. 61 vd.).

Somut uyuşmazlığa uygulanması gereken mülga 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK)’nun “Sözleşmedeki haksız şartlar” başlıklı 6. maddesi; “Satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır.

Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı değildir. Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması sebebiyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir.

Sözleşmenin bütün olarak değerlendirilmesinden, standart sözleşme olduğu sonucuna varılırsa, bu sözleşmedeki bir şartın belirli unsurlarının veya münferit bir hükmünün müzakere edilmiş olması, sözleşmenin kalan kısmına bu maddenin uygulanmasını engellemez.

Bir satıcı veya sağlayıcı, bir standart şartın münferiden tartışıldığını ileri sürüyorsa, bunu ispat yükü ona aittir.

6/A, 6/B, 6/C, 7, 9, 9/A, 10, 10/A ve 11/A maddelerinde yazılı olarak düzenlenmesi öngörülen tüketici sözleşmeleri en az oniki punto ve koyu siyah harflerle düzenlenir ve sözleşmede bulunması gereken şartlardan bir veya birkaçının bulunmaması durumunda eksiklik sözleşmenin geçerliliğini etkilemez. Bu eksiklik satıcı veya sağlayıcı tarafından derhal giderilir.

Bakanlık standart sözleşmelerde yer alan haksız şartların tespit edilmesine ve bunların sözleşme metninden çıkartılmasının sağlanmasına dair usul ve esasları belirler.” düzenlemesini içermektedir.

Bu açık hüküm karşısında, standart sözleşmelerde yer alan genel işlem şartlarından haksız olanlarının tüketici için bağlayıcı olmadığı kuşkusuzdur….

Yargıtay 23. Hukuk Dairesi E: 2018/1425, K: 2427

Davacı taraf, Bağlantı Anlaşmasının cezai şarta ilişkin 16. maddesinde uyarı şartının bulunduğunu iddia etmektedir. 31.05.2012 tarihli Sistem Kullanım Anlaşmasında cezai şartları düzenleyen 9. madde ihlalleri için uyarı şartı kaldırılmışsa da cezai şarta ilişkin Sistem Kullanım Anlaşması ve Bağlantı Anlaşmasında uyarı şartına ilişkin çelişik hükümler bulunması halinde hangisine değer verileceği hususu üzerinde durulmalıdır. Davalının hizmet sağlayıcı yönünden tek sağlayıcı konumunda olması, bu nedenle sözleşme içeriğini tek taraflı belirleme gücünün elinde olması nedeniyle 31.05.2012 tarihinde revize edilen sistem kullanım anlamasının cezai şarta ilişkin hükmü TBK’nın 20/1. maddesine göre genel işlem koşulu niteliğinde kabul edilerek, 25. madde gereğince yapılan içerik denetimi gereğince cezai şartın ancak davacı tarafından yapılan ihlalin uyarıya rağmen giderilememesi halinde uygulanabileceği şeklinde kabul edilmesi gerekmektedir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Menfaat Çatışması Nedir?

Menfaat Çatışması Nedir?

Menfaat Çatışması Nedir? | İzmir Avukat

Menfaat Çatışması Nedir?

menfaat

isim, Arapça menfaʿat

Çıkar

Çıkar çatışması, kişisel çıkarlar ile mesleki görev veya sorumluluklar arasındaki çatışma nedeniyle bir kurum veya bireyin güvenilemez hale gelmesi ile ortaya çıkar. Böyle bir çatışma, bir kişinin para, statü, bilgi, ilişkiler veya itibar gibi bir çıkarı olduğunda gerçekleşir. Söz konusu çıkarları sebebi ile çıkar çatışması yaşayan kişinin eylemlerinin tarafsız olup olamayacağını şüpheli hale gelmektedir. Böyle bir durum ortaya çıktığında, genellikle tarafların süreçden ayrılmaları talep edilir. Hatta, menfaat çatışmasının olduğu durumlarda süreçten çıkmak genellikle yasal olarak zorunludur.

Bir başka ifade ile menfaat çatışması, avukatın savunmakta olduğu kişilerin çıkarlarının birbiri ile uyuşmaması ve bir tarafa ilişkin süreçlerinde diğerine zarar verme ihtimali bulunması halinde ortaya çıkan bir durumdur. Avukatlık Kanunu ile düzenlenmiştir.

Menfaat Çatışmasına İlişkin Yasal Mevzuat

Avukatlık Kanunu
Madde 38 –
Avukat;
a) Kendisine yapılan teklifi yolsuz veya haksız görür yahut sonradan yolsuz veya haksız olduğu kanısına varırsa,
b) Aynı işte menfaati zıt bir tarafa avukatlık etmiş veya mütalaa vermiş olursa,
c) (Değişik : 2/5/2001 – 4667/26 md.) Evvelce hâkim, hakem, Cumhuriyet savcısı, bilirkişi veya memur olarak o işte görev yapmış olursa,
d) Kendisinin düzenlediği bir senet veya sözleşmenin hükümsüzlüğünü ileri sürmek durumu ortaya çıkmışsa,
e) (İptal)
f) Görmesi istenilen iş, Türkiye Barolar Birliği tarafından tespit edilen mesleki dayanışma ve düzen gereklerine uygun değilse,
Teklifi reddetmek zorunluğundadır.

Türkiye Barolar Birliği Meslek Kuralları

Madde 36- Bir anlaşmazlıkta taraflardan birine hukuki yardımda bulunan avukat, yararı çatışan öbür tarafın vekaletini alamaz, hiçbir hukuki yardımda bulunamaz. Ortak büroda çalışan avukatlar da, yararları çatışan kimseleri temsil etmemek kuralı ile bağlıdırlar.

Türkiye Arabulucular Etik Kuralları

Menfaat İlişkisi veya Çatışması

Madde 4- (1) Arabulucu ile taraflar arasında herhangi bir menfaat ilişkisi veya çatışması bulunmamalıdır. Arabulucu, taraflar ile arasında menfaat ilişkisi veya çatışması bulunduğu görünümü ver mekten kaçınmalıdır. (2) Arabulucu ile taraflar arasındaki menfaat ilişkisi veya çatışması, tarafların arabuluculuğa başvurmasından sonra ortaya çıkabileceği gibi; arabulucu ile taraflar arasındaki mevcut veya geçmişteki, kişisel ya da mesleki herhangi bi r ilişkiden dolayı önceden de var olabilir. (3) Arabulucu, arabuluculuk sürecini yürütmesi bakımından, iyi niyetli üçüncü bir kişinin, taraflar ile arasında doğmuş veya doğabilecek bir menfaat ilişkisi veya çatışması bulunduğunu düşünmesine yol açacak bir olay olup olmadığını belirlemek üzere makul bir araştırma ve ebilir. inceleme yapmalıdır. Arabulucunun, taraflar ile arasında doğmuş veya doğabilecek bir menfaat ilişkisi veya çatışmasını ortaya çıkarmak için yapacağı araştırma, somut olayın koşullarına göre değiş (4) Arabulucu, kendisi tarafından makul koşullarda bilinebilecek ve tarafsızlığı hakkında şüphe uyandırabilecek, doğmuş veya doğabilecek menfaat ilişkisi veya çatışmaları hakkında, mümkün olan en kısa sürede tarafları bilgilendirmelidir. (5) Arabu lucu ile taraflar arasındaki doğmuş veya doğabilecek menfaat ilişkisi veya çatışması, arabulucunun tarafsızlığına ve arabuluculuk sürecine açıkça zarar verecek nitelikteyse; arabulucu, tarafların aksi yöndeki talepleri ve anlaşmasına bakılmaksızın, arabulu reddetmeli ve hangi aşamada olursa olsun arabuluculuktan çekilmelidir. culuk teklifini (6) Arabulucu, bu sıfatla görev yaptığı uyuşmazlık ile ilgili olarak açılan davada, daha sonra, avukat olarak görev üstlenemez. Ancak, taraflar açık ve yazılı onayları i le birlikte talep ederlerse, açılan tahkim yargılamasında hakemlik yapabilir.

Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu Kararları

Avukat bilmeden menfaati zıt taraflara avukat olduğunu öğrendiğinde, makul bir süre içinde derhal iki vekillikten birine usulüne uygun olarak son vermelidir. Doğru olan davranış vekaletten çekilme de değil, tamamen işin reddidir.
• Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu’nun 21.06.2003 gün ve 2003/87 esas, 2003/202 karar sayılı kararı:
“… Şikayetli … Sulh Ceza Mahkemesi’nin 1997/88 esas sayılı dosyasının 9.09.1997 tarihli duruşmasında her iki dosyadaki …’nin aynı şahıs olduğunu öğrenmesine karşın, aradan uzun bir müddet geçtikten sonra 07.04.1999 tarihli duruşmada … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1997/437 sayılı dosyasında vekillikten çekildiğini bildirmiştir. Bu durumda şikayetli avukat, makul bir süre içinde derhal iki vekillikten birine usulüne uygun olarak son vermeli, kamunun avukatlık mesleğine olan güven ve itibarını sarsmamalıdır. Bu nedenle Disiplin Kurulu’nun yaptığı hukuksal değerlendirme isabetli bulunmamış, …disiplin cezası tayini gerekmiştir.”

Avukat, menfaat çatışması olan işte, her iki tarafın da haberdar olması, hatta rıza gösterilmesi halinde bile menfaati zıt olan tarafın vekaletini alamaz.
• Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kurulu’nun 21.01.2006 gün ve 2005/378 esas, 2006/11 karar sayılı kararı:
“… Dosyadaki bilgi ve belgelerden, şikayetli avukatın, … İcra Müdürlüğü’nün 20023/712 esas sayılı icra dosyasında 12.06.2003 tarihli vekaletname ile …’un vekilliğini üstlendiği, … İcra Müdürlüğü’nün 2003/3561 esas sayılı icra dosyasında ise 19.06.2003 tarihi itibariyle … vekilliğini üstlenmiş olduğu, … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2003/228 esas sayılı dosyasın da davalı … vekili olarak 07.10.2004 tarihine kadar vekillik görevini yaptığı, … Aile Mahkemesi’nin 2003/165 esas sayılı dosyasında da 26.05.2003 tarihi itibariyle …’ın vekili olduğu, …’ın yazılı belge ile şikayetli avukatın … vekili olmasına muvafakatinin bulunduğu, böylece şikayetli avukatın, birbirinin devamı niteliğinde olmakla aynı iş niteliğinde olan ve aynı zaman dilimi içindeki başlatılan icra takipleri ve muvazaa nedeniyle açılmış tapu iptali davalarında, menfaati zıt taraflara avukatlık yaptığı anlaşılmıştır.
Menfaati zıt olan diğer tarafın vekaletinin alınması, avukatlık mesleğine duyulan güveni ihlal ettiğinden yasa koyucu böyle bir düzenlemeye gitmek ihtiyacını duymuştur. Avukat, menfaat çatışması olan işte, her iki tarafın da haberdar olması, hatta olayımızdaki gibi rıza gösterilmesi halinde bile menfaati zıt olan tarafın vekaletini alamaz. Aksi takdirde, taraflardan her biri yeterli savunulmadığı duygusuna kapılır ki, bu da avukata duyulması gereken güveni kökten sarsar.

Kaynak: Avukatlık Disiplin Hukuku, Av. M. Haşim Mısır

Yargıtay Kararları

“Aralarında menfaat çatışması bulunan ve birinin savunmasının diğer sanığın savunmasında zaafiyet yaratacağı açık olduğunda, sanıkların aynı müdafi tarafından savunulması hukuka aykırıdır.” ( CGK 14.06.2011, 1-44/122)

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Görevli Mahkeme Nedir?

Görevli Mahkeme Nedir? | İzmir Avukat

Görevli mahkeme, dava şartı olup bir davaya bakmakta görevli olan mahkemenin adına verilen isimdir. Dava açılacağı zaman dikkat edilmesi gereken iki temel usuli şart vardır. Bunlardan biri uyuşmazlığa hangi mahkemenin bakacağı yani hangi mahkemenin görevli olduğu; diğeri ise hangi yer mahkemesinin bakacağı yani hangi mahkemenin yetkili olduğu hususudur.

Örneğin İzmir’de bulunan bir taşınmaza ilişkin ortaklığın giderilmesi konulu dava açılacaksa, usul kuralları uyarınca İzmir’deki(yetki) Sulh Hukuk mahkemeleri(görev) görevli ve yetkili olacaktır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda görevin belirlenmesi ve niteliği düzenlenmiştir. Buna göre: MADDE 1- (1) ”Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir.”  Denilmiştir.

Asliye hukuk mahkemelerinin görevi

MADDE 2- (1) Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir. (2) Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.

 Sulh hukuk mahkemelerinin görevi

MADDE 4- (1) Sulh hukuk mahkemeleri, dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın; a) Kiralanan taşınmazların, 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davaları, b) Taşınır ve taşınmaz mal veya hakkın paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin davaları, c) Taşınır ve taşınmaz mallarda, sadece zilyetliğin korunmasına yönelik olan davaları, ç) Bu Kanun ile diğer kanunların, sulh hukuk mahkemesi veya sulh hukuk hâkimini görevlendirdiği davaları görürler.” şeklinde düzenlenmiştir.

Görev, dava olunan şeyin değerine göre belirtilmiş ise, görevli mahkemenin tespitinde, davanın açıldığı gündeki değer esas tutulmak üzere, aşağıdaki maddeler hükümleri uygulanır. Faiz, icra tazminatı ve giderler görevin tespitinde hesaba katılmaz.

Görev Kurallarının Hukuki Niteliği

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ilk maddesine göre görev kurallarının kamu düzeninden olduğunu belirtmiştik. Bu sebeple mahkemelerin görevli olması dava şartıdır. Mahkeme yargılamanın her aşamasında görevli olup olmadığını resen inceleyebilir. İdari birtakım işlemlerle işlerin başka mahkemelerin görev alanına sokulması veya kanunen mahkemelerin görev alanına giren bir hususun idari makamlara bırakılması mümkün değildir.

Bununla ilgili olarak mahkemeler açılan davanın görevli mahkemede açılıp açılmadığını re’sen incelediği gibi; taraflar da açılan davada görevli mahkemeye ilişkin hata yapılmışsa yargılamanın her aşamasında mahkemeye görevsiz olduğu yönünde itirazda bulunabilir. İstinaf ve temyiz aşamalarında ilk derece mahkemesinin görevli olup olmadığı kendiliğinden incelenir. Görev kurallarına aykırılık mutlak bir istinaf ve temyiz sebebidir.

Görev kurallarının kamu düzenine ilişkin olmasının bir sonucu da, görev konusunda tarafların sözleşme (görevli mahkemeye ilişkin sözleşme) yapamamalarıdır. Dava şartlarının yargılama esnasından ileri sürülmesine ve incelenmesine ilişkin genel düzenleme görev bakımından da uygulanmaktadır. Buna göre görevsiz olduğunu resen veya taraflardan birinin buna ilişkin itirazı üzerine tespit eden mahkeme davayı, usule ilişkin nihai karar ile görevsizlik kararı vererek reddeder.

 Mahkeme tarafların görev yönünden yaptığı itirazını reddederse davanın esasına dair incelemeye başlar. Görev itirazının reddine karşı tek başına istinaf yoluna başvurulamaz. Görevsizlik itirazının reddine karşı, esas hükümle birlikte istinaf yoluna başvurulabilir.

Görevsizlik Kararı İncelenmesi

Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine yapılacak işlemler kanunun 20. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre:

MADDE 20- (1) Görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi hâlinde, taraflardan birinin, bu karar verildiği anda kesin ise tebliğ tarihinden, süresi içinde kanun yoluna başvurulmayarak kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten; kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi kararının tebliğ tarihinden itibaren iki hafta içinde kararı veren mahkemeye başvurarak, dava dosyasının görevli ya da yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etmesi gerekir. Aksi takdirde dava açılmamış sayılır ve görevsizlik veya yetkisizlik kararı veren mahkemece bu konuda resen karar verilir. (2) Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir.

Bazı durumlarda da görev ve yetki konusunda mahkemeler birbiri ile çelişebilir veya davaya bakması gereken mahkemenin bir sebeple davayı yürütmesinde engel meydana gelebilir. Bu durumlarda yargı yerinin tespit edilerek görev veya yetki yönünden davanın yönetilmesi gerekir .

 Yargı yerinin belirlenmesini gerektiren sebepler kanunda aşağıdaki şekilde sayılmıştır:

MADDE 21- (1) Aşağıdaki hâllerde, davaya bakacak mahkemenin tayini için yargı yeri belirlenmesi yoluna başvurulur: a) Davaya bakmakla görevli ve yetkili mahkemenin davaya bakmasına herhangi bir engel çıkarsa b) İki mahkeme arasında yargı çevrelerinin sınırlarının belirlenmesi konusunda bir tereddüt ortaya çıkarsa c) İki mahkeme de görevsizlik kararı verir ve bu kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşirse ç) Kesin yetki hâllerinde, iki mahkeme de yetkisizlik kararı verir ve bu kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşirse yargı yolunun belirlenmesi talep edilmelidir.

Yukarıda Görevsizlik kararı üzerine izlenecek adımlara ilişkin anlatımlarımızı  kanun maddeleri ile sıralayacak olursak:

 Görevsizlik kararı veren mahkeme dosyanın talep üzerine görevli mahkemeye gönderilmesine karar verebilir. Ancak görevsizlik kararı kesinleşmeden, dosya görevli mahkemeye gönderilmez. Görevsizlik kararı kesinleştiği tarihten itibaren iki hafta içinde görevsizlik kararı veren mahkemeye başvuran davacı dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesini talep etmelidir. Aksi takdirde, bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir (HMK m.20/1). Dosya kendisine gönderilen mahkeme, kendiliğinden taraflara davetiye gönderir.

Davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hallerde, hâkim, davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerini takdir ve hükmeder (HMK m.331/1)

Görevsizlik, yetkisizlik veya gönderme kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmesi halinde, yargılama giderlerine o mahkeme hükmeder. Görevsizlik, yetkisizlik veya gönderme kararından sonra davaya bir başka mahkemede devam edilmemiş ise talep üzerine davanın açıldığı mahkeme dosya üzerinden bu durumu tespit ile davacıyı yargılama giderlerini ödemeye mahkûm eder (HMK m.331/2).

Davanın açılmamış sayılmasına karar verilen hallerde yargılama giderleri davacıya yükletilir (HMK m.331/3).

Görevsizlik Kararı Üzerine Yapılacak İşlemler

Esasa ilişkin verilen nihai kararlar bakımından istinaf yolunun açık olduğu davalarda verilen görevsizlik kararlarına karşı istinaf yolu açıktır. Görevsizlik kararının istinaf incelemesi sonucunda doğru bulunması durumunda bu karar kesinleşir. Görevsizlik kararı aynı zamanda süresi içinde istinaf yoluna müracaat edilmemesi veya kanun yolundan feragat edilmesi üzerine de kesinleşir.

 Görevsizlik kararı verilmesi durumunda taraflardan birinin süresi içinde kanun yoluna başvurmaması ya da başvuramaması üzerine kesinleşmiş ise kararın kesinleştiği tarihten eğer kanun yoluna başvurulmuşsa bu başvurunun reddi tarihinden itibaren iki hafta içerisinde kararı veren mahkemeye başvuru yapılarak dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesinin talep edilmesi gerekir. Aksi takdirde bu mahkemece davanın açılmamış sayılmasına karar verilir.

Görevsizlik kararı kesinleşmesinden iki hafta içinde yapılan bu talep yeni bir dava açmak anlamına gelmez. Bu talep görevsiz mahkemede açılmış bulunan davanın devamına yöneliktir. Dosya kendisine gönderilen mahkemede davaya devam edilmesi durumunda taraf usul işlemleri geçerlidir ve tekrar yapılması gerekmez. Ancak görevsiz mahkemede yapılmış olan mahkeme usul işlemleri kural olarak geçersizdir. Davaya bakmakta olan görevli mahkemenin bu işlemleri tekrarlaması gerekir. Bu işlemlere örnek olarak keşif, tanık dinlenmesi, bilirkişi raporunun değerlendirilmesi verilebilir.

Görevli Mahkemenin Tespitinde Yargıtay Kararı Örnekleri

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi – Karar: 2016/7946

4721 Sayılı Türk Medenî Kanununun uyarınca, haklı bir sebebe dayanmak kaydıyla, adın değiştirilmesi hâkimden istenebilir. Diğer yandan 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. maddesinin 1/a bendinde 1/a bendinde, nüfus kayıtlarına dair düzeltme davalarının düzeltmeyi isteyen şahısların yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılacağı hükme bağlanmıştır. Aynı Kanunun ( b ) fıkrasında ise ad ve soyada dair düzenleme bulunmaktadır.

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi – Karar: 2016/6743

Antalya 10. Asliye Hukuk Mahkemesi taraflar arasındaki ihtilafın 6502 Sayılı TKHK kapsamında kaldığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir. Antalya 1. Tüketici Mahkemesi uyuşmazlık konusu bağımsız bölümün konut veya tatil amaçlı taşınmaz niteliğinde olmayıp, depolu dükkan olduğu ve 6502 Sayılı Kanun kapsamında mal vasfında olmayıp davacının yasa kapsamında tüketici konumunda bulunmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiştir.

Dosya kapsamından; davacı vekilinin, davacının davalı taraftan daire satın aldığı, ancak davalı yüklenicinin sözleşmede belirtilen tarihte bağımsız bölümü teslim etmediği, gecikme olması ve oturma izni alınamaması sebebiyle taşınmazın kiraya da verilemediği, bu sebeplerle davacının uğradığı gelir kaybının tahsili amacıyla yapılan icra takibine davalının itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptalini talep ettiği anlaşılmıştır.Somut olayda, davacı, davalı ile aralarında taşınmaz alım satımına dair düzenlenen sözleşme gereğince taşınmazların zamanında teslim edilmediği iddiasıyla, uğradığı gelir kaybının tazminini talep ettiği ve tüketici sıfatı taşımayan davacının, tacir de olmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre uyuşmazlığın, genel hükümler çerçevesinde asliye hukuk mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Müşterek Ne Demek?

müşterek

Arapça

1. sıfat Ortak

2. sıfat Birlikte

3. sıfat Ortaklaşa, el birliğiyle yapılan veya hazırlanan:

Müşterek Mülkiyet Nedir?

Kelime anlamı olarak ortak, brilikte gibi anlamlara gelmekte olan müşterek kavramı hukukumuzda izale-i şuyu veya mirasçılık süreçlerinde paylı mülkiyet anlamına gelecek şekilde sıklıkla kullanılmaktadır. Paylı mülkiyet, ortakların mülkiyet hakkının belirli bir oranlara bölünmesi olarak özetlenebilir.

Müşterek Hesap Nedir?

Son yıllarda gittikçe yaygınlaşan müşterek hesap ise, birden fazla kişinin hesabı kontrol etme yetkisi olan banka hesaplarıdır. Taraflar arasında önceden başka bir durum kararlaştırılmamış ise bu hesapda yer alan meblağın boşanma halinde genllikle taraflarca eşit oranda paylaştırılmaları gerekmektedir.

YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ E. 2016/1978 K. 2017/3536

Bankacılıkta, birden çok kişinin birlikte açtırdığı ve anlaşmaya göre her birinin veya birlikte para çekme yetkisinin bulunduğu hesaplar müşterek hesaplardır. Hesap sahiplerinden her birinin tek başına dilediği miktarda para çekme yetkisi tanınmış ve bankanın bu yüzden sorumluluğunun doğmayacağı kabul edilmiş ise, ortada teselsüllü müşterek hesap var demektir. Uygulamada hesap cüzdanına ve hesap kartonuna hesabın teselsüllü olduğu yolunda kayıt yazılması yeterli görülmektedir. BK’nun madde 148 (6098 s.TBK.m.169) gereğince hesap sahipleri bankaya karşı müteselsil alacaklı durumundadır. Ortak hesapların diğer bir türü de, hesap sahiplerinin birlikte imzaları ile para çekmeye yetkili oldukları hesaplardır. Böyle bir hesap tarzında alacaklılar tasarruf yetkilerini sınırlamış olurlar. Ortak hesap bir tasarruf kaydını içermiyorsa ve hesap açtıranlar, hesaptaki parada tasarruf yetkisini birlikte veya münferiden kullanacaklarını belirtmeden hesap açtırmışlar ise, bu durumda bölünebilir hesaptan söz edilir ve somut olayın özelliklerine göre hesap sahiplerinin eşit oranda pay sahibi olduklarının kabulü gerekir (Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Müştereken Hesaplar- Ankara 1959, sh 6-7 ve Prof. Dr. Ünal Tekinalp, Banka Hukuku’nun Esasları, İstanbul 1988 Sh. 330-331 ).

Müşterek hesap açılırken bankaya aksine bir anlaşma sunulmamışsa, bankadaki ortak hesabın, aktif teselsüllü müşterek hesap olduğu kabul edilmektedir. Hesaptaki paylar, aksi iddia edilip kanıtlanmadıkça birbirine eşittir. Mevduat hesabı birden fazla kişiye ait ise, mudilerden birinin ölümü halinde, aksine sözleşme yoksa hesaptaki paralar eşit paylara bölünecek ve hayatta kalan mudiye kendi payı ödenebilecektir. (HGK,12.07.2006 tarih 2006/3-517/525E.-K.)

Somut uyuşmazlık incelendiğinde Mahkemece, tarafların merkez bankası müşterek hesaptaki parası yönünden yazılı şekilde hüküm tesis edilmiş ise de bu görüşe katılmak mümkün değildir. Hesaba dair evraklar incelendiğinde, evlilik birliği içinde tarafların serbest iradeleri ile “müşterek” hesap olarak açıldığı anlaşılmaktadır.

Mahkemece, anılan hesabın ortak olduğu ve her bir eşin payı belirtilmediğinden yarı oranda tarafların ortak olduğununun kabulüyle hesaptaki döviz cinsi paranın yarısının davacıya aidiyetinin tespitine dair karar ile yetinilmesi gerekirken yazılı şekilde hesaptaki dövizin dava tarihindeki kur karşılığı Türk Lirası para hesaplanıp bunun yarısının davalıdan tahsiline karar verilmesi temyiz eden davacının aleyhine durum oluşturduğundan hatalı olup bozmayı gerekmiştir.

Hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Müteselsil Ne Demek?

müteselsil

sıfat, eskimiş, Arapça

Zincirleme.

Müteselsil Sorumluluk Ne Demek?

Zincirleme anlamına gelmekte olan müteselsil kelimesi, hukuki metinlerde ağırlıklı olarak birden fazla kişinin aynı borçtan sorumlu olduğunu anlatan “müteselsil sorumluluk” ifadesi ile karşımıza çıkmaktadır. Müteselsil sorumluluk, kimi yargıtay kararlarında dayanışmalı sorumluluk olarak da ifade edilmektedir. Müteselsil sorumluluk kanunda yer alan bir düzenleme sebebi ile veya taraflar arasındaki bir anlaşmadan kaynaklı olabilir. Aşağıda kanundan kaynaklı taraflarında “dayanışmalı sorumlu” olduğu bir kısım düzenlemelere yer verdik.

Türk Borçlar Kanunu

Madde 61– Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsilen sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.
Madde 69– Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. İntifa ve oturma hakkı sahipleri de, binanın bakımındaki eksikliklerden doğan zararlardan, malikle birlikte müteselsilen sorumludurlar. Sorumluların, bu sebeplerle kendilerine karşı sorumlu olan diğer kişilere rücu hakkı saklıdır.
Madde 71– Önemli ölçüde tehlike arzeden bir işletmenin faaliyetinden zarar doğduğu takdirde, bu zarardan işletme sahibi ve varsa işleten müteselsilen sorumludur.
Madde 162– Birden çok borçludan her biri, alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse, müteselsil borçluluk doğar. Böyle bir bildirim yoksa, müteselsil borçluluk ancak kanunda öngörülen hâllerde doğar.
Madde 163– Alacaklı, borcun tamamının veya bir kısmının ifasını, dilerse borçluların hepsinden, dilerse yalnız birinden isteyebilir. Borçluların sorumluluğu, borcun tamamı ödeninceye kadar devam eder.

Karayolları Trafik Kanunu

Madde 85 – Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.
Madde 88 – Bir motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunlar müteselsil olarak sorumlu tutulur.

Yargıtay Kararları

Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2018/3914 E. 2019/9897 K.

Önemle vurgulanmalıdır ki 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda eksik ve tam teselsül ayırımına son verilmiş, 61. maddede, birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin uygulanacağı, 62. maddede, tazminatın aynı zarardan sorumlu müteselsil borçlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğunun göz önünde tutulacağı, tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişinin, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip ve zarar görenin haklarına halef olacağı bildirilmiştir.


Hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Gayrikabili Rücu Nedir?

Gayrikabili Rücu Nedir?

Gayrikabili Rücu Nedir? | İzmir Avukat

gayri

(ga’yri), Arapça

Olmayan

kabil

sıfat, (ka:bil), Arapça

Olabilir, Mümkün

rücu

(rücu:), Arapça

isim, eskimiş Geri dönme, sözünü geri alma, cayma, tersinme.

Gayr kelimesi Arapça kökenli bir kelime olup; başına eklendiği kelimenin olumsuz anlama gelmesini sağlamaktadır. Kabil ise “olabilir”, “mümkün” gibi anlamlara gelmektedir. Bu çerçevede gayrikabili, mümkün olmayan anlamına gelecek olup; rücu kelimesinin ise geri dönme anlamına geldiği göz önünde bulundurulduğunda “gayrikabili rücu” kelimeleri bir arada “geri dönüşü mümkün olmayan” anlamına gelmektedir.

TBB Disiplin Kurulu Kararı E. 2014/747 K. 2015/13

Dosyanın incelenmesinde; şikâyetli avukatlar tarafından dosyaya sunulan fotokopi ibranamede “… 1. İcra Müd. 2012/ 428 ve 2012/ 429 E. sayılı dosyalardan kaynaklanan alacağın tamamını tüm ferileri ile birlikte Av. E.D.’dan aldım. Ayrıca Tarım İl Müdürlüğü ile ilgili dosyada Vergi Dairesi tarafından yatırılan paramı da teslim aldım. İş bu dosyalar ile ilgili Av. E.– M. D.’ın gayrikabil rücu ibra ederim.”  sözlerinin yazılı olduğu H.İ.K.ismi altında imza bulunduğu görülmüştür. 

Davalı vekilin dayandığı ibraname bu açıklamalar doğrultusunda incelendiğinde, güven verici gerekli açıklıkta, anlaşılabilir değildir. Bir defa vekilin ne miktar para tahsil ettiği, ne kadar masraf, vekâlet ücreti kesip davacıya ne miktar ödediği belli olmadığı gibi, davacının bunları bildiği hususu da kanıtlanmamıştır. Öyle olunca böyle bir ibranameye itibar edilemez. Davalı avukat tahsil ettiği paranın ne kadar olduğunu, bu paradan ne şekilde ve miktarda davacıya ödediğini ispat etmek zorundadır. Davalı ibraz ettiği delillerle tahsil ettiği kamulaştırma bedelinin ve davacıdan aldığı masraf avanslarının hesabını vermemiş paranın tamamını ödediğini kanıtlayamamıştır.

Hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079

Davanın İhbarı Nedir?

Davanın İhbarı Nedir? | İzmir Avukat

Davanın İhbarı Nedir?

ihbar

(ihba:rı), Arapça iḫbār

1. isim Bildirme, bildirim, haber verme.

2. isim Suçlu saydığı birini veya suç saydığı bir olayı yetkili makama gizlice bildirme, ele verme

Bildirim anlamına gelmekte olan ihbar kelimesi, davanın ihbarı kavramı ile yargılamanın olumsuz sonuçlanması durumunda taraflardan birine rücu edecek 3. kimselere davanın bildirilmesi anlamında kullanılmaktadır. Yasal mevzuatımız çerçevesinde davanın ihbarının yazılı olarak gerçekleştirilmesi bir şekil şartıdır.

Davanın ihbar edilmiş olduğu 3. kişi, aynı şartları taşımakta olan başka 3. kimselere davayı ihbar edebilir.

Davanın İhbarı Yasal Mevzuat

Davanın ihbarı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Madde 61 ve devamında düzenlenmiştir. İlgili maddelere yer vermek gerekir ise;

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu
İhbar ve şartları
Madde 61
– (1) Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir. (2) Dava kendisine ihbar edilen kişinin de aynı şartlarda bir başkasına ihbarda bulunması mümkündür ve bu şekilde ihbar tevali ettirilebilir.
İhbarın şekli
MADDE 62-
(1) İhbar yazılı olarak yapılır; ihbar sebebinin gerekçeleriyle birlikte açıklanması ve yargılamanın hangi aşamada bulunduğunun belirtilmesi gerekir. (2) Davanın ihbarı sebebiyle yargılama bir başka güne bırakılamaz ve ihbarın tevali etmesi gibi zorunlu olan durumlar dışında süre verilemez.
İhbarda bulunulan kişinin durumu
Madde 63
– (1) Dava kendisine ihbar edilen kişi, davayı kazanmasında hukuki yararı olan taraf yanında davaya katılabilir.

İlgili Yargıtay Kararları

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi 2016/8492 E. 2019/6158 K.

İhbar olunan kimse HUMK’un 49. maddesi vd. uyarınca davada davalı sıfatını kazanamayacağı gibi bu kişi aleyhine hüküm de kurulamaz. Yargılama sonunda hüküm sadece davada taraf olanlara yönelik olarak verilebilir. Bu kural uyarınca dava dilekçesinde davalı olarak gösterilmeyen taraf, dava açıldıktan sonra ek bir dilekçe ile davaya dahil edilemeyeceği gibi “mecburi dava arkadaşlığı” dışında ıslah yolu ile dahi taraf değiştirilemez. Ancak, aynı madde hükmüne aykırı olarak ihbar olunan hakkında da hüküm verilmişse ihbar olunan hükmün kendisine ilişkin bölümünü kendi adına temyiz edebilir.” Buna göre aleyhinde davacı tarafından usulen açılmış ve harç verilmiş bir dava olmaması nedeniyle ihbar olunan Eskihisar Otomotiv San. ve Tic. A.Ş davada taraf olmadığı gibi, mahkemece yargılama sonunda ihbar olunan aleyhinde hüküm kurulmadığından hükmü temyiz etmekte hukuki yararı bulunmamaktadır. Bu nedenle dava ihbar olunan Eskihisar Otomotiv San. ve Tic. A.Ş vekilinin temyiz dilekçesinin (isteminin) reddine karar vermek gerekmiştir.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi E. 2016/8353 K. 2017/1304

01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK’nın 61 vd. maddelerinde “Davanın İhbarı ve Davaya Müdahale” üst başlığı altında; davanın ihbarı, asli müdahale ve fer’i müdahale kurumları düzenlenmiştir. Bu düzenleme uyarınca; dava ihbar olunan gerçek veya tüzel kişi, davada taraf sıfatını kazanamaz. Bir davada hüküm, davanın tarafları arasında kurulur. Bu sebeple hükmü temyiz etme (kanun yollarına başvurma) hakkı davada taraf olan kişilere aittir. Kural olarak kendisine dava ihbar olunan davaya katılmadıkça (müdahil olmadıkça) kanun yollarına başvurma hakkı yoktur. Ancak, mahkemece usul ve yasaya aykırı olarak taraf sıfatını almayan dava ihbar olunan kişi hakkında hüküm kurulmuşsa, ihbar olunan hükmün kendisiyle ilgili bölümünü temyiz edebilir.

Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için uzman ekibimiz ile Contact page.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Address: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-mail: info@efeshukuk.com

Phone: +90 553 463 7079