Kategori arşivi: Genel

Deprem Nedeni İle İdarenin Sorumluluğu

Deprem Nedeni İle İdarenin Sorumluluğu
Deprem Nedeni İle İdarenin Sorumluluğu

Deprem Nedeni İle İdarenin Sorumluluğu – İzmir Avukat

Sağlam binaların yapılmaması halinde insanların yaşamını yitireceği öngörülebilir bir gerçek. Öngörülen durumlar karşısında kişilerin ve kurumların hukuka aykırı hareket etmesini ise hukuk düzeni elbette korumayacaktır. Hukuki sorumluluk kısmında, bu yazımızda deprem nedeni ile idarenin sorumluluğu hususuna değineceğiz.

Depremin ortaya çıkardığı zararlardan dolayı birinci dereceden sorumluluk idareye (devlete) aittir. İdarenin kusur sorumluluğu olduğu gibi kusuru olmadığı durumlarda da deprem nedeni ile idarenin sorumluluğu olduğu görülmektedir. Yani idare, ağır bir hizmet kusuru olmasa bile verdiği zararlardan sorumludur. İdarenin tutum ve davranışlarından, kusurlu olmasa da sorumlu tutulmasına ”kusursuz sorumluluk” denir. Nitekim, 1999 Gölcük depreminde birçok yargı kararı ile idarenin kusuru olmadığı durumda da sorumluluğu yönünde kararlar verilmiştir. Bknz / Danıştay Kararı 11.D., 2007/6248 K.:  ‘’…Deprem kuşağındaki bölgede, deprem gerçeği veri alınarak yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlarda yapılaşmada idarenin olumsuz eyleminin bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olduğunun ve illiyet bağını kestiğinin kabulü olanaksızdır…’’

Deprem nedeni ile idarenin sorumluluğu için idareye karşı açılacak davalar 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi gereğince tam yargı davalarıdır. Tam yargı davasının açılma sebebi idari eylemler olduğundan, dava açmadan önce eylemi gerçekleştiren idareye başvurmak zorunludur. Zira 2577 Sayılı Kanuna Göre: ‘İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir”. Danıştay İçtihatları Birleştirme kararlarına göre de idareye başvurmadan doğrudan dava açması “idarî merci tecavüzü” sayılmakta, davanın her safhasında dava dilekçesinin ilgili merciye tevdiine karar verilmektedir. Bu sebeple dava açmadan önce başvuru yapılması gerektiğini belirtelim.

Belediyeler, vali ve kaymakamlar kendi görev alanlarına giren özel ve resmi tüm yapıların “Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik” hükümlerine uygun olarak değerlendirme ve denetimini yapmalıdır. Sonuca göre, ilgili Yönetmeliğin öngördüğü şartları karşılamayan yapıların mevzuata uygun hale getirilmesi için üç aylık süre verilmeli ve yapı tekrar kontrol edilmelidir. Hala uygunluğu bulunmayan yapı ve yapı bölümleri yıktırılmalıdır. Afeti önlemeye yönelik yerleşme ve yapılaşmanın sağlanması için yürütülen çalışmalar ve planlamalar nedeniyle kişiler sahip oldukları yapı ruhsatlarının geçersiz sayılamayacağını ve bir kazanılmış hak oluşturduğunu ileri süremeyeceklerdir. Çünkü, yapı ruhsatları sonradan kamu yararına yapılan yeni düzenlemeler karşısında geçerliliklerini yitirebilmektedir. İdarenin bu anlatılan denetim ve değerlendirmeler hususunda zafiyet göstermesi halinde hizmet kusurunun varlığını kabul etmek gerekir. Bu kapsamda depremden ötürü zarar gören kişi, binanın mevzuata aykırı şekilde yapıldığını ispat ettiğinde direkt olarak idarenin kusurunu da tespit etmiş olacaktır.

Konu ile alakalı önemli bir Danıştay kararı aşağıdadır:

“…Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan idarenin olumsuz eyleminin bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depremin mücbir sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir…”

Deprem Nedeni İle İdarenin Sorumluluğu Yargılama Süreci

Bir hakkın belli bir süre içinde ileri sürülememesi sebebiyle dava yoluyla elde edilebilme imkânının kalmaması veya kanunda öngörülen sürenin geçmesi sonucu bir hakkın kullanılmasının mümkün olmamasına ‘zamanaşımı süresi’ adı verilir. Deprem nedeniyle zarara uğrayan kişi, deprem nedeni ile idarenin sorumluluğu yoluna başvurmak için bu zararı öğrendiği tarihten itibaren en geç 1 yıl içinde yükümlülüklerini yerine getirmemiş olan idari merciye başvurarak deprem nedeniyle oluşan zararların giderilmesi talebinde bulunur. İdari merciye yapılacak başvuru, her halde 5 yıl içinde yapılmalıdır.

 Zararın giderilmesi için yapılan başvuruya idare, en geç 30 günlük süre içinde bir cevap verir. İdare, zararın kısmen veya tamamen giderilmesi, zararın giderilemeyeceği şeklinde başvurucuya cevaplar verebilir. Ya da 30 günlük sürede hiç cevap vermeyebilir. Cevap vermememe durumu da olumsuz yanıt anlamına gelmektedir. İdarenin verdiği kararın olumsuz olması veya başvuruya cevap verilmemesi halinde, zarara uğrayan kişi, red kararının kendisine ulaştığı ve 30 günlük sürenin dolduğu tarihten sonraki 60 günlük sürede zararının tazmin edilmesi için tam yargı davası açabilir. Deprem nedeniyle oluşan zararların giderilmesi için açılan davalar, idari yargının görev alanına girer. Bu sebeple deprem sonrası zarar oluşması halinde oluşan zararların tazmini için görevli olan mahkeme idare mahkemeleridir. Yetkili mahkemeye ilişkin düzenleme, İYUK madde 36’da yer alır. Maddede belirtildiği üzere, yükümlülüklerini yerine getirmeyerek zararın oluşmasına sebebiyet veren idari merciin bulunduğu yer mahkemesi yetkili olur.

Deprem nedeni ile idarenin sorumluluğunda, deprem nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan tam yargı davasının kabul edilmesi halinde, kişinin idarenin eylemi nedeniyle zarara uğradığı kesinleşmiş olur. Bu kararla birlikte, zararının ne şekilde giderileceği de ayrıntılı bir şekilde belirtilir. Davanın reddedilmesi halinde kişi zarara uğramış olsa bile bu zararın deprem nedeni ile idarenin sorumluluğu nedeniyle oluşmadığı kesinleşmiş olur. Deprem nedeni ile idarenin sorumluluğu yönünde aynı zarar sebep gösterilerek idareye karşı tekrar dava açılması mümkün değildir.

Devlete Karşı Tazminat Davası Açılabilir Mi?

Devletin deprem nedeniyle ortaya çıkan zararları belli bir çerçevede tazmin yükümlülüğü ve bu kapsamda kişilerin idareye karşı yargı yoluna başvurma hakkı bulunmaktadır. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda düzenlenen idari dava türlerinden biri, idareye karşı açılacak ve tazminat talep edilebilen tam yargı davasıdır. Bu davalar, idarenin eylem veya işlemleri sonucunda ortaya çıkan gerek maddi gerek manevi zararların tazmini için açılabilmektedir. Deprem nedeni ile idarenin sorumluluğu noktasında bu davaları açma hak ve yetkisi, yalnızca idari işlem ve eylemlerden ötürü hakları ihlal edilen kişilere aittir. Kişilik haklarına olan saldırının idare tarafından gerçekleştirilmesi halinde manevi zarar, idare mahkemelerinde tam yargı davası adı altında talep ve dava edilebilir. Mahkemenin manevi tazminat talebini kabul edebilmesi için bir zarar söz konusu olmalı, bu zarar idarenin eylem veya işleminden kaynaklanmalı, ayrıca ortaya çıkan zarar ile idarenin eylem veya işlemi arasında illiyet bağı bulunmalıdır.

Sonuç olarak; Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu düşünüldüğünde aktif fay hatlarının olduğu birinci derece deprem alanlarına yerleşim yeri izinleri verilmemesi, yerleşim planlarında gerekli özenin gösterilmesi ve gerekli özen gösterilse dahi söz konusu bölgedeki yapıların deprem yönetmeliklerine uygun olarak yapılıp yapılmadığı konusunda gerekli denetimlerin sıkça yapılması gerekmektedir. Her ne kadar depremin mücbir sebep hali olduğu söylense de, ülkemizin coğrafyası göz önüne alındığında depremi mücbir sebep kapsamı altında değerlendirmek ve illiyet bağının idare lehine kesin şekilde kalktığını ifade etmek hakkaniyetle bağdaşmayacaktır. Zira Türk yargısının geçmiş yıllardaki büyük depremler için verdiği kararları da bu yöndedir. Yukarıdaki hususlarda idarenin bir eksikliği söz konusu olduğunda ise, hizmet kusurunun gerçekleşeceğini kabul etmek gerekir.

İlginizi çekebilecek diğer çalışmalarımız;

İzmir Ceza Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Koruyucu Ailelik Nedir?

Koruyucu Ailelik Nedir?

Koruyucu Ailelik Nedir? – İzmir Avukat

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından korunma ve bakım ihtiyacı ortaya çıkan çocuklara koruyucu aile olmak isteyenlerin izleyeceği sürece ilişkin açıklamada bulundu. Peki koruyucu aile nedir, aranan şartlar neler?

0-18 yaş aralığındaki herkes kanunlarımıza göre çocuk olarak kabul edilmektedir. Koruyucu ailelik, çeşitli sebeplerle devlet korumasında olup kurumda yaşayan, 0-18 yaş aralığındaki çocuklara sağlanan aile yanında bakım hizmetlerine verilen isimdir. Biyolojik ailesinin yanında yaşamayıp kurumda yaşayan çocuğun, kurum bakımında kalması fiziksel açıdan gelişimi için yararlı olsa da ileriki yaşlarında manevi ve psikolojik yönden birçok olumsuzluklar doğurabilmektedir. Zira çocukların aile çatısı altında birebir ilgi, sevgi ve şefkatin olduğu bir aile yanında büyümesinin fiziksel, duygusal ve psiko-sosyal gelişimi için daha iyi olacağı bilimsel araştırmalarla da sabittir. Koruyucu ailelik düzenlemesi de bu bakımdan, alternatif bir seçenek olup 0-18 yaş arası çocukların gelişimine katkı ve destek amacına yönelik uygulanmaktadır. Koruyucu ailelikte amaç, çocukların kurum ortamı yerine sağlıklı bir aile ortamında büyümesini  sağlamaktır.

Hangi Çocuklar Koruyucu Aile Gözetimine Verilebilir?

Koruyucu aileye verilebilecek çocuğun hukuki anlamda evlat edinilmeye mümkün olmayan çocuklardan olması gerekir. ( İstisnaları mevcuttur)  Bunun anlamı, biyolojik anne ve babası hayatta olan ancak onların yanında kalması uygun olmayan (biyolojik ailenin yaşam tarzları, kötü alışkanlıkları gibi) devlet koruması altında olan çocuklar, uygun görülmeleri halinde koruyucu ailelerle eşleştirilirler. Çocuğun koruyucu aileye yerleştirilmesi için biyolojik anne ve babasından rıza alınmasına gerek yoktur. Koruyucu aile olmak isteyen kişiler, yaşadıkları ildeki Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın İl Müdürlüklerindeki koruyucu aile birimine başvurabilirler. Koruyucu ailenin başvurundan sonra gerçekleşen hazırlık süreci ortalama 6 ila 8 aylık bir zaman arasında gerçekleşir.  

Koruyucu Ailelik Süreci Nedir?

Biyolojik ailesi bulunan ve devlet kurumunda bulunan çeşitli nedenlerle evlat edindirilme şansını yitirmiş olan kız ya da erkek, sağlıklı ya da engelli, tek ya da kardeş olup koruyucu aile yanına yerleştirilmeye uygun olduğu belirlenmiş korunma altındaki çocuklar koruyucu aile yanına yerleştirilmektedir. Çocuğun ve ailenin sürece hazırlanabilmesi, aile üyelerinin tanışmaları için ön hazırlık olarak nitelendirilen en az bir ay en çok iki ay süreyle çocuk ve ailenin birbirini daha iyi tanımaları sağlanır. Bu süreç ilk olarak çocuk ve ailenin belirlenen uygun ortamda karşılaştırılması, karşılıklı istek ve sosyal çalışma görevlisinin de uygun görmesi durumunda saatlik, günlük ve haftalık izinlerle, (çarşı izinleri, ev ziyaretleri gibi) çocuğun ve ailenin ev ortamında misafir edilmesi ile devam etmektedir.

Çocuğun koruyucu aile yanında kalma süresi, koruma altına alınma nedenine bağlı olarak değişiklik gösterecektir ancak mevzuatta tanımı ne kadar süreli koruyucu ailelik olarak geçse de, uygulamada süre uygulanmamaktadır. Zira koruyucu ailelik ile kurulan bağ, çok büyük oranda çocuğun kurumdan ayrılmasından sonra dahi devam etmektedir. Koruyucu aile modeli ile çocuklar aile sıcaklığına, ebeveyn ilgisine, sevgisine ve bakımına ve aile ortamında büyüme olanağına kavuşmaktadır. Koruyucu ailelere çocuğun yaşına, sayısına, özel gereksinimine göre değişen koruyucu aile ödemesi yapılır. Aile ile sürekli temas halinde olan kurumdaki sosyal hizmet uzmanı da yaşanabilecek problemlere karşı destek mekanizması görevi görür. Alışma sürecinde çocuğun kişilik özellikleri, cinsiyeti, yaşı ve olgunluk düzeyi göz önüne alınarak özenli davranmaya dikkat etmelidir. Çocuğun eğitiminde geçmiş yaşantılarındaki zorlukları düşünerek tolerans gösterilmelidir. Çocukla ilgili alınacak kararlarda onun da görüşünün alınmasına dikkat edilmelidir.

Ülkemizde TC vatandaşı olup sürekli olarak Türkiye’de ikamet eden, 25-65 yaş aralığında bulunan, en az ilkokul mezunu, düzenli geliri bulunan, evli/bekâr veya çocuklu/çocuksuz herkes (çocuğun biyolojik anne-babası ya da vasisi dışındaki kişiler) koruyucu aile olabilmektedir. Akrabaların koruyucu aile olmak istemesi halinde yapılacak sosyal inceleme sonucuna göre yaş ve eğitim koşulları değerlendirilmektedir.

Bekar kişilerin başvurularında, 30 yaşını doldurmuş olmaları ve yerleştirilecek çocuğa ebeveynin yokluğunu hissettirmeyecek akraba ilişkilerine sahip olmasına önem verilmektedir.

Evlat Edinmeden Farkları Nelerdir?

Koruyucu aileliğin ve evlat edinmenin birbirinden farklı olduğu unutulmamalıdır. Devlet koruması altındaki çocukların statüleri farklılık gösterir. Evlat edinme çocuğun velayet haklarının, evlat edinene mahkeme kararı ile devredilmesidir. Evlat edinme ile çocuğun soy bağı değişir. Koruyucu ailelikte velayet, çocuğun biyolojik ailesindedir. Koruyucu aile modelinde velayet hakkı alınmadığı için çocuğun adı ve soy adı değiştirilemez.  

Koruyucu aile statüsündeki bir çocuğun evlat edinme statüsüne geçebilmesi mümkündür. Koruyucu ailedeki çocuğun biyolojik ailesi rıza verirse, çocuk evlat edinme statüsüne geçer. Koruyucu ailesi ile 1 yıldan uzun süredir birliktelerse, koruyucu ailenin evlat edinme isteği varsa çocuk, evlat edinme sırasındaki ailelerle eşleştirilmez. Eşleştirmede koruyucu aileye öncelik verilir. Çünkü koruyucu aile, Medeni Kanun gereğince 1 yıl bakım süresini gerçekleştirmiş demektir.

Başka bir durum ise, koruyucu ailede yaşayan çocukla biyolojik ailenin uzun süre iletişimde bulunmamış olması, çocuğun 3-5 yıl gibi uzun sürelerle görülmeye gelinmemesi, biyolojik aile ile sağlıklı bir iletişim ortamının bulunmaması halinde koruyucu aile dilekçe ile kuruma statü değişikliği talebinde bulunabilir.   Bu her iki durumda da sosyal hizmet uzmanı ve kurum çocuğun üstün yararınca karar verir.

Çocuk Hangi Durumlarda Koruyucu Aileden Geri Alınır?

  1. Koruyucu ailenin Koruyucu aile yükümlülüklerini yerine getirmemesi,
  2. Çocukla koruyucu aile arasındaki uyumsuzluğun yapılan mesleki çalışmalarla tespiti,
  3. Koruyucu ailenin çocuğa istenilen şekilde bakmadığının tespit edilmesi,
  4. Çocuğun koruyucu aileye yerleştirilme nedeninin ortadan kalkması,
  5. Koruyucu ailenin herhangi bir nedenle koruyucu aile olmaktan vazgeçmesi hallerinde sosyal hizmet uzmanı tarafından hazırlan sosyal inceleme raporu ile Koruyucu Aile Komisyonuna bildirilir. Koruyucu Aile Sözleşmesi iptal edilerek çocuk aileden geri alınır. Komisyonca koruyucu aile statüsü iptal edilen aileye bir daha çocuk verilmez.

Her çocuğun aile yanında büyümesi bir haktır ve bu hak temelde Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde ardından da ülkemizdeki kanunlarla güvence altına alınmıştır. Çocukların aile yanında büyüme hakkını göz önünde bulundurarak koruyucu ailelik ve evlat edinme hizmetlerinin bilinirliğinin artırılması, toplumsal bilincin oluşturulması gerekmektedir. 

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

On Yıllık Kiracının Tahliyesi

On Yıllık Kiracının Tahliyesi

On Yıllık Kiracının Tahliyesi – İzmir Avukat

Belirli süreli kira sözleşmelerinde, kiraya verenin kira sözleşmesini bildirim yoluyla fesih hakkı ancak kira sözleşmesinin on yıllık uzama süresi sonunda ortaya çıkar. On yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.

On yıllık kiracının tahliyesi işlemi için kiraya verenin fesih bildirimini yazılı olarak yapması gerekir. Yazılı biçimde yapılmayan fesih bildirimlerinin hukuki bir değere sahip olmaması nedeni ile geçerliliği de söz konusu olmayacaktır.

Fesih bildirimi hazırlanırken kanunda belirlenen şekle uygunluğu önem taşır. ihtarnamenin içerik açısından amacına uygun olarak hazırlanması gerekirken kiracının kiralanandan çıkması için gönderildiği açık ve anlaşılır biçimde ifade edilmelidir. On yıllık kiracının tahliyesi için gönderilecek ihtarnamede yer alması gerekenler arasında kiracının kiralananı tahliye etmemesi durumunda hukuk yoluna başvurulacağı da bulunur. Bu durumda tahliye davası açılmak sureti ile kiralayanın yasal haklarını kullanabileceği açık bir şekilde ifade edilmelidir.

Kiralayan, kiracısına on yıllık uzama süresinin dolması ile ilgili olarak tahliye işlemi yapmak istediğinde resmi bir ihtarname göndermelidir. Noter kanalı ile gönderilmiş bir belgenin hukuki değere haiz olması nedeni ile bu yolla bildirim yapılması önerilir. Noter kanalı ile gönderilen ihtarnameler hukuki açıdan ispat özelliği taşımaları sebebi ile kabul görür. On yıllık kiracının tahliyesi işlemi yapılmak isteniyorsa kiraya veren yazılı bir tebligat yapmalıdır. Sözleşmenin bitmesine en geç üç ay kala yapılması gereken bu tebligat sözlü olarak beyan edildiğinde hukuki değer taşımaz. Bu sebeple şekil şartına uygunluğun yanı sıra doğru zamanda yapılması da fesih bildiriminin geçerliliğini destekleyici bir unsurdur.

(Türk Borçlar Kanunu madde: 347) ‘’ ….Bu halde kiraya verenin, fesih için herhangi bir sebep göstermesi gerekmez. Tahliye bildiriminin, kira sözleşmesi bitiminden en az üç ay önce yapılması gerekir.’’

On yıllık uzama süresi sonunda kiracının tahliyesinde dikkat edilmesi gereken husus, kira sözleşmesinin başlangıç tarihi üzerinden geçmesi gereken sürenin hesabıdır. Kanun, belirli süreli kira sözleşmelerinde on yıllık sürenin başlangıcında, kira sözleşmesinin başlangıç tarihini esas almamıştır. Düzenlemeye göre, kira sözleşmesinin on yıl uzamış olması gerekmekte ve bundan sonraki her yıl için sözleşmeyi sonlandırma hakkı olmaktadır. Bu durumda, kira sözleşmesinin ilk yılı hesaba katılmayacaktır. Sözleşmenin uzama süresi, ikinci yılın başında başlamış olacaktır. Kira sözleşmesinin başlangıcından itibaren toplamda on bir yıl geçtikten sonra, kiraya veren bildirim koşuluna uymak şartıyla ancak on ikinci yılın sonunda kiracının bu yolla tahliyesini talep edebilecektir.

Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde ise kanun, kira ilişkisinin başlangıç tarihini esas almıştır. Bu durumda, kiranın başlangıcından on yıl geçtikten sonra, üç ay önceden bildirimde bulunmak kaydıyla, kiralaya veren kiracının tahliyesini isteyebilir. Açılacak tahliye davalarında görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemesidir. Bu tür tahliye davaları için yetkili mahkeme ise kiralanan taşınmazın olduğu yer mahkemeleridir. Tahliye davası söz konusu olduğunda kiraya verenin hukuki açıdan istenilen sonuca kısa sürede ulaşabilmesi için işlemlerinin yasal yollarla yapılmış olması önem taşır. Bu durumda da kiracıya yapılacak fesih bildirimlerinde şekil şartına uygunluğun yanı sıra fesih bildirimi sözlü olarak yapılmamalı ve noter kanalı ile bu belge kiracıya iletilmelidir. On yıllık kiracının tahliyesi işlemleri için dava açılması gerektiğinde fesih bildirimi gönderilirken sözleşme sürelerinin doğru hesaplanması da ayrı bir önem taşıyacaktır. Bu tür davalarda hukuki destek alınması tarafların haklarının korunabilmesi açısından önem taşır.

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Kahve Falı Bakmanın Cezası

Kahve Falı Bakmanın Cezası

Kahve Falı Bakmanın Cezası – İzmir Avukat

Bu haftaki yazımızı biraz daha farklı bir konuda hazırlamak istedim. Hukuk dili ve gündemi bazen yoğun veya sıkıcı gelebilir. Ama aslında hukuk hayatımızın her alanında; ilişkilerimizi ve alışkanlıklarımızı düzenliyor.

Hepimiz özellikle tarih derslerimizden tekke ve zaviyelerin kapatılmasını anımsıyoruzdur. Peki, söz konusu uygulamaların kaldırılmasına ilişkin kanunun halen yürürlükte olduğunu ve günümüzde birçok kimseler tarafından farkında olmadan ihlal edilmeye devam edildiğini biliyor muydunuz?

677 sayılı 30/11/1925 tarihli Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine Ve Türbedarlıklar İle Bir Takım Unvanların Men Ve İlgasına Dair Kanun ile 1925 sayısında tekke ve zaviyeler kapatılmıştır. Söz konusu kanun ile bunların yanı sıra şehlik, der mevzuası dairesinde vişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, nakiplik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük ve gayıptan haber vermek ve murada kavuşturmak gibi eylemler de yasaklanmıştır. Söz konusu yasaklı işleri gerçekleştiren kimseler hakkında ise kanunda açıkça üç aydan eksik olmamak üzere hapis cezası öngörülme ve bunun yanı sıra para cezasına hükmedileceği düzenlenmiştir. Ve bu kanun halen yürürlüktedir.

Konuya ilişkin olarak birçok yerel mahkeme ve Yargıtay kararı da mevcut olup; her ne kadar sıklıkla ihlal edilmekte ise de olası bir ceza soruşturması neticesinde bu fiilleri gerçekleştirmekte olan kişilerin ceza ile karşı karşılaşabilecek olduğu açıktır.

Örneğin Yargıtay bir kararında; toplum içerisinde “üfürükçü hoca” olarak bilinen bir kişinin, bu çerçevede gelen müşterileri okuyup, üfleyerek ve büyü yaparak tedavi edeceğini söyleyerek para aldığı, müşterilerinin çocuklarının olmasının yolunu bulmak amacıyla bu kişiye müracaat ettikleri, sahte hocanın önce müşterilerine üzerlerinde büyü bulunduğunu söyleyip başlarına gelecek hususlar bakımından haber verdiği, yine sahte “hoca” tarafından katılanlarda ve çocuklarında büyü bulunduğu ve akıbetlerinin kötü sonla biteceğini söyleyerek bunları para karşılığı yapacağı iğne, kullanacakları ilaç, uyguladığı merhem ve benzeri şeylerle sonlandıracağının belirtip katılanları aldattığı olayda zincirleme olacak şekilde dini inanç ve duyguların istismar edilmesi suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçu ile 677 sayılı Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanunu’nun ilgili maddesine muhalefet suçunu işlediği kabul edilmiştir.

Siz siz olun yine de bilimden, sağ duyudan sapmayın. Hadi olmaz ama, bir baktınız olmaz oldu sizin de yolunuz düştü veya bu tarz faaliyetler ile iştigal etmeye karar verdiniz ise bunların cezasının olduğunu da bilin.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Manevi Tazminat Nasıl Hesaplanır?

Manevi Tazminat Nasıl Hesaplanır?

Manevi Tazminat Nasıl Hesaplanır? – İzmir Avukat

Bir çoğumuz üzerine sıcak kahve dökülmüş olması sebebi ile McDonalds’a karşı dava açan ve milyonlarca tazminata kazanan yaşlı kadının hikayesini duymuşuzdur. Ülkemizde yaşanması pek olası olmayan bu hikâye, ilk duyulduğunda bir çoğumuzun kafasında çarkların oynamasına ve farklı senaryolar canlandırmasına sebebiyet vermiştir.

Ülkemizde temel hukuk kurallarımız gereği, Amerika ve benzeri ülkelerdeki hukuk sistemlerinden farklı olarak, tazminat bedellerinin zenginleştirme aracı olamayacağı kabul edilmektedir. Bu çerçevede yukarıda anımsattığımız olaydaki gibi yüksek tazminat bedelleri ile uygulamada karşılaşmamaktayız.

Manevi Tazminat Nedir?

Türk Dil Kurumu manevi kavramını “görülmeyen, duyularla sezilebilen, ruhani, tinsel, maddi karşıtı” olarak tanımlamaktadır. Manevi tazminat, haksız bir olay ile karşılaşan kişinin uğramış olduğu maddi kayıplar (sağlık giderleri veya işten yoksun kalma sebebi ile gelirde yaşanan eksiklikler gibi) haricinde, olayın kişide yarattığı elem, keder, üzüntü veya yaşam sevincini kaybetme sonucu meydana gelen zararların karşılığı olarak ödenmesi gereken tazminat bedeli olarak tanımlanabilir.

Türk Borçlar Kanunu Madde 56 kapsamında, kişilerin manevi tazminat talebinde bulunabileceği ifade edilmiş olup; ilgili madde “Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Manevi tazminat, zarara uğrayan kişide bir nebze de olsa manevi huzuru doğurmayı amaçlamaktadır. Hukuk sistemimizde manevi tazminat niteliği itibari ile bir ceza olmadığı gibi para ile ölçülebilen maddi zararların karşılanmasına ilişkin bir bedel de değildir.

Manevi tazminat niteliği itibariyle tek olup; bölünmesi söz konusu değildir. Dolayısıyla, mahkeme nezdinde açılacak manevi tazminat taleplerinde kısmi dava söz konusu olmayacak ve ilk davada manevi tazminatın bir kısmı talep edilerek fazlaya ilişkin bölümü saklı tutulamayacaktır.

Uygulamada Manevi Tazminat

Uygulamada manevi tazminat davasının; kişinin bir suça maruz kalması, karşı tarafın sözleşmeye aykırı hareketleri, kişinin trafik kazası gibi durumlarda beden bütünlüğünde meydana gelen zarar sebebi ile veya kişilik haklarına yönelik yapılan saldırılar neticesinde açıldığını görmekteyiz.

Manevi tazminat ile amaçlanan şey, zarar gören kişinin uğramış olduğu psikolojik sıkıntıların denkleştirilmesidir. Burada psikolojik sıkıntılar veya zarar gören kişilik hakları, rakamlar ile gösterilmek için çok soyut kavramlar olması sebebi ile mahkeme kararlarında da sıklıkla farklılıklar görülmektedir. Yasal mevzuatımızda veya uygulamada manevi tazminatın hesaplamasın kullanılması gereken kesin kuralları olmadığı gibi bu doğrultuda dikkate alınması gereken görüş birliğine varılmış somut kriterlerin dahi bulunmamaktadır. Mahkemeler benzer olaylar için çok farklı tazminatlara karar verebilmekte ve hemen hemen hepsi de 22.6.1966 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararına atıf yapmaktadır. Maalesef, elli yılı aşan söz konusu kararın manevi tazminat hesaplanması süreçlerinde güncelliğini yitirmiş olduğu düşüncesindeyiz.  

Manevi Tazminat Nasıl Hesaplanır?

Eski tarihli borçlar kanunumuz ile hâkimin manevi tazminatı belirlerken kişilerin unvanı, işi ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını gözetilmesi gerektiğini belirtmekte ise de güncel kanunumuzda bu kriterlere yer verilmemiştir.

Güncel yasal mevzuatımızda manevi tazminat için açıkça ödenmesi gereken miktarı veya bunun nasıl hesaplanacağını belirtmemiş, bu bedelin olayın niteliğine göre hâkim tarafından belirlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Burada manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hâkimin takdirine bırakılmış ise de hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekmektedir.

Hâkim takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, manevi zarara neden olan olayın ağırlığı gibi özellikleri göz önünde tutması ve makul bir oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerekmektedir.

Tazminat miktarının belirlenmesinde hakimlerin sıklıkla somut olay ve emsal karar karşılaştırılması yönetime başvurmakta olduğu görülmektedir.

Manevi tazminat ne zaman talep edilebilir?

Manevi tazminat davalarına ilişkin zamanaşımı süreleri açılacak davanın ve haksız fiilin niteliğine göre değişiklik gösterebilmektedir. Uğranılan bir haksız fiil sebebi ile açılacak manevi tazminat davalarında zarar gören kişinin zararı ve zarar veren kişiyi öğrenmesinden itibaren iki yıl, herhalde ise on yıl içinde davanın açılması gerekmektedir. İşlenen bir suç sebebi ile meydana gelen manevi zararların tazmini için bir dava açılacak ise burada suçun dava zamanaşımına bakılması gerekecektir.

22.6.1966 tarih ve 1966/7-7 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı

İstihdam edilenin eylemi ile işin yapılması sırasında bedence zarara uğrayan kişinin veya ölenin ailesinin, istihdam edenden manevi tazminat isteyebilip isteyemeyeceği, isteyebilmesi halinde müstahdemin kusurunun aranıp aranmayacağı, müstahdemin kusuru aranacaksa, B.K.nun 47. maddesindeki hususi haller deyiminin ağır kusur anlamında uygulanıp uygulanmayacağı, kusurun ağırlığı sözünün kapsamı, hafif kusur halinde sorumlu tutulup tutulmayacağı konularında daire kararları arasında içtihat ihtilafı bulunduğundan bahisle ihtilafın, içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesi 4. Hukuk Dairesi Başkanlığınca 1. Başkanlığa gönderilen 24.4.1966 tarih ve 131 sayılı yazı ile istenilmesi üzerine, keyfiyet hukuk kısmı İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunda incelenip görüşüldü:

Daire kararları arasında, istihdam edilen Borçlar Kanunun 47. maddesi gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulabilmesi için bu hükmün uygulama şartlarında, özellikle müstahdemin ağır kusurunun aranıp aranmaması konusunda ve zarar görenin olaya birlikte sebebiyet verme nispetinin tazminat istenemeyeceği gibi, aynı kanunun 47. maddesinin de ancak fail hakkında uygulanabilip, istihdam edene bu madde gereğince manevi tazminat yükletilemeyeceği düşüncesi ileri sürülmüştür.

Borçlar Kanununun 47. maddesi, haksız eylemden doğan ölüm veya cismani zarar olaylarında, mesnedi ister kendi hareketi, isterse başkasının hareketi olsun bütün maddi sorumluluk hallerinde uygulanabilecek bir hüküm olduğu için bu düşünce, üç muhalif oya karşı büyük çoğunluk tarafından kabule değer görülmemiştir.

II-Filhakika sözü geçen 47. madde gereğince, hakim hususi halleri nazara alarak cismani zarara duçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.

Görüşmeler sırasında beyan edilen bir fikre göre, 47. madde kusura dayanan bir sorumluluk vazeden 41. maddeden sonra gelen maddeler arasında yer aldığından ve kusursuz sorumluluk hallerini derpiş eden 55,56 ve 58. maddeler meyanında bulunmadığından kanundaki yeri itibariyle kusura istinat eden bir hüküm olduğu gibi, madde metnindeki “hususi haler” içinde nazara alınması gereken 1. amilin de kusur olduğu tabi bulunduğundan 47. madde mucibince manevi tazminata hükmedebilmek için tazminatın miktarına tesir edebileceğini ileri sürmüşlerdir.

Görüşmelere katılanların çoğunluğu bu düşünceye iştirak etmemiş ve istihdam edenin 47. madde gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulacağı kabul edildiği için, bu maddenin uygulama şartları üzerinde durulmuş ve 47. maddenin kusura veya kusursuzluğa dayanan bir hüküm olmadığı sonucuna varılmıştır.

a) İşviçre Borçlar Kanunun 1881 tarihli metninde, hususi hal ve şartlar olarak kasıt ve ağır ihmal zikredilmişti. 1911 yılındaki tadilde “Kasıt ve ağır ihmal” tabirleri, 47. madde metnine alınmayarak çıkarılmıştır. (Becker, 41. madde şerhi, No. 5; Oser – Sehünenberger, 47. madde şerhi, No. 1.). Bu maddeye tekabül eden eski, 54. maddenin mer’i olduğu zamanda dahi, uygulamada kasıt ve ağır ihmal bir misal olarak telakki edilmiş ve bundan dolayı manevi tazminata hükmedilmesi, hafif kusur hallerinde bile imkan dahiline girmişti. (Becker, M. 47, No. 5).

b) Esasen isabetli bir neticeye vasıl olabilmek için 47. madde metni incelenirce, bu hükmün uygulama şartları arasında kusurun da bulunduğunu gösteren herhangi bir ibareye tesadüf edilmez. İsviçre metnine göre, bir kimsenin öldürülmesinde veya cismani zarara uğratılmasında hakim, özel hal ve şartları takdir ederek, mutazarrına veya öldürülenin yakınlarına uygun bir paranın manevi tazminat olarak ödenmesine hükmedebilir (Oser- Schönenberger, Recai Seçkin Tercümesi; Becker Kemal Reisoğlu Tercümesi).

Metindeki “özel hal ve şartlar”dan maksat, kendine mahsus yani olaya has hal ve şartlar, bir başka olayın özellikleri-hususiyetleri-dir.

c) Her ne kadar görüşmelerde azınlıkta kalan noktai nazara mesnet yapılan V. Turh’un Borçlar Hukuku adlı eserinin Türkçe tercümesinde “Kusurun fevkalade ağır bulunması halinde, iş sahibi manevi zarar namiyle bir tazminat ödemeye de mahkum edilebilir” denmekte ise de (C. Edege Tercümesi, Sah. 422-423), V. Tuhr- Siegwart. ikinci bası Almanca metninde bu cümle, “kusurun özel ağırlığı istihdam edeni 49. madde göreğince manevi tazminatla sorumlu kılabilir” şeklinde ifade edilmiş bulunmakta (Sah. 382-383) ve aynı eserin manevi tazminat başlıklı paragrafında da “bir manevi tazminat hakkı 49. maddedeki genel hükme göre, kanun başka türlü düzenlenmemişse (Not 4 a: mesela, 47. maddede böyledir. Federal Mahkeme bu hükmünden, kusur olmadan bir ölüm veya cismani zarardan sorumlu olana, manevi tazminat tahmil edilmesinin gayri mümkün olmadığı sonucunu çıkarıyor) yalnız zararın ve kusurun özel ağırlığı haklı kılarsa husul bulur” denmektedir. (sah.117).

İsviçre’de yayınlanmış eserlerden Oser-Schünenbegerin Borçlar Hukukunda “ölümün veya cismani zararın vukuunda kusuru bulunan, 47. madde gereğince manevi tazminatla sorumludur, fakat kusur nazara alınmaksızın bir eylemin sonucunu tekabbül etmeye mecbur olan dahi, manevi tazminatla müvekelleftir, zira zararın tazminine ilişkin hükümler burada da kıyasen uygulama yeri bulur. Şüphesiz kusurun bulunmadığı durumlarda hakimin takdir hakkı, ancak özel hal ve şartlar altında manevi tazminata hükmedilmesine imkan verir” (madde 47, No. 10) dendiği gibi, H. Becker dahi Borçlar Hukuku adlı eserinde 47. maddeye konu olan manevi tazminatın şartlarını anlatırken, “adam öldürmenin veya cismani zararın kusurlu surette yapılmış olmasının şart olmadığını” (madde 47, No. 2), tebarüz ettirmiştir.

47. maddeye dayanan manevi tazminat için kusurun şart olmadığı artık İsviçre Federal Mahkemesinin kararlarında da kabul edilmektedir. (Karl Oftinger, İsviçre Sorumluluk Hukuku, 1. cilt, 1958, sahife 262)

ç) 47. madde gereğince manevi tazminata hükmedebilmek için kusurun aranması, bu hükmün uygulanacağı maddi tazminat sorumluluğunun bütün halleri ile de kabili telif değildir.

Her ne kadar harsız eylemlerde kusur sorumluluğunun temelini teşkil eden 41. madde hükmü için böyle bir durum meydana gelmez ise de, temyiz kudreti bulunmayan şahısların sorumluluğu (madde 54), istihdam edenin sorumluluğu (madde 55), hayvanlar için sorumluluk (madde 56), eser malikinin sorumluluğu (madde 58), hatta aile başkanının sorumluluğu (Medeni K. madde 320) gibi kusur aranmayan sorumluluk hallerinde, maddi tazminata hükmedebilmek için kusur şart olmadığı gibi, bu durumlarda ölüm veya cismani zarar vuku bulmuşsa ayrıca 47. maddeye müsteniden manevi tazminat istenebilmesi için de yine kusurun mevcudiyeti şart değildir.

Bu konuda şu cihete de işaret etmek gerekir ki, mesela ilkokula giden çocuğu bir nakliyat şirketinin kamyonunun ezmesi sebebiyle veya küçük bebeği başkasının köpeğinin ısırması sonucu ölen yahut da türlü meşakkatlerle yetiştirdiği genç evladı yolu kenarındaki binanın çökerek altında kaldığı için aynı akıbete maruz kalan ana ve baba lehine, Borçlar Kanununun 45. maddesinin 2. fıkrasına göre aynı kanunun sırasiyle 55,56 ve 58, maddesi gereğince maddi tazminata hükmedebilmek için kusur şart tutulmadığı halde, manevi tazminatta kusurun aranması, normal hayat münasebetlerine ve itiyatlara da aykırı düşer.

47. madde, şartları tahakkuk ettiği takdirde, yalnız yukarıda sözü edilen sorumluluk hallerinde değil, özel kanunların sorumluluk yükleyen hükümlerinin uygulandığı yani maddi tazminata hükmedilen bütün hallerde ve bunların yanı başında tatbik yeri bulur (Becker, 47. madde şerhi No. 2; Oftinger, a.g.e. Sh. 262) Bu arada Karayolları Trafik Kanunu zikredilebilir.

d) Borçlar Kanunun (haksız eylemlerden doğan borçlar) kısmında maddi tazminat sorumluluğuna mesnet teşkil eden 41,54,55,56 ve 58. madelere mukabil manevi tazminat talebi hakkını veren 47. maddeden başka bir de 49. maddenin bulunduğu malumdur.

49. Maddeye göre, şahsi menfaatleri ihlal edilen kimse, kusurun mevcudiyeti halinde zararın tazminini; ihlalin ve kusurun özel ağırlığını haklı kılarsa, manevi tazminat olarak bir para miktarının ödenmesini isteyebilir. Hakim bu ödemenin yerine veya onun yanı başında, manevi tazminatın diger bir nevine de karar verebilir.

Demek oluyor ki, 49. madde mucibince maddi tazminat için kusurun mevcudiyeti manevi tazminat için de kusurun bilhassa ağır olması, şarttır.

47. maddede kusur şartının aranmaması, 49. maddenin şahsi menfaatlere, 47. maddenin ise hayata ve vücut bütünlüğüne ilişkin bulunmasının meydana getirdiği sonuçlara da uygun düşer.

47. madde, 41-53. maddelere tanzim edilen genel kurallar arasında yer almıştır. Bu itibarla, 47. maddenin tanzim tekniği bakımından kanunda işgal ettiği yer, bu madde hükmünün unsurları arasına kusuru da ithal etmeğe, hem kifayet etmez hem de elverişli değildir.

III-Borçlar Kanunun 47. maddesi gereğince manevi tazminata hükmolunabilmesi için, bu maddenin metninden doğan özel şartlarla birlikte hatta daha önce genel şartların yani olayda maddi tazminata hümedebilmenin tabi bulunduğu şartların tahakkuk etmiş olması lazımdır.

a) Genel şartlar, kusur unsuru istisna edilirse, kusur sorumluluğu ile kusura dayanmayan sebebiyet (illiyet) sorumluluğunun bütün hallerinde aynıdır.

Bunlar, 1) bir eylem (yahut imtina), 2) bir zarar, 3) zarar ile eylem arasında iliyet bağı, 4) eylemin hukuka aykırı olmasından ibarettir (H. Becker, m. 41 şerhi, No. 1; Schönenberger, m. 41 şerhi, No. 2)

Bu şartlardan en önemlisi, zarar ile eylem arasındaki illiyet bağıdır. Eğer olayda böyle bir illiyet bağı yoksa, sorumluluk da yok demektir.

Genel şartların sorumlulğun nevine göre bazı özellikler arz edeceği tabiidir. İçtihadın birleştirilmesine konu olan istihdam edenin 47 inci madde gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulabilmesi için, 55 inci maddeye dayanan sorumluluğunun tahakkuk etmesi icap eder. Mamafih ölenin yakınları veya cismani zarara uğrayan, maddi ve manevi tazminatı birlikte dava edebilecekleri gibi, yalnız manevi tazminata hükmedilmesini de isteyebilirler. Her iki halde 55 inci maddeden doğan genel şartların yani önce bunlardan müspet şartların gerçekleşmesi, ondan sonra da menfi şartların tahakkuku, bir başka deyişle istihdam edenin ikame ettiği kurtuluş beyyinesinin amcına ulaşmaması lazımdır (K. Oftinger, a.g.e., clit: 2/1, 1960, Sah. 142-177; K. Reisoğlu, İstihdam Edenlerin Mesuliyeti, 1985, Sah. 30-59).

b) Borçlar Kanunun 47 inci maddesinden doğan özel şartlara gelince; bunlar, başlıca üç grupta toplanabilir :

1) Bir kimse ölmüş veya cismani zarara uğramış olmalıdır.

2) Davayı ölenin yakınları veya cismani zarar uğrayan kimse açmalıdır.

3) Özel hal ve şartlar, manevi tazminat hükmedilmesi gerektirmelidir.

Bu şartlardan sonucusu, içtihadı birleştirmenin esas konusunu teşkil etmektedir. Her ne kadar Kanunumuzda, İsviçre metninden farklı olarak hakimin manevi tazminata adelete tevfikan hükmedeceği yazılı ise de, hakim esasen özel hal ve şartları takdir ederken Medeni Kanunun 4 üncü maddesi mucibince hak ve nasafet kurallarına tabi olacağına göre, bu hükmü 4 üncü maddeyi teyit edici olarak telakki etmek gerekir.

Özel hal ve şartlar, her olaya göre değişir. Esasen maksat, yukarıda da açıklandığı gibi, olaya has hal ve şartlar, yani olayın özellikleridir.

Bu özelliklerin başında, manevi zararın önemli olması gelir. Eli çizilen bir kimseye cismani zarara uğradı diye kural olarak manevi tazminat hükmedilmesi icap etmez. Demek ki, cismani zarara uğruyan kimsede veya ölenin yakınlarında önemli bir manevi zarar (elem, ızdırap) husule gelmeli, yani gerçekten manevi bir tatmin ihtiyacı doğmuş bulunmalıdır. Ölüm vukubulmuşsa, sağlığında ölen ile davacı arasındaki münasebetin mahiyeti ve derecesi bu hususun takdirinde büyük rol oynar.

Bundan başka olayın oluş şekli, nazara alınır. Feci bir olay ile normal şartlar altında meydana gelmiş olan olay bir tutulamaz.

Nihayet ilgilerin yani failin, olaydan başka sorumlu varsa onun, mesela istihdam edenin, ölenin, davacıların içtimai vekilerinin, tahsil ve iktisadi durumlarının göz önünde tutulması lazımdır.

Kısacası kanun vazıı, her olayda meydana çıkan ihtiyacı karşılayan kesin bir kural koymaktaki zorluğu düşünerek, 47 inci madde metnini kasten elastiki bir şekilde formüle etmiş ve manevi tazminat hükmedilmesini gerekli kılan hal ve şartları, hakimin takdirine bırakmıştır. (K. Oftinger, a.g.e., Cilt: 1, Sh. 265). Tabiatıyla bu takdirde, bir yanılma durumu olmamalıdır.

Eğer olayda failin veya onun hareketinden sorumlu olan şahsın, mesela istihdam edenin kusuru varsa, bu kusurun veya cismani zarara uğrayan yahut da ölen, zarara birlikte sebebiyet vermişse, sebebiyet verme nispetlerinin veya karşılıklı kusurlarının manevi tazminat hükmedilmesinde ve miktarında nazara alınması icap eder. Mücerret müterafik kusur veya birlikte sebebiyet verme durumu, manevi tazminat hüküm edilmesine engel değildir; ancak, müterafik kusur veya birlikte sebebiyet verme nispeti, manevi tazminat hükmedilmesini haksız ve yersiz kılacak derecede ağır ve büyük olursa, hakim manevi tazminataa hükmetmeyebilir. (H. Becker, m. 47, No 2; Oser- Schönenberger, m. 47, No. 12; v. Tuhr Siegwart, Cilt: 1, Sh. 117, Not: 46; K. Oftinger, Cilt: 1, Sh 269).

İsviçreli Hukukçulardan H. Becker (1942, madde 47, No. 8) ve K. Oftinger’in (1985 cilt: 1, Sh. 269) eserlerinde işaret ettikleri gibi hakim manevi tazminata hükmederken para değerini de düşünmelidir. Hükmettiği meblağ, bir sadaka niteliği taşımamalı, kısmen de olsa bir manevi tatmin fonksiyonu ifa etmelidir. Mamarif diğer tarafın müzayaka haline düşmesine, onun mahvına da meydan vermemelidir.

Esasen manevi tazminat, ne bir ceza, ne de gerçek manasında bir tazminattır. Ceza değildir; çünkü, davacının menfaati düşünülmeksizin, sorumlu olana hukukun ihlalinden dolayı yapılan bir kötülük değildir. Mamelek hukukuna ilişkin bir zararın karşılanması amaç edinmediği için de , gerçek manasında bir tazminat, mağdurda veya zarara uğrayanda bir huzur hissi, bir tatmin duygusu tevlit etmelidir (H. Becker, m. 47, No. 1).

Hakimin manevi tazminat miktarını tayin ederken, Borçlar kanununu 43 ve 44 üncü maddelerindeki kuralları, “özel hal ve şartları” takdir ederken kıyasen uygulaması, kusursuz sorumluluk hallerinde ve olayda kusur bulunmadığı takdirde, kusurun dışında kalan amilleri, alelıtlak kusurun mevcudiyeti halinde ise kusur da dahil bütün faktörleri takdirine mesnet yapması gerekir (Oser-Schönenberger, m. 47, No. 12; Oftinger, a.g.e., Cilt: 1, Sh. 269).

KARAR :

İstihdam edenin Borçlar Kanununun 47 inci maddesi gereğince manevi tazminatla sorumlu tutulabilmesi için ne kendisininin, ne de müstahdeminin kusurunun şart olmadığına, hakimin sebebiyet (illiyet) münasebeti bulunmak kaydıyla özel hal ve şartları takdir ederek manevi tazminata hükmedebileceğine, varsa müstahdemin veya istihdam edenin yahut her ikisinin kusurunun ve ölenin veya cismani zarara uğrayanın birlikte sebebiyet verme nispetinin yahut müterafik kusurunun özel hal ve şartlar içinde takdir edilmesi gerektiğine, ilk toplantıda üçte iki çoğunluk sağlanamadığından ikinci toplantıda mevcudun yarısını geçen çoğunlukla ve 26/6/1966 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY

N.Tüzünkan, Ş.Arınç, H.Günçel, K.Terzioğlu, N.A.Ozanalp, D.Turhan, N.Renda, E.Şener, M.R.Kayganacıoğlu:

Kusur şarttır.

Z.Dokumacı :

BK.nun 55. maddesinin 47. maddesi ile birlikte incelenmesi, ona göre işlem yapılması reyindeyim.

N.O.Akçakayalıoğlu :

Adamın kusurundan dolayı dahi olsa istihdam eden tazminatla sorumlu değildir.

M.Zafir :

Müstahdemin ağır ve galip kusuru şarttır.”

Aşağıdaki Çalışmalar İlginizi Çekebilir

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Trafik Kazası Görüntülerinin Toplanması

Trafik Kazası Görüntülerinin Toplanması

Trafik Kazası Görüntülerinin Toplanması – İzmir Avukat

Trafik kazasına ilişkin kaza görüntülerinin elde edilmesinin farklı yönetmeleri olabilmekle birlikte, özellikle kamera kayıtlarının belirili bir tarih sonrasında imha edildiği gözetilerek ivedilikle tamamlanması gerekiyor. Burada delil tespiti talep eden kişinin, bu delillerin elde edilmesinde hukuki bir yararının olduğunun açıkça ortaya konulması gerekiyor.

Delil Tespit İçin Görevli ve Yetkili Mahkeme

Burada kayıtları elde etmek isteyen kişilerce kazanın gerçekleştiği yer sulh hukuk mahkemesinde bir delil tespit dosyası açarak kayıtların mahkeme eli ile toplanmasını talep edilebilir.

Delil Tespit Süreci Ne Kadar Sürer?

Uygulamada genellikle bir hafta içerisinde sonuçlanmakta olan delil tespit dosyalarında sürecini daha fazla hızlandırmak için mahkemeden elden takip yetkisi alınarak bu süreç yürütülebilir.

Kamera Görüntüleri

Burada mahkemeye yapılacak tespit talebinde hangi kurumlardan kamera kayıtlarının elde edilebilmesi için olay yerini gören kameraların ve bunların ait oldukları kurumların tespiti de önem taşıyor. Kaza süreçlerinde özellikle KGYS (eski adı ile MOBESE) kayıtlarının ilgili Emniyet Müdürlüğü’nden celbi talep edilebilir.

Burada süreçlere hakim bir avukat aracılığı ile görüntü kayıtlarının elde edilmesi ileride açılması muhtemel tazminat veya ceza davalarında oldukça önem teşkil edecek ve genellikle gerçeklerin ortaya çıkmasını sağlayarak davanın gidişatına yüksek oranda etki edecektir.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu
Madde 106- (1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir. (2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır. (3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.

Aşağıdaki Çalışmalar İlginizi Çekebilir

Karı Koca Habersiz Kefil Olabilir Mi?

Karı Koca Habersiz Kefil Olabilir Mi?

Karı Koca Habersiz Kefil Olabilir Mi? – Efes Hukuk Bürosu

Ekonomik olarak riskli olarak adlandırılabilecek sözleşmelerde alacaklı taraf sıklıkla kefil gibi güvencelerin de verilmesini isteyebiliyor. Peki bu kefillik nedir? Eşlerin rızası olmadan kişiler kefil olabilir mi? Kısaca özetledik.

Kefil, borçlu ile alacaklı arasında yapılan sözleşmede, borçlunun borcunun gereklerini yerine getirememesi durumunda bu borcu ödeyecek olduğunu belirten 3. Bir kişidir. Türk Borçlar Kanunu ile kefil, her durumda kefalet sözleşmesinde belirtilen azami miktar kadar sorumlu olduğu düzenlenmiştir.

Birçok farklı kefalet türü olmasına karşılık uygulamada sıklıkla adi kefalet ve müteselsil kefalet sözleşmelerini görmekteyiz.

Adi kefalet sözleşmesi kapsamında alacaklı borçludan borcunu yerine getirmesini talep etmeden kefile gidememektedir. Bir başka ifade ile adi kefalette alacaklı ilk olarak borçluya gitmeli, borcunun ödenmemesi halinde kefile başvurmalıdır. Burada borcu borçludan tahsil edemediğini ortaya koyabilmesi önemlidir.

Müteselsil kefalet halinde ise borçluya gitmeden dahi kefile kefilden borcun tahsilinin istenebilir. Ancak, bunun için borçlunun, borcunu yerine getirmede gecikmesi ve bu konuda borçluya yapılan ihtarın sonuçsuz kalması veya açıkça ödeme güçsüzlüğü içinde olması gerekir.’

Türk Borçlar Kanunu kapsamında kefalet düzenlemelerinin geçerli olabilmesi için bir takım şartların gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu koşullar; mevcut ve geçerli bir asıl borcun bulunması, kefalet sözleşmesinin yazılı bir şekilde yapılması ve eşin rızasının alınmasıdır.

Kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azamî miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır.

Yine Borçlar Kanunu kapsamında eşlerden biri, mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir. Bu durumun birtakım istisnaları olmakla birlikte, eşlerin yazılı onayı olmadan gerçekleştirilen kefalet sözleşmeleri geçerli olmayacaktır.

Görüleceği üzere yasal mevzuatımız kapsamında mahkemece verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı doğmadıkça, karı koca diğerinin yazılı rızasını almadığı sürece kefil olamaz.

Bunlar haricinde aşağıda belirtili hallerde, eşler tarafından verilen kefalet için diğer eşin rızası aranmayacaktır;

  1. Ticaret siciline kayıtlı ticari işletmenin sahibi veya ticaret şirketinin ortak ya da yöneticisi tarafından işletme veya şirketle ilgili olarak verilecek kefaletler,
  2. Mesleki faaliyetleri ile ilgili olarak esnaf ve sanatkârlar siciline kayıtlı esnaf veya sanatkârlar tarafından verilecek kefaletler,
  3. 5570 sayılı Kamu Sermayeli Bankalar Tarafından Yürütülen Faiz Destekli Kredi ve Kâr Payı Destekli Fon Kullandırılmasına Dair Kanun kapsamında kullanılacak kredilerde verilecek kefaletler.

Aşağıdaki çalışmalarımız da ilginizi çekebilir;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Anonim Şirketlerde Genel Kurul

Anonim Şirketlerde Genel Kurul

Anonim Şirketlerde Genel Kurul – İzmir Avukat

Anonim Şirketlerde Genel Kurul Toplantı Çeşitleri Nelerdir?

Olağan Genel Kurul Toplantısı

Şirket organlarının seçimine, finansal tablolara, yönetim kurulunun yıllık faaliyet raporuna, kârın kullanım şekline, dağıtılacak kâr ve kazanç paylarının oranlarının belirlenmesine, yönetim kurulu üyelerinin ibraları ile faaliyet dönemlerini ilgilendiren ve gerekli görülen diğer konulara ilişkin müzakereler yapmak ve karar almak üzere her hesap dönemi için yapılan toplantılardır.

Olağanüstü Genel Kurul Toplantısı

Gerekmesi halinde veya zorunlu ve ivedi nedenler meydana geldiğinde yapılan ve gündemini toplantı yapılmasını gerektiren sebeplerin oluşturduğu genel kurul toplantılardır.

İmtiyazlı Pay Sahipleri Özel Kurulu Toplantısı:

İmtiyazlı payların bulunduğu şirketlerde, genel kurulun imtiyazlı pay sahiplerinin haklarını sınırlayacak tarzda esas sözleşmeyi değiştirmeye karar vermesi halinde,esas sözleşme değişikliği kararını onaylamak için sadece imtiyazlı pay sahiplerinin katılımıyla yapılan toplantılardır.

İmtiyazlı pay sahiplerinin haklarını ihlal edecek nitelikteki esas sözleşme değişikliğinin görüşüleceği genel kurul toplantısında, imtiyazlı payları temsil eden sermayenin en az yüzde altmışına sahip olan imtiyazlı pay sahiplerinin veya temsilcilerinin toplantıda hazır bulunmaları ve bunların çoğunluğunun genel kurulda esas sözleşme değişikliğine olumlu oy vermeleri halinde, ayrıca özel kurul toplantısı yapılmaz.

Anonim Şirketlerde Genel Kuurul Toplantısı Ne Zaman Yapılır?

Genel kurul toplantıları aşağıda belirtilen zamanlarda yapılır:

  • Olağan genel kurul toplantısı, her hesap dönemi sonundan itibaren üç ay içinde yapılır. Buna göre hesap dönemi takvim yılı olan şirketlerde toplantılar yılın ilk üç ayı içinde, özel hesap dönemi olan şirketlerde ise, hesap döneminin bittiği günü izleyen ilk üç ay içinde yapılır.
  • Olağanüstü genel kurul toplantısı, şirket için toplantının yapılmasını gerektiren durumların ortaya çıktığı zamanlarda yapılır.
  • İmtiyazlı pay sahipleri özel kurulu; imtiyazlı payların bulunduğu şirketlerde genel kurul tarafından imtiyazlı pay sahiplerinin haklarını ihlal edecek mahiyette esas sözleşme değişikliğine karar verilmesi halinde, anılan karar tarihinden itibaren en geç bir ay içinde toplantıya çağrılır. Bu süre sonuna kadar imtiyazlı pay sahipleri toplantıya çağrılmazsa, her imtiyazlı pay sahibi yönetim kurulunun çağrı süresinin son gününden başlamak üzere onbeş gün içinde, bu kurulun toplantıya çağrılmasını mahkemeden isteyebilir. Çağrıya rağmen süresi içinde imtiyazlı pay sahipleri özel kurulu toplanamazsa, genel kurul kararı onaylanmış sayılır.

Anonim Şirketlerde Genel Kurul Toplantı Yeri Neresi Olabilir?

Genel kurul toplantıları, esas sözleşmede aksine hüküm olmadıkça, şirketin merkezinin bulunduğu mülki idare birimi sınırları içinde yapılır. Şirket merkezinin bulunduğu yerde toplantının hangi adreste yapılacağı esas sözleşmede özel olarak belirtilmemişse, bunu belirleme yetkisi toplantı çağrısı yapanlara aittir.

Toplantının, şirket merkezinin bulunduğu mülki idare birimi sınırları dışındaki başka bir yerde veya yurt dışında yapılabilmesi için bunun esas sözleşmede açıkça düzenlenmesi gerekir.

Genel Kurulu Çağrıya Yetkili Kişiler Kimlerdir?

Olağan ve olağanüstü genel kurullar ile imtiyazlı pay sahipleri özel kurulu, görev süresi sona ermiş olsa bile yönetim kurulu tarafından toplantıya çağrılır.

Yönetim kurulunun mevcut olmaması veya devamlı olarak toplanamaması yahut toplantı nisabının oluşmasına imkan bulunmaması halinde, mahkemeden izin alan pay sahibi genel kurulu toplantıya çağırabilir.

Şirket sermayesinin en az onda birini, halka açık şirketlerde yirmide birini oluşturan veya esas sözleşmede öngörülmesi halinde daha az sayıdaki pay sahiplerince oluşturulan azlık pay sahipleri, yönetim kurulundan, gerektirici sebepleri ve gündemi belirterek, genel kurulun toplantıya çağrılmasını veya genel kurul zaten toplanacak ise, karara bağlanmasını istedikleri hususların gündeme konulmasını yazılı olarak noter aracılığıyla isteyebilirler. Gündeme madde konulması isteminin, çağrı ilanının Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yayımlanmasına ilişkin ilan ücretinin yatırılması tarihinden önce yönetim kuruluna ulaşmış olması gerekir.

Azınlık (Azlık) pay sahiplerinin, genel kurulun toplantıya çağrılmasına ilişkin yönetim kuruluna yaptıkları başvurunun kabul edilmesine rağmen kırkbeş gün içerisinde toplantı çağrısının yönetim kurulu tarafından yapılmaması halinde azlık pay sahipleri, genel kurulu toplantıya çağırabilir.

Azınlık pay sahiplerinin, genel kurulun toplantıya çağrılmasına ilişkin talebinin yönetim kurulu tarafından reddedilmesi veya yedi iş günü içerisinde olumlu cevap verilmemesi üzerine mahkemece atanmış kayyım tarafından genel kurul toplantıya çağrılabilir.

Tasfiye halinde olan şirketlerde tasfiye memurları, görevleri ile ilgili konular için genel kurulu toplantıya çağırabilirler.

Anonim Şirketlerde Genel Kurul Çağrı Usulleri Nelerdir?

Genel kurul toplantıya, esas sözleşmede belirtilen şekilde, internet sitesi açmakla yükümlü olan şirketler internet sitelerinde ve her halde Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde yayımlanan ilan ile çağrılır. Çağrı, toplantıya elektronik ortamda katılma sistemini uygulayan şirketlerde elektronik genel kurul sisteminde de yapılır. Ayrıca, pay defterinde yazılı pay sahipleri ile önceden şirkete pay senedi veya pay sahipliğini ispatlayıcı belge vererek adresini bildiren pay sahiplerine, toplantı günü ile gündem ve ilanın çıktığı veya çıkacağı gazeteler iadeli taahhütlü mektupla bildirilir.

Genel kurulun toplantıya çağrısı, ilan ve toplantı günleri hariç olmak üzere, toplantı tarihinden en az iki hafta önce yapılır.

Çağrısı yapılan ilk toplantıda nisabın temin edilememesi halinde, genel kurul aynı usulle yeniden toplantıya çağrılır. İlk toplantının ilan metnine, nisabın sağlanamaması halinde yapılacak ikinci toplantının çağrısına dair konulan hükümler geçersizdir.

Anonim Şirketlerde Genel Kurul İlanı Neleri İçermeli?

Genel kurulun toplantıya çağrılmasına ilişkin ilanlarda ve pay sahiplerine gönderilecek mektuplarda;

  1. Toplantı günü ve saati,
  2. Toplantı yeri,
  3. Gündem,
  4. Gündemde esas sözleşme değişikliği var ise değişen maddenin/maddelerin eski ve yeni şekilleri,
  5. Çağrının kimin tarafından yapıldığı,
  6. lk toplantının herhangi bir nedenle ertelenmesi üzerine genel kurul yeniden toplantıya çağrılıyor ise, erteleme sebebi ile yapılacak toplantıda yeterli olan toplantı nisabı,
  7. Olağan toplantı ilanlarında; finansal tabloların, konsolide finansal tabloların, yönetim kurulu yıllık faaliyet raporunun, denetleme raporunun ve yönetim kurulunun kâr dağıtım önerisinin şirket merkez ve şube adresleri belirtilmek suretiyle anılan adreslerde pay sahiplerinin incelemesine hazır bulundurulduğu,

belirtilir.

Yapılacak ilanda, genel kurul toplantısında kendisini vekil vasıtasıyla temsil ettirecekler için vekâletname örneklerine de yer verilir.

Anonim Şirketlerde Çağrısız Genel Kurul Toplantısı Nedir?

Bütün pay sahipleri veya temsilcileri, aralarından biri itirazda bulunmadığı takdirde, çağrı usulüne uyulmaksızın genel kurul olarak toplanabilir ve bu toplantı nisabı varolduğu sürece karar alabilirler. Genel kurul toplantılarının yapılmasına ilişkin hükümler saklıdır.

Genel Kurulda Toplantı Başkanı Nasıl Seçilir?

Esas sözleşmede aksine herhangi bir düzenleme yoksa toplantıyı yönetecek başkan ve gereğinde başkan yardımcısı genel kurul tarafından seçilir. Toplantı başkanı, tutanak yazmanı ile gerek görürse oy toplama memurunu tayin ederek başkanlığı oluşturur. Ayrıca tutanak yazmanı ve oy toplama memuru seçilmemişse, bunlara ait görevler toplantı başkanı tarafından yerine getirilir. Elektronik Genel Kurul Sistemindeki teknik işlemlerin toplantı anında yerine getirilmesi için toplantı başkanı tarafından uzman kişiler de görevlendirilebilir.

Genel Kurul Toplantısında Hazır Bulundurulması Gereken Evraklar Nelerdir?

Genel kurul toplantı yerinde;

  • a) Şirketin esas sözleşmesi,
  • b) Pay defteri,
  • c) Toplantıya çağrının yapıldığını gösteren gazete ve diğer belgeler,
  • ç) Yönetim kurulunca hazırlanan yıllık faaliyet raporu,
  • d) Denetçi raporu,
  • e) Finansal tablolar,
  • f) Gündem,
  • g) Gündemde esas sözleşme değişikliği varsa, izne tabi şirketlerde Bakanlıktan alınan izin yazısı ve eki değişiklik tasarısı, diğer şirketlerde ise yönetim kurulunca hazırlanmış değişiklik tasarısı,
  • ğ) Hazır bulunanlar listesi ile varsa hamiline yazılı pay sahiplerine ilişkin Merkezi Kayıt Kuruluşundan sağlanan pay sahipleri çizelgesi,
  • h) Genel kurul erteleme üzerine toplantıya çağrılmışsa bir önceki toplantıya ilişkin toplantı tutanağı,

fiziki ve/veya elektronik ortamda hazır bulundurulur.

Genel Kurul Hazır Bulunanlar Listesi (Hazirun Cetveli)

Genel kurul toplantısına katılabilecekler listesi; kayden izlenen paylar ile hamiline yazılı paylar bakımından Merkezi Kayıt Kuruluşundan sağlanan pay sahipleri çizelgesine, diğer paylardan senede bağlanmamış bulunan veya nama yazılı olan paylar ile ilmühaber sahipleri için pay defteri kayıtlarına göre yönetim kurulunca hazırlanır ve söz konusu liste yönetim kurulu başkanı veya başkanın yetkilendireceği yönetim kurulu üyelerinden biri tarafından imzalanır.

Yönetim Kurulunun Genel Kurulda Bulunma Zorunluluğu

Genel kurul toplantılarında murahhas üyeler ile en az bir yönetim kurulu üyesinin hazır bulunması şarttır. Diğer yönetim kurulu üyeleri de genel kurul toplantısına katılabilirler. Denetime tabi olan şirketlerin genel kurul toplantılarında denetçi de hazır bulunur.

Genel Kurulda Oya Hakkı Ve Kısıtları

Özel mevzuatında, şirket esas sözleşmesinde, iç yönergede yer alan özel hükümler ve genel kurulda alınacak kararlar saklı kalmak kaydıyla, genel kurul toplantısında oylama açık ve el kaldırmak suretiyle yapılır.

Her pay sahibinin genel kurulda en az bir oy hakkı vardır. Pay sahipleri oy haklarını, paylarının toplam itibarî değeriyle orantılı olarak fiziki veya elektronik ortamda kullanırlar. Ancak her durumda oy hakkının doğabilmesi için, esas sözleşmede daha yüksek bir miktarın ödenmesi öngörülmüşse bunun, öngörülmemişse pay tutarının dörtte birine karşılık gelen miktarın ödenmesi şarttır.

Esas sözleşme ile paylara oy hakkında imtiyaz tanınmış ise;

  • Esas sözleşme değişikliğinde,
  • Yönetim kurulunun ibrasında ve yönetim kurulu aleyhine sorumluluk davası açılmasında,

imtiyazlı oy kullanılamaz.

Pay sahiplerinden hiçbiri; kendisi, eşi, alt ve üstsoyu veya bunların ortağı oldukları şahıs şirketleri ya da hâkimiyetleri altındaki sermaye şirketleri ile şirket arasındaki kişisel nitelikte bir işe veya işleme veya herhangi bir yargı kurumu ya da hakemdeki davaya ilişkin olan müzakerelerde oy kullanamaz.

Şirket yönetim kurulu üyeleriyle yönetimde görevli imza yetkisini haiz kişiler veya bunların temsilcileri, yönetim kurulu üyelerinin ibra edilmelerine ilişkin kararlarda kendilerine ait paylardan doğan oy haklarını kullanamaz. Ancak anılan kişiler, yönetim kurulu üyesi olmayan diğer pay sahiplerinin oy haklarını temsilen kullanabilirler.

Genel Kurul Vekaletnamesi Neleri İçermeli?

Vekaletnamede; şirketin unvanı, ait olduğu genel kurul toplantısının tarihi, vekilin adı ve soyadı, pay sahibinin pay adedi ile adı ve soyadı veya unvanı ve imzasının bulunması şarttır. Bu bilgilerden herhangi biri bulunmayan özel veya genel vekâletnameler geçersizdir.

Ticaret Hukukuna ilişkin diğer ilginizi çekebilecek çalışmalarımız;

İzmir Ticaret Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Rekabet Kurumu’na Taahhüt Başvurusu

Rekabet Kurumu’na Taahhüt Başvurusu

Rekabet Kurumu’na Taahhüt Başvurusu – İzmir Avukat

16 Mart 2021 tarihli 2021/2 Nolu Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem Ve Kararlar İle Hâkim Durumun Kötüye Kullanılmasına Yönelik Önaraştırmalarda Ve SoruşturmalardaSunulacak Taahhütlere İlişkin Tebliğ yürürlüğe girdi. Söz konusu tebliğ kapsamında Rekabet Hukuku kapsamında yeni bir kurum olan taahhütname sürecinin uygulaması başlamış oldu.

Söz konusu tebliğ ile haklarında yürütülen bir incelemeye taahhütle son verilmesini isteyen taraflar, önaraştırma veya soruşturma sürecinde taahhüt sunma talebinde bulunabilmektedir.

Sunulan taahhütler Rekabet Kurulunca değerlendirilmekte, rekabet sorunlarını giderebileceğine kanaat getirilen taahhütler ilgili teşebbüsler hakkında bağlayıcı hale getirilerek soruşturma açılmamasına veya açılmış bulunan soruşturmaya son verilmesine karar verilebilmektedir. Bu çerçevede, olası ihlallerin büyümesi engellenmekte ve tespiti için gerekli olan ayrıntılı inceleme süreçlerinin kamu ve hakkında inceleme yürütülenler bakımından yol açabileceği zaman ve kaynak maliyetlerinden tasarruf edilmesi amaçlanmaktadır.  

Taahhüt Süreci Nasıl İlerlemekte?

Rekabet Kurumu Sitesinden Alınmıştır.

Ne Kadar Süre İçerisinde Başvurulmalı?

Soruşturma sürecindeki taahhüt sunma talepleri soruşturma bildiriminin tebliğinden itibaren üç ay içinde Rekabet Kurumu’na iletilmesi gerekmektedir. Bu süre geçtikten sonra Rekabet Kurumu’na iletilen taahhüt sunma talepleri dikkate alınmaz.

Taahhüt Metni Neleri İçermeli?

Taahhüt metni, sunulan taahhüdü açık bir şekilde içermeli ve alternatif taahhütler içermemelidir.

Taahhüt metninde taahhütle giderilmesi amaçlanan rekabet sorunu, taahhüdün ne olduğu, ne zamandan başlanmak suretiyle yerine getirileceği, ne kadar süreyle ve ne şekilde uygulanacağı, uygulanmasında gözetilecek süreler, bu sürelerin hangi hallerde uzayabileceği, taahhüdün piyasaya etkisi, rekabet sorununu nasıl çözeceği, taahhüde uyumun nasıl izlenebileceği ve gerekli görülen diğer hususlar açıkça belirtilmelidir. Yapısal taahhüt sunulması halinde elden çıkarma sürecinin yürütülmesine ilişkin detaylara taahhüt metninde yer verilmelidir.

Taahhüdün uygulanmasının üçüncü kişilerle anlaşma sağlanmasını gerektirdiği hallerde, üçüncü kişilerle anlaşma sağlanabileceğini gösteren belgeler de taahhüt metniyle birlikte Rekabet Kurumu’na sunulmalıdır.

Taahhüt metninin sonunda tarafların, sundukları taahhüdün rekabet sorunlarını giderebileceğine ve taahhüt metninde belirtilen şartlarla taahhüdü yerine getirmeyi kabul ettiklerine dair beyanına yer verilir.

Taahhüt metni, taahhüt sunan tarafı temsile yetkili kişilerce imzalanır.

Taahhüt Görüşmeleri

Görüşmeler sözlü veya yazılı olarak gerçekleştirilebilir. Sözlü olarak gerçekleştirilen görüşmeler, görüşmelere katılanlarca mutabık kalınan bir tutanak ile kayıt altına alınır.

Tarafların taahhüt sunma taleplerini Rekabet Kurumu’na iletmelerinin ardından Rekabet Kurulu ilgili anlaşma, karar veya uygulamanın açık ve ağır ihlal niteliğini ve gerekli gördüğü diğer hususları değerlendirerek taahhüt görüşmelerinin başlatılmasına ya da taahhüt sunma talebinin reddine ve taahhüt sürecinin sonlandırılmasına karar verir.

Tarafların taahhüt sunma talebinde bulundukları aşamada, inceleme konusu rekabet sorunlarının yeterli açıklıkta ortaya konamamış olması ve daha detaylı araştırmaya ihtiyaç duyulması halinde Kurul birinci fıkra kapsamında vereceği kararı erteleyebilir. Bu durumun önaraştırmada söz konusu olması halinde ilgili kararın verilmesi soruşturma sürecine bırakılabilir.

Taahhüt görüşmeleri sırasında inceleme konusu rekabet sorunları taahhüt sunacak taraflara açıklanır ve sorunların tespitine dayanak teşkil eden bilgi ve belgeler taraflara sunulur. Taraflara soruşturma bildirimi yapılmış ise sorunların tespitine dayanak teşkil eden bilgi ve belgeler taraflara ayrıca sunulmayabilir.

Ticaret Hukukuna ilişkin diğer ilginizi çekebilecek çalışmalarımız;

İzmir Ticaret Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Memurların Disiplin Süreçleri

Memurların Disiplin Süreçleri

Memurların Disiplin Süreçleri – İzmir Avukat

Bu sıralar sıklıkla karşımıza gelmekte olan uyuşmazlık türlerinden biri de memurlara ilişkin disiplin soruşturmaları. Kendinizi böyle bir durumun içerisinde bulmanız halinde temel haklarınızı bilmeniz oldukça faydalı.

Memurlara ilişkin yürütülecek disiplin süreçleri tahmin edileceği üzere iş kanunu kapsamında değil 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu çerçevesinde açıkça düzenlenmiştir. Bu kanun ile memurlara verilebilecek başlıca ceza tipleri olan; uyarma kınama, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve devlet memurluğundan çıkartılma cezaları düzenlenmiştir. 

Disiplin Soruşturmasına Konu Olayı Öğrenmeden İtibaren Bir Ay İçinde Soruşturulmalı

Disiplin soruşturmasını yapmaya ve bu konuda karar vermeye, memurun disiplin suçunu gerektiren fiil ve halin işlediği anda görevli olduğu yerdeki disiplin amirleri yetkilidir. 

Yine kanunda, disiplin cezası gerektiren fiil ve halin öğrenildiği tarihten itibaren disiplin amirlerince;

  • Uyarma, kınama, aylıktan kesme ve kademe ilerlemesinin durdurulması cezalarını gerektiren hallerde 1 ay,
  • Devlet memurluğundan çıkarma cezasını gerektiren hallerde 6 ay,

İçinde disiplin soruşturmasına başlanmadığı takdirde ceza verme yetkisi zamanaşımına uğrayacağı düzenlenmiştir.

Savunma Hakkının Kullanımına Engel Olunmamalıdır

Olası bir disiplin soruşturması kapsamında etkin bir şekilde kendinizi savunabilmeniz en temel anayasal haklarınızdan biridir. Bu doğrultuda memurun savunması alınmadan da memura herhangi bir disiplin cezası verilemez.

Tek başına bir savunma talebi de geçerli olmayacak olup; süreçten geçen memura bu konuda savunma için bir süre verilmeli ve savunma konusu olaya ilişkin durum netleştirilmelidir. Bu kapsamda istenilecek savunma yazısında;

  • İsnat edilen fiil ve haller yer, zaman, kişi ve olay belirtilerek açıkça yazılmalı,
  • Memura 7 günden az olmamak üzere bir süre verilmeli, 
  • Bu süre içinde savunma yapılmazsa savunma hakkında vazgeçilmiş sayılacağına ilişkin bildirimde bulunulmalıdır.

Disiplin Cezalarına Karşı Dava Açılması

Disiplin cezalarına karşı cezanın verildiği tarihten itibaren 60 gün içinde idare mahkemelerinde dava açılabilir.

Memur Disiplin Cezaları Nasıl Silinir?

Memurlar; uyarma ve kınama cezalarının uygulanmasından 5 yıl, diğer cezaların uygulanmasından 10 yıl sonra atamaya yetkili amire başvurarak verilmiş olan cezalarının özlük dosyalarından silinmesini isteyebilir.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079