Yazar arşivleri: Av. Dilek Yavuz Uysal

Kiracı Evi Göstermek Zorunda Mı?

Kiracı Evi Göstermek Zorunda Mı?
Kiracı Evi Göstermek Zorunda Mı?

Kiracı Evi Göstermek Zorunda Mı? – İzmir Avukat

Taşınmaz sahibinin taşınmazını kiraya vermiş olsa da tasarruf yetkisi sebebi ile dilediği zaman taşınmazını satabilir. Bu taşınmazı satmak istemesi halinde zorluk çıkaran ve evi muhtemel alıcılara göstermekten kaçınan kiracılara karşı ne yazık ki salt bu nedenle tahliye davası açmak hem hak hem de zaman kaybına neden olmaktadır. Özellikle ülkemizde uzun süren yargılamalar nedeniyle ev sahipleri çoğu zaman tahliye davalarıyla uğraşmak yerine evlerini satmayı dahi düşünmektedir. Hukuk önünde dezavantajlı konumda olan kiracıların hakları bilinmekte ancak kiraya verenler haklarından haberdar olmamaktadır. Bu nedenle emsali az görülen bir dava türüne değinmekte fayda görüyoruz.

Taşınmazın satışının gerçekleşmesi durumunda yeni malik, kira sözleşmesinin tarafı haline gelir. Kiralananı sonradan edinen kişi, onu kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut veya işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira sözleşmesini altı ay sonra açacağı bir davayla sona erdirebilir. Bu süreçleri yaşamak istemeyen kiracılar işi yokuşa sürmek için ya da başka sebeplerden dolayı alıcı adaylarına evi göstermek istemeyebiliyor.

Peki, kiracı evi göstermiyorsa ne yapılır? Kiracının evi gösterme zorunluluğu var mı?

Kira sözleşmesi kapsamında kiracının borçlarından birisi de Türk Borçlar Kanunu m.319’da düzenlenen ”kiralananın gösterilmesine katlanılmasına” ilişkindir. Uygulamada özellikle konut kiralarında; kiraya verenin, kiralanan evin gösterilmesi talebinin ardından taraflar arasında uyuşmazlıklar yaşandığı görülmektedir.

Türk Borçlar Kanunu m.319/2-3 Maddesi gereğince; Kiracı, bakım, satış ya da sonraki kiralama için zorunlu olduğu ölçüde, kiraya verenin ve onun belirlediği üçüncü kişinin kiralananı gezip görmesine izin vermekle yükümlüdür.

Madde 319/3- Kiraya veren, çalışmaları ve kiralananın gezilip görüleceğini uygun bir süre önce kiracıya bildirmek ve bunların yapıldığı sırada kiracının yararlarını göz önünde tutmak zorundadır. Kanun maddesinden de açıkça anlaşılacağı üzere kiralananı bakım, satış ve sonraki kiralama için gerektirdiği ölçüde kiraya veren ve onun belirlediği üçüncü kişilere kiracının evi gösterme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bir başka deyişle kiraya veren tarafından usulüne uygun olarak yapılan bir kiralananın gösterilmesi talebinin kabul edilmemesi hukuka aykırı olacaktır. Kiracı, kiralananı satın almak ya da kendisi çıktıktan sonra kiralamak isteyenlerin görmesine ve gezmesine izin vermekle yükümlüdür. Ancak bu yapılırken kiracıya en uygun zaman seçilmeli, bu bağlamda kiracının çıkarları hakkaniyete uygun olarak gözönünde bulundurulmalıdır. Bu itibarla kiracıya yüklenecek bu yükümlülüğün tarafların yararları ve hakkaniyete uygun olarak saptanması zorunludur.

Davanın görülmesi aşamasında incelenen durumlar şöyledir: Taşınmazın niteliği bulunduğu mevki göz önünde tutularak muhtemel satılabilme süresi tespit edilmelidir. Bu süre içesinde de hangi gün ve saatlerde gösterilmesinin uygun olacağı, hem kiracı hem de ev sahibinin menfaati göz önüne alınarak belirlenmelidir. Kiracının iş ve beşeri ilişkileri de göz önüne alınarak gün ve saatin belirlenmesi gerekir. Hakim davayı duruşmalı olarak yürütmelidir. Taraf delillerinin toplanması açısından bu durum önemlidir. Mahkemece, duruşma açılarak taraf delilleri birlikte değerlendirilerek neticesine göre bir karar verilmesi gerekir.

Evi göstermeyen kiracı veya ev sahibi ve kiracının hangi gün ve saatlerde evin gösterileceği hususunda anlaşamaması halinde ise ev sahibinin Sulh Hukuk Mahkemesi’nde Kiralananı Göstermeye İzin İstemli dava açabilecektir. Başvurunun ardından mahkeme taşınmazın muhtemel satış süreci, konumu, kiracının iş ve çalışma saatleri gibi hususları inceleyerek belli bir süre için haftanın belli gün ve saatinde evi alıcılara gezdirme konusunda tedbir kararı verir. Örneğin üç ay süre ile cuma ya da cumartesi günleri saat 12-18 arasında taşınmazın gösterilmesi yönünde karar verilir. Uygulamada kiracının evi gösterme yükümlülüğüne ilişkin dava açılabileceği bilinmediği için genelde eşitli sebeplerle tahliye davaları
açılıyor. Fakat tahliye hususunda geçerli bir tahliye sebebi olmaksızın açılacak dava madden ve zaman olarak kayıp olacağı gibi; uzun süren yargılama süreçleri sebebi ile taşınmazdan alınacak faydayı da düşürüyor.

İlgili Yargıtay Kararları:

T.C. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin E. 2006/14139, K. 2007/822 sayılı 30.1.2007 tarihli kararında, uyuşmazlık, davalıya kiralanan ancak davacı tarafça satılmak istenen mecurun müşterilere gösterilmesi konusunda çıkan muarazanın meni talebinden kaynaklanmaktadır. Mahkemece, mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılarak, ekonomik koşullar, taşınmazın bulunduğu yer, taşınmazın nitelikleri vs. özellikler değerlendirilerek ne kadar sürede satılabileceği tespit edilerek, mecurun gösterimine bu süre ile sınırlı olarak izin verilmesi gerektiği’ hüküm altına alınmıştır.

Bu durum karşısında ( görevli olması halinde ) mahkemece yapılacak iş; uzman bilirkişi aracılığı ile yerinde inceleme yapılmak, kiralananın niteliği, bulunduğu mevki, dairenin satılabilme süresine etkili sosyal, ekonomik koşullar, diğer özel ve genel faktörler ile birlikte tarafların yararları değerlendirilmek, hakkaniyete uygun denge kurmak suretiyle satışın yapılabileceği muhtemel, makul ve münasip bir süre ile ayrıca bu süre içinde de hangi gün ve saatlerde kiralananın gösterilmesine izin verilmesinin uygun olacağı saptanmak ve hasıl olacak uygun sonuç çerçevesinde karar vermekten ibaret olmalıdır (3 HD, 09.10.2001 T., Esas: 2001/8142, Karar: 2001/8911)

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Israrlı Takip Nedir?

Israrlı Takip Nedir?

Israrlı Takip Nedir? – İzmir Avukat

Israrlı takip suçu Türk Ceza Kanununda; fail tarafından, mağdur istemediği halde kendisine veya yakınına yönelik olarak ısrarlı biçimde araçla, iletişim vasıtasıyla, sözle, hareketle veya hukuka aykırı başka bir davranışla gerçekleştirilen; hukuken korunan bir hakkın güvenliği bakımından korku duyulmasına neden olan rahatsız edici veya tehditkar fiiller olarak tanımlanmaktadır.

27.05.2022 Tarihinde, “7406 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” Resmi Gazetede yayınlanmış olup ısrarlı takip suçu eklenmiştir. Türk Ceza Kanunu’nun 123. Maddesinde kişinin huzur ve sükununu bozma suçuna ek olarak 123/A maddesi düzenlenmiştir.

Israrlı takip düzenlemesinin temel amacı, özellikle kadına yönelik şiddet içeren fiiller henüz işlenmeden failin cezalandırılarak mağdurun korunmasıdır. Ancak ısrarlı takip suçu TCK 123/A maddesinde failin ve mağdurun cinsiyetinden bağımsız bir şekilde herkesin herkese karşı işleyebileceği bir suç olarak düzenlenmiştir.

Kanuni Düzenlemeyi İnceleyecek Olursak

TCK m.123/A Israrlı Takip (1) Israrlı bir şekilde; fiziken takip etmek ya da haberleşme ve iletişim araçlarını, bilişim sistemlerini veya üçüncü kişileri kullanarak temas kurmaya çalışmak suretiyle bir kimse üzerinde ciddi bir huzursuzluk oluşmasına ya da kendisinin veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına neden olan faile altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Suçun; a) Çocuğa ya da ayrılık karan verilen veya boşandığı eşe karşı işlenmesi, b) Mağdurun okulunu, işyerini, konutunu değiştirmesine ya da okulunu veya işini bırakmasına neden olması, c) Hakkında uzaklaştırma ya da konuta, okula veya iş yerine yaklaşmama tedbirine karar verilen fail tarafından işlenmesi, halinde faile bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.Bu maddede düzenlenen suçun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır.

Özetle; TCK 123/A temel halinin cezası 6 ay ila 2 yıl arası hapis , TCK m.123/A2’de düzenlenen nitelikli halinin cezası 1 yıl ila 3 yıl arası hapis cezasıdır. Israrlı Takip Suçunun Unsurları • Israrlı takip suçunun faili herkes olabilmektedir. Herkes bu suçu işleyebilir. Bunun yanında suçtan mağdur olacak kişi de herkes olabilecektir. • Israrlı takip suçu, bağlı seçimlik hareketli bir suçtur. Suçun oluşumu için mağduru fiziken takip etmek ya da haberleşme ve iletişim araçlarını, bilişim sistemlerini veya üçüncü kişileri kullanarak temas kurmaya çalışmak suretiyle bir kimse üzerinde ciddi bir huzursuzluk oluşmasına ya da kendisinin veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına ısrarla telefon edilmesi veya gürültü yapılması veya hukuka aykırı bir davranışta bulunması gerekmektedir.

• Suç, kasten işlenebilen bir suçtur. İsteyerek ve bilerek ısrarlı takip suçu işlenebilecektir. Belirli bir kimseye yapılacak olan hareket, mağdurun huzur ve sükununu bozma amacıyla yapılmalıdır. Bu suçun taksirle işlenmesi mümkün olmayacaktır.

• Israrlı takip suçuna ilişkin ceza davasının sonuçlanmasının sonucunda ya da yargılama aşaması devam ederken tazminat davası açılabilir. Kişi failin işlemiş olduğu suç nedeniyle mağdurun uğramış olduğu maddi ve manevi zararların tazminini talep etmek amacıyla tazminat davası açılabilecektir.

Israrlı Takip Suçunun Şartları Nelerdir?

Israrlı takip suçu Türk Ceza Kanununda hürriyete karşı işlenebilen suçlar kısmında düzenlenmiştir. Ancak, bu suç şikayete tabidir. Dolayısıyla ancak şikayetin varlığı halinde suçtan söz edilecektir. Israrlı takip suçu seçimlik hareketli bir suçtur. 2 tür hareketle bu suç işlenebilir. Bu hareketler şu şekildedir:

1.Mağduru fiziken takip etmek,

2. Mağdur ile; haberleşme ve iletişim araçlarını kullanarak ya da bilişim sistemini kullanarak ve üçüncü kişiler vasıtası ile temas kurmaya çalışmaktadır.

İlginizi çekebilecek diğer çalışmalarımız;

İzmir Ceza Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Dezenformasyonla Mücadele Yasası

Dezenformasyonla Mücadele Yasası

Dezenformasyonla Mücadele Yasası – İzmir Avukat

TBMM Genel Kurulu’nda görüşülen Dezenformasyonla Mücadele Yasası ile internette hizmet veren platformlara, yayıncılara ve servis sağlayıcılarına çeşitli yükümlülükler getirildi. Söz konusu düzenlemelerin bazıları kişilik haklarının korunması, haber sitelerinin içerik saklama yükümlülüğü, yasa dışı içerikler hakkında bilgilendirilme konularında yararlı olsa da söz konusu düzenlemenin 29. Maddesi sebebi ile sosyal medyada büyük yankı uyandırdı. Sosyal medya yasası ismi ile bilinen yasa maddelerinin düzenlemeleri özetle;

Çocukların, gençlerin ve ailenin, internetin yasa dışı içerikleri hakkında bilinçlendirilmesi ve güvenli kullanımı konusunda bilgilendirilmesi için Erişim Sağlayıcıları Birliği’ne ilave görevler verilecek.

Tüm haber siteleri, yayınladıkları içerikleri saklamak zorunda olacak. Böylelikle hukuka aykırı içeriklerin yok edilmesi ve keyfi olarak ortadan kaldırılmasının önüne geçilmiş olacak.

Kişilik hakkının zedelenmesi şikayeti ile mahkemeye başvuru yapıp içeriğin kaldırılması talebinde bulunan ve talebi mahkemece kabul edilen kişiler artık diğer siteler için başvuru yaptığında mevcut karar bu adresler için de uygulanacak. Her site için ayrı karar çıkarılması gerekmeyecek.

Yeni yasa ile künye belirtmeksizin internet haberciliği yapmak mümkün olmayacak. TBMM Genel Kurulu’nda, Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa Teklifi’nin görüşmelerine 29’uncu maddeden başlandı. Yasanın 29. Maddesinin Meclis’te kabul edilmesinin ardından ise sosyal medya kullanıcıları maddenin özelliklerini araştırmaya başladı. Dezenformasyonla mücadele yasası kapsamında kabul edilen ve halk arasında tartışmalara sebebiyet veren 29. maddeyle; ” Halk arasında endişe, korku veya panik yaratma saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayın yapan kimseye, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası” öngörülüyor.

Yeni yasayla beraber “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçu tanımlanıyor. Suçun oluşması için şu 5 şart aranacak : Yayılan haber gerçek değilse, ülkenin güvenliği ve kamu sağlığını ilgilendiriyorsa, halk arasında korku, panik ve endişe oluşturma kastı varsa , kamu barışını bozmaya yönelik ise aleni ise (yani ilgisi olmayan kişilere ulaşabilecekse) kişilere 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilebilecek. Sosyal medya yasası ile adli merciler tarafından talep edilen bilgiler verilmezse , sosyal ağ sağlayıcılarının internet trafiği bant genişliği de yüzde 90 oranında daraltılabilecek. Bu minvalde baktığımızda özellikle suçun unsurları bakımından pek çok durumun bu maddeye sokulabileceği kanısı ile sosyal medyada büyük tepki topladı. Zira bilinçli olarak yapılan yalan haberlerin yanı sıra, pek çok bilgi ve haber sosyal medyada kullanıcılar tarafından sıklıkla paylaşılmakta. Bu paylaşımlar zaman zaman ekonomik, siyasi, gündeme yönelik bilgilendirme ve yardım arama amacı içeriyor. Örneğin bir istismarı duyurmaya yönelik haber yapıldığında, yalan haber olduğu taktirde bu haberi yapan ve paylaşanlara ceza verileceğinden bahsediliyor. Peki kullanıcı, bu haberlerin doğruluğunu tespit edebilir mi? Veya nasıl tespit edecek? Burada sosyal medya kullanıcılarının ”halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu” tanımının muğlaklığı da tedirgin ediyor. Zira yalan haber ve yanıltıcı bilginin kime ve neye göre tanımlanacağı belli değil.

Bir başka tartışma yaratan zorunluluk ise whatsapp, instagram, facebook, youtube gibi yaklaşık iki milyondan fazla kullanıcısı olan fakat Türkiye’de genel merkezi bulunmayan bu uygulamalara da genel merkez açma zorunluluğu getirilmesi yönünde. Düzenlemede Türkiye’de ofis açma ile birlikte Türkiye temsilcisi bulundurma zorunluluğu da mevcut. Temsilcinin gerçek kişi olması halinde, bu kişinin Türkiye’de ikamet etmesi ve Türk vatandaşı olması gerekecek. Bu uygulamalar Türkiye’de merkez açmayı kabul edecek mi sorusu akıllarda. Türkiye’de genel merkez açılmaması durumunda da başta reklam kısıtlamaları, akabinde ise uygulamalara yapılacak kısıtlamalarla uygulamaların yavaşlık sebebi ile kullanılamaz hale geleceği tedirginlik yaratıyor.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Ön Ödemeli Konut Satışı

Ön Ödemeli Konut Satışı – İzmir Avukat

Ön ödemeli konut satış sözleşmelerinde yaşanan en önemli sorunlardan biri bazı satıcıların konut için birden çok üketici ile sözleşme yaparak yüksek miktarda para toplamaları ancak daha sonra çeşitli nedenlerle konutların tüketicilere teslim edilememesidir. Bu ve benzer sorunların yaşanmasını engellemek amacıyla, konut adedi otuz ve üzerinde olan projeler için ön ödemeli konut satışına başlamadan önce; projenin kapsamı, koşulları ve uygulama esasları Hazine Müsteşarlığınca belirlenen bina tamamlama sigortası yaptırılması veya banka teminat mektubu, hakediş sistemi ya da bağlı kredi ile teminat seçeneklerinden birinin sağlanması veya Bakanlık tarafından uygun görülecek ve tüketicinin tüm ödemelerini garanti altına alacak başka bir yöntem sunulması zorunluluğu getirilmiştir. Bu sayede, ön ödemeli konut satışı aracılığıyla konut edinmek amacıyla yüksek meblağlar ödemiş olan tüketicilerin, satıcı iflas etse bile bina tamamlama sigortası veya diğer teminat yöntemleri sayesinde nihai amacı olan konutları edinmeleri sağlanmış olacak veya tüketiciler ödedikleri tutarları iade alabileceklerdir.

1. Tüketicinin Cayma Hakkı

Tüketici, 14 gün içinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin ön ödemeli konut satış sözleşmesinden cayma hakkına sahiptir. Cayma hakkının kullanıldığına dair bildirimin bu süre içinde satıcıya noterlikler aracılığıyla yöneltilmesi yeterlidir.

Tüketicinin ön ödemeli konut satışında sözleşme tarihinden itibaren, caymaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, yirmi dört aya kadar herhangi bir gerekçe göstermeden sözleşmeden dönme hakkı vardır. Sözleşmeden dönme bildiriminin satıcıya noterlikler aracılığıyla yöneltilmesi yeterlidir.

Sözleşmeden dönülmesi durumunda satıcı; konutun satışı veya satış vaadi sözleşmesi nedeniyle oluşan vergi, harç ve benzeri yasal yükümlülüklerden doğan masraflar ile sözleşme tarihinden itibaren ilk üç ay için sözleşme bedelinin yüzde ikisine, üç ila altı ay arası için yüzde dördüne, altı ila on iki ay arası için yüzde altısına ve on iki ila yirmi dört ay arası için de yüzde sekizine kadar tazminatın ödenmesini isteyebilir.

2. Sözleşmenin Geçerlilik Şekli

Ön ödemeli konut satış sözleşmesinin tapu siciline tescil edilmesi gerekmektedir. Bu, sözleşmenin geçerlilik şartıdır. Bununla birlikte taraflar, ön ödemeli konut satış vaadi sözleşmesini noterde düzenleme şeklinde yapabilir. Fakat kanunda belirtilen resmi şekle bağlı olmaksızın yapılan sözleşmeler de tüketici bakımından geçerlidir. Bir başka anlatımla, resmi şekle bağlı sözleşmenin yapılmadığı tüketiciye karşı ileri sürülemez. Bu noktada, şekle uyulmaksızın yapılan ön ödemeli konut sözleşmesi de geçerli olarak kabul edilerek, tüketicinin hakları korunur.

3. Tüketicinin Dönme Hakkı

Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 44. maddesi uyarınca; ön ödemeli konut satışında devir veya teslim süresi sözleşme tarihinden itibaren 36 ayı geçemez.Sözleşme yapıldıktan sonra,tüketici 24 ay süre ile hiçbir neden ve gerekçe göstermeden sözleşmeden dönme hakkını kullanabilir.

Sözleşmeden dönülmesi durumunda satıcı; konutun satışı veya satış vaadi sözleşmesi nedeniyle oluşan vergi, harç ve benzeri yasal yükümlülüklerden doğan masraflar ile sözleşme tarihinden itibaren, sözleşme bedelinin %2’sine kadar tazminatın ödenmesini isteyebilir.

Ancak satıcı, yükümlülüklerini hiç ya da gereği gibi yerine getirmezse tüketiciden herhangi bir bedel talep edemez. (Ayıplı imalat veya konutun 36 ay içerisinde devir ve teslim edilmemesi gibi)

4. Tüketiciyi Bilgilendirme Yükümlülüğü

Ön ödemeli konut satışı yapılırken, satıcının unvanı, mersis numarası, iletişim bilgisi, ön ödemeli konut satışı yapılacak olan bağımsız bölümün açık billgileri, peşin ve taksitli fiyat , faiz ve cayma hakkı, konut teslim tarihi gibi hususlar ön bilgilendirme formu ile tüketiciye verilmelidir. Ön bilgilendirme kanuni bir zorunluluktur. Örneği ön bilgilendirme yapmayan satıcı cayma hakkında bilgilendirmediği tüketiciye karşı cayma hakkındasüre ve tazminat talebini öne süremeyecektir.

5. Proje Değişiklikleri

Ön ödemeli konut satışında diğer projelerde olduğu gibi proje değişiklikleri söz konusu olabilir. Bu gibi durumlarda da, proje değişiklikleri mutlaka tüketiciye yazılı olarak bildirilmek zorundadır. Söz konusu değişikliği tüketici kabul etmek zorunda olmayıp, kendisine bildirimin yapıldığı bir ay içerisinde sözleşmeden dönme hakkına da sahiptir. Konuya ilişkin hukuki danışmanlık almak için bizimle iletişime geçebilirsiniz.

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Satın Alınan Evden Kiracının Çıkartılması

Satın Alınan Evden Kiracının Çıkartılması

Satın Alınan Evden Kiracının Çıkartılması – İzmir Avukat

TBK m. 310 gereğince konutun yeni sahibi; eski malikle yapılan kira sözleşmesinin kendiliğinden tarafı haline gelecektir. Haklı bir sebep olmadıkça (kiracının kira bedelini ödememesi, komşulara rahatsızlık vermesi, vs.) yeni ev sahibi kiracı kabul etmediği sürece kira sözleşmesini feshedemez, kiracıyı konuttan çıkmaya zorlayamaz.

Fakat yeni ev sahibinin kiracıyı ne zaman çıkarabilir sorusu ile kastedilenin “Yeni malikin gereksinimi” başlıklı TBK m. 351 hükmü olması sebebiyle söz konusu tahliye nedeninden de bahsetmemiz gerekmektedir:

Borçlar Kanununun 351. maddesinde; “Kiralananı sonradan edinen kişi, onu kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut veya işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira sözleşmesini altı ay sonra açacağı bir davayla sona erdirebilir. Kiralananı sonradan edinen kişi, dilerse gereksinim sebebiyle sözleşmeyi sona erdirme hakkını, sözleşme süresinin bitiminden başlayarak bir ay içinde açacağı dava yoluyla da kullanabilir.” denmektedir.

Yeni ev sahibinin veya yakınlarının konut ihtiyacının bulunmasını kanunumuz kira sözleşmesini sonlandırabilmek için geçerli bir neden olarak kabul etmiştir. Fakat bu halde de kanun şekli bazı şartlar aramış ve her halde dava açılması zorunluluğu öngörmüştür. Bir başka deyişle yeni ev sahibi TBK m.351 hükmündeki koşulları sağlasa dahi tahliye davası açmadan kira sözleşmesini feshedemeyecektir.

Yeni ev sahibinin ihtiyacı sebebiyle kira sözleşmesini sonlandırabilmesi için gerekli olan şartlara bakmamız gerekirse;

1-) Kişi konutu (kiralananı) satın alma, bağışlama vs. bir hukuki nedenle edinmiş olmalıdır.

2-) Yeni ev sahibi; konutu edindiği tarihte içerisinde kiracı bulunmalıdır. Yani önceki ev sahibi ile kiracı arasında; konutun sahibinin değiştiği tarihte devam eden bir kira sözleşmesi bulunmalıdır.

3-) Yeni Ev Sahibinin kendisi, eşi, altsoyu (çocukları, torunları), üstsoyu (anne-babası, dedesi vs.) veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu kişilerin konut ihtiyacı sebebiyle kiralananı kullanma zorunluluğu bulunmalıdır.

Burada belirtmemiz gereken bir husus; yeni ev sahibinin kira sözleşmesini sonlandırabilmesi için yukarıda belirttiğimiz kişilerden herhangi birisinin konut ihtiyacı bulunmalıdır. Söz konusu kişiler dışındaki yeni ev sahibinin yakınlarının konut ihtiyacının bulunması sebebiyle kiracıdan konutu tahliye etmesi istenemeyeceği gibi kanunda belirtilen bu kişilerinde dürüstlük kuralı çerçevesinde bir konut ihtiyacının olduğundan bahsedilemiyorsa yine kiracıdan konuttan çıkması hususunda bir talepte bulunulamaz.

4-) Kanun koyucu kiraya verene burada iki ihtimal öngörmüştür ve iki durumda da yeni ev sahibi belirtilen şartları sağladıktan sonra tahliye davası açmak zorundadır.

a-) Yeni Ev Sahibi konutu edindikten (satın aldıktan) sonra bir ay içerisinde kiracıya yazılı bildirimde bulunmalıdır. İspat kolaylığı açısından yazılıbildirimin noter aracılığıyla yapılması faydalı olacaktır. Yeni malik yazılı bildiriminin içeriğinde; kiralananı hangi tarihte edindiğini (satın aldığını), kiralanana kendisinin/kanunda belirtilen kişilerin ihtiyacının bulunduğunu ve kanuni düzenlemeler çerçevesinde kira sözleşmesini sonlandırma iradesinde olduğunu belirtmesi gerekir. Daha sonra konutu edindiği tarihten itibaren altı ay sonra açacağı tahliye davası ile kira sözleşmesini sonlandırabilir.

b-) Ya da yeni malik kiracıya yazılı bir bildirimde bulunmasına gerek olmaksızın; önceki ev sahibi ile kiracı arasında yapılan kira sözleşmesinin bittiği tarihten itibaren bir ay içerisinde tahliye davası açarak kira sözleşmesinin sonlandırılmasını talep edebilir.

Yeni ev sahibinin ihtiyaç sebebiyle tahliye davası açabilmesi için yukarıda belirtilen süreler hakkında TBK m. 353’te; “Kiraya veren, en geç davanın açılması için öngörülen sürede dava açacağını kiracıya yazılı olarak bildirmişse, dava açma süresi bir kira yılı için uzamış sayılır.” denmektedir. Buna göre yeni ev sahibinin söz konusu nedenle tahliye davası açma süresini uzatma imkanı da bulunmaktadır.

Ev Sahibinin Kiracıyı ”İhtiyacı Sebebi İle” Çıkarmasının Koşulları Özetlenirse

Yeni mülk sahibi, kiracıyı tahliye etmek istiyorsa aşağıdaki prosedürleri takip etmelidir:

Kanun gereğince yeni mülk sahibi, eğer kira kontratına istinaden tapuda şerh yoksa, tapu devri yapıldıktan sonra bir ay içinde kiracıya ihtarname göndermelidir.

  • İhtarname gönderildikten sonra eğer kira sözleşmesinin bitimi 6 aydan uzun süreli ise kiracı 6 ay içinde evi boşaltmalıdır. Kiracı evden çıkmayı kabul etmiyorsa dava yoluyla tahliye edilebilir.
  • Tapu devri yapıldıktan sonra 1 ay içinde ihtarname yollanmazsa yeni ev sahibi, kirayı verene ait kira sözleşmesinin şartlarını kabul etmiş sayılır.
  • Kiracı bu süreç dahilinde kira sözleşmesi şartlarını bozarsa -örnek olarak kira bedelini belirli sürede ödemezse- daha erken sürede tahliye edilebilir.

Yeni Satın Alınan Evde Oturan Kiracı ile Anlaşma

Satın almadan önce evde bulunan kiracı ile anlaşma yoluna gitmek, en ideal yöntemlerden biridir. Bu durumda kiracı ve kiraya veren, anlaşarak kira sözleşmesini feshedebilir. Böylece kiracının evden çıkması için beklemeye gerek kalmaz. Uygulamada genellikle kiracılardan tahliye taahhüdü alınmaktadır. Kiracı taahhüde yanaşmazsa, ihtiyaç sebebi söz konusu ise yukarıdaki prosedür uygulanır. İlaveten, satın alınacak evde kiracı oturuyorsa dikkat edilecek durumlar arasında yer alan depozito, kiracının ev sahibine teminat bedeli altında ödediği miktarı ifade eder. Ev satın alınacaksa eski ev sahibinden bu depozito temin edilmeli veya evin bedelinden bu miktar düşülmelidir.

Konut ihtiyacına dayanarak dava açılabilmesi için konutun bulunduğu yerin TMK’nın 19’uncu maddesi kapsamında ikametgâh adresi olması da gerekmez (6.HD. 13.9.1979; 3619/6381).

Öğretide kalp hastası veya yürüme engeli bulunan bir kiraya verenin, asansörsüz bir binanın üst katında oturmakta, kendi dairesi de asansörlü bir binada veya asansörsüz olmakla birlikte bu binanın giriş veya birinci katında bulunmakta ise tahliye davası açtığı takdirde ortada gerçek bir tahliye talep ve sebebi bulunduğuna dair görüş mevcuttur.

Yine doktrinde kiraya verenin eşinin ayrı yaşamayı talep etmesi durumunda hâkimin haklı görmesi üzerine ayrı yaşamaya karar vermesi halinde kiraya verenin, eşinin ihtiyacı için tahliye davası açabileceği, kiraya verenin çocuklarının nişanlanma, evlenme, öğrenim, sağlık ya da memuriyet gibi bir sebeple babalarından ayrı yaşamaları gereğinin ortaya çıktığı durumlarında da taşınmaz ihtiyacı sebebiyle tahliye davası açılabileceği ifade edilmiştir.

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Mal Rejimi Türleri

Mal Rejimi Türleri

Mal Rejimi Türleri – İzmir Avukat

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu dört çeşit mal rejimi öngörmüştür. Bunlar; edinilmiş mallara katılma rejimi, mal ayrılığı rejimi, paylaşmalı mal ayrılığı rejimi ve mal ortaklığı rejimidir. Eşler mutlaka kanunda gösterilen bu dört mal rejiminden birine tabi olmak zorundadırlar.  Taraflar evlenmeden önce ve evlendikten sonra da diledikleri mal rejimini Türk Medeni Kanunu çerçevesinde seçebilmektedirler.

Edinilmiş Mallara Katılma

01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile yasal mal rejimi olarak edinilmiş mallara katılma rejimi belirlenmiştir. Ancak taraflara diğer mal rejimi türlerinden mal ayrılığı, paylaşmalı mal ayrılığı veya mal ortaklığını seçme imkânı tanınmıştır.  

Ancak, 01.01.2002 tarihinden önce gerçekleşen evlilikler için 31.12.2001 tarihine kadar “Mal Ayrılığı Rejimi” geçerli olacaktır. Bu tarihten sonra “Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi” geçerli olacaktır. 31.12.2002 tarihe kadar eşlerin üzerlerinde olan mallar, aksine sözleşme yapılmamışsa o eşin kişisel malı sayılmaktadır. Bu mallar kişisel mal olarak kabul edildiğinden mal rejimin tasfiyesi aşamasında, artık değer hesaplanmasında dikkate alınmayacaktır. Bireyler, evlilik süresince birlikte edinmiş oldukları malları, boşanma sonrasında yarı yarıya paylaşır.

Eşin Edinilmiş Malları

Çalışmanın karşılığı olan edinimler, sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler, çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar, kişisel mallarının gelirleri. Eşlerin herhangi bir sözleşme seçmemesi durumunda bu rejim uygulanır.

Mal Ayrılığı

Eşlerden her birinin kanuni sınırlar içinde kendisine ait olan malvarlığı üzerinde istediği gibi hareket etmesini sağlayan mal rejimidir. Yani, bir eşin evlilik sırasında edindiği malvarlığına kendisinin sahip olması ve evliliğin sona ermesi halinde de sahip olduğu malvarlığının kendisinde kalması durumudur. Bir diğer adı da “Olağanüstü Mal Rejimi” olarak bilinir. Mal ayrılığı rejiminde eşler evli değillermiş gibi hareket etmektedir.  Mal ayrılığı rejiminde her eşin malı kendisine aittir. Eşler kendilerine ait olan malları korumak istediklerini ve paylaşmak istemediklerini beyan ederler. Her iki taraf da diğer tarafın malından herhangi bir pay almayacağı gibi, kendi malını da paylaşmayacaktır. Mal ayrılığı rejimi sözleşmesi, evlenmeden önce veya sonra yapılabilir. Bu sözleşme, ancak ayırt etme gücüne sahip olanlar tarafından yapılabilecektir.

Paylaşımlı Mal Ayrılığı

Eşler, kendi mal varlıkları üzerinde tasarruf sahibidir. Eşlerin birlikte edindikleri ve eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar ortak olarak paylaşılır. Bunun dışında eşler, bu sözleşme ile diğer tarafın sahip olduğu herhangi bir borca da ortak olmak durumunda değildir.

Mal Ortaklığı

Bu sözleşme kapsamında iki mal çeşidi vardır. Ortak mallar ve kişisel mallar. Genel mal ortaklığında, eşlerin kişisel mal sayılanlar dışındaki malları ile gelirleri ortaklık mallarını oluşturur ve eşler, ortaklık mallarına bir bütün olarak sahip olurlar. Sınırlı mal ortaklığında ise sadece edinilmiş mallardan oluşan bir ortaklık kabul edilir. Kişisel malların gelirleri bu ortaklığa dahil değildir.

Bu rejimin bir nevi özel olarak düzenlenmiş “elbirliği ortaklığı” olduğu söylenebilir. Eşler, ortaklık mallarını evlilik birliği yararına uygun olarak yönetirler ve her eş olağan yönetim sınırları içinde, ortaklığı yükümlülük ve borç altına sokabilir ve ortaklık mallarında tasarrufta bulunabilir. Ancak ortaklık malları üzerinde eşler tek başlarına olağanüstü yönetim hakkına sahip değillerdir.

Mal ortaklığı rejiminde kişisel malların;

  • Mal rejimi sözleşmesiyle belirlenenler,
  • Üçüncü kişilerin karşılıksız kazandırmaları,
  • Eşlerden her birinin sadece kişisel kullanımına ayrılmış eşyalar,
  • Manevi tazminat alacakları

olduğu kabul edilmiştir.

Mal Rejiminin Sona Ermesi

Mal rejimi; ölüm, evliliğin butlanı, boşanma, eşlerin seçimlik bir rejim seçmesi, olağanüstü rejim” kararı ile mal ayrılığına dönüştürülmesi durumunda sona erer. Mal rejiminin sona ermesi ile birlikte mal rejiminin tasfiyesi işlemlerine başlanmaktadır. Mahkeme tarafından, evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığa geçilmesine karar verilmesi halinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona ermektedir. Mal rejimin ölüm nedeniyle sona ermesi durumunda, ölüm ile beraber mal rejimi de sona ermektedir.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Kira Sözleşmesi Bitmeden Evden Çıkmak

Kira Sözleşmesi Bitmeden Evden Çıkmak – İzmir Avukat

Kural olarak, ahde vefa ilkesi gereğince, kiracı kira sözleşmesindeki sürenin sonuna kadar tüm borçlardan sorumludur. Yani kira sözleşmesi taraflar için bağlayıcıdır. Türk Borçlar Kanunu madde 325 düzenlemesine göre kira sözleşmesi bitmeden evden çıkmak mümkündür ancak burada kiracının hukuki sorumluluğu doğar. Kiracı süresinden önce bildirimde bulunup evi boşaltmakla bağlayıcılık ortadan kalkmaz.

Buna göre kira süresi sona ermeden veya sözleşmede belirlenen fesih dönemi dışında kiralanan tahliye edildiği takdirde, mülk sahibinin taşınmazı yeniden kiraya verebileceği uygun bir süre için kiracının sözleşmeden doğan borcu devam eder. Bu, sözleşme dolmadan tahliye mümkün olsa da kiracı bir süre daha kira borcunu, aidatı, ortak giderler varsa bunlar vb. yan giderleri ödemek zorunda kalacağı anlamına gelmektedir.

Kanuni düzenleme incelenecek olursa:

Borçlar Kanunu  MADDE 325- Kiracı, sözleşme süresine veya fesih dönemine uymaksızın kiralananı geri verdiği takdirde, kira sözleşmesinden doğan borçları, kiralananın benzer koşullarla kiraya verilebileceği makul bir süre için devam eder. Kiracının bu sürenin geçmesinden önce kiraya verenden kabul etmesi beklenebilecek, ödeme gücüne sahip ve kira ilişkisini devralmaya hazır yeni bir kiracı bulması hâlinde, kiracının kira sözleşmesinden doğan borçları sona erer.”

Kiraya verene kiralananın benzer koşullarda kiraya vereceği makul süre denilerek bu makul süre kiralananın bulunduğu konum şehir ve diğer faktörlere göre değişkenlik gösterebilir. Kiracıların hakları yasalarla koruma altına alınmıştır. Aynı şekilde ev sahiplerinin hakları da koruma altındadır. Nasıl ki ev sahibi kiracıyı belli kurallar çerçevesinde evden çıkarabiliyorsa aynı şekilde kiracı da istediği zaman evden ayrılamaz. Ayrılırsa da sözleşmeyi feshinden kaynaklı zararı tazmin etmek zorundadır.

Kanun maddesinde belirtilen “makul süre” kavramı somut olaya göre belirlenecektir. Ancak Yargıtay uygulamasında 2-4 ay arasında bir süre ile kiracının yükümlülüklerinin devam edeceği yönünde kararlar verilmektedir. Ayrıca kiracının; kiraya verenin kabul edebileceği, benzer koşulları olduğu değerlendirilebilecek yeni bir kiracı bulması halinde yükümlülüklerinin makul sürenin sonunun beklenmesi aranmadan sona erecektir.

Uygulamada kira kontratı genellikle belirli süreli yapılmaktadır. Sonrasında yazılı olarak yenilenmemekte ve sözlü olarak uzatılmaktadır. Kiracının kira sözleşmesine 15 gün kala sözleşmeyi fesih etmemesi durumunda sözleşme aynı şartlarda 1 yıl uzatılmış olur .

Belirli süreli yani kira kontratı yapılıp uzatılmayan sözleşmelerde kiracının erken çıkması durumunda ne olur ?

Bu konuda Türk Borçlar Kanunu şöyle demektedir.

MADDE 347-Konut ve çatılı işyeri kiralarında kiracı, belirli süreli sözleşmelerin süresinin bitiminden en az onbeş gün önce bildirimde bulunmadıkça, sözleşme aynı koşullarla bir yıl için uzatılmış sayılır. Kiraya veren, sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.

Yani belirli süreli kira sözleşmelerinde sözleşme bitmesinden 15 gün önce bildirimde bulunulması halinde  kiracı kira sözleşmesini fesih edebilir aksi halde bir yıl daha uzamış sayılır. Burada kiracı bildirimi yazılı şekilde yapmalıdır.

MADDE 348- Konut ve çatılı iş yeri kiralarında fesih bildiriminin geçerliliği, yazılı şekilde yapılmasına bağlıdır.

 İlgili Yargıtay Kararları:

“Hal böyle olunca, mahkemece; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, davalı kiracının, sözleşme süresi sona ermeden, 18/11/2013 tarihinde taşınmazı erken tahliye ettiği dikkate alınarak, tahliye tarihine kadar ödenmeyen kira bedelleri ile birlikte tahliye tarihinden itibaren belirlenen makul süre kira tazminatından sorumlu olduğu gözetilerek, buna göre hesaplama ve değerlendirme yapılması yönünden uzman bilirkişiden Yargıtay ve taraf denetimine elverişli rapor alınması; bundan sonra ödenen kira bedeli ve depozito bedeli mahsup edilmek suretiyle aşan kısmın hüküm altına alınması gerekirken; eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi de hatalı olmuştur.” (Yargıtay 3. HD., E. 2020/10885 K. 2020/7857 T. 16.12.2020)

“Kiracı, sözleşme süresine veya fesih dönemine uymaksızın kiralananı erken tahliye ettiği durumda; kural olarak Türk Borçlar Kanununun 325. maddesine göre, anahtar teslim tarihine kadar kira bedelinden, anahtar teslim tarihinden itibaren ise kiralananın aynı şartlarda kiraya verilebileceği makul süre kira bedeli ile sorumludur. Bununla birlikte, TBK’nın 112. maddesi göndermesi ile aynı kanunun 52. maddesi uyarınca, kiraya verenin bu yerin yeniden kiralanması konusunda gayret göstermesi, böylece zararın artmasını önlemesi için kendisine düşen ödevi yapması gerekir. Bu durumda kiraya verenin zararı, tahliye tarihinden kiralananın aynı koşullarla yeniden kiraya verilebileceği tarihe kadar boş kaldığı süreye ilişkin kira bedelinden ibarettir.” (Yargıtay 3. HD., E. 2020/11527 K. 2021/2139 T. 2.3.2021)

Kira ve Taşınmaz Hukukuna İlişkin Diğer Yazılarımız İçin;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Çalışma Süresinden Sayılan Haller

Çalışma Süresinden Sayılan Haller – İzmir İş Avukatı

Çalışma süresi kavramı İş Kanunu’nda kesin olarak açıklanmamıştır. Ancak Çalışma Süreleri Yönetmeliği’nin 3. Maddesi, çalışma süresi kavramını “Çalışma süresi, işçinin çalıştığı işte geçirdiği süredir. İş Kanunu’nun 66. maddesinin birinci fıkrasındaki sürelerde çalışma sürelerinden sayılır.” şeklinde ifade etmiştir. Bu minvalde, sabah akşam belirli saatlerde yapılan iş faaliyeti aşağıda ve sınırlı sayılan haller durumunda çalışma süresinden sayılan haller olarak karşımıza çıkmaktadır.

Çalışma Süresinden Sayılan Durumlar

İş Kanunu’nun 66. maddesi “Hangi durumda işçi fiilen çalışmasa bile haftalık çalışma süre hesabı yapılırken, işçinin çalışmış sayılacağını düzenlemiştir”. Taraflar sözleşme kurulurken işçi lehine, hangi sürelerin çalışma sürelerinden sayılacağını belirleme hakkına sahiptir. Örneğin; bazı toplu iş sözleşmelerinde öğle yemeği haricinde günde iki kez çay molası gibi sürelerin çalışma süresinden sayılarak kararlaştırıldığı görülmektedir. Bu sürelere örnekleri incelersek :

1) İşçinin işe hazır halde beklediği süre

İşçinin işinde ve her an iş görmeye hazır halde bulunmakla beraber çalıştırılmaksızın, çıkacak işi bekleyerek geçirdiği süreler, işçi fiilen çalışmasa bile kanun gereği çalışma süresinden sayılmıştır.

Örneğin; kasiyerin boş dükkanda müşteri gelmesini beklemesi, şoförün kamyonun yüklenmesini beklemesi gibi işçinin fiilen çalışmaması bu sürelerin de çalışma süresinden sayılacak olması sonucuna çıkmaktadır. Belirtmek gerekir ki, bu durum sadece işin niteliğinden değil, mal veya hizmet üretimi kesintiye uğradığı zamanda gündeme gelecektir. Mesela, işveren arıza nedeniyle çalıştırdığı işçisini işyerinde tutmak yerine evine göndermişse, çalışma süresinin bitimine kadar evinde geçirdiği süre iş süresinden sayılır.

2) Yer ve sualtına inip çıkmak için geçen süre

Bazı işçiler madenlerde, taş ocaklarında veya her ne şekilde olursa olsun yeraltında veya su altında çalışmaktadır. Bu tarz yerlerde çalışan işçilerin kıyılara, dehlizlere veya asıl çalışma yerlerine inmeleri ve çalıştıkları yerlerden çıkmaları için belli bir süre geçmesi gerekmektedir. İşin niteliğinden kaynaklanan bu süreler işçi aleyhine olarak işçi fiilen çalışmıyor gerekçesiyle çalışma süresine dahil etmemek, ahlaka ve vicdana aykırılık teşkil edecektir. Bu yüzden İş Hukuku kanuni bir korumayla, bu süreleri çalışma sürelerine dahil ederek işçi lehine bir hüküm getirmiştir. Ancak maddenin kapsamı yer veya sualtında çalışan tüm işçileri kapsarken, yüksek irtifa gereken işler bu madde kapsamına dahil edilmemiştir. Amaçsal yorum yaparak; yüksek köprü inşaatı ya da rüzgar tribünü inşaatları da bu madde kapsamına dahil edilmelidir.

3) Emzirme izni süresi

İş Hukuku, gebe ve anne kadınlar için birçok özel düzenleme getirmiştir. Bu düzenlemelerden biri de, çocuk emziren kadınların çocuklarına süt vermek için belirtilen süreyi, çalışma süresine dahil edilmesidir. İş Kanunu’nun 74. maddesinin son fıkrasında; kadın işçiye, çocuğu bir yaşına gelinceye kadar her gün bir buçuk saat emzirme izni verilmesi gerektiğini düzenlemiştir. Kadın işçinin, bir buçuk saat çocuğunu emzirmek için belirlenen günlük saati, çalışma süresinden sayılmıştır.

4) Yolda geçen süreler

a. Çalışmak üzere gönderme halinde

İşverenler, iş görme borcu altında olan işçilerin işin niteliğinden veya başka bir sebepten dolayı işçilerini, işyerinin dışına çalışmak üzere gönderebilmektedir. Bu sebeple kanun, işçilerin işveren tarafından başka bir yerde çalıştırılmak üzere gönderilmeleri halinde, yolda geçen sürelerin iş süresinden sayılması gerektiğini ifade etmiştir. Örneğin; yolda kaza geçiren aracın tamiri için gönderilen işçinin, aracın bulunduğu mahale giderken yolda geçirdiği süre çalışma süresinden sayılacaktır.

b. Çalışılacak yere birlikte taşıma süresi

İşin niteliği gereği işçilerin toplu olarak getirilmesi ve götürülmesi gereken çalışmalarda işçinin işi görmek için götürüldüğü alana gidiş ve geliş süresi çalışma süresinden sayılmıştır. Konu hakkında düzenleme getiren İş Kanunu’nun 66. Maddesinin 1. Fıkrasının (f) fıkrası “Demiryolları, karayolları ve köprülerin yapılması, korunması ya da onarım ve tadili gibi, işçilerin yerleşim yerlerinden uzak bir mesafede bulunan işyerlerine hep birlikte getirilip götürülmeleri gereken her türlü işlerde bunların toplu ve düzenli bir şekilde götürülüp getirilmeleri esnasında geçen süreler” şeklinde ifade etmiştir.

Yukarıda ifade edilen madde kapsamına girmek için işyerinin maddede ifade edildiği gibi; demiryolu, karayolu gibi yerleşim yerinden uzak olan ve toplu ulaşım araçlarıyla ulaşımının zor olduğu yerlerde bulunması gerekmektedir. Özellikle bu tür taşıma, işçi için sosyal yardım amaçlı yapılan taşımalardan ayrılması gerekmektedir. Temel nokta, bu taşımanın yapılması işin niteliğinden kaynaklıyor olmasıdır.

5) İşverenin talimatıyla gönderme halinde asıl işini yapmaksızın geçen süre

İş Kanunu’nun 66. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendi, “İşçinin işveren tarafından başka bir yere gönderilmesi veya işveren evinde veya bürosunda yahut işverenle ilgili herhangi bir yerde meşgul edilmesi suretiyle asıl işini yapmaksızın geçirdiği süreler” şeklinde düzenleme getirmiştir. İşverenin talimatı sonucu, asıl işini yapmak için bir yere gönderilen işçinin o işi icra edebilmek için geçirdiği süreler çalışma süresinden sayılmıştır. Ayrıca kanun maddesi, işçinin iş görmek için gönderildiği yer ifadesini açarak işçinin evinde veya bürosunda geçirdiği süreyi de çalışma süresinden sayılması gerektiğini ifade etmiştir. Burada temel nokta, işçinin işveren tarafından herhangi bir iş ile meşgul edilmesidir. Kanun, bu meşguliyet sırasında geçirilen sürelerin iş süresinden sayılmasını hükme bağlamıştır.

6) İş sağlığı ve güvenliği eğitimlerinde geçen süreler

İşverenlerin, işçiler için ayarlanan iş sağlığı ve güvenliği eğitimleri için işyeri dışında veya içinde geçirdikleri sürenin de çalışma süresinden sayılacağını, İş Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliği’nin 8. maddesinde hükme bağlanmıştır.

Çalışma Süresinini Aşılması

Yargıtay’a göre, 4857 sayılı Kanun’un 63. maddesi hükmüne göre, günlük çalışma süresi 11 saati aşamayacağından, 68. maddenin belirlediği 7.5 saati aşan çalışmalar yönünden en az bir saatlik ara dinlenmesi süresinin, günlük en çok 11 saate kadar olan çalışmalarla ilgili olduğu kabul edilmelidir. Günde 11 saate kadar olan (11 saat dahil) çalışmalar için ara dinlenmesi en az bir saat, 11 saatten fazla çalışmalarda ise en az bir buçuk saat olarak verilmelidir.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesi uyarınca, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.Dolayısıyla fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi, kural olarak bu iddiasını ispat etmek zorundadır.Fiili bir olgu söz konusu olduğundan, kural olarak, işçi, fazla çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir.

İş Hukuku Kapsamında Hazırladığımız Diğer Çalışmalarımız;

İzmir İş Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

İcra Takibinde Dayanak Belge

İcra Takibinde Dayanak Belge

İcra Takibinde Dayanak Belge – İzmir Avukat

İcra Takibi Nedir

İcra takibi, alacaklının alacağını tahsil etmek amacıyla borcunu ifa etmeyen borçludan alacağını devlet gücü ile tahsil edebilmek için İcra Müdürlüğü nezdinde başlattığı takiptir. İcra takibi ilamlı ve ilamsız olmak üzere iki türe ayrılır. İlamlı icra bir mahkeme kararına dayanılarak başlatılan icra türüdür. İlamsız icra ise ortada bir mahkeme kararı bulunmaksızın para ve teminat alacaklarının tahsili için başlatılabilecek icra türüdür. Ayrıca para veya teminat niteliğinde olmasa da kiralanan bir taşınmazın tahliyesi de icra müdürlüğünden ilamsız icra yolu ile istenebilir.

Türk hukukunda ilamsız icralar ise üç türe ayrılır. Bunlar genel haciz yoluyla takip, kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takip ve kiralanan taşınmazların tahliyesi yollarıdır.

Bu yollardan sadece genel haciz yoluyla takip belge olmadan herkese karşı yapılabilir. Uygulamada örnek 7 olarak geçen bu takipte bir kişi elinde hiçbir belge, senet, noter evrakı, dekont vs. olmadan icra takibi yapabilir. Hatta hiçbir belgeye dayanmayan-kötüniyetli bile olsa- bu takip sonucu haciz işlemine geçilip satış bile yapılabilir. Bunun dışındaki icra takiplerinde borcun sebebini gösterir dayanak belge sunulması zorunludur.

Belge Kavramı

İspata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları Türk hukukuna göre belgedir. Buna göre senet ve belge kavramlarını mutlak surette birbirinden ayırmak gerekir. Belge kavramı kesinlikle üst bir kavramdır, zira senet niteliğini haiz her belge aynı zamanda bir senet teşkil etmektedir.

İİK’nun 58/3. maddesi gereğince; alacak bir belgeye dayanmakta ise, belge aslının veya alacaklı yahut mümessili tarafından tasdik edilmiş borçlu sayısından bir fazla örneğinin takip talebi anında icra dairesine verilmesi ve ayrıca Hukuk Genel Kurulunun 02.02.2000 tarih ve 2000/12-50 Esas, 2000/47 sayılı kararında da açıklandığı üzere İİK’nın 61/l. maddesi (2). cümlesi gereğince de belgenin onaylı bir örneğinin ödeme emri ile birlikte borçluya gönderilmesi zorunludur.

İİK’nın 58. ve 61. maddelerine göre ayrıca takibe itiraz edilmesi şikayet yoluyla ödeme emrinin iptaline engel değildir.

YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Tarih:15.03.2016 Esas: 2015 / 31332 Karar: 2016 / 7597 ” ….. Takibe İtiraz Edilmiş Olması, Dayanak Belgelerin Eklenmemiş Olması Nedeniyle Şikayet Yoluyla Ödeme Emrinin İptalini İstemeye Engel Değildir…”

Uygulamada bir mahkeme kararına dayanan ilamın icrası durumunda ise gerekçeli kararın icra emri ile birlikte tebliğ edilmesine gerek olmadığı, borçlunun zaten aleyhine sonuçlanan davadan haberdar olduğu kabul edilerek ilamın tebliğini zorunlu olmadığı yönünde kararlar mevcuttur.

İcra Takibini Şikayet Süresi Nedir?

İcra İflas Kanunu’nun ilgili hükümleri ile yerleşik Yargıtay içtihatları dikkate alındığında dayanak belge suretlerinin ödeme emri ile birlikte borçluya tebliğ edilmemesi durumunda icra takibinin yapıldığı yerdeki İcra Hukuk Mahkemesi’ne şikayet başvurusunda bulunulmalıdır.

İlginizi çekebilecek benzer çalışmalarımız;

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079

Boşanma Davalarında Feragat

Boşanma Davalarında Feragat

Boşanma Davalarında Feragat – İzmir Avukat

Boşanma davası, eşlerin evlilik birliğini devam ettirmeyi istemedikleri konusunda hem fikir olmaları üzerine ya da evlilik birliğini yürütememesi sonucu mahkemeye başvurarak evlilik birliğini sona erdirmeleridir.

Eşlerden her biri boşanma davası açabileceği gibi açılan bir boşanma davasına birçok nedenle devam etmek istemeyebilir ve bunun sonucunda boşanma davasından feragat edebilir. Açılan bir boşanma davasından feragat etmiş olmanın beraberinde getireceği hukuki sonuçların iyi bir şekilde anlaşılması ileride karşılaşılabilecek ve aleyhe olarak değerlendirilebilecek durumlar açısından büyük önem arz etmektedir. Zira talebinden feragat eden davacı, yargılama giderleri ve vekalet ücretini ödemeye mahkum olacaktır bu minvalde feragat eden kişinin davayı kaybetmiş gibi kesin hüküm altına girdiğini belirtmek önemlidir.

Feragat genel anlamıyla davacının taleplerinden vazgeçmesi olarak nitelendirilir. Boşanma davasından feragat eden taraf ise dava dilekçesinde ileri sürmüş olduğu hususları affetmiş sayılarak aynı sebeplere dayanarak yeniden dava açamayacak hale gelmektedir. Feragat karşı tarafın onayına veya iznine bağlı olmadığı gibi, talep edilmesi ile birlikte kesin hüküm doğurur.

Feragat yenilik doğuran bir hak olduğu için feragat hakkı bir kere kullanmak ile sona erer. Yani davacı feragat hakkını kullandıktan sonra bu beyanından geri dönemez. Feragatten feragat olmaz.Halk diliyle söyleyecek olursak vazgeçmeden cayamazsınız.

Böylece feragat kesin hüküm gibi sonuç doğurur ve dava tüm sonuçları ile birlikte ortadan kalkar. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 25.09.2007 tarihli ilamına göre: “…Davalı-davacı kadın 20.09.2006 tarihli oturumda birleşen davasından feragat etmiş ve bu tarihe kadar kocadan kaynaklanan boşanmayı gerektirir kusurları affetmiştir.” Yargıtay ilamından da açık bir şekilde anlaşılacağı üzere boşanma davasında yapılan feragat affetme olarak işleme alınacaktır. Bu noktada boşanma davasından feragat eden taraf daha sonra yeni bir boşanma davası açabilecektir. Ancak yeni açtığı boşanma davasında daha önceden feragat etmiş olduğu boşanma davasındaki iddia ve sebeplerini ileri süremez, ileri sürmesi halinde o hususlar affedilmiş kabul edildiğinden hiçbir şekilde hükme esas alınamayacaktır. Bu durumda feragatten sonra evlilik birliği içerisinde meydana gelen yeni sebeplere dayanılarak boşanma davası açılabilecektir. Yeni açılan boşanma davasında feragat edilen boşanma davasındaki sebeplerin dayanak olarak gösterilmemesine dikkat edilmelidir.

Boşanma davaları niteliği itibari ile gerek boşanma davası açma kararı alınırken gerekse davadan feragat edileceği durumlarda titizlikle düşünüp hareket edilmesi gereken dava türlerindendir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi feragat halinde davacı aynı konuya dayanarak yeniden dava açamaz hale gelir. Eşlerin boşanmak istemeleri gibi evliliğe devam etmek istemeleri de mümkündür örneğin eşler boşanma davası devam ederken barışma kararı alabilmektedir. Bu noktada davadan feragat etme kararı alınmadan önce acele edilmeden hareket edilmelidir. Zira feragat etmek için davacının acele etmesine gerek de yoktur. Feragat işlemi hükmün kesinleşmesine dek yapılabileceği için usuli anlam ve sonuçları davacı tarafından iyice anlaşılmalıdır.

Benzer ilginizi çekebilecek yazılarımız;

İzmir Boşanma Avukatı

Adres: Karşıyaka Tower No:12 Kat:9 Daire:59 Karşıyaka/İzmir

E-posta: info@efeshukuk.com

Telefon: +90 553 463 7079